30 Mart 2015 Pazartesi

ARAP KÜLTÜRÜNDE TÜRK İMGESİ



Ulusçuluğu yadsıyan ümmetçilik ya da ulusçuluğu ümmetçilikle kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, günümüzde Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde, ulusçuluğu ümmetçilik içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen küresel politikalar vardır. Ulusçuluk konusunda yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu girişimi hazırlayan düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanır. İlk dönem Arap düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, öznel yargılardır.

27 Mart 2015 Cuma

ATATÜRK VE EKONOMİ



Ekonomi demek, herşey demektir. Yaşamak için, insanlık için ne gerekiyorsa, onların tümü demektir. Tarım demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, herşey demektir. Hayat demek, ekonomi demektir”                                                                                  Mustafa Kemal Atatürk


25 Mart 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’DE NEDEN HAİN ÇOK


Türkiye’de bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve güç sahipleri, varsıl işbirlikçiler, sanatçı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına, ülkeyi ayakta tutan değerlere sınır tanımaksızın saldırıyor. Bu tutum, kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma ve yabancılaşmanın geçerliliği olan bir istem durumuna getirilmesinin bir nedeni olmalıdır. Yaşananlar, tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında saklıdır. Dışa bağlanmanın ve kendine yabancılaşmanın yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir. Aşağıdaki çalışmayı, günümüzdeki ihanet şebekesinin tarihsel dayanağını ortaya koymak için yayınlıyoruz.

23 Mart 2015 Pazartesi

KURTULUŞ SAVAŞ’INDA İÇ SAVAŞ


Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı bastırmak için; hükümet olanaklarını, fetvaları ve Anlaşma (İtilaf) Devletleri’nin desteğini kullandı. Tinsel (manevi) dayanağı, Halifelik ve buyruğu altındaki fetva makamı Şeyhülislam, siyasi dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır suçlamalar içeren çok sayıda fetvada; Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir, milli güçlere karşı savaşanların ise gazi ve şehit olacağı ileri sürülüyordu. “Halifeliğe karşı gelenlerin dinden imandan çıktıkları” bunların şâki (eşkıya) sayıldığı, “Kuran hükümlerine göre öldürülmelerinin vacip (yapılması zorunlu) olduğu” bildiriliyordu. Fetvalar, İngiliz ve Yunan uçakları, bağlaşık (müttefik) torpidoları, konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesi’nin papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali İslam (İslamı Yüceltme) adlı bir “hocalar örgütü”, yayınladığı bildiride, “Yunan ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini” söylüyordu.

19 Mart 2015 Perşembe

HÜRRİYET VE İTİLAF FIRKASI


Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın izlencesi (programı), günümüzde global liberalizm adıyla yürütülmekte olan politikalarla büyük bir benzerlik içindedir. 20. Yüzyıl gibi pekçok değişimin gerçekleştiği uzun ve devingen bir dönemden sonra varlığını sürdüren politik benzeşme, birçok kişiye şaşırtıcı gelebilir. Ancak, bu benzeşme yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçektir ve kuşkusuz bir nedeni vardır. Bunun nedeni, emperyalizmin varlığ ve Batının Türkiye üzerindeki egemenliğini bugün de sürdürüyor olmasıdır. Milliyetçiliği yadsıyan Osmanlıcılık, ademimerkeziyetçilik diye tanımlanan yerel yönetimcilik, etnik temelli federasyonculuk, serbest ticaret, işbirlikçi özel girişimcilik; yüzyıl önce yazılan ve bugün yoğun olarak uygulanan ekonomik-siyasi belgeler gibidir. Hürriyet ve İtilaf anlayışı bugün, aynı işgal döneminde olduğu gibi, rakipsiz bir siyasi işleyiş durumuna gelmiştir. Siyasi partilerin hemen tümü, bu anlayışı temsil eden bir çizgi izlemektedir. Hürriyet ve İtilaf, artık tek bir parti değil, bütün partilerdir.

18 Mart 2015 Çarşamba

ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL


Bu yazıyı, bir metrekaresine 6500 mermi düşen Gelibolu Yarımadası’nda şehit olanların anısına saygı için yayınlıyoruz.

19 Şubat, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıldönümüdür. Sonuçlarıyla, Türkiye'nin olduğu kadar dünyanın da geleceğini belirleyen bu büyük savaş, savaştan çok, inançta birleşmiş yoksul bir ulusun neleri başaracağını gösteren bir destandır. 

Gelibolu Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği Kemalyeri, Mustafa Kemal’in Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk tarihçisi, Kemalyeri için “Mustafa Kemal ’in gerçek doğum yeri” der. Türk halkı onu Kemalyeri ’nde tanıdı, Conkbayırı ’yla yüceltti, “Anafartalar ’ın yenilmez komutanı” olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı. Saygı ve bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler içeriyor. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden korkmaz” kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla yenilmeyen, “kurşun işlemez” bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir savaş tasarımcısı ve “güvenilir bir” komutandır.

16 Mart 2015 Pazartesi

JÖN TÜRKLER


Jön Türkler, savaşımları ve politik etkileriyle değil, aldıkları adla tanındılar. İkinci sınıf liberal meşrutiyetçi görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde barındırdılar ancak her nedense Jön Türkler olarak tanımlandılar. Kendilerine özgü sağlam bir dünya görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi akım olamadılar ancak adları dünya siyaset sözlüğüne girdi. Jön Türkler sözcüğü ilginç bir biçimde, çeşitli dillerde kullanılan evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen karşıtı siyasi sürgünlere onlardan sonra, Jön Türkler denmeye başlandı; Meksika Jön Türkleri, İran Jön Türkleri gibi.

14 Mart 2015 Cumartesi

CUMHURİYET VE SAĞLIK ATILIMI


14 Mart her yıl tıp bayramı olarak kutlanır. İlk tıp bayramı, tıbbiyeliler ve hekimlerce 14 Mart 1919’da işgale karşı eylem biçiminde kutlanmıştır. Böylece tıp bayramı Türkiye’de hekimlerin yurt savunma hareketi olarak başlamıştır. Aşağıdaki yazıyı, sağlıkçılarımızın bayramını kutlamak ve ülkemizde sağlık devrimini gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerinin anısına saygı için yayınlıyoruz.

Kurtuluş Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi yörelerde, hastalık nedeniyle, hasat yapamayacak kadar bitkin düşmüştü. 93 Rus Savaşında Türk Ordusu, Ruslar’a değil, tifüse yenilmişti. Cumhuriyet Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın, sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti. Sorunu ele alış, yalnızca istek ve kararlılık düzeyinde bırakılmadı. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere uygun bir ulusal sağlık stratejisi saptandı. Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.

12 Mart 2015 Perşembe

DÜNYANIN EGEMENLERİ ULUSLARARASI ŞİRKETLER


Uluslararası düzeyde çalışan şirketler için, çokuluslu şirket tanımı da kullanılmaktadır. Bu tanım, şirket iyeliğinin (mülkiyetinin) birden çok ulusa ait olduğu izlenimi vermekte, bu nedenle gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır. Küresel boyutlu hisse satışlarına karşın, şirketin yönetim ve denetimi için gerekli olan hisse payı, bir ulusun iyeliğinde kalmakta ya da el değiştirmektedir. Bu nedenle uluslararası şirket tanımı, sermaye dolaşımı ve üretimin küreselleşmesi ile işgücü ve hammaddenin uluslararası kullanımını daha iyi tanımlamaktadır.

9 Mart 2015 Pazartesi

TOPLUMSAL YAŞAMDA EVRENSELLİK VE ÖZGÜNLÜK


Toplumlararası ayrımlar; yaşam biçiminden kültüre, inanç biçiminden üretim etkinliklerine dek her alanda varlığını sürdüren özelliklerdir. Toplum yaşamının kurallarını belirleyen ya da kuralları toplumsal düzen tarafından belirlenen siyasi düzenin, ayrılıkların etkisi dışında kalamayacağı açıktır. Her toplum, bugün yaşanan ancak geçmişle ilişkili olan toplumsal ve ekonomik koşulların belirlediği, kendine özgü bir yönetim biçimiyle yönetilir. Bu durum, temelinde nesnellik bulunan bir zorunluluktur.


8 Mart 2015 Pazar

ATATÜRK VE KADIN HAKLARI


Atatürk; kadını kendi yaşam ortamında tutsak haline getiren, tutucu kurallar ve buna bağlı olarak yaşamla çelişen önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Ona göre, kadını özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan kurtulamazdı. “Kuşku yok ki devrimci adımlar, iki cins tarafından birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte gerçekleştirilmelidir. Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir” diyor kadının özgürlüğü konusunu “Güç ve yetenek sahibi anne yetiştirmek, bunun için de kadını özgürleştirmek zorundayız. Bir işi kadınla birlikte yapmak; erkeğin ahlakı, düşüncesi ve duyguları üzerinde etkili olacaktır. Kadın ve erkekte, karşılıklı olan saygı ve sevgi eğilimi, yaradılıştan gelen, doğal bir davranıştır” biçiminde değerlendiriyordu. Kurtuluş Savaşı'na katılan Anadolu kadınının, gerçekleştirdiği “kutsal” eylemle, “hem yuvasını hem de orduyu” ayakta tuttuğuna inanıyordu. Bu gerçeği, herkesten çok, o biliyor ve yargısını; “Dünyada hiçbir ulusun kadını, ben Anadolu kadınından daha çok çalıştım, ulusumu kurtuluş ve zafere götürmek için, Anadolu kadını kadar hizmet ettim diyemez” sözleriyle dile getiriyordu.

7 Mart 2015 Cumartesi

ESKİ TÜRKLERDE AİLE DÜZENİ VE KADININ TOPLUMDAKİ YERİ



8 Mart, Türkiye’de de ‘Dünya Kadınlar Günü’ olarak kutlanıyor. 1857 yılında New York’ta greve giden kadın işçiler, polisler tarafından fabrikaya kilitlenmiş, çıkan yangında 129 işçi yanarak can vermişti. Amerikan şirketlerinin vahşiliğini ortaya koyan bu olay, işçi sınıfı tarihinde acılı yerini almıştır. İkinci (sosyalist) (1910) ve üçüncü Enternasyonal (komünist) (1921), 8 Mart’ı ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ olarak kabul etti; Birleşmiş Milletler 1977’de“Emekçi” sözcüğünü kaldırarak ve “yangın”dan söz etmeyerek bu kabule katıldı.       
1970’e dek ABD’de kutlanmayan 8 Mart, Türkiye’de çok dar bir çevrede de olsa ilk kez 1921’de kutlandı; bu gün de kutlanıyor. Ancak, kutlamalarda; bir oturmamışlık, yapaylık ve Türk toplum yapısına uyumsuzluk kendini hemen göstermektedir. Kadınlara yönelik olarak tarihten gelen değerlerden söz edilmezken, son dönemlerdeki toplumsal çürüme ve çözülmenin neden olduğu şiddet eylemlerinden, cinayetlerden, başına Türkler için neredeyse kutsal bir anlamı olan “töre” sözünü koyarak, gelenekler aşağılanıyor. Bu nedenle 8 Mart’ı başka türlü anmak istedik ve aşağıdaki yazıyı hazırladık. 

(Not: 8 Mart günü de “Atatürk ve Kadın Hakları” yazısını yayınlayacağız.)



Eski Türklerde kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen hiçbir toplumda görülmeyecek düzeyde uygar ve demokratik ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz olayları göz önüne getirildiğinde, bu ilişkilerde ne denli yozlaşma yaşandığı görülecektir. Bugün kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki bozulmayı ileri sürerek kendimizi aşağılama ve özellikle Batı’ya özenme kuşkusuz üzüntü vericidir. Ancak, daha çok üzücü olan, geçmişi bilmemek ve ondan yararlanmamaktır. Büyük kentlerde yoğunlaşan bozulmaya karşın, Anadoluda geçmişi yaşayarak yaşatan insanlarımız ne mutlu ki hâlâ vardır. Amerikalıların yaptığı bir araştırmaya göre Türk toplumları içinde bin yıl önceki ilişkiler, Ortaasya da yüzde 67, Anadolu da yüzde 37 oranında yaşamaktadır. Bu yüksek bir kültürün varlığını sürdürmesi demektir, Türklerin kökleridir. Aşağıdaki yazıda eski Türklerin kadın ve aile konusuyla ilgili bilgilerini bulacaksınız.

5 Mart 2015 Perşembe

JAPON KALKINMASI




Japonya 1868’de başlattığı yenileşme ve kalkınma atılımıyla Batıya yöneldi ancak Batıya öykünmedi (taklit etmedi). Gelişimini, toplumsal yapısına uygun yöntemler kullanarak gerçekleştirdi. Karma ekonomiyi başarılı bir biçimde uyguladı. Kalkınmada devletin öncülüğü belirleyici oldu. Dış borçlanmaya ve yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmedi. Öz kaynakların ve halkın birikimlerinin yatırım sermayesine yönelmesini sağlandı. Ulusal sanayi gümrük duvarlarıyla koruma altına alındı.

2 Mart 2015 Pazartesi

YABANCI SERMAYEYLE KALKINMA


Yabancı sermaye yatırımlarını ulusal kalkınma ereğine (hedefine) bağlı kılmadan ve uluslararası şirket etkinliğine bu ereğe uygun denetleme koşulları getirmeden, kalkınabilmiş tek bir ülke yoktur. Sermaye dış yatırımları için büyük savaşların olduğu bir dünyada yabancı yatırımları denetimsiz bir biçimde kabul etmek, geri kalmayı da önceden kabul etmek demektir. Bu tür yabancı sermaye yatırımlarını, kalkınmanın değil tam tersi geri kalmanın nedenleri içinde saymak gerekmektedir.