30 Ocak 2017 Pazartesi

KURTULUŞTAN DEMOKRATİK DEVRİME



Mustafa Kemal Türk Ordusu'nun İzmir'e girip kurtuluşu gerçekleştirdiği günlerde: "Milli mücadelemizin ilk dönemi kapandı, şimdi ikinci dönemi açacağız... Sanılıyor ki bütün isteklerimizi elde ettik; her şey bitti. Oysa, yapacaklarımız asıl bundan sonra başlıyor; gerçek mücadele şimdi başlıyor" demişti. Kazanılan büyük zaferin coşkusu yaşanırken, ülke işgalden kurtarılmışken, "yeni bir mücadeleden", "ikinci bir savaştan" sözetmek ne anlama geliyordu? Mustafa Kemal ne demek istiyordu? "Muzaffer bir ordunun başkomutanı", özgür bir ulusun önderiydi. Emperyalizmi altetmiş, ezilen uluslardan coşkulu kutlamalar alıyordu. Savaş henüz bitmişken, neden yeni bir "savaştan" söz ediyordu? Bu "savaş", kimler arasında, nasıl olacaktı?  

26 Ocak 2017 Perşembe

TÜRKLERDE YÖNETİM GELENEĞİ VE KATILIMCILIK



Eşitliğin ve adalet duygusunun topluma egemen kılınması, bunun devlet politikası haline getirilmesi ve yönetim erkinin kurumlar arasında paylaşılması, Türk yönetim geleneğinin temel özelliğidir. Yönetim biçimine yön veren töre; toplumda kabul gören sosyal birikimler ve gereksinimlere yanıt veren yeniliğe açık geleneklerdir. Töreyi güncelleştiren ve onun uygulama koşullarını belirleyen buyruklar, halkın katıldığı toplantılarda kabul edilirdi. Bu toplantılar halka, hem yönetime katılma, hem de onu denetleme olanağı veriyordu. Yetkileri töreyle belirlenen bir tür atanmış görevliler olan Kağanlar, ülkeyi, yani "töreye göre ata yadigârı kutsal vatan topraklarını", dışa karşı korumak; içerde, budun’un gönenç ve güvenliğini sağlamak zorundaydılar. Kötü yöneterek halka sert davranan ve devletin geleceğini tehlikeye sokan kağanlara karşı, toyların (meclislerin) onu görevden alma yetkisi vardı. Kağanlar, ülke topraklarını serbestçe kullanabileceği mülkleri olarak görmez, bireysel yönetime yönelmez ve keyfine göre uygulama yapamazdı.

25 Ocak 2017 Çarşamba

İNGİLTERE’DE SİYASİ PARTİLER




İngiltere’de, ilerde partileşmeye gidecek ilk siyasi kümeleşmeler, 19.yüzyıl başlarında ortaya çıktı. Kurulu düzenin kral yetkesine (otoritesine) bağlı kalmasını isteyenlerle (Tory’ler), seçilmiş kurullar aracılığıyla yönetimde pay almak isteyenler (Whig’ler), kendi aralarında örgütlenmeye başladılar. Tory ya da Whig temsilcilerin oluşturduğu parlamentoyu halk seçmiyordu. Oy verme hakkı, yüksek gelirlilerle sınırlıydı. Ayrıca, oy verebilenler, varsıllık düzeyine bağlı olarak değişik sayılarda oy veriyorlardı. Örneğim; yirmi bin dönüm toprağı olanın oyu 14 oy sayılıyorsa, dört bin dönüm toprağı olanın oyu dört oy sayılıyordu. 19. Yüzyılın ortasına dek, Burjuvalar bile parlamentoya giremiyordu.

22 Ocak 2017 Pazar

TÜRKİYE’DE NEDEN HAİN ÇOK


Türkiye’de bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve güç sahipleri, varsıl işbirlikçiler, sanatçı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına, ülkeyi ayakta tutan değerlere sınır tanımaksızın saldırıyor. Bu tutum, kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma ve yabancılaşmanın geçerliliği olan bir istem durumuna getirilmesinin kuşkusuz bir nedeni vardır. Yaşananlar, tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında saklıdır. Dışa bağlanmanın ve kendine yabancılaşmanın yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir.

18 Ocak 2017 Çarşamba

MECLİS’İN İNTİHARI



Anayasa değişikliğine oy veren milletvekilleri, TBMM’nin yetkilerini denetimsiz olarak partili bir başkana veriyor. Bunu yaparken, içinde bulundukları Meclis’i olduğu kadar partilerini de işlevsiz kılıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Gazi Meclis, “partili başkanın” isteklerini yerine getiren basit bir aracı; iktidar partisi ise buyrukları uygulayan bir tür şirket haline geliyor. Türk yönetim geleneklerine ters bu durum, küreselleşmeci ideologların yıllardır açıkladıkları siyasi bir hedefti. Bunların en ünlülerinden John Naisbitt, bu hedefi şöyle açıklıyordu: “Demokrasinin evriminde temsili demokrasi dediğimiz dönemin sonuna geliyoruz. Temsili demokrasi ve ölçek ekonomisi çağdışı kaldı. Artık tüketici odaklı serbest piyasa demokrasisine ve doğrudan yönetim biçimine geçiyoruz... Evrenselleştikçe küçülüyor ve kabileselleşiyoruz. Yeni liderler, devletler arasındaki değil bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracaktır. Siyasi partiler öldü. Liderler bunu fark etmiyor mu?”y

ALMANYA’DA SİYASİ PARTİLER



Almanya’da 19.yüzyıl sonlarına dek siyasi parti yoktu ancak örgütlenmeyi bekleyen pek çok düşünce akımı ve görüş vardı. Köklerinin Alman tarihinde olduğunu ileri süren muhafazakarlar ve liberaller, geleceğe egemen olacağını açıklayan sosyal demokratlar; kentsoyluların, çiftçilerin, tarım emekçilerinin ya da işçilerin derneklerini partiye dönüştürmenin çabası içindeydiler. Bu çaba, o dönem Almanya’sının, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gibi iki partili siyasi düzene geçmesine yetmedi... 1871’de 8, 1918’de 11, 1930’da 15 parti Reichstag’a milletvekili soktu. Almanya’da, sermayenin egemenliğindeki iki partili düzen, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirildi.

16 Ocak 2017 Pazartesi

ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA UYGARLIK ZİNCİRİ



Selçuklular’ın Orta Asya’dan alıp İslam hukukuyla birleştirerek geliştirdiği ve daha sonra Osmanlılara devrettiği toprak düzeni özgündür ve sürekli gelişen bir bütünlüğe sahiptir. Bu iki devlet geliştirdiği toprak düzeniyle, Orta Çağ toplumlarının tümünün temelini oluşturan toprak sorununu, çağdaşlarından çok daha ileri biçimde çözdüler, onlara örnek oldular. Kurdukları devlet ve bu devletin dayandığı ekonomik-siyasi düzen, Orta Çağ toplumları içinde en gelişkin olanıydı.

13 Ocak 2017 Cuma

ZÜBEYDE HANIM’IN ÖLÜMÜ VE MUSTAFA KEMAL’İN “NAMUS VE VİCDAN YEMİNİ”



Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 günü öldü. 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında, bugün herkesin ders alması gereken bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Annemin ruhuna ve bütün ecdat ruhlarına sözvermiş olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Annemin kabri önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökülerek milletin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı egemenliğin korunması ve savunulması için gerektiğinde annemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Ulusal egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.” Bu konuşma, günümüzdeki şarlatanlıklarla dolu ihanet ortamında, yolunu ve kimliğini yitirenlere uyarı olsun, onlara doğru yolu göstersin.

11 Ocak 2017 Çarşamba

KÜRESELLEŞME: 21.YÜZYIL EMPERYALİZMİ



Küreselleşme, tekelci şirket egemenliğidir. Gelişmiş ülkelerde, tekelci büyük şirketler, özellikle mali sermaye şirketleri, yalnızca ekonomiye değil; siyasetin temel gücü olan devlet örgütlerine de egemen olmuştur. Bu nedenle gelişmiş ülkelerdeki devlet etkinliğinin belirgin özelliği, şirket istem ve gereksinimlerine göre yürütülmesidir. Rockefeller 1950’li yıllarda Başkan Eisenhower’a gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: “Standart Oil için iyi olan Birleşik Devletler için de iyidir.” General Motors’un Başkanı Charles E.Wilson’da aynı şeyi başka tümcelerle anlatıyordu: “Şirketim için neyin iyi olduğunu biliyorum, dolayısıyla Birleşik Devletler için de neyin iyi olduğunu biliyorum”.

8 Ocak 2017 Pazar

RUSYA’YLA NEREYE KADAR



Rusya’yla ilişkilerin niteliğini ve gelecekte alacağı biçimi görmek için; Batı’nın Ortadoğu’ya yönelişini, kısa ve uzun erimli hedeflerini; Türkiye’nin konumunu ve Rusya’nın amacını bilmek, bunları birlikte değerlendirmek gerekir. Bu yapıldığında gerçek durum kolayca görülecek ve geleceğe yönelik bulanık görüntü netlik kazanacaktır. Türkiye, Batı ve Rusya arasındaki ilişkilerde, yapısal karşıtlıklar vardır ve bu ilişkiler köklü dönüşümler olmadan Türkiye yararına sağlam bir zemine oturamaz. Küresel iki büyük güç arasında siyaset yapmak; yüksek bilinç, tutarlı çizgi, doğru ve kararlı tutum gerektirir. Kamusal değerleri dağıtılmış, üretimden yoksun, borca batmış ve hepsinden önemlisi ulusal birliği zedelenmiş bir ülkede; önlemi alınmamış tepkisel değişimler, yalnızca yararsız değil aynı zamanda tehlikelidir.

6 Ocak 2017 Cuma

ARAP KÜLTÜRÜNDE TÜRK İMGESİ


Türkiye’de, ulusçuluğu yadsıyan ümmetçilik ya da ulusçuluğu ümmetçilikle kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, çok yönlü ve yaygın bir girişim olarak, yeni bir aşamaya gelmiştir. Ümmetçiler ve Türk-İslam Sentezciler, Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde, Amerikalıların Ilımlı İslam adını verdiği, ulusçuluğu ümmetçilik içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen küresel politikalar vardır. Kavramlar üzerinde, yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu girişimi hazırlayan düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanır. İlk dönem Arap düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, karalamaya dayalı öznel yargılardır.

4 Ocak 2017 Çarşamba

BATI’DAKİ TÜRK İMGESİ



"Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez.”
Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach, 15 Eylül 1998