21 Nisan 2014 Pazartesi

BATI AYDINLANMASI – 3




15.Yüzyılda Batı Avrupa ülkelerinde, etkisi günümüze dek süren bilime ve aklın özgürlüğüne dayanan bir uyanış dönemi başladı. O güne dek, gerilik ve düşünsel yoksunluk içinde karanlık bir dönem yaşayan Avrupa, Aydınlanma Çağı olarak tanımlanan bu dönemle birlikte, büyük bir gelişim içine girdi. Açıkara geride olduğu Doğuyu geçerek dünyaya egemen oldu. Bu dönemin incelenmesi, yalnızca tarihsel bir araştırma değil, güncele ilişkin bir çabadır. Bu çaba günümüz sorunlarının kavranarak çözüm bulunmasına yardımcı olacak, geleceğe yönelik sonuç çıkarılmasına olanak sağlayacaktır. Bu nedenle, araştırılıp sorgulanmaya değer bir konudur.



Aydınlanma ve Sanayi Devrimi


Avrupa aydınlanması, 1774 yılında, sonuçlarını belki bulanın bile düşünmediği ve etkisini bugüne dek sürdüren bir teknik buluşu ortaya çıkardı; İngiltere’de James Watt buhar makinasını buldu. Makinayı fabrikaya sokarak, sanayi üretiminde yeni bir dönem başlatan bu buluş, sürekli değişen ve gelişen yöntemlerle tüm dünyayı etkisi altına alacak olan Sanayi Devrimi’nin başlangıcıydı.

Birinci Sanayi Devrimi

Buharlı makinanın bulunuşuyla başlayan ve Birinci Sanayi Devrimi adı verilen yeni dönem, yalnızca ekonomiyi ilgilendiren üretim alanlarında değil, onunla birlikte hizmet, ulaşım ve enerji gibi toplumsal yapıyı kapsayan tüm alanlarda köklü değişim ve dönüşümlere neden oldu. Dönüşüm o denli etkiliydi ki, yeni koşullara uyum gösteremeyen ekonomik ya da siyasal yapılar hızla çözüldü. Kentsoyluluk, çıkarlarına uyum göstermeyen engelleyici bağlardan kendisini kurtararak, uzun ve sancılı bir dönemden sonra yeni bir toplumsal düzene ulaştı.


Makinalı Üretim


Makinalı üretimin ilk önemli sonucu, el emeğine dayanan eski üretim düzeninin yıkılmasıydı. Fabrikaların bol ve ucuz ürünlerine karşı direnemeyen işletmeler teker teker ortadan kalktı ve binlerce işçi çalıştıran sanayi işletmeleri ortaya çıktı. Tarım alanlarında büyük kapitalist çiftlikler oluştu; topraklarını ve dükkânlarını yitiren köylüler ve el emekçileri, kitleler halinde kentlere göçtü. Bunlar kent proleterleri olarak, işçi ve yedek işçi toplulukları oldular.
Sermaye birikimini arttırarak güçlenen sanayi kentsoyluluğu; beysoyluluğu, lonca ustalarını ve bunları temsil eden monarşiyi yok ederek yönetimde tek güç durumuna geldi. Siyasal düzen, yeni duruma uyum gösteren yeni yönetim yapıları ortaya çıkardı; yasama, yürütme ve yargı alanlarında dizgeli dönüşümler gerçekleştirildi.
Sanayi devrimi, iç ilişkilerde olduğu kadar dış ilişkilerde de kapsamlı politika değişikliğine yol açtı; sömürge ve yarı-sömürgelerin önemi arttı. Üretim yoğunlaşmasının zorunlu sonucu olarak, denizaşırı ülkelere mal satmak özel önem kazandı; sömürgeler, tarım ve madencilik başta olmak üzere yatırım alanları durumuna geldi.
Mal yanında sermaye ihracının ortaya çıkması ve giderek yoğunlaşması, sömürgeci ilişkilerin kapitalist emperyalizme dönüşmesine yol açtı. Dış pazar sorunu, çatışma eğilimi yüksek, uluslararası bir gerilim kaynağı durumuna gelerek, sanayileşen büyük devletlerin gündemine kalıcı bir biçimde yerleşti. Dünyanın her yerinden ülke merkezlerine taşınan gelirler, büyük boyutlu bir sermaye birikimi yarattı ve yeniden üretime dönen bu birikim, ona sahip olanları, “sonsuz” bir pazar gereksinimi içine sokarak, bugüne dek süren önemli bir küresel etmen durumuna geldi.

İkinci Sanayi Devrimi

Belçikalı elektrikçi Zénobe Gramme, buharlı makinanın bulunmasından 95 yıl sonra 1869 yılında, doğru akımla çalışan ve elektromanyetik makinaları geliştiren toplacı (kolektörü) buldu; iki yıl sonra 1871’de de ilk üreteci'yi (dinamoyu) geliştirdi. Gramme’ın doğru akım üreten makinayı bulması ve bu makinanın sanayi üretiminde kullanılması, İkinci Sanayi Devrimi adı verilen yeni bir dönem başlattı.
Sanayi sermayesinin olağanüstü güçlenmesine yol açan bu dönem, aynı zamanda tekelci şirketlerin ortaya çıktığı ve pazar’a egemen olduğu bir sürecin başlangıcıydı. Bu süreç, bilgisayarlarla robotların üretimde kullanıldığı ve Üçüncü Sanayi Devrimi adı verilen son dönemi de içine alarak, bugün de sürmektedir.

Buluşların Toplumsal Sonucu

Gramme makinalarının sanayi üretiminde kullanılması, en az Watt’ın buhar makinası kadar etkili olan sonuçlar doğurdu. 19.yüzyılda başlayan Birinci Sanayi Devrimi, ekonomik liberalizme dayanarak burjuva demokratik açılımları geliştirirken, İkinci Sanayi Devrimi yaşadığı dönemin özelliğine uygun olarak, demokrasiyle çelişen tekelleşme sürecine hız kazandırdı.
Teknolojinin üretime daha yoğun olarak katılması, ona sahip olanlara büyük bir üstünlük sağlıyordu. Bu üstünlüğü kullanan büyük şirketler, benzerlerini ortadan kaldırarak kendi üretim alanlarında herşeyi belirleyen güce ulaştılar.
Ürün çeşitliliği ve üretimin niceliği olağanüstü arttı. Ancak; fiyat belirleme, pazara yön verme ya da teknoloji yenileme gibi kritik konularda karar verme yetkisi, tekelci şirketlerin etkisi altına girdi. Kâr oranları artıyor ancak satılmayı bekleyen malların toplamı da artıyordu. Tekeller biriken malları kendi ülkelerinde tüketemiyor ve zorunlu olarak dış pazar peşine düşerek birbirleriyle çatışıyordu.

Sanayi Devriminin Kilometre Taşları

Buharlı makina, elektromanyetik motor ve bilgisayar, Sanayi Devrimine yön veren köşe taşlarıdır. Bunlar tekil olgular değil, birbirini tamamlayan felsefi, siyasi ve teknolojik gelişmelerin ortak ürünleri ve geçmişten gelen bilimsel birikimin sonuçlarıdır.
Sanayi üretiminde devrim yaratan James Watt ve Zénobe Gramme’ın buluşları; Nikolaj Kopernik (1473-1543) ve Johannes Kepler’in gökbilimi (astronomi), İsaac Newton (1642-1727) ve Michael Faraday’ın (1791-1867) fiziği, Joseph Lagrance (1736-1813) ve Pierre Laplace’ın (1749-1827) matematiği, Robert Boyle (1627-1691) ve Antoine Lavoisier’nin (1743-1794) kimyası, Georges Buffon ve Charles Darwin’in (1809-1882) yaşam-bilimini (biyolojisini) içeren bilimsel birikim olmasaydı ortaya çıkamazdı. Ayrıca, bu birikim yalnızca Watt ve Gramme’ı değil, sonraki bilimsel gelişmeye yön veren James Maxwel (1831-1879), Dimitriy Mendeleyev (1834-1907), Ernst Mach (1838-1916), Niels Bohr (1885-1962), Karl Planck (1858-1947), Albert Einstein (1879-1955), Werner Heisenberg’i de (1901-1976) ortaya çıkarmıştır.



Sanayi Devriminin Altın Çağı; 19.Yüzyıl


Bilimsel ve teknolojik gelişme, 17.yüzyıldan aldığı birikimi 19.yüzyılda geliştirip daha kapsamlı hale getirerek, 20.yüzyıla aktardı. 19.yüzyıl teknik ilerlemenin altın çağıydı. İnsanlar araştırıyor, buluyor ve bulduklarını uygulamaya sokarak büyük paralar kazanıyordu. Patent bürolarına hergün binlerce buluş getiriliyor ve ilk buluş belgeleri alınıyordu. 19.yüzyıldaki bu canlılığın kuşkusuz bir nedeni vardı ve bilimle sınırlı olmayan bu neden, doğrudan ekonomik ilişkilerin niteliğiyle ilişkili bir gelişmeydi.
19.yüzyılda geçerli olan liberal ilişkilerin yarattığı serbest ticaret ortamında, aynı dalda üretim yapan şirketler rakipleriyle eşit koşullarda yarışıyor ve bu yarış sonunda daha gelişkini, daha iyiyi, daha ucuzu elde edenler ayakta kalıyordu.
Bu doğal bir süreçti. Yüzyıllık bu sürecin, birbirinin içinden çıkan iki önemli sonucu oldu. Ayakta kalmak için yarışmak, yarışı kazanmak için güçlü olmak, güçlü olmak için de teknolojiye sahip olmak gerekiyordu. Piyasada var olmaya çalışan tüm şirketler teknoloji peşindeydi. Bu süreç, bilimin kazanç kaygılarıyla bütünleşen bir teknolojik yarışın emrine girmesine neden oldu. “Yarışa” katılan şirketlerin çokluğu nedeniyle hızlı bir gelişme yaşandı.

Liberalizmin Sonu

Liberalizme bağlı kalarak serbest rekabetin sonsuza dek sürmesi olanaklı değildi. “Yarışta” öne çıkanlar güçlenecek ve geride kalanları yutacaktı. Şirket satın almalar ve batkılarla (iflaslarla) bu süreç, 19.yüzyıl sonlarında hızlandı ve günümüze dek yoğunlaşarak sürdü.
Dünya 20.yüzyılla birlikte, her üretim dalında az sayıda büyük şirketin egemen olduğu bir arenaya döndü ve liberalizmin yerini emperyalizm aldı. Serbest rekabet döneminde yaratıcı ve devingen niteliğiyle şirketlerin tümünü kapsayan teknoloji yarışı, emperyalist dönemde tekellerin denetimi altına girerek, yalnızca onların çıkarlarına hizmet eden bir niteliğe büründü. Burada artık sözkonusu olan bilim değil, kâra bağımlı, teknolojiye hizmet eden bilim’dir. Bunun doğal sonucu elbette, insanlığın gelişimine yönelen bilimden kopuş ve gericilikti.


Batı Aydınlanmasına Güç Verenler


18.ve 19.yüzyıl aydınlanmasının teknik ve doğa bilimleri başta olmak üzere felsefe ve toplumbilim (sosyoloji) alanlarında sağladığı gelişme, altı ana başlık altında toplanabilir. Etkileri 20. yüzyılda da süren ve köklü dönüşümlere yol açan bu gelişmeler şunlardır:

Elektroniğin Bulunuşu

Thomas Young (1773-1829) ve Augustin Fresnel’in (1788-1827) ortaya attığı, James Maxwell’in geliştirdiği, ışığın elektromanyetik bir dalga olduğunun matematiksel çözümyollarına (formüllere) dayanılarak açıklanması. Bu buluş, doğal olayları bir bütünlüğe götürerek bilimde yalınlık dönemini başlattı ve uzayda aralıksızlık (continuité) kuramı’nı kanıtladı.

Atomun Bulunuşu

İsaac Newton ve Robert Boyle’un denediği, daha sonra John Dalton (1766-1844) Dimitri Mendeleyev’in (1834-1907) geliştirdiği; kimyasal elementlerin bir takım atomlardan oluştuğunun bulunması. Bu buluş, kimyasal birleştirme ve çözülmelerin ancak elementlerin atomlarını birbirinden ayırarak ya da birleştirerek yapılabileceğini kanıtlayarak, kimyada atom kuramı’nı oluşturdu.

Canlı Hücrenin Bulunuşu

Bichat (1771-1802) ve Johannes Müller’in (1801-1858) ileri sürdükleri, Theodor Schwann (1810-1882) ve Rudolf Virchow’un (1821-1902) kanıtladıkları; en karmaşık organizmalarda bile gelişmenin başlangıcının canlı hücre olduğu’nun bulunması. Yaşamın, hastalığın ve ölümün irdelenmesini sağlayan bu buluş, çağdaş yaşambilim (biyoloji) ve tıbbın bilimsel temelini oluşturdu.

Enerjinin Sakımı ve Dönüşümü İlkesi

Humphrey Davy (1778-1829) ile Robert Mayer’in (1814-1878) buldukları ve Herman Helmholtz’un (1821-1894) geliştirerek kuramsallaştıracağı; enerjinin sakımı ve dönüşümü ilkesi’nin bulunması. Isıyla enerjinin birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde olduğunu, birbirine çevrilebileceğini ama asla yok olmayacağını, işin ısıya, ısının kinetik enerjiye dönüştüğünü kanıtlayan bu buluş, daha sonra termodinamiğin birinci yasası oldu ve sanayi devrimine yön verdi.

Canlı Evrimi ve Dönüşümcülüğün Bulunması

Temelini Jean Babtiste Lamarck’ın (1774-1829) attığı Charles Darwin’in kuramsallaştırdığı, canlı evrimi ve dönüşümcülüğün (transformisme) bulunması. Taşılbilim (Paleontoloji), hayvanbilim (Zooloji) ve insanbilimini (Antropolojiyi) bilim haline getiren bu buluş, tüm canlı türlerinin, doğal bir evrimin ürünü olduğunu kanıtladı.

Diyalektik ve Tarihi Materyalizmin Kuramsallaştırılması

Denis Didero (1713-1787), Paul Holbach (1723-1789), Claude Helvetius (1715-1771) ve Georg Hegel’in (1770-1831) ele alıp irdeledikleri diyalektik düşüncenin, Karl Marx tarafından Diyalektik ve Tarihi Materyalizm adıyla kuramsallaştırılması. Toplumsal gelişimin, yaşambilimde olduğu gibi, doğal yasaların nesnelliğine bağlı olduğunu ileri süren bu kuram, geliştirdiği diyalektik düşünceyi, bilimsel araştırmaların temel yöntemi durumuna getirdi.
Batı Avrupa’daki bilimsel ilerlemeyi besleyen ve 17.yüzyıl aydınlanmasının birikimi üzerinde yükselen buluşlar, Avrupa insanının yaşam koşullarını baştan aşağı değiştiren sonuçlar ortaya çıkardı. Ekonomi, siyaset, din ve kültür alanlarında, iki yüzyılda sağlanan gelişme olağanüstüydü ve Batı toplumlarının gelişim gereksinimlerine tam olarak yanıt veriyordu. Ekonomik ilişkiler, bilim ve tekniği bilim ve teknik, düşünceyi geliştiriyor ve özellikle 19.yüzyılın ortasından sonra, bilimde uzmanlık çağı başlıyordu.

Günümüz ve “Uzmanlaşma”

Olumlu-olumsuz sonuçlarıyla bugüne dek gelen uzmanlaşma, inceleme alanını daraltarak araştırmacıları konularında yetkinleştirdi. Ancak, bu durum bilim adamlarını, iyice daralmış olan kendi uzmanlık alanları dışında “birşey bilmeyen” teknik araştırmacılar durumuna getiriyor; onları yaşamın tümünü ele alan bir anlayıştan, yani bilgelikten (felsefeden) uzaklaştırıyordu.
İyi” eğitim alan bir araştırmacı, bugün örneğin biyoteknoloji ya da robot imalatı gibi yüksek teknoloji alanlarının alt birimlerinde, konunun en ileri uzmanı durumuna gelebiliyor ancak doğayı ve dünyayı tanımıyor. Bu durum, kapitalizmin ilk dönemlerindeki el işçiliği yapan zanaatçıların bir araya toplanarak onlara manüfaktür (fabrika imalatının parçalara bölünmesi) üretim yaptırılmasına benziyordu. “Bütünün” bir parçasını üreten işçi, parça üretiminde ustalaşıyor ancak “bütün” hakkında bilgi sahibi olmuyordu.
20.yüzyıl uzmanlaşmasında, tekellerin ücretli elemanları konumundaki “bilim” adamları, iyice daralmış olan araştırma alanlarında ne denli başarılı olurlarsa olsunlar; üretilen ürünün ne işe yaradığını, nerede ve nasıl kullanılacağını, insanlığın yararına mı zararına mı olduğunu düşünmüyor. Onlar artık, kendilerinden istenileni yerine getiren ücretli elemanlar, yaşamın derinliğini kavramayan bilimden uzak teknisyenlerdir.

Felsefenin Önemi

Günümüzdeki olumsuz biçim, uzmanlaşma’nın yararlarının gözden kaçırılması ya da yadsınması yanlışına yol açmamalıdır. Konunun can alıcı noktası, uzmanlaşma’nın olup olmaması değil, nasıl ve ne biçimde olmasıdır. Bilim adamı, kendi konusundan ayrı olarak bilgelik başta olmak üzere geniş bir kültür birikimine sahip olmalıdır.
18.yüzyıl aydınlanmacılarının hemen tümü, yeterli ya da yetersiz böyleydiler. O dönemde bilim ve felsefe birlikte ele alınıyor ve bu tutum, düşünsel özgürlüğün yaratıcısı oluyordu. Ancak günümüzde, bilimle felsefe neredeyse birbirine karşıt iki ayrı alan olarak görülüyor ve felsefe, yalnızca bilim dünyasından değil, genel eğitimden de çıkarılıyor. Uzmanlaşmış kimi “bilim” adamları, felsefeyi gereksiz bulmakla kalmıyor, daha ileri giderek, onun yararı olmayan bir “düş” olduğunu söylüyor.

Bilimle Felsefenin Kopuşu

Bilimle felsefe arasındaki kopuş, ağırlıklı olarak 20.yüzyılda yaşanan bir olgudur ancak bu kopuş 19.yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. Karl Marx’ın diyalektik tarihi meteryalizmi dizgeleştirerek kentsoylu sınıfının dünya görüşüne karşıt bir felsefe geliştirmesi ve bu felsefenin etkili olması, üretim tekniklerinin uzmanlaşmayı zorlamasıyla birleşince felsefeden kopuş hızlanmıştır.
Özellikle büyük tekelci kümelerin durumuna gelen kentsoylu sınıfı içinde gelişen bu eğilim, doğal olarak düşünsel tutuculuğun yayılmasına neden oldu. Bir zamanlar, eşitlik-özgürlük-kardeşlik isteyen devrimciler olarak ortaya çıkan kentsoylular; Fransız Devrimi’nin “coşkulu” savunuculuğundan Hitler’in kitap yakma programlarına dek uzanan süreç sonunda, kaba ve ilkel gericiler haline geldiler.
Burjuva devrimi, aradan henüz yüzyıl bile geçmeden “devrimci ateşini” yitirmiş ve çok ayrımlı şeyler söylemeye başlamıştı. Ünlü kentsoylu devrimcisi Camille Desmoulins, 18.yüzyıl sonlarında Fransız Devrimi için, “Bu uğurlu devrim, bu yeniden canlanma tamamlanacaktır. Hiçbir güç ona engel olamaz. Felsefenin, özgürlüğün ve vatanseverliğin etkisi bizi yenilmez kılmaktadır” derken; bir başka kentsoylu temsilcisi M.Thiers, 19.yüzyılın ikinci yarısında şunları söyleyebiliyordu: “Ah! Eskisi gibi olsa, eğitimden hep rahipler sorumlu olsa ve insana tiksinti veren şu laik öğretmenler yerine onlar ders verse. Zenginin elindeki fazla serveti alarak, eşitliği savunan felsefeyi değil, insanlara bu dünyaya acı çekmek için geldiklerini öğreten, iyi felsefeyi istiyorum.”1

DİPNOTLAR

  1. Felsefenin Temel İlkeleri” Georges Politzer, Sol Yay., 3.Bas. 1971, sf. 20-21

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder