3 Ağustos 2017 Perşembe

OHAL UYGULAMALARINDAN YAŞ KARARLARINA


Türk halkı, YAŞ toplantılarına; TSK’ya kumpas saldırılarının başladığı 2007 yılından beri, eskisi kadar ilgi göstermiyor. 10 yıllık baskı sürecinde orduya sokulan siyaset, TSK'yı Atatürk’ün ordusu olmaktan çıkardı.  Halkın alınan kararlara ve komutan terfilerine yönelik ilgi azalması buradan geliyor. Orduya siyaset sokmak, üstelik dinci siyaset sokmak, art arda darbeler alan bu büyük kurumu ilerde; emir-komuta zinciri bozulmuş, savaşkanlık ruhunu yitirmiş, disiplinsiz bir insan kalabalığı haline getirecektir. Yönetime gelen her parti, orduya kendi adamlarını ve politik farklılıklarını taşıyarak, orduyu ordu olmaktan çıkaracaktır. Osmanlının son döneminde yaşananlar yeniden yaşanacaktır. Abdulhamit, cahil “alaylı subayları” paşa yaptı; Enver Paşa ordunun komutasını Almanlara verdi; Menderes NATO’ya teslim etti. Ancak, orduya en büyük zarar son on yılda verildi, aceleyle çıkarılan kararnameler ordunun niteliğini değiştirdi. Aşağıdaki yazıyı, uyarımızı yapıp tarihe not düşmek için yayınlıyoruz.

Kararnameler

15 Temmuz darbe kalkışmasından sonra olağanüstü hal ilan edildi ve art arda kanun kuvvetinde kararnameler çıkarıldı. Kararnamelerde dikkat çeken özellik; Washington’da, AKP çevrelerinde ve yandaş basında eskiden beri dile getirilen istemleri içermesi ve önceden hazırlandığı izlenimi vermesiydi.
Kısa bir süre içinde çıkarılan kararnamelerle; Jandarma İçişleri Bakanlığı’na bağlandı; Harp Akademileri ve askeri okullar kapatıldı, Kuvvet Komutanları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı, Genel Kurmay Başkanı barışta ordunun komutanı olmaktan çıkarıldı, imam hatip mezunlarının subay olması sağlandı, ordunun yargı ve sağlık kurumları elinden alındı.
Tartışılmadan ve eleştirilmeden, yaptım oldu anlayışıyla alınan bu kararlar, ordunun Kurtuluş Savaşı’ndan gelen Atatürkçü geleneğini bozacak ve bir tür polis örgütüne dönüştürecektir. Siyaset, üstelik en ilkel biçimiyle bünyesine girecek ve onu içinden çürütecektir. Atatürk’ün kurduğu ordu bir başka orduya dönüşecektir. Bunun ön uygulamaları görülmeye başlamıştır.

Kendi Ordusundan Korkma

Yöneticilerin kendi ordusundan korkması, toplumun genel çıkarlarıyla çelişkisi olan güçsüz yönetimlerin davranış biçimidir. Yolsuzluğa bulaşmış her iktidar güçsüzdür ve egemenliğini sürdürmek için güce başvurmak zorundadır. Bu nedenle, gücün somut ifadesi olan ordu (ve polis), bu tür iktidarların denetiminden asla vazgeçmeyecekleri kurumlardır.
Ordu, ne denli yoğun denetlenirse denetlensin, bu tür yöneticiler ona her zaman kuşkuyla yaklaşır, ondan korkar. Ordu, içinden çıktığı toplumun bir parçasıdır. Denetimden çıkma olasılığı her zaman vardır. Elindeki büyük gücü, kendi bildiği gibi  kullanabilir. Siyasi tarih buna darbe adını veriyor.
Kimi yöneticiler, bulaştıkları yolsuzluğun ve kötü yönetimlerinin yoğunluğuna bağlı olarak, ordu üzerindeki denetimi, güçsüz kılma üzerine kurabilir. Onlar için, ordunun dışa karşı güçlü olması değil, kendisine karşı bir davranışta bulunamayacak kadar güçsüz olması önemlidir. Türk tarihinin son 200 yılında bunun örnekleri vardır.

Osmanlı’da Durum

Osmanlı padişahlarının bazıları, 19.yüzyılda; ülkeyi savunacak orduyu, tahtları için tehdit unsuru olarak görmüştür. Ya mevcut orduyu ortadan kaldırıp kendine bağlı yeni ordular kurmuşlar ya da bilinçli olarak orduyu zayıf bırakmışlardır. Bu tutumla ülkeye büyük zarar vermişler ancak darbeleri  önleyememişlerdir.
Yenilikçi olması nedeniyle konumu farklı olan 2. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’ ortadan kaldırıp yerine yeni bir ordu olan Eşkinci Ocağı’nı kurmuş ancak bu girişim, darbeyi önlememişti. Oğlu Abdülaziz, bir suhte (medrese öğrencileri) darbesiyle tahttan indirilmişti.
Yerine geçen yeğeni Abdülhamit, yaşadığı sürece darbe olasılığından korktu ve orduyla ilgili karar yetkisini tümüyle kendi üzerine aldı. Ordunun güçlenmesini istemedi. Donanmayı Haliç’te çürümeye terk etti. Atamalarda yeterliliğe değil saraya bağlılığa önem verdi. Komutanların her hareketini izleyen hafiye birimleri oluşturdu, orduya büyük tatbikat yaptırmadı.
Ancak, o da darbeyi önleyemedi. İttihat ve Terakki’ye bağlı subaylar tarafından tahttan indirildi. Darbeleri ortaya çıkaran nedenlerin, toplumların gelişme istemine yanıt veremeyen yetersiz yönetimler olduğunu göremedi ve aldığı onca zabıta önlemine karşın darbeyle yönetimden uzaklaştırıldı. Darbe korkusuyla orduyu mahvetti ama darbeyi yine de önleyemedi.

Siyaset ve Ordu

Darbe korkusuyla orduya siyaset sokmak; orduyu, içinde birbiriyle çekişen kümelerin oluştuğu bir kalabalık haline getirmek demektir. Bu girişim, emir komuta ilişkisini bozar ve ortak duygularla ülke savunmasında görev yapan subayları, birbirine kuşkuyla bakan güvenilmez karşıtlar haline getirir. Sivil yaşamdaki sıkıdüzen (disiplin) yoksunluğu orduya taşınır.
Yüzyıl başında, İttihat ve Terakki’nin ordu içindeki gizli örgütlerine karşı, Hürriyet ve İtilaf’ın Halâskâr Zâbitân (Kurtarıcı Subaylar) örgütü vardı. Bu örgütler yani aynı ordunun subayları, birbirlerine karşı suikastlar düzenliyor baskınlar yapıyordu. Ordu, iki düşman ülkenin askerlerinin aynı çatı altında tutulduğu bir örgüt haline gelmişti.

Siyaset ve Balkan Yenilgisi

Orduya siyaset bulaştıran ittihatçı-itilafçı çatışması, utanç verici Balkan yenilgisine yol açtı. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla sonuçlanan yıkıcı sürecin hem nedeni hem de belirleyicisi oldu. Darbe önleme amacıyla yapılan siyasileşme, orduyu ordu olmaktan çıkardı ve Türk tarihinde benzeri olmayan Balkan yenilgisine yol açtı.
Balkan yenilgisi, ordunun yapısıyla oynamanın nelere yol açacağını gösteren, ders alınması gereken çarpıcı bir örnektir. İncelenmesi ve bugüne yönelik sonuçlar çıkarılması gerekir. Balkan devletlerinin ortak hareket ettiği Birinci Balkan Savaşı’nda (1912), Osmanlı Ordusu o denli çabuk ve kolay yenilmişti ki; sonuç, yalnızca Türkiye ya da Balkan devletlerini değil, Avrupalı büyükler ve Rusya dahil, tüm dünyayı şaşırtmıştı. Yüzyıllar boyu eyalet olarak korunan küçük devletçikler, 200 bin kişilik Osmanlı Ordusu’nu bir anda ve inanılması güç bir kesinlikle yenmişti.

Orduyla Oynamanın Bedeli

Padişahlar tarafından, paşalık dahil her türlü rütbe, saraya bağlı kişilere armağan olarak veriliyordu. Orduda, alaylı denilen okuma yazma bilmez ‘subaylar’, hatta paşalar vardı. Önemli yerlere bunlar getiriliyor, yetenekli ve yurtsever subaylar etkin görevlerden uzak tutuluyordu.
Particilik (fırkacılık) ve düşünce farklılıkları, subaylar arasında ayrıcalıklara yol açmış, orduda sıkıdüzen diye bir şey kalmamıştı. Komutanların terfilerinde yeterlilik (liyakat) değil, saraya bağlılık belirleyici oluyordu. Atamalarında padişaha yön veren sadrazamlar, kendilerini o yere getirten yabancı büyükelçilerin yönlendirmesi altındaydılar. Örneğin “Sadrazam Reşit Paşa İngilizler’in, Ali Paşa Fransızlar’ın, Mahmut Nedim Paşa Ruslar’ın adamıydı”.1 Enver Paşa ve ittihatçı önderler ise Almanların etkisi altında, onların isteği yönünde siyaset yapıyorlardı.

Mustafa Kemal’in Ordusu

Mustafa Kemal, Türk ordusunu Kurtuluş Savaşı içinde kurdu ve geçmişteki yanlışlardan çıkardığı sonuçlarla orduyu kesin olarak siyaset dışında tuttu. Ordu kurmak, eğitmek ve savaştırmak; O’nun en iyi bildiği işti. Her konuda olduğu gibi bu konuda da kendini yetiştirmiş, kuramsal ve eylemsel olarak askeri tarihe geçen uygulamalar yapmıştı.
Cumhuriyet’in koruma ve kollanmasını emanet ettiği ordunun üzerine titriyordu. Ona kendisi karışmadığı gibi kimseyi karıştırmadı. Yarattığı ordunun; yapılanmasını, işleyişini ve karar süreçlerini belirledi ve bunların uygulanmasını komutanlara bıraktı. Belirleyip uygulamaya döktürdüğü kurallar bütünü, Türkiye’ye özgüydü ve mükemmeldi.
Mustafa Kemal’in kurduğu orduya ilk büyük darbe, en yakın silah arkadaşı İsmet İnönü’den geldi. Türk Ordusu’nu, onun emrine vermek için NATO’ya başvurdu. TSK, ABD etkisine girdikten sonra; darbeler, tasfiyeler ve çatışmalarla dolu uzun bir süreç yaşandı. Ordu Atatürk’ün ordusu olmaktan çıktı, NATO’ya bağlı bir ordu oldu.

Tehlikeli Süreç

Şimdi, orduyu çok daha tehlikeli bir süreç bekliyor. Darbe kalkışmasının yarattığı korku, karar vericileri; Atatürk’ün başarısı kanıtlanmış uygulamalarına değil, tarihsel olarak bağlılık duydukları Osmanlı padişahlarının tutumuna yöneltiyor. Orduya din ve siyaseti sokacak köklü dönüşümler yapılıyor. Yapılanlar; orduyu, bağlı olarak ülkeyi, Osmanlı’nın yıkılış dönemine götürecek uygulamalardır. Önlem alınmazsa, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın gittiği yola girecek; siyasi partiler, kümeler ve tarikatlar arası çatışmalarla boğuşmak zorunda kalacaktır.
Yaşamakta olduğumuz süreç, yakın tarihimizle birlikte değerlendirilirse; dün yapılan Yüksek Askeri Şura Toplantısı’nın, Türkiye açısından ne değer taşıdığı ve geleceğe yapacağı etkinin ne olacağı, daha iyi anlaşılacaktır.

DİPNOTLAR


1     “Osmanlı Tarihi” Prof.Enver Ziya Karal;  ak, Vural Savaş, “Militan Atatürkçülük” Bilgi Yay., 2001, sf.90




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder