Vahdettin,
Kurtuluş Savaşı’nı bastırmak için; hükümet olanaklarını,
fetvaları
ve Anlaşma (İtilaf) Devletleri’nin desteğini kullandı. Tinsel
(manevi) dayanağı, Halifelik ve buyruğu altındaki fetva makamı
Şeyhülislam, siyasi dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır
suçlamalar içeren çok sayıda fetvada;
Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir,
milli güçlere karşı
savaşanların
ise gazi ve şehit olacağı ileri sürülüyordu. “Halifeliğe
karşı gelenlerin dinden imandan çıktıkları”
bunların şâki (eşkıya) sayıldığı, “Kuran
hükümlerine göre öldürülmelerinin vacip
(yapılması zorunlu) olduğu”
bildiriliyordu. Fetvalar,
İngiliz ve Yunan uçakları, bağlaşık (müttefik) torpidoları,
konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesi’nin
papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali
İslam (İslamı
Yüceltme) adlı bir “hocalar
örgütü”, yayınladığı
bildiride, “Yunan
ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini”
söylüyordu.
“İç Ayaklanmalara Önem Vermeliyiz”
İngiltere’nin
İstanbul Büyükelçiliği’nde görevli, Baştercüman
Ryan Londra’ya 23 Eylül
1920’de gönderdiği raporda; “Yunanlılar
ölçüsüz ödünler istiyor, millicileri ezmek için bu ödünleri
vermek yerine, iç ayaklanmalara daha çok önem vermeliyiz”
diyor ve önerisine gerekçe oluşturmak üzere şu düşünceleri
ileri sürüyordu: “Müttefikler,
milliyetçilerin haklı olduklarını kabul etmek ya da onlarla
savaşı göze almak arasında bir seçim yapmak zorundadır.
Milliyetçi liderlerle mücadele için üç yol vardır:
Müttefiklerin doğrudan harekete geçmesi, Yunanlılar’ın daha
çok kullanılması ya da Sevr’i olduğu gibi kabulden yana
Türklerin kullanılması. Müttefiklerin doğrudan askeri harekata
girişmesi söz konusu olamaz... Anadolu içlerindeki bir macera için
para ve asker harcamaya hükümetler niyetli değildir. Yunanlılar’ın
daha çok kullanılması da mümkün görünmemektedir. Bu durum
karşısında Sevr Anlaşması’nın olduğu gibi kalmasını
istiyorsak, bunun için tek yol, gönüllü Türk unsurlarını
kullanmaktır. Aslında İstanbul Hükümeti de bizden bunu
istemektedir.”1
“Kediyle
Dövüşmek İçin Bir Kedi Bul”
Baştercüman,
görüşlerinde kendi açısından haklıydı. Büyük Savaştan yeni
çıkan Anlaşma Devletleri, savaşacak durumda değildi.
Yunanlılar’ın Batı Anadolu’dan başka, İstanbul’dan
Pontus’a
dek uzanan istekleri bitmek bilmiyordu. İşbirlikçileri harekete
geçirerek Türkler’i birbirine kırdırmak ’ucuz
ve zahmetsiz’ bir
yoldu. Sömürgeciliğin ilk dönemlerinden beri kullanılan ve “bir
kediyle dövüşmek için, bir kedi bul!”2
diye tanımlanan yöntem, yüzyıllardır denenmiş, en
sağlam ve güvenilir
yoldu.
Türkiye’de,
para ve silahla desteklenen bir çatışma ortamı yaratılmalı, iç
savaşa dönüştürülecek bu çatışmayla, ‘ulusçu
önderlerin’ önü
kesilmeliydi. Bu iş için, hem devlet başkanı, hem ‘ruhani
önder’ olan Padişah
büyük bir olanaktı. Çünkü, İstanbul’da “umutlarımı,
Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım”
diyen bir padişah vardı.3
İç
Savaş
Öneri
kabul gördü ve Anadolu’yu kan gölüne çeviren acımasız bir
ayaklanma başladı. “Kurnaz
ve korkak, ama aptal olmayan”4
Vahdettin;
millicilerle uzlaşıyor görünerek İstanbul’da meclis toplama
girişiminde olduğu gibi, adını ve makamını doğrudan ortaya
koymadan, halifelikle somutlaşan manevi gücünü kullanarak iç
savaşı başlattı.
Ulusçuları
kendisinin siyasi rakipleri gibi değil; saltanat geleneklerine,
“devlete ve Allah’a
düşman inançtan yoksun başkaldıranlar”
olarak tanıtacak, halktan “öbür
dünyadaki yaşamlarını sonsuza dek kurtarabilmeleri için”
bu “başkaldıranlarla”
savaşmalarını isteyecekti.5
Bu
iş için; hükümet olanaklarını, fetvaları
ve Anlaşma Devletleri’nin desteğini kullandı. Tinsel dayanağı,
Halifelik ve emri altındaki fetva makamı Şeyhülislam, siyasi
dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır suçlamalar içeren çok
sayıda fetva
yayınlattı.
Fetvalar
Fetvalarda,
Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir,
milli güçlere karşı
savaşanların
ise gazi ve şehit olacağı ileri sürülüyordu.6
“Halifeliğe karşı
gelenlerin dinden imandan çıktıkları”
bunların şâki (eşkıya) sayıldığı, “Kuran
hükümlerine göre öldürülmelerinin vacip
(yapılması zorunlu) olduğu”
bildiriliyor ve şunlar söyleniyordu: “Eşkıya
(Kuvayı Milliyeciler y.n.) ile
savaşmaya gönderilen mücahitler, eğer çarpışmadan çekinir ya
da firar ederlerse en büyük günahı
(günah-ı kebire)
işlemiş olacaklar,
dünyada büyük sıkıntılar
(tâzir-i şedide),
ahirette büyük acılar
(âzab-ı elîme)müstahak
olacaklardır.”7
Fetvalar,
İngiliz ve Yunan uçakları, bağlaşık torpidoları,
konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesinin
papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali
İslam (İslamı
Yüceltme) adlı bir “hocalar
örgütü”, yayınladığı
bildiride, “Yunan
ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini”
söylüyordu.8
Şeyhülislam
Dürrüzade Abdullah,
fetvasında: “Suçlu
Mustafa Kemal’dir. Sevgili Padişahı ile sadakatli milletin
arasına giren odur. O olmasa galip devletler de, devlet ve
milletimizden merhamet ve lütuflarını esirgemeyeceklerdir. Mustafa
Kemal’i yok edin, Kuvayı Milliyecileri katledin. Bu bir cihattır.
Din ve Padişah yolunda ölenler şehit, kalanlar gazidir...”
diyordu.9
Bilgisizlik
ve Bağnazlık
Olaylar,
başlangıçta İngilizler’in ve Padişah’ın umduğu gibi
gelişti. Ulusal direniş, ülkenin tümünde kabul görüp
güçlenirken, Türkiye birdenbire denetimsiz bir yeğinliğin
(şiddetin) içine girdi. Bilgisizlik ve bağnazlığa dayanarak din
adına yapıldığı söylenen öldürme eylemleri, işgalcilere
yarar, ülke savunucularına büyük zarar verdi.
“Gazi
olduğunda para alan, ‘şehit’ olursa cennete gideceğine”
inanan toplumun en geri unsurları, kendilerini güçlü gördükleri
her yerde; vurdular, kırdılar, öldürdüler ve işkence ettiler.
Güçten düşmüş askeri birlikleri tutsak ediyor, genç subayları
“taşlayarak öldürüyor”
ya da “çarmıha
geriyorlardı.”10
Aynı
işi yapan Yunan Ordusu ilerlerken, Fransızlar Güney’i “kan
gölüne çevirirken”,
yerli Rumlar Batıda, Ermeniler Doğuda yakıp yıkarken, İngilizler
kimi Kürt aşiretlerini kışkırtırken; kendisine Hilafet
Ordusu diyen gericiler,
ölçüsüz bir saldırganlıkla, soydaşlarını ve dindaşlarını,
gözünü kırpmadan
öldürüyor, ulusal direniş bitirmeye çalışıyordu. “Kasabalar
kasabalara, aileler ailelere, kardeş kardeşe, baba oğula
düşmüştü”11;
“Türk Türkü
boğazlıyordu”.
Anadolu, insanlarının büyük acı çektiği, belki de en karanlık
dönemini yaşıyordu.
İlk
Hedef; Subaylar
İngiliz-Padişah
yönlendirmesinde Hilafet
adına ayaklananlar,
bilinçli bir biçimde, Kuvayı
Milliyeyi örgütleyerek
ulusal direnişe yön veren öncü subayları hedef almıştı.
Genellikle başıbozuk topluluklar halinde saldırıyorlardı ancak
Kuvayı Milliye’nin
güçlenmekte olduğu önemli yerlerde kime, nasıl ve ne zaman
saldıracaklarını da çok iyi biliyorlardı. Mustafa
Kemal’in “bütün
yurtta çok hazırlık yapıldı”
dediği12
dış destekli ayaklanmalar, doğrudan ulusal direnişi öndersiz
bırakmaya yönelmişti. Bu yöneliş doğrultusunda birçok cinayet
işlediler, çok sayıda millici
önder öldürdüler.13
Öldürmeler
Atatürk’ün
Nutuk’ta,
vicdani görev
olduğunu söyleyerek bilgi verdiği, İzmit’in ünlü direnişçisi
Yahya Kaptan,
10 Ocak 1920’de, (sarıldığı köyün yakılma tehdidi üzerine)
teslim olmasına karşın, Padişahçı birlikler tarafından
öldürüldü.14
Bu
cinayet, Kuvayı
Milliye’ye karşı
başlatılacak genel saldırının ilk işaretiydi.15
İki ay sonra, 13 Mart 1920’de, Mustafa
Kemal’in Nutuk’ta
“yiğit bir arkadaşımız”
diye tanımladığı16
ve Akbaş
cephaneliğini basarak büyük miktarda silahı Anadolu’ya gönderen
Edremit Kaymakamı Köprülü
Hamdi Bey, Biga’da
işkence edilerek öldürüldü. Aynı gün, 21 Kuvayı
Milliyeci şehit
edildi.17
TBMM’nin
açılmasından bir gün önce 22 Nisan’da 24.Tümen Komutanı
Albay Mahmut Bey18,
Kurmay Subay Yakup Sami,
Levazım Başkanı Rıfkı
Bey, Hendek’te Abaza
çeteleri tarafından şehit edildiler.19
Düzce’de; Teğmen Ruhsar,
Binbaşı İhsan,
Yarbay Rahmi
ve Yarbay Arif Beyler,
aynı biçimde yaşamlarını yitirdiler.20
Bolu’da
hastanede yatan yaralı subaylar yataklarından sürüklenip sokakta
“başları taşla
ezilerek” öldürüldü.21
Ankara’nın dibine, Ayaş
Beli’ne dek gelen
ayaklanmacılar “halkla
görüşmeler yapmak için gönderilen”
iki subayı taşladılar, “yarı
ölü vaziyette hapishaneye sürüklediler”
daha sonra “idam edilmek
üzere” İstanbul’a
gönderdiler.22
Konya’da
Delibaş Mehmet’in
adamları, Mustafa
Kemal’in yolladığı
bir subayın önce “tırnaklarını
söktüler”, sonra “kol
ve bacaklarını kestiler”.23
İzmit-Bandırma bölgesinde etkili olan ve kendilerine Muhammet’in
Ordusu (Kuvayı Muhammediye)
adını veren Ahmet
Anzavur güçleri,
yakaladıkları Kuvayı Milliyecilerin tümünü öldürüyordu.
Çerkez asıllı, okuma yazma bilmeyen Anzavur
koyu bir Müslüman olduğunu ileri sürüyor, “koynundan
Kuran’ı eksik etmemek”
ve “din düşmanlarını
diri diri incir ağaçlarına astırmakla”
övünüyordu.24
Ayaklanma
Yayılıyor
1919’un
son aylarından 1921 kışına dek geçen yaklaşık bir yıl içinde
ve 34 bölgede25,
ulusal direnişi hedef alan 60 ayaklanma ortaya çıktı.26
Bu ayaklanmalardan Marmara’nın Güneyinde; Bandırma,
Gönen,
Susurluk,
Kirmasti
(Mustafa Kemal Paşa),
Karacabey
ve Biga:
Doğu Marmara’da; İzmit,
Adapazarı,
Düzce,
Hendek,
Bolu
ve Gerede;
Ankara’nın hemen Batısında Nallıhan
ve Beypazarı:
Ankara’nın Güneyinde; Konya,
Ilgın,
Kadınhan,
Karaman,
Seydişehir
ve Koçhisar:
Ankara’nın Kuzeyinde; Ümraniye,
Refahiye,
Zara,
Hafik
ve Çorum:
Ankara’nın Doğusunda; Yozgat,
Yenihan,
Boğazlıyan,
Zile
ve Erbaa
en önemli ve çekinceli (tehlikeli) olanlarıydı.
Atatürk,
gerici ayaklanmalar için Nutuk’ta
şöyle söyler: “Kargaşa
ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hıyanet, cehalet, kin ve taassup
dumanları bütün vatan semalarını koyu karanlıklar içinde
bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları, Ankara’da karargahımızın
duvarlarına kadar çarptı. Karargahımızla şehir arasındaki
telefon ve telgraf tellerini kesmeye kadar varan, kudurgan bir
saldırış karşısında kaldık.”27
İdam
Cezaları
Ülkelerini
kurtarmak için öne atılan bir
avuç yurtsever,
gerçekten “kudurgan bir
saldırı” karşısında
kalmıştı. Karargah olarak kullanılan Ankara dışındaki Ziraat
Mektebi’ni koruyacak
bir askeri güç yoktu. Millici önderlerin hemen tümü, İstanbul
1. Sıkıyönetim Mahkemesi’nce idama mahkum edilmişti.
Önce,
11 Mayıs 1920’de Mustafa
Kemal ve sonraki 15 gün
içinde; Fevzi (Çakmak),
Ali Fuat
(Cebesoy), İsmet
(İnönü), Ahmet Rüstem,
Bekir Sami,
Celalettin Arif,
Kara Vasıf,
Yusuf Kemal,
Ankara Müftüsü Rıfat
(Börekçi), Fahrettin
(Altay), Adnan
(Adıvar) ve (Türk tarihinde ilk kez bir kadın) Halide
Edip (Adıvar) aynı
cezaya çarptırıldılar.28
Bu insanlar, tüm olanaklarıyla ülkenin her yerinde ilerleyen işgal
ordularını durdurmaya çalışıyorlar, herhalde bütün bir
milletin ‘şerefini
temsil eden’ bir ‘namus
savaşı’
yürütüyorlardı.
Sarılmışlık
Ülkenin
her yerinden gelen haberlerin tümü, “artık
silah sesleri bile duyulan”
ayaklanmaların yaklaşması kadar kötüydü. Yunanlılar
“geçtikleri yerleri
yakarak, insanları katlederek”29
ilerliyordu. Fransızlar Ermenilerle birlikte Güney’i kan gölüne
çevirmişti. İngiliz ajanlar Padişah’ın adamlarıyla birlikte
“Kürtler’i
ayaklandırmaya”
çalışıyordu. İç savaş, “her
yanı kuşatmış, onları yutmak üzereydi.”30
Telgraf ve telefon hatları kesilmişti. Sivas’a gidilmesi
düşünülüyordu.31
“En
Sıkıntılı Günler”
Mustafa
Kemal, Ş.S.Aydemir’in
söylemiyle, “hayatının
en mihnetli (sıkıntılı,
çileli y.n.) günlerini”32
yaşamaktadır. Ayaklanmalarla çevrili Ankara’ya sıkışmıştır;
elinde ciddi bir güç yoktur. Karşı çıktığı emperyalist
ittifak, onu ve yaratmak istediği ulusal hareketi ezmeye kararlıdır.
Saray başta olmak üzere tüm işbirlikçiler, ayrılıkçı
azınlıklar ve Batının mali-askeri olanakları harekete
geçirilmiş, Ankara hedefe konmuştur.
Aydemir,
o günleri Tek Adam
adlı yapıtında şöyle anlatır: “Ankara
dışında bir tepenin üzerinde iki katlı, soğuk ve çıplak
mektep binasına kapanarak, gece gündüz didinen, çaba harcayan bu
Tek Adam, o günlerde, denebilir ki, kaderiyle tek başına
boğuşuyordu. Ne askeri, ne ordusu vardır. Dünyanın en büyük
devletlerine karşı çıkmıştır. Padişah onu asi ilan etmiş,
başını getirene ödül koymuştur. Anzavurlar, Gavur İmamlar,
Saray’a cariye satarak şereflenen Gürcü, Abaza, Çerkez beyleri
ayaklanmışlardır. Yerli-yabancı casuslar ortalıkta kol gezmekte,
her taşın altında bir yılan kaynamaktadır... Hilafet Ordusu’nun
bildirilerini, isyan bölgelerinde; İngiliz konsoloslar, Ermeni
doktorlar, Rum komitacıları dağıtmaktadır. 1909’da ‘mektepli
keseceğiz’ diyen 31 Mart kaçkını Kör İmam, ‘millici
keseceğiz’ diyerek yine sahnededir. Ankara Ziraat Mektebi’ne
dört yandan, azgın bir kin ve düşmanlık dalgası gelmektedir.”33
Yalnız
ve Kararlı
Umutsuz
gibi görünen koşullara karşın, belirlediği yolda yürüdü.
Komutası ve ordusu olmayan bir paşa, parası ve gücü olmayan bir
örgüt önderiydi. Ülkeyi, “yabancıların
boyunduruğundan kurtarmak ve bağımsızlığını kazandırmak
için”34
büyük bir işe girişmişti; ancak, şu anda sarılmış
durumdaydı. İnanç ve kararlılığından başka bir şeyi yoktu.
“Türkiye
iç savaşla kana bulanmış ve geleceği hiçbir zaman olmadığı
kadar yabancıların insafına kalmıştı.”35
Ölüme mahkum edilerek, başına ödül konmuş bir “asiydi”.
Dışardan bakan bir göz, uğruna yaşadığı ve bir ömür boyu
emek verdiği özlemlerinin tümünün sona erdiğini sanabilirdi.36
Kurtuluş’tan
sonra söylediği; “Ben
Erzurum’dan İzmir’e, bir elimde silah, bir elimde sehpa, öyle
geldim”37
sözlerinde çok haklıydı; bu söz, o günlerin koşullarıyla tam
olarak örtüşüyordu.
Canlı
ve Çalışkan
En
güç koşulda bile, ertesi gün zafere ulaşacakmış gibi
çalışıyordu. Ziraat
Mektebi’nin
koridorlarında her zaman devinim (hareket), odalarında sabaha dek
ışık vardı. Zamanının çoğunu telgraf odasında geçiriyordu.
Bilgi alıyor, buyruklar veriyor, yazıyor, yanıtlıyor ve kendisini
görmeye gelenlerle konuşuyordu. Üzüntü ve kaygılarını
gizleyerek arkadaşlarına güç veren konuşmalar yapıyor, kimi
zaman şakalaşıyor ya da öfkesini bastırarak her gelişmeyi
onlarla birlikte değerlendiriyordu.
Yüksek
bir derişim (konsantrasyon) gücüne sahipti; her zaman canlı ve
çalışkandı. Ondaki canlılık, sanki görünmez aktarımlarla,
ülkenin her yanında direnen millicilere yayılıyor, onlara güç
ve kararlılık veriyordu. O günün koşullarını, Halide
Edip (Adıvar) şöyle
anlatır: “Genellikle
birkaç saat uyuyabilmek için sabahın erken saatlerinde odalara
çekilirdik. Fakat uyumak mümkün olmazdı. Hilafet Ordusu
mensuplarının ne zaman bizim yerimizi de basıp, yatağımızda
bizi boğazlayacağını tahmin edemiyorduk. Hepimiz yorgunluktan
bitkin haldeydik. Mustafa Kemal Paşa’yı o günlerdeki kadar
yorgun, üzgün ve bazen de ümitsiz görmüş değilim.”38
“Soylu
Kurt”
Armstrong’un
söylemiyle, “köşeye
sıkışmış soylu bir kurt gibi”39
dövüşüyordu. Yapılan hiçbir ihaneti unutmuyor, zamanı
geldiğinde hesabı sorulmak üzere “bir
kenara yazıyordu.”
Türk tarihinden gelen devlet geleneklerine bağlı kalarak, vatana
ihaneti asla affetmiyor, ulus düşmanlarına acımanın “insanlık
değil, insanlık değerlerini yitirmek”40
anlamına geldiğini söylüyordu.
Düşünce
ve eyleminde başarısızlığa hiç yer yoktu. Başarısız olursa
ne yapacağını soran yabancılara, başarısızlık gibi bir
sonucun söz konusu olamayacağını söylüyor; “Yaşamı
ve bağımsızlığı için kendini adamayı göze alan bir ulus
yenilemez, yenilgi ulusun ölümü demektir”
diyordu.41
Önce,
“Ankara’yı
çevresindeki asi kıskacından”
kurtardı. Hızlı davranan, vurucu gücü yüksek milis güçlerine
ve elde kalan askeri birliklere dayanan birkaç eylemceyle
(harekatla) bunu başardı. Başarıyla birlikte, paraya ve yabancı
desteğe dayanan Halife
Ordusu, özellikle
Sevr’in imzalanmasından sonra kendiliğinden dağılmaya başladı.
Padişahın
isteğiyle millicilere
karşı çıkmak için
biraraya gelen eşraf,
gerçek durumu gördü ve ayaklanmacılarla ilişkisini kesti.
Hilafet
Ordusu’ndaki
birçok birlik savaşmayı reddetti; kimi yerlerde “gerçekleri
kendilerinden gizledikleri için”
komutanlarını öldürdüler.42
Padişah’ın derleme ordusu kısa bir süre içinde yok olup gitti.
Anadolu
Müftüleri
Anadolu’da,
il ve ilçe müftüleri bir araya gelerek, Şeyhülislam
fetvalarını yadsıyan
karşı
fetvalar
yayınladılar. Ankara Müftüsü Rıfat
Efendi başta olmak üzere
153 Anadolu müftüsü çıkardıkları beş ayrı fetvada;
milli mücadeleye katılmanın din ve vatan görevi olduğunu, “bu
uğurda ölenlerin şehit kalanların gazi”
sayılacağı belirtti. Ve İstanbul
fetvalarının geçerli
olmadığını hükme bağladı.43
Ulusal
savaşımdan yana davranan din adamlarından Karaisalı (Adana)
Müftüsü Hoca Mehmet
Efendi ise fetvasında
şöyle söylüyordu: “Padişah,
İngilizler’e kötülük ve bela (Fecayi) aracı olmaktadır. Ona
bağlılık, şeriat hükümlerine karşı çıkmaktır. Bu nedenle,
dini ve ülkeyi kurtarmak için savaş meydanına atılan önderlere
ve komutanlara katılmak, onların sözünü dinlemek (itaat) farz
olunmuştur.”44
Ayaklanma
merkezlerine İstiklal
Mahkemeleri, gönderildi;
işbirlikçiler, kışkırtıcılar, subayları ve Kuvayı
Milliye önderlerini
öldürenler yargılanarak asıldılar. Mustafa
Kemal ve arkadaşlarına
ölüm cezası veren, İstanbul Birinci Sıkıyönetim Mahkemesi
üyeleriyle Sadrazam Damat
Ferit, Vatana
İhanet Kanunu gereğince
idam cezasına mahkum edildiler.45
Cezalar, Anadolu’daki büyük din adamlarının fetvalarıyla
onaylanarak tüm ülkeye bildirildi.46
Üç
Cephede Çarpışma
İç
ayaklanmalarla uğraşırken, aynı anda üç cephede; Güneyde
Fransızlar, Doğuda Ermeniler, Batıda Yunanlılar’la savaştı.
Rum ilerleyişini durdurdu. Maraş, Antep ve Adana’da Fransızlar’ı
yendi. Maraş’ta Fransız karargahı tümüyle yok edilmişti.
Ermeniler’i
sürdü, başkaldıran Kürt aşiretlerini bastırdı. Konya
demiryolu çevresini İtalyan müfrezelerinden temizledi,
Eskişehir’deki ana demiryolu kavşağında bulunan İngiliz
birliklerini İzmit’e dek sürdü. Anadolu’da ele geçirdiği
işgalci subayların tümünü tutuklattı, bunları Malta’ya
sürülen milletvekillerini kurtarmak için rehin olarak kullandı.47
Bunca
işi, buyruğu altındaki ‘bir
avuç’ inançlı
subayla birlikte başardı. Ülkeyi kurtarmaya kararlı subaylar,
önce kendilerini, sonra halkı örgütlediler. Yaşamlarının son
sekiz yılını cephelerde geçirerek çelikleşen ve yenilmesi güç
savaşçılar
durumuna gelen bu insanlar, ‘ölümüne’
yürüttükleri bir uğraş içine girmişler, engel tanımaz biçimde
savaşıyorlardı. Önderlerinin kararlılığı ve savaşçılığı,
onları dolaysız etkiliyor, herkes yapabileceğinden
de çok şey yapmak için
her şeyini ortaya koyuyordu.
“Gizemli
Bir Destan Kahramanı”
Mustafa
Kemal adı, subayların
gözünde, saygı ve sevgi duyulan bir komutandan çok öte, sanki
Türk ulusunu kurtarmak için yaratılmış gizemli bir destan
kahramanı, boyun eğdirilmesi olanaksız bir istenç (irade)
gücüydü. Savaşı mükemmel yönetiyor, aynı zamanda bizzat
kendisi büyük bir dirençle savaşıyordu.
Söz
konusu savaş olduğunda, “bütün
şansların hepsi”
ondan yana oluyor, korku nedir bilmeyen bilinçli ataklığıyla
girdiği her savaşı kazanıyordu. Bu özelliğini, yalnızca kendi
subayları değil, düşman subayları da biliyordu.
Kurtuluş
Savaşı yıllarında
İngiliz Ordusu’nda istihbarat subaylığı yapan ve doğal olarak
ulusal savaşıma
karşı olan H.C.Armstrong,
anılarında, Ankara’nın ayaklanmalarla sarıldığı günleri
anlatırken, onun savaşçılığını da ele alır ve şunları
söyler: “Mustafa Kemal
sırtını duvara vererek dövüştü. Sık sık hasta oluyordu.
Böbreklerindeki sorun zaman zaman büyük acılar çekmesine, sık
sık ateşlenmesine yol açıyordu. Yaşamı sürekli tehlike
altındaydı. Ankara çevresindeki köyler
birer birer Hilafet
Ordusu’na katılmaya başlamıştı. Ziraat Mektebi’nin her an
basılma olasılığı vardı. Bu durumda kuşkusuz linç edilerek
öldürülecekti. Nöbetçiler geceleri çevrede kuşkulu kişiler
görüyordu. Bekçi köpeği Karabaş zehirlenmişti. Mustafa Kemal
ve Albay Arif giysilerini çıkarmadan uyuyordu. Arif akşamları
uyuyor, daha sonra Mustafa Kemal’in uyuduğu sabah saatlerine kadar
nöbet bekliyordu. Avluda, dizginleri hazır, eyerlenmiş ve yalnızca
kolonlarının sıkıştırılmasını bekleyen atları, bir mahmuz
darbesiyle Sivas’a doğru yola koyulmak üzere hazır bekliyordu.
Halide Edip, silah kullanmayı öğrenmişti; Adnan, yanında zehir
bulunduruyordu. Padişahın adamlarının, yakaladıkları
millicilerin tümüne yaptığı işkenceyle karşılaşmaktansa,
zehiri kullanmayı
yeğleyeceklerdi...
Mustafa Kemal köşeye sıkışan soylu bir kurt gibi dövüştü. Ne
sordu, ne
merhamet gösterdi...”48
DİPNOTLAR
- “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat.,-1974, sf.151-152
- “Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları” Orhan Duru, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul-2001, sf.34
- “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.100
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ank.-1997, sf.189
- a.g.e. sf.189
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., İst.-1981, sf.332
- a.g.e. sf.285
- “Ankara’nın İlk Günleri” Y.Nadi, sf.117; ak. Ş.S.Aydemir,a.g.e.sf.286
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.234
- “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.190
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.100
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
- “Mustafa Kemal” B. Mechin, Bilgi Kit., Ank.-1997, sf.190
- “Nutuk” M.K.Atatürk, I.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas.,1989, sf.431
- a.g.e sf.437
- a.g.e. sf.525
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.301
- “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas.,1994, sf.122
- “Milli Mücadele Anıları” A.F.Cebesoy, Temel Yay., İst.-2000, sf.401
- “Milli Mücadelede Ayaklanmalar” General Kenan Esengin, Kamer Yay., 3.Bas., İstanbul-1981, sf.231
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.231
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.102
- “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.190
- “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.271
- a.g.e. sf.271
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.293
- “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
- “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., İst-1994, sf.114; “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.289-290 ve “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.267
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.101
- a.g.e. sf.101
- “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., 1994, sf.125
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.219
- a.g.e. sf.219-220
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.194
- a.g.e. sf.194
- a.g.e. sf.194
- “Çankaya” F.R.Atay, Betaş A.Ş. İstanbul-1980, sf.209
- “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E. Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., 1994, sf.124
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.101
- “Milli Kurtuluş Tarihi” D.A., I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.1732
- “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.230
- “Mustafa Kemal” B. Mechin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.196
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.288
- “Anadolu İnkılabı” Miralay Mehmet Arif Bey, Arba Yay., 2.Bas., sf.42
- “Atatürk Anadolu’da” Tevfik Bıyıkoğlu, Kent Bas., 1981, sf.47
- “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.268
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.105
- a.g.e. sf.104
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder