Toplumlararası
ayrımlar; yaşam biçiminden kültüre, inanç biçiminden üretim
etkinliklerine dek her alanda varlığını sürdüren özelliklerdir.
Toplum yaşamının kurallarını belirleyen ya da kuralları
toplumsal düzen tarafından belirlenen siyasi düzenin, ayrılıkların
etkisi dışında kalamayacağı açıktır. Her toplum, bugün
yaşanan ancak geçmişle ilişkili olan toplumsal ve ekonomik
koşulların belirlediği, kendine özgü bir yönetim biçimiyle
yönetilir. Bu durum, temelinde nesnellik bulunan bir zorunluluktur.
Etkileyip
Etkilenmek
Her
toplum, kendisini oluşturan bireyler gibi, geçmişten gelen
alışkanlıklara, geleneklere ve ortak değerlere sahiptir. Tarihsel
birikime dayanan ve toplumsal yapıya biçim veren ortak yaşam,
toplumun özgünlüğünü belirleyen ana unsurdur. Temel olan,
toplumun kendisidir ancak hiçbir toplum, dünyada tek başına
yaşamamaktadır. Dönemin özelliklerine ve toplumlararası
ilişkilerin yoğunluğuna bağlı olarak, istese de istemese de
başka toplumlarla yakın ya da uzak ilişki içindedir. Hiçbir
toplum, kendi içine kapanarak yaşayamaz. Başkaları tarafından
etkilenirler
ve başkalarını etkilerler.
İnsanlık tarihi bir anlamda, çoğu çatışmaya dayanan bu
etkileşimin tarihi gibidir.
Her
toplum, dışa karşı kendisini korumak için, doğal bir dürtünün
kendiliğinden oluşan bir içgüdüyle özsavunma içine girer.
Korunma
ya da etkileme
eğilimi, toplumlararası ilişkilerde geliştirici bir çelişki
olarak varlığını sürdürür. Bu süreç gerçekte bir uygarlık
gelişimidir. Toplumlararası yakınlaşma uygarlaşmanın bir
ölçütüdür ancak özellikle emperyalizm çağı olan günümüzde
uygarlık, herhalde ondan daha çok, toplumsal kimliği korumayla
sağlanacak bir ilerlemedir.
Geçmişten
Gelen Bugünü Belirleyen
Toplumlararası
ayrımlar; yaşam biçiminden kültüre, inanç biçiminden üretim
etkinliklerine dek her alanda varlığını sürdüren özelliklerdir.
Toplum yaşamının kurallarını belirleyen ya da kuralları
toplumsal düzen tarafından belirlenen siyasi işleyişin,
ayrılıkların
etkisi dışında kalamayacağı açıktır.
Her
toplum, bugün yaşanan ancak geçmişle ilişkili olan toplumsal ve
ekonomik koşulların belirlediği, kendine özgü bir yönetim
biçimiyle yönetilir. Bu durum, temelinde nesnellik bulunan bir
zorunluluktur. Başkasına özenme
ya da benzeme
davranışı, başarı şansı olmayan girişimler, bozulmaya yol
açacak sonuçsuz çabalardır. Her toplum, içinde bulunduğu
koşullara uygun olarak gelişimini sürdürecektir. Yenileşmeyle,
özenme
ya da benzeme
birbirine
karşıt
kavramlardır.
Tarihin
Önemi
Toplumsal
evrimi oluşturan olaylar, öncekiler tarafından belirlenen
sonrakini belirleyen süreçler halinde; zamana ve koşullara bağlı
olarak ortaya çıkar, gelişir ve gelişimini tamamlayarak bir başka
döneme geçer. Geçmişte sonuç olan, yeni dönemde neden durumuna
gelir ve bir başka yeni dönemin hazırlayıcısı olur. Sürekli
değişimi içeren bu sonsuz süreç, tarihtir. Bu nedenle tarih;
olayların yalnızca yer ve zaman gösterilerek yazılması değil,
bütünlüğü olan ve uzun dönemlere yayılan gelişmelerin,
birbiriyle ilişkilendirilerek yorumlanmasıdır. Önemli olan,
eskide kalan olayları yalnızca öğrenmek değil, olaylardan bugüne
yönelik yararlanabilir sonuç çıkarmaktır. Unutulmamalıdır ki
“geçmişi
unutanlar onu yinilemeye mahkümdur”.
Bu anlamda “tarihçinin
görevi geçmişi sevmek ya da geçmişten kurtulmak değil, bu günü
kavramanın anahtarı olarak onu öğrenip geleceğe
aktarmaktır”.
Özgünlük
Evrensellik İlişkisi
Toplumsal
gelişime yön veren ana etkenin, toplumun kendi içgücü olması;
dıştaki örneklerden sonuç
çıkarma,
deneyimlerden
yararlanma
ya da uygun
olanı kullanma
girişimlerini kuşkusuz önlemeyecektir. Ekonominin olduğu kadar
her siyasi düzenin, ne denli özgün olursa olsun, herkesin
yararlanabileceği evrensel bir yanı vardır. Önemli olan,
öykünmeciliğe (taklitçiliğe) düşmeden bu yanın
değerlendirilmesi ve gelişim yönünde kullanılabilmesidir.
Ne
denli karşıt görünse de, evrensellikle özgünlük birbirini
tamamlayan niteliklerdir. Toplumsal olaylarla ilgilenenler, özellikle
de siyasetle uğraşanların düşebileceği en önemli yanılgı,
evrensellik
adına
özgünlüğün,
özgünlük
adına evrenselliğin
göz ardı edilmesidir.
Yakınlaşma,
Ayrışma
Toplumlar,
tecimin (ticaretin) gelişmesiyle birbirlerine yakınlaşmaya
başladılar. Bir yandan savaşıp çatışırken, bir yandan
tecimsel ilişkiler geliştirip ekonomiye dayalı coğrafi
birliktelikler ve kültürel yakınlaşmalar gerçekleştirdiler.
Barışla savaşın iç içe girdiği, yok oluşların ya da yeniden
ortaya çıkışların yaşandığı, güç dengelerinin sürekli
değiştiği uzun tarihsel süreçlerden geçilerek bugünlere
gelindi.
İnsanlık
en yoğun, en karmaşık ve belki de en kuralsız kaynaşma dönemini
günümüzde yaşıyor. İnsan davranışları birbirine benziyor
ancak bütünleşmiyor, tecimin küresel işleyişi insanları
birbirine bağlıyor ancak yakınlaştırmıyor.
Doğu-Batı
başta
olmak üzere, Kuzey-Güney
ya da varsıl-yoksul
ayrımları, ağır sonuçlarıyla sürüyor. Tarihsel, toplumsal ve
ekonomik gelişkinliğin belirlediği siyasi düzen ayrımları,
uzlaşmaz çelişkiler olarak varlığını sürdürüyor. Batıyla
Doğunun,
Kuzeyle
Güneyin
ya da varsılla yoksulun, benzer koşullara sahip olması kuşkusuz
olası değildir. Evrensellikle
özgünlüğün
doğru kavranmasının gerektiği bir dönem yaşanıyor. Gelişmiş
ülkelerde geçerli olan yönetim biçimiyle, azgelişmiş
ülkelerdeki siyasi düzen işleyişi, birbirlerinden çok ayrı bir
yol izliyor. Ayrımları yaratan nedenler, geçmişten gelen
toplumsal özelliklere dayanıyor. Batı ve Doğu toplumları
incelendiğinde, her toplumun kendine uygun yönetim biçimleriyle
yönetilmeleri gerektiği açıkça görülüyor. Yenileşmeye dönük
değişim gücü, başkasına
benzeme
ya da başkasının
istediği gibi olmada
değil, her toplumun kendi özgün yapısında bulunuyor.
Toplumsal
Gelişim Ve Değişim
Ekonomik
etkinliğin sonuçları olan siyasi kurum ve gelenekler,
tarihsel-kültürel gelişimin zorunlu sonuçları, topluma
yabancılaşmayan gelişim unsurlarıdır. Her ülke, görecelik
içeren geri kalma ya da ilerleme sorunlarını, kendi özgün
yapısına ve kendi gücüne dayanarak çözmek zorundadır.
Özgünlüğün gözardı edilmesi ya da geriliğin
nedeni sayılması, üstelik bir de bundan kurtulmak için başkasına
benzemeğe
çalışılması, geriliğin
ve gericiliğin
tam olarak kendisidir.
Toplumsal
yapıyı ve bu yapıyı geliştirecek yöntemleri saptayarak geleceğe
yön vermek için, tarihin ve onun doğal sonucu olan bugünün
birlikte ele alınması, buna göre davranılması gerekir. Toplumsal
gelişim; geçmişle bağlantılı, sürekli yenilenen ve
değişimlerle bugüne gelen kesintisiz bir süreçtir. Bu sürecin
doğru kavranması, gelecek için girişilecek politik savaşımın
başarı koşuludur.
Ülkemizde
siyasi çalışma yapanlar ya da yapacak olanlar, tarihsel, toplumsal
ve ekonomik konuları değerlendirip olayları eleştirel bir
yaklaşımla irdelemelidir. Bunu yapıp halkla ilişkiye
geçtiklerinde, şimdiye dek kendilerine söylenen ya da
gösterilenden çok başka bir dünyayla karşılaşacaklardır.
İçinde yaşanan toplumu, tarihi kökleriyle birlikte tanımak,
gelişim koşullarını ve niteliğini kavramak, onu geliştirip
değiştirmenin önkoşuludur. Böylesi bir çaba harcanmadan
girişilecek politik eylem, istek ve amaç olarak ne denli ileri,
çağdaş
ya da inançla
dolu olursa olsun, başarılı olamayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder