Geçmişten kopmanın yol
açtığı özgüven yoksunluğu, Doğu insanının aşması gereken önemli bir sorundur.
Bu sorun ancak geçmişin bilinmesiyle aşılabilir. Nereden, nasıl, neler yaparak
gelindiği, bilinmezse; yalnızca geçmiş değil, geleceğe yön veren bugün de
kavranamaz. Türklerin geçmişi incelendiğinde yalnızca “sonsuz” bir tarihle değil, güncele yön verecek büyük bir
kültürle karşılaşılacaktır. İnsanı temel alan ve toplumsal dayanışmayı yaşatan
bu yüksek kültür, ona sahip olanlar için tükenmez bir özgüven kaynağıdır.
Evrensel Bilim
8.yüzyılla 14.yüzyıl arasında bilimde yaşanan sıradışı
dönem, yalnızca Doğu ya da onun etkisiyle gelişecek olan Batı bilimine değil,
tüm dünya bilimine katkı sağlayan evrensel bir yükseliştir. Bu yükseliş,
Türkistan, İran ve Arap ülkeleri ya da Türkiye’nin bugünkü bilim düzeyiyle,
açık biçimde çelişmektedir.
Bugün, Uzakdoğu’da yeniden yükselişe geçmiş olsa da, Doğu
son 500 yılda Batının gerisinde kalmıştır. Bu durum, geçmişi ve gerçekleri
bilmeyenler için, her zaman var olan ve her zaman var olacak bir yazgı gibi
görülebilir. Bilgisizliğin ve bilinçsizliğin yaratacağı özgüven yoksunluğu; biz
adam olmayız, bilim ve uygarlık Batıdadır, uygar olmak için Batı gibi olmalıyız, ona benzemeliyiz türünden yaymacaları etkili kılmakta ve bu etki, Doğu
insanı üzerinde düşünsel bir baskı oluşturmaktadır.
Geri kalmışlığın
yarattığı edilgenlik, bugünü değişmez gören eğilimlerin artmasına yol açarken;
geçmişi bilmemek, bu olumsuz süreci hızlandırmaktadır. Ortaya çıkan ve önlem
alınmazsa sürecek gibi görünen özgüven sorunu, bu nedenle aşılmak zorundadır;
özgüvensizlik geri kalmışlığı, geri kalmışlık bilinçsizliği doğurmaktadır.
Tarihi Kavramak
Önceden gelen, sonrayı belirleyen ve sonsuz bir akış
içinde sürekli değişen olaylar, oluşturduğu tarih içinde her türlü değişime
açık bir süreçler bütünüdür. Bugün geri olan yarın ileri olabilir, ya da güçlüyle güçsüz yer değiştirebilir.
Doğu, uzun bir
süre, bilimde açık arayla öndeydi, bugün geri kalmış durumdadır; yarın ayrımlı
bir düzlemde, ayrımlı önceliklerle yeniden öne geçebilir. Bunun ön belirtileri
Uzakdoğu’da ortaya çıkmaya başlamıştır. Asıl olan; doğaya ve yaşama uygunluk,
tarihi bütünüyle kavramak ve bilinçle davranıp gereğini yapmaktır.
Bilimin Niteliği
Bilimde öncülüğün Doğudan Batıya geçmesi ve üstünlüğün teknolojik saldırganlığa
dönüşerek sürmesi, herşeyden önce bir insanlık sorunudur. Bu sorunu yaratan
Batı, doğaya ve insana yabancılaşmıştır; bu nedenle, bugünkü konumuyla uzun süre
ayakta kalabilmesi olanaksızdır.
Çözülmeyi önleyen şiddet teknolojiye, teknoloji de bilime dayandırılmıştır. Bu bilim artık, bilim
olmayan bir bilimdir; ağırlıklı olarak baskı ve şiddetin aracıdır.
Doğu, bilimi genel
bir uygulama olarak, şiddetin ve sömürünün aracı olarak kullanmadı; insana
hizmeti, gelişkinliği ve ilerlemeyi amaç bildi. Bugün, teknolojik üstünlükle,
tüm değerleri baskı altına alınmış olmasına karşın Doğu; insancı ve
uygarlaşmacı niteliğini gizil (potansiyel) bir güç olarak kendi içinde bugün de
yaşatmaktadır. Binlerce yılda oluşan köklü kültürüyle, insana ve doğaya
yabancılaşmadığı için, yeniden uygarlığın merkezi olmaya adaydır. Tarih için,
küçük bir zaman dilimi olan birkaç yüzyıllık yoksulluk dönemi önemli değildir.
Önemli olan, tarihsel olgunluk ve niteliktir.
Geçmişi Bilmeyenin Geleceği Olmaz
Doğu aydınlanması ve onu yaratan bilim adamlarını bilmeli
ve tarihsel köklerimiz olarak onları sahiplenmeliyiz. Geçmişi bilmeyenin,
geleceği olamaz. Dünyaya beş yüz yıllık, göz kamaştıran bir aydınlık dönem
yaşatan bu insanlar, bizim geçmişimizdir. Bu topraklarda yaşadılar. Dinleri,
dilleri, etnik yapıları, gelenek ve görenekleri bizim gibiydi. Bizlerden
ayrımları bağımsızlık ve özgürlüklerine düşkünlükleriydi. Bilimdeki özgürlüğü
kıskançlıkla korudular. Batının sömürgen baskısı onları, bilinçsizliğin ve
bağımlılığın tutsaklığına sürüklemedi.
Batının Tutumu
Batı aydınlanmasının büyük düşünürü olarak tanıtılan Hegel’in, “Doğuya özgü her düşünce felsefeden silinip atılmalıdır” biçimindeki
bilim dışı sözü hiçbir zaman unutulmamalıdır. Doğu düşüncesi
felsefeden atılacak olursa, ortada Batıdaki dahil felsefe diye bir şey kalmaz.
Bunu olasıdır ki Hegel de bilmekte, yine de bu tür sözler
söyleyebilmektedir.
Batının Doğuya
bakışını yansıtan bir örnek olan Hegel’in
söylemi, gerçeklerle ve
bilimle ilgisi olmayan ırkçı bir anlayışı temsil eder. Üstelik Hegel ve adına konuştuğu Batı, yalnızca felsefeyi değil,
bilimin birçoğunu Doğudan öğrenmiştir. Gerçek böyleyken; Doğuda, örneğin
Türkiye’de, ne yazık ki pek çok Batı ve Hegel hayranı vardır.
“İki Çadır Üç At”
Doğu bilimine Batıdan yönelen yadsıma, doğuluların tümünü
ilgilendiren bir sorundur ancak bu sorun Türkleri iki kez ilgilendirmektedir. Doğunun her düşüncesini felsefeden atan anlayış; Türklere, felsefeden attığı
Doğu düşüncesinde bile yer vermez. Bu anlayışa göre; “iki çadır üç atla” ordan oraya göçen “okuma-yazma,
kitap-kalem bilmez cahil” Türklerin bilim bir yana, “tarih içinde bile”
yerleri yoktur; “1071’de, uygar
dünyaya sızan” bu “barbarlar”,
“ait oldukları yere, Orta Asya’ya gönderilmelidir”. Türklerin, “uygarlık içinde ele alınabilecek bir
kültürleri yoktur”, “kültür yaratmak için ulus olmak
gerekir, Türkler hiçbir zaman ulus olamamıştır.”
Batıda binlerce yıl
işlenen ve bugün de işlenmekte olan Türk imgesi budur. Oysa Türk bilim
adamları, Doğu aydınlanmasının
önde gelen yaratıcıları olmuşlar ve Batılıların Arap bilimi adını verdiği bu aydınlanmaya yön vermişlerdir. Örneğin İbn Haldun,
Arapların genellikle “uygarlıktan yoksunluğu” temsil ettiğini, bütün
milletler içinde “sanata en az yatkın millet” olduklarını söylemiş; buna karşın
Türkler’in hem “savaş tekniklerinde” hem “sanat alanında” hem de “bilimde ve bilime değer vermede” “takdire değer” olduklarını ileri sürmüştür.1
Türklerin Durumu
Bilime ve gerçeklere her şeyden çok önem veren İbn
Haldun’un, Türkleri “sanat alanında ve bilime değer vermede” övgüye değer bulması, yalnızca büyük
bir bilim adamının kişisel bir değerlendirmesi değil, nesnel bir saptamadır.
Saptamaya neden olan gerçeklik
ise, Doğu aydınlanmasını ve ona temel
oluşturan düşünceyi büyük oranda Türk bilim adamlarının başlatmış ve
geliştirmiş olmasıdır.
Ordusu ve devlet
kadroları içinde Türkler’in etkin olduğu Abbasiler döneminde ortaya çıkan düşünce varsıllığı, kendiliğinden
ortaya çıkan bir olgu değildi. Doğu aydınlanmasında önemli bir yeri olan bu varsıllık, Basra’da ortaya çıkmıştı. Hz.Ömer döneminde kurulmuş olan bu yeni kente, Türk illerinden bilim ve sanatla uğraşan ikibin genç aydın gelmiş ve Basra’daki “düşünce patlamasını” bunlar yaratmıştı. Doğu aydınlanmasına beşyüz yıl yön veren ve inancı akılla
birleştirerek yazgıcılığı reddeden Mutezile felsefesi, Türk illerinden getirilen bu aydınlar tarafından yaratılmıştı.2
Tarihsel Sorumluluk
Doğu aydınlanmasında yer alan Türk düşünürlerin sayı ve
niteliği, özgür düşünceye yaptıkları öncülük, dünya bilimine katkıları ve
ürettikleri yapıtlar; ancak ve elbette, geçmişten gelen büyük bir bilimsel
birikimin ve kültürün ürünleriydi. Çok eskiden beri, dünya bilimine yön
verenler ve bilim dünyasının en tepesinde yer alanlar onlardı.
Batılıların, “Millet bile olmadığını” ileri
sürdüğü Türklerin, bilim adamı, üstelik bu düzeyde bilim adamı yetiştirmesini
kabul etmek Batı için olanaksızdı. Böyle bir kabul, “binbir emekle” yarattıkları tarihsel kurgunun çökmesi
demekti.
Bunu önlemek, yani yanlışa dayalı tarih anlayışını
sürdürmek için, bilim adamlarımızın etnik kimlikleriyle oynadılar; onları Arap
ya da İranlı yaptılar ya da hiçbir şey yapmayıp kimliksizleştirdiler.
Türk bilim adamlarını “kökeni belirsizler” içine aldılar, adlarını yok saydılar,
onlara Latince adlar taktılar. Buluşlarını ve düşüncelerini çaldılar, kaynak
göstermeden kitaplarında kullandılar...
DİPNOTLAR
1
“Arap Milliyetçiliği ve Türkler”Prof.İlhan Arsel, Ank.Üniv., Hukuk Fak.
Yay., 1973, sf.59
2
“Türkler’in Dini”
Prof. Fuat Bozkurt Cem Yay., 1995, sf.187-188
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder