Eski Türklerde
kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen hiçbir toplumda
görülmeyecek düzeyde uygar ve demokratik ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz
olayları göz önüne getirildiğinde, bu ilişkilerde ne denli yozlaşma yaşandığı
görülecektir. Bugün kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki bozulmayı ileri
sürerek kendimizi aşağılama ve özellikle Batıya özenme kuşkusuz üzüntü
vericidir. Ancak, daha çok üzücü olan, geçmişi bilmemek ve ondan yararlanmamaktır.
Büyük kentlerde yoğunlaşan bozulmaya karşın, Anadolu’da geçmişi yaşayarak
yaşatan insanlarımız ne mutlu ki hâlâ vardır. Amerikalıların yaptığı bir
araştırmaya göre Türk toplumları içinde bin yıl önceki ilişkiler, Ortaasya’da
yüzde 67, Anadolu’da yüzde 37 oranında yaşamaktadır. Bu yüksek bir kültürün
varlığını sürdürmesi demektir.
Nikah
ve Tek Eşlilik
Nikâha
ve tek eşli
evliliğe dayanan1 aile
düzeni, Türk toplumuna çok eski dönemlerde yerleşmiştir. Eski Türklerde nikâh,
törenle gerçekleştirilen ve özellikle köy düğün geleneğinin tarihsel köklerini
oluşturan, önemli bir olay, bir tür sözleşmedir. Nikâh için ana ve
babanın onayı koşuldur. Evlenen erkeğin, gelinin ana-babasına bir miktar mal
vermesi gelenektir. Başlık adıyla günümüze dek süren bu gelenekte,
verilen mala kalıng denirdi. Gelin, gittiği ailenin hak sahibi bir üyesi
olur; kocasının ölmesi durumunda, malların ve çocukların velayeti ona kalırdı.
Yaş ayrımı çok olan evliliklere izin verilmez ve yaşlı kuşaktan erkek, genç
kuşaktan bir kadınla evlenemezdi.2
Türk ailesinde,
babanın eşiyle paylaştığı, baskıcı olmayan eceliği (reisliği), baskıya
dayanan ataerkil aile yapısından ayrımlıydı. Ev, Batılılar ve Araplarda
olduğu gibi yalnız kocaya ait değil, kocayla karının ortak malıydı. Bu nedenle
evin erkeğine evin ecesi, evin kadınına da evin kadını
denilirdi. Ailede babanın olduğu kadar, ananın da sözü geçerdi. Ana soyu
ile baba soyu değerce birbirine eşitti. Eşitlik, babanın saygınlığının
ve ona verilen değerin azalması anlamına gelmez; tersine ona, saygıya dayalı
içtenlikli ve daha güçlü bir yetke kazandırırdı.
“Baba
Ocağı”
Eski
Türkler için büyüyüp yetiştikleri ve baba ocağı (törkün) dedikleri aile
çok önemliydi. “Ocağın ateşinin hiç sönmemesi”, dirliğin sürdürülmesi
gerekirdi. Bunun için, büyük ve ortanca kardeşler evlenip ocaktan
ayrılırlar, ancak küçük kardeş kalırdı. Belirli aralıklarla, tüm kardeşler
aileleriyle birlikte, baba ocağında toplanırlar, ataya (babaya) saygı
törenleri yapılırdı. Türkler, yurtları gibi baba ocaklarını
da asla unutmazlar, çok uzakta bile olsalar, ona olan saygılarını, güçlü
bir bağlılıkla sürdürürlerdi.3
Eski Türklerde aileye
gelin gelen kadına her zaman sahip çıkılır; dul kaldığında, kocasının bekâr
kardeşlerinin onunla evlenmesi (kayın alma) toplumsal bir görev olarak
kabul edilirdi.4 Bu davranış, başka toplumlarda görülen, malların
bölünmemesini amaçlayan bir girişim değil, doğrudan kadına gösterilen saygı ve
sahiplenmenin bir ürünüydü. Böyle olmasa töre, kadının miras hakkını kısıtlayan
bir biçimde düzenlenir, mirasın bölünmesi böyle önlenirdi.
Kadının Toplumsal Konumu
Tarihte hiçbir toplum, kadını Türkler kadar erkekle eşit saymamış ve hak tanımamıştır. Her iki cinsin kendilerine ait, karşı cinsten bağımsız görev ve sorumlulukları vardı. Birbiri içine girmekle beraber, kadının ağırlıklı görevi aile içinde, erkeğin ise dışındaydı. Buna karşın, her cins aynı eğitimden geçer, cinsler arasında ayrım, toplumun tüm kesimlerinde yadsınırdı.
Kadının toplum içinde
önemli bir yeri vardır. Bu önem Dede Korkut’ta; “kadın kendini överek
adam olmaz; ancak güzel düşünür, güzel konuşur ve kocasına iyi öğütlerde
bulunursa yücelir”, “kocası onu dinler” biçiminde anlatılmıştır.5
Irk Bitig’de; babanın emir annenin öğüt verdiği görülür,
çocuk isteğine göre birine ya da ötekine uyardı.6 Kadın örtünmez,
haremde kalmaz, erkeğin gittiği hemen her yere giderdi. Erkeklerle bayramlara, şölenlere
ve içkili toplantılara katılır; onlarla birlikte kımız ya da şarap içebilir;
kendisi de şölen düzenler, davetler verebilirdi. Erkek gibi ata biner,
ok atar, öküz arabası kullanırdı. Çin kaynaklarına göre; “kocaları
dama oynarken onlar futbol oynar”, “pazara gittiklerinde, paketleri
kocaları taşır”7 ve “açık bir kibarlıkları vardır”.8
Ama gerekirse ava ve savaşa da giderlerdi. Arap gezginci İbn Arabsah,
Türk kadınları için; “erkekler gibi savaşıyor, kafirlerin üzerine dörtnala
at sürüyorlardı...”, diye yazar.9
Kadının
Özgürlüğü
Kadınların
bu denli özgür ve cinsler arasındaki ayrımın az olması, Türk kadınlarının
kendilerine özen göstermediği, süs ve güzelliklerine dikkat etmediği,
cinselliğe önem vermediği anlamına gelmiyordu. Giysileri son derece renkli ve
süslüydü, zarafete ve alımlılığa önem verirlerdi. Beğenilmeyi severler ve
güzellikleriyle ilgili övgüleri, “memnuniyetle kabul ederlerdi”.
Serbestçe kullandıkları özgürlüklere sahiptiler, ama son derece iffetliydiler.
Ünlü İtalyan gezgini Marco Polo, bir “seyahatname klasiği” olan İl
Millione adlı yapıtında, Türk kadınlarının “ahlaki temizliğini” över
ve onların “tüm dünyanın en temiz ve ahlaklı” kadınları olduğunu söyler.10
Tedirgin
etme (taciz), kadına saldırganlık (tecavüz), evlilik dışı
ilişki (zina) gibi cinsel suçlar Türk toplumunda yok denecek kadar azdı.
Kadına saldırının Türk hukukundaki cezası ölümdü. Cinsel saldırıya
uğrayan kadın toplumdan dışlanmaz, ona sahip çıkılır. Evlilik dışı çocuğu
olursa kadın ulu bir ağaçla evlendirilir, çocuk bu yolla meşrulaştırılırdı.
Günümüzde töre
cinayeti adı verilen olayların Türk töresiyle bir ilgisi yoktur. Basında
sıkça kullanılan bu tanım herhalde, Türk geleneklerini yıpratma amacını
taşımalıdır. Saldırıya uğrayan kadına sahip çıkılırken namusunu korumayan kadın
hoşgörülmez. Eski Türk inancına göre Doğum Tanrısı (Ayzıt), “ne denli
yalvarırlarsa yalvarsınlar, namusunu korumamış kadınların yardımına”
gelmez.11
Kadının
Eşitliği
10.Yüzyılın ünlü
coğrafyacısı al-Balhi, kitâb al-bad va’l-tarih adlı
yapıtında, “Türkler’de kadının erkeğe eşit” olduğunu, toplumsal yaşamın
her alanında “varlığını sürdürdüğünü” ve beğendiği erkeğe “evlenme
teklif edecek denli” özgür olduğunu yazar.12 12.Yüzyıl
tarihçilerinden İbn Cübeyr, “Türk ülkelerinde kadına gösterilen
saygıyı, başka hiçbir yerde”
görmediğini söyler.13
Atatürk’ün Sözleri
Cübeyr’in
saptaması, Osmanlı’nın son üç yüz yılı dışında, Türk tarihinin hemen her dönemi
için geçerlidir. Türklerde kadına saygı, içtenliksiz bir kibarlık değil, yaşam
biçimine yerleşen doğal bir davranıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün,
kadının toplum içindeki yeri konusundaki düşünceleri ve gerçekleştirdiği yasal
düzenlemeler, bu davranışın en somut örneğidir.
29 Nisan 1935’de, Yoksul
Kadınlar Cemiyeti ve Kadın Esirgeme Kurumu hakkındaki görüşlerini
açıklarken şunları söylemiştir: “Yoksul kadın, hiçbir şeyi olmayan kadın
olarak algılanmaktadır. Oysa kadın denilen varlığın kendisi başlıbaşına yüksek
bir varlıktır. Ona yoksul demek, onun bağrından kopup gelen insanlığın
yoksulluğu demektir. Eğer insanlık bu halde ise, kadına yoksul demek uygun
görülebilir. (Ancak y.n.) gerçek bu mudur? Birkaç yüzyıldan beri Türk
kadınlığının anlamı unutulmuş, o, bunca varlığın maddi ve manevi kaynağı olduğu
halde yüzüstü bırakılmış; unutulmuş. Varlığı ve erdemi unutulmuş olan Türk
kadınlığına, ayağa kalkarak hürmetlerimizi göstereceğiz ve bunu
düşünerek Kadın Esirgeme Kurumunu kuran bugünkü Türk kadınlığını ayakta
selamlamalıyız”.14
Peçe,
Çarşaf ve Türk Kadını
14.Yüzyılın ünlü Arap
gezgini İbn Batuda, Seyahatname’sinde, Orta Asya
kadınından övgüyle söz ederken onların “peçe, çarşaf diye birşey
tanımadığını”, “erkeklerle birlikte dolaştıklarını”15,
gerektiğinde “komutan olacak kadar” iyi savaştıklarını söyler. Çin’e
giderken tanıştırıldığı “beyliğine hükümdarlık eden” Ürdüca adlı
bir Türk kızından söz eder ve şunları yazar: “Melike kendisini selamladığım
zaman bana Türkçe ‘huşün misin, hanşi misin?’ yani nasılsın iyi misin diyerek
yanına oturttu. İyi bir Arapçayla konuşabiliyor ve yazıyordu... Hindistan’dan
geldiğimi söyleyince, ‘ben onlara sefer edeceğim ve o ülkeleri zapt edeceğim, oradaki
zenginlik ve asker çokluğu ilgimi çekiyor’ dedi. Bu Melike’nin askerleri
arasında, kadın ve kızların bulunup erkekler gibi savaştıklarını, kendisinin de
erkek ve kadın askerlerinin başında düşmana şiddetle saldırdığını, Nahoda
(geminin kaptanı y.n.) daha sonra bana anlattı”.16
Kadının Siyasi Hakları
Eski
Türkler’de kadının siyasi yaşamda da önemli bir yeri ve kabul edilmiş
kazanımları vardı. O dönemdeki inanç düzenini, erkeğin kutsal kuvvetini
öne çıkaran Toyonizm ile kadına önem veren Şamanizm’in oluşturması,
kadın ve erkek arasında tüzel (hukuksal) olduğu kadar siyasi bir denge de
yaratıyordu.
Toplantılara,
kadın ve erkek birlikte katılırdı. Toplumu ilgilendiren siyasi kararlarda, hakan
kadar hatunun da yetki ve sorumlulukları vardı. Herhangi bir buyruk
yazıldığı zaman, buyruğun uygulanması için hakanın yanı sıra hatunun
da imzası olması gerekiyordu; hatunun imzası eksikse o buyruğa
boyun eğilmezdi.
Hakan,
yabancı ülke elçilerini tek başına kabul etmezdi. Elçiler, hakanın
sağda, hatunun solda oturduğu devlet kurulunda, huzura kabul
edilirlerdi. Şölenlere, genel toplantılara (kengeş), kurultaylara,
dinsel törenlere; hatun, kesinlikle hakanla birlikte katılır ve
bu toplantılarda herhangi bir örtünme kuralına bağlı olmazdı.
Hakanın
yönetimdeki ortağı olan hatunun ünvanı Türkan’dı. Türkan,
hepsine birden hatun denilen hakan soyunun prensesleri içinden
seçildiği için, ona da yalnızca hatun deniliyordu.17 Göktürk
Hakanı Gültekin Han’ın devlet yönetimini eşi Kutlulu Sultan ile
paylaşması18, konuyla ilgili ilginç bir örnekti ve göstermelik bir
değer vermeye değil, kesin olarak Kutlulu Sultan’ın iyi yetişmiş,
yetenekli bir yönetici olmasına dayanıyordu.
Araplaşma
ve Değişen Konum
Kadının
toplumdaki yeri, özellikle Arap kültürüyle ilişkiye geçildikten sonra önemli
oranda değişti ancak hiçbir zaman eski Türk geleneklerinden tam olarak
kopulmadı. Eski yaşam biçimleri ve alışkanlıklar, önemli oranda korundu. Yeni
durumun koşullarına uyulsa da bu uyum, Prof.Osman Turan’ın deyimiyle, “çok
yüzeysel” kaldı.19
Anadolu
Türkleri’nde kadınlar, eskisi kadar olmasa da toplumsal yaşam içindeki önemli
yerlerini korudular. Özellikle nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan kırsal
kesimde, üretimden ve ev dışı yaşamdan kopmadılar. Prof.Fuat Köprülü’nün
bilgilerini Aşık Paşazade’den aktardığı ve Anadolu’da etkili bir kadın
örgütü olan Kadınlar Örgütü (Bâcıyan-ı Rûm), kadınların Türk toplumu
içindeki etkisini gösteren ilginç örneklerden biridir. Memlûklar
döneminde Mısır’da, yalnızca kadınların katıldığı tekkeler kurulmuştu. Selçuklu
döneminde Konya’da kadınlar, tarikat şeyhlerine bağlanıyor ve örtülü de olsa
onların meclislerinde bulunuyorlardı. Dülkadir Beyliği’nin, “otuz
bin erkek ve otuz bin kadından” oluşan bir ordusu vardı.20
Kadınların
orduda görev alması ya da bağımsız birimler olarak savaşlara katılması,
yalnızca Dülkadir Beyliği’nde görülen bir olay değildir. Türk tarihinin
hemen her döneminde ve özellikle Kurtuluş Savaşı gibi milli varlığın tehlikeye
düştüğü dönemlerde kadınlar, herhangi bir görevlendirmeyi beklemeden, kendiliğinden
silahlı mücadeleye katılmışlardır.
İspanya’da Müslüman
fethini başlatan (711) Türk komutan Tarık bin Ziyad’ın21 ordusunda,
savaşçı kadınlardan oluşan birlikler vardı.22 Kırım Savaşı’nda
(1853) Kara Fatma, Türk-Rus Savaşı’nda (1877) Erzurumlu Nene Hatun,
Kurtuluş Savaşı’nda Fatma Seher (İzmit dolayları), Ayşe Hanım
(Aydın), Tayyar Ramiye Hanım (Adana), Yirik Fatma
(Gaziantep), Fatma Kadın (Mudurnu), Makbule Hanım (Gördes), İstanbullu
Saime Hanım; çeteler kurarak ya da kurulmuş çetelere katılarak savaşan ünlü
kadınlardan bir bölümüdür.23
DİPNOTLAR
1
“Orta Asya”
Jean-Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001,
sf.47
2
Çin Belgeleri
(Jul.Doc:1-9) Sencer Divitçioğlu, “Kök Türkler” Yapı Kredi Yay.,
İstanbul-2000, sf.168
3
“Türkçülüğün
Esasları” Z.Gökalp, Kum Saati
Yay., 2001, sf.178-179
4
“Tarih I,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.B.as, sf.46
5
“Orta
Asya-Tarih ve Uygarlık” J.Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.273
6
a.g.e. sf.273
7
a.g.e. sf.273
8
a.g.e. sf.273
9
a.g.e. sf.273
10
“Tarihte
Türklük” Prof.Dr. Laszlo
Rasonyı, Türk Kültürü Araştırma Ens. Yay., Ankara 1988, sf.58
11
“Türklüğün
Esasları”, Z.Gökalp, Kum Saati
Yay., İstanbul, sf.182
12
“Arap
Milliyetçiliği ve Türkler” Prof. İlhan
Arsel, Kaynak Yay., 5.Bas. 1999, sf.243
13
a.g.e. sf.243
14
“Atatürk’ün
Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Baskı, İstanbul -997, sf.254
15
a.g.e. sf.243
16
“Tarih IV,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Basım 2001, sf.271-272
17
a.g.e. sf.180
ve “Gök Türkler’de İdari ve Sosyal Yapı” Prof.Dr.Ahmet Taşağıl,
Bilim ve Ütopya Dergisi, Şubat 2003, Sayı 104, sf.25
18
“Arap
Milliyetçiliği ve Türkler” Prof.
İ.Arsel, Kaynak Yay., 5.Bas. 1999, sf.243
19
“Nasıl Müslüman
Olduk?” Erdoğan Şahin, Başak Yay.,
3.Bas., Haz.1994, sf.206
20 “Le Voyage
d’outre-mer”, Bertrandon de la Broquiére, sf.82; ak.Prof. Fuat Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu”
Ötüken Yay., İst.-1981, sf.159-160
21
“Tarih II,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.133
22
“Kurtuluş
Savaşı’nda Kadın Askerlerimiz”, Fevziye Abdullah Tansel, Cumhuriyet Aydınlanma Dizisi 190, sf.10
23
a.g.e. sf.11,
15, 39, 60 ve 75
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder