Birinci Dünya
Savaşı’ndan önce azgelişmiş ülkelerin hemen tümü, emperyalizme bağımlıyken;
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünyanın neredeyse yarısı bağımsızlığına
kavuştu. Kimi gelişkin ülkelerde, düzeni değiştireceğini söyleyen ve yüzde 30
oy alan komünist partiler ortaya çıktı. Bu durumda, pazar daralması ve
yetmezlik nedeniyle ortaya çıkan ve yeni paylaşım istekleri doğuran pazar
çatışmasının, dünya savaşına yol açmadan ya da savaşları bölgesel düzeyde
tutarak, düzeni yürütmenin yolları arandı. Bu arayış, kalıcılığı olan somut bir
sonuca ulaştırıldı ve dünya ticaretine yeni bir biçim verildi. Yeni Dünya Düzeni
denilen küresel işleyiş bu çabanın sonucu olarak ortaya çıktı.
Savaşın Gerçeği
Yirminci
yüzyılda, yirmi bir yıl arayla ortaya çıkan iki dünya savaşı, iki temel
gerçeğin geniş kitlelerce görülüp kavranmasına yol açtı.
Birincisi;
dünyadaki tüm çatışmaların kaynağı ve yürütücüsü, doyumsuz pazar gereksinimi
içindeki sanayileşmiş ülkelerdir, emperyalizmdir. Dünya politik yaşamına yön
veren bu ülkeler, kendi aralarındaki ekonomik çekişmeyi, silahlı eyleme
dönüştürmekte ve insanlığı toplu bir çatışmanın içine sokabilmektedir.
İkincisi;
çatışmalardan çıkarı olmamasına karşın savaşın yükünü çeken dünya halkları, bu
ilişkilere karşı çıkmakta ve giderek artan biçimde anti-emperyalist bir savaşım
içine girmektedir. Bu durum, daha çok kazanç için çatışmaya giren ülkelerin
yitiklerini arttırmakta ve bunların bir bölümü çatışma öncesi konumunu bile
koruyamaz duruma getirmektedir.
Kapitalizmin Doğası
Şirketlerin
varlıklarını sürdürebilmeleri için, üretimi sürekli arttırmak zorunda olması
kapitalizmin doğası gereğidir. Üretim artışı ise doğal olarak pazar artışı
demektir. Sürekli artan üretime, sürekli pazar artışlarıyla yanıt verebilmek,
sınırları belli olan bir dünyada nasıl olanaklı olabilir?
Böyle
bir yol bularak kapitalist-emperyalizmi, insanlığı geliştiren, kalıcı ve
evrensel bir düzen durumuna getirmek kuşkusuz olanaklı değil. Böyle olsa, iki
büyük dünya savaşı ve sayısız bölgesel savaş ile yüksek yoğunluklu ekonomik ve
siyasi çatışmalar ortaya çıkmaz; dünya üretim, ticaret, bilim, spor ve sanatla
uğraşan insanların yaşadığı bir yer olurdu. Bilinen bir gerçektir ki, dünya
savaşlarını büyük ülkelerin ‘kötü amaçlı’
yöneticileri değil, nesnel koşullara dayalı ekonomik zorunluluklar çıkarmıştır.
Emperyalist sistemin
sözcüleri, ideologları, politikacıları, şirket yöneticileri ve tümünün
haklarını savunmakla görevlendirilmiş hükümet yetkilileri, pazar sorununa yeni
bir çözüm bulunması gerektiğini görüyordu. Bunun için yoğun ve kararlı bir çaba
içine girdiler. Ya çözüm bulunacak ya da yeniden savaşılacaktı. Oysa, dünyanın
3. bir dünya savaşına dayanabilecek gücü artık yoktu.
Savaşın Götürdüğü
Kapitalist
ülkelerin tümü, biri hariç, İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük güç yitiğiyle çıktı.
Yenen ve yenileniyle tüm Avrupa ve Japonya eski güçlerinden çok uzaktı.
İngiltere ve Fransa yenen konumundaydı ancak ekonomileri büyük yara almıştı.
Almanya ve İtalya, insanları açlık ve yoksulluk içine düşmüş birer yıkıntı ülke
durumuna gelmişti.
Savaşı,
ülkesini ondan uzak tutarak ekonomik büyümenin aracı olarak kullanan tek ülke
ABD oldu. Bu ülke, altı yıl boyunca savaş tüketimini karşılayarak, büyük bir
ekonomik güce ulaşmış ve enüstün (süper) güç olmuştu. Dünyaya yeni bir biçim
vermek için gerekli olan birikim ve yetkeye bu ülke sahipti.
ABD bu işi,
gereksinimi olduğu için istekle üstlendi. Gelişmiş kapitalist ülkeler arasında
oluşacak yeni bir silahlı çatışmayı, en azından ileri tarihlere erteleyecek,
yeni bir dünya düzeninin oluşturulmasına girişti. Bunun için, siyasi ekonomik
ve askeri alanda, ulusal ve uluslararası ölçekli belirleyici kararlar aldı;
kararlar doğrultusunda küresel boyutlu örgütlenmelere gitti. Günümüzde hemen
herkesin yakındığı, Yeni Dünya Düzeni böyle
oluştu.
Yeni Dünya Düzeni
Yeni Dünya Düzeni;
kapitalizme yönelik yapısal dönüşümleri gerçekleştiren ya da uluslararası
ilişkileri “demokratikleştiren”,
serbest piyasa ekonomisi uygulayan, dünya ticaretini serbestleştiren, dünyayı
herkes için küçülten yeni bir düzen değildir. Uygulamalarda egemen olan
anlayış, bu tür eğilimlerin tam karşıtıdır. Yeni
Dünya Düzeni, yenen ve yenileniyle
gelişmiş ülkelerin çıkarlarını birleştirerek emperyalist ilişkilerin
geliştirilmesi ve azgelişmiş ülkeler üzerindeki egemenliğin sınırsız duruma
getirilmesidir. Kaba çerçeve budur...
Yeni Dünya Düzeni’ne, belirli çevreler; ‘post
modern çağ’, ‘bilgi çağı’, ‘bacasız sanayi çağı’, ‘endüstri ötesi çağı’, ‘insan hakları ve özgürlükler çağı’ ya
da ‘tarihin sonu’ dese de bu çekici
sözler ve yapay yaymacalar gerçekleri değiştirmiyor. Gününü doldurmuş bir
üretim biçimi, güce dayalı yöntemlerle sürdürülmeye çalışılıyor ve dünyanın çok
büyük bölümünü, açlık, yoksulluk ve gerilik içine sokuyor.
Yeni
Egemenlik Biçimi
Egemenlik
yöntemi olarak sömürgeci uygulamaların deney ve birikimlerinden yararlanılmakla
birlikte, Yeni Dünya Düzeni’nde kökleşik (klasik) sömürgecilikten
vazgeçilmiştir. Ulusal uyanışı hızlandıran, kendi ülkesinde toplumsal tepki
oluşturan sömürgeci yönetim biçimi yerine, yarı
bağımsız yönetim biçimi geliştirildi.
İşbirlikçiler
aracılığıyla sürdürülen yeni yönetim biçimi, tüm dünyaya yayıldı ve 2.Paylaşım
Savaşı’ndan sonra bu nitelikte, yüzden fazla yeni ‘bağımsız’ ülke ortaya çıktı. Belçikalı ekonomist Ernest Mandel bunu şöyle dile
getiriyor. “İkinci Dünya Savaşından sonra
gelişmiş kapitalist ülkelerin eski sömürgeleri, emperyalist sistem içinde bir
dizi değişiklik gerçekleştirerek siyasi bağımsızlıklarına kavuşturuluyordu.
‘Yarı Sömürge’ diye adlandırılan bu ülkelerde ekonomik bağımlılığın sürdüğü ve
yaratılan değerlerin büyük ölçüde gelişmiş ülkelere aktarıldığı bu döneme
‘yeni-sömürgecilik dönemi’ denilmektedir”.1
Toplumların; bağımsız
gelişme gücünü yok eden, ulusal değerlerini eriten ve onları yarı-sömürge durumuna
getiren, bu yeni ilişkide; söylemde demokrasi, eylemde kandırma ya da korkutma
geçerli yöntemler oldu.
Azgelişmiş Ülkelere Yönelik Tutum
Yeni
Dünya Düzeni’nde,
azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülke pazarları gelir alanı olduğu için,
emperyalizme karşı gelişecek ulusal bağımsızlık eğilim ve eylemleri, birincil çekince kabul edildi.
Sosyalist ülke
pazarlarına girilemediği için, azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler yeni
düzenin gelir alanıydı. Bu nedenle, bu ülkeler üzerine, geleneksel sömürgecilik
yöntemlerinden daha ağır ve dizgeli bir baskı uygulandı. Bu baskı; ulusların
tarihsel geleneklerini, yerel alışkanlıklarını ve bağımsızlık eğilimlerini yok
eden, silahsız, yaygın ve etkili bir baskıydı.
Kentsoylu Demokrasisinin Sonu
Yeni Dünya Düzeni’ne
karşı çıkan hiçbir düşünce ve eylem türü bağışlanmaz, değişik yöntemlerle
cezalandırılır. Güce ve eşitsizliğe dayanıldığı için, demokrasiye ve insan
haklarına asla yer vermeyen bu düzen, dünyayı bir ‘halklar hapishanesine’ dönüştürmüştür.
Düzene karşı en ufak
bir karşı çıkış ya da yansızlık eğilimi, ‘hür dünya’ ve onun
öncüsü ABD çıkarları için çekince sayılır ve yok edilir. Etki alanlarında ve
emperyalist merkezlerde oluşan değer yargıları, Yeni Dünya Düzeni yandaşlığının niteliğini belirler. Toplumun her alanında,
yükselmenin ve etkili olmanın ölçütü, bu düzene inanç ve bağlılıktır. İş
yaşamı, politik ortam ve devlet kadroları bu tür insanların denetim ve
yönlendirmesi altındadır.
Şirket Egemenliği
Yeni
düzenin ekonomik dayanakları olan tekelci şirketler, hükümet destekleri ve
ayrıcalıklı yatırım kolaylıklarıyla desteklenir. Bunların büyüme ve tekelleşme
istemi, birleşmeler ve şirket evlilikleriyle giderilir. Amaca yönelik, ulusal
ve uluslararası yeni yasal düzenlemeler ve anlaşmalar yapılır.
Uluslararası mali
sermayenin, küresel ölçekte gelir getiren aracılar durumuna gelmesi için, her
türlü yurtiçi-yurtdışı düzenleme yapılır ve yaptırılır. Parayla para kazanılan
vurguncu ilişkiler, ekonomik etkinliğin belirleyici öğesi olur. Ortaya,
yalnızca ekonomik değil, politik alanda da belirleyici olan, üretimden kopuk
dev boyutlu mali şirketler çıkar.
Ortak Pazarlar
İkinci
Paylaşım Savaşı öncesinde her büyük ülke, sömürgelerini ya da etki altına
aldığı ülke pazarlarını, yalnızca kendisi kullanıyor, başka bir ülkenin bu
pazara girmesine izin vermiyordu. Bu işleyiş, küçük birimler oluşturan
pazarların verimliliğini azaltıyor, büyük devletler arasında çatışma eğilimini
yükseltiyordu.
Ulusal pazarlar
birleştirilerek büyütüldü ve uluslararası ortak kullanıma açıldı. Dünyanın
çeşitli yerlerinde, her ülkenin gücü oranında söz sahibi olduğu ortak pazarlar oluşturuldu. Ulusal pazar
gücü bu yeni ekonomik birliklere girmeye değer görülen ülkeler, serbest piyasa
ekonomisinin ‘erdemlerine’
inandırılarak, olmazsa zorlanarak buralara sokuldu.
Yenik Ülkelere Yaklaşım
2.Dünya
Savaşı sonrasında, yenik düşen Almanya, Japonya ve İtalya’ya; yeniden sorun
olmaması için, Versailles mantığıyla
yaklaşılmadı. Uransal gizilgücü (potansiyeli) ve köklü üretim geleneği olan bu
ülkelerin gelişme isteği, güç kullanılarak bastırılmadı. Kısıtlayıcı bir dizi
önlem almak, önlemlerin uygulanmasını denetlemek ve savaş endüstrisinden uzak
tutulmak koşuluyla, yeni düzen içinde yer almalarına izin verildi.
Uzun süren Soğuk Savaş’a karşın herhangi bir askeri
gideri olmayan bu ülkeler, durumdan yararlanmasını bildi ve yeniden büyük ekonomik
güç durumuna geldi. 21.Yüzyıla girerken henüz, dünya pazarlarından pay isteyen
saldırgan askeri düşmanlar değillerdi ancak ABD’nin ekonomik rakibi olmuşlardı.
Küreselleşme Emperyalizmdir
Yeni Dünya Düzeni,
üretim ilişkilerinin yapısal dönüşümüyle oluşan yeni bir üretim biçimi
değildir. Gelişen teknolojinin de yardımıyla, tekel egemenliğinin derinleşmesi,
yoğunluk ve yaygınlık kazanmasıdır. Güçsüzleşen emperyalizmin, varlığını
sürdürebilme önlemidir.
Temel yapısı ve
işleyişi, Birinci Dünya Savaşı öncesinden ayrımlı değildir, ayrım yalnızca
yoğunlaşan uluslararası sömürünün yeni ve gelişkin araçlarla sürdürülüyor
olmasıdır. Amerikalı ekonomist Jeffrey
T. Bergner’in görüşleri şöyledir: “20.yüzyıla
girerken, dinamik, yeni sanayileşmiş üç ülke, İngiliz İmparatorluğu’nun
üstünlüğüne kafa tutmaya başlamıştı. Özellikle sanayi çağına pek uygun düşen bu
üç ülke, ABD, Almanya ve Japonya idi. İki dünya savaşından, Rusya’daki Marksist
deneyimden ve sömürgeciliğe karşı mücadelelerden sonra, 20.yüzyıl hemen hemen
başladığı gibi bitiyor; Almanya, Japonya ve ABD arasındaki ilişkiler bir kez
daha dünyanın geleceği açısından belirleyici olacaktır”.2
DİPNOTLAR
1 “O’Conor, 1970:115-121” Mandel 1975: 343-6 ak. Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.82
2 “The New Super Powers:Germany, Japan, The V.S. and new World Order”
Jeffrey T. Bergner, New-York 1991
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder