Emperyalizme karşı bağımsızlığını elde
edemeyen azgelişmiş bir ülkede, ne ulusçu ne de toplumcu siyaset egemen
olabilir. Ulusçuluk ve toplumculuk, günümüzde birbiri içine girerek, evrensel
boyutlu bir siyasi savaşım türünü ortaya çıkarmıştır. Ezilen ülke devrimciliği;
anti-emperyalist niteliği nedeniyle ulusçu, anti-feodal niteliği nedeniyle de
demokratiktir. Bu özellik, ulusal bağımsızlık savaşlarını milliyetçiliğin dar
kalıbından çıkarır ve ona uluslararası bir boyut kazandırır.
Bütünün
Parçaları
Sömürgeciliğe ve emperyalizme karşıtlık,
ulusal kurtuluş savaşlarının ortak özelliğidir. Bu özellik, ezilen ulusları
birbirine yakınlaştırır ve savaşımlarına uluslararası boyut kazandırır. Dünyaya
yayılan emperyalist ülkeler, daha önce aralarında herhangi bir ilişki olmayan
bu ülkeleri, ister istemez birbirlerine bağlar ve onları yürürlükteki dünya
düzeninin parçaları haline getirir. Parçaları bütüne bağlayan birleştirici güç,
kurduğu tecimsel (ticari) ilişkilerle emperyalizmin kendisidir.
Bağımsızlık
için savaşan ulusların birbirine dayanışmacı bir yakınlık duymasının nedeni,
emperyalizmin boyunduruğu altında olmalarıdır. Bu uluslar, ilişkiler ağının
zorunlu sonucu olarak, ortak bir düşmana sahip olmanın yarattığı dayanışma ruhu
içindedirler. Ulusal bağımsızlık savaşlarının milliyetçiliğin dar kalıbından
çıkarak uluslararası boyut kazandırmasının nedeni, toplumda karşılığı olan bu
dayanışmadır.
Ulusal Devinimlerin Ortaya Çıkışı
Sanayileşen ülkeler, 19.yüzyılın ikinci
yarısında, sömürgelerine mal yanında sermaye de göndermeğe başladılar.
Buralara, yatırılan sermayenin ve mal satıp hammadde götürmenin gerekli
kıldığı; ulaşım, iletişim ve enerji alanlarında yatırımları yapıldı; üretim
birimleri açıldı. Yatırımlar, sömürge tipi de olsa ister istemez
kapitalizmin görece gelişmesine yol açtı. Bu gelişme, o güne dek salt yabancı
düşmanlığına dayalı bilinçsiz yerel tepkilerin, giderek ulusal bilince
dönüşmesine yol açtı ve ulusal bağımsızlık hareketleri ortaya çıkmaya başladı.
Ulusçuluk
ve ulusçu savaşım, 20.yüzyılda beklenmedik bir hızla güçlenerek yayıldı ve
başarılı sonuçlar elde etti. Sanayileşmiş Batı ülkelerinde, uluslaşmanın itici
gücü ekonomi olurken, sömürgelerde bu güç; ağırlıklı olarak, işgale karşı tepki
ve yerel gelenekler oldu.
Yerel
Tepkiden Emperyalizm Karşıtlığına
Sömürgecilere karşı yerel tepki her dönemde
vardı. Şiddet kullanılarak kolayca bastırılan bu tepkinin ulusçuluğa yönelmesi,
Avrupa’dakiler dışında, 20.yüzyıla girerken başladı. İdeolojik, politik ve
örgütsel yetmezlik içinde, aydın çevrelerle sınırlı kalan bu dönemin
ulusçuları, kitlelere öncülük edecek güçten uzaktı. O günlerde Avrupalı
devletlere özellikle de İngiltere’ye karşı gelmeyi, kimse göze almıyordu. Avrupalılar
yenilemezdi, yapılacak en iyi iş onlarla uzlaşmak ve iyi geçirmekti. Dönemin
en “inançlı” ulusçuları bile böyle
düşünüyordu.
Emperyalist
işgalin gerçek niteliğini kavrayıp, tam bağımsızlığı amaçlayarak, emperyalizme
karşı tek başına savaşıma girişen ve bunu başaran ilk ulusal savaş, Türk
Kurtuluş Savaşı’dır ve Türk Devrimi’nin dünya siyasetine yaptığı etki,
sanıldığından çoktur. Dünya’nın tüm geri kalmış ülkelerini kuşatan emperyalist
zincir ilk kez Türkiye halkasından koparılmış ve daha sonra arkası gelmiştir.
Türk
Devriminin Önemi
Ulusal Bağımsızlık savaşımları, Türk
Devrimi’nden değişik oranlarda, etkilenmiştir. Ancak, bunlardan hiçbiri, her
alanda ulusal siyaset belirleme ve belirlenen siyaseti uygulama konusunda, Türk
Devrimi’nin gösterdiği başarıya ulaşamamıştır. Bu nedenle bağımsızlık
savaşımlarının tümü uzun sürmüş, yitikleri ağır olmuştur. Oysa, Türk Kurtuluş
Savaşı, sahip olduğu önderliğin yönetimdeki başarısı sayesinde 3,5 yıl gibi
kısa bir sürede kazanılmıştır.
Ülkeyi ve halkı tanıma, ona güvenme, dünya siyasetini ve
bölgesel sorunları kavrama, ideolojik bağımsızlık, erişilen tarih
bilinci, köktenci anti-emperyalist tavır, özgüven ve tam
bağımsızlıkta kararlılık, ulusal birliği sağlama becerisi ile askeri ve
siyasi örgütlenme yeteneği… Kemalist önderliğin bu nitelikleri, değişik
ülkelere değişik oranlarda esin kaynağı olmuş ancak tümünü birden yaşama
geçirebilen bir önder kadro, her hangi bir ülkede ortaya çıkamamıştır.
“Mazlum”
Ülkeler ve Mustafa Kemal
Türk Devrimi’nin, sömürge ve yarı sömürge
ülkelere örnek olması, buralardaki ulusçu devinimlerin anti-emperyalist politik
akımlar durumuna gelmesine yol açmıştır. Anadolu’daki Türk zaferi,
Endonezya’dan Fas’a, Hindistan’dan Etyopya’ya, Tunus’a, Yemen’e dek pek çok
ülkede kitle eylemleriyle kutlanmıştır.1
Tunus’ta, Cezayir’de, Mustafa Kemal’in
resimleri gazetelerden kesiliyor, duvarlara yapıştırılıyordu.
Malezya’da dükkanlar Mustafa Kemal’in
posterlerini satıyor ve Malezya’lı gençler bunlardan satın alıyor ve halka
dağıtıyordu.2
Tunus’ta Kemal Paşa resimleri,
geleneksel cam üzerine boyama sanatının konularından biri olmuştu.3
Afrika’da insanlar, Türkiye’nin haritadaki
yerini bilmiyordu ama Mustafa Kemal’i biliyordu.4
Bütün bunlar, okuma yazma bilmeyen
toplumlarda ve insan resminin dince yasaklandığı ülkelerde oluyordu.
Mustafa Kemal imgesinin yarattığı büyük etki,
Türkiye’nin adını yüzmilyonlarca insan için özgürlük savaşımıyla eşanlamlı
duruma getirmişti.5
İngiliz
tarihçi Arnold J.Toynbee’nin 1923 yılındaki görüşleri, Türk Devrimi’nin
yalnızca Türkiye’yle sınırlı kalamayacağı yönündeydi: “Türk ulusu kendisi
için savaşırken aynı zamanda yoksul ülkelerin de savaşını vermiştir. Kendisine
karşı kabaran sel sularını, Ankara kapılarında durdurarak, İzmir’e, Trakya’ya
ve İstanbul’a doğru süren Türkler’in başlattığı yeni akım, belki de Irak,
Suriye, Filistin, Mısır, Tunus, Cezayir ve Hindistan’a dek etkisini sürdürecek
ve bu ülkeleri kaplayan Batı selini sürükleyip götürecektir”.6
Mustafa
Kemal Değerlendirmeleri
Alman yazarı Dagobert Von Mikusch’un
Mustafa Kemal değerlendirmesi şöyledir: “Doğunun bu büyük reformcusuna,
eğer deyim yerinde ise, bu uluslararası ulusçuya, tarih iki çağın eşiğinde
kendine layık olduğu önemli yeri vermiş ve buradaki başarıları O’nun tarihsel
ödevi olmuştur”.7
Yunanistan Başbakanı Mihail Metaksas’ın:
“Atatürk’ün devlet yönetimi ve yaptığı devrimler, yalnız Türkiye’yi değil,
bütün dünyayı etkilemiştir”8 biçimindeki görüşleri de aynı
yöndedir.
Etyopya’lı büyükelçi Osman Muhammet’e
göre, Afrika’da özgürlüklerine kavuşmuş olan 42 ülke bunu Atatürk’ün
Bağımsızlık savaşımından hareket ederek sağlamıştır.9
Kemalist
Devrim, Güney Amerika ülkelerinde de geniş yankı uyandırmıştır. Buna karşın,
Latin Amerika’nın yetiştirdiği en önemli marksist düşünür Jojé Karlos
Mariatégui, 1924’de yayınlanan eserinde, Türk Devrimi’nin devrimci niteliğini vurgulamış ve
övmüştür.10
Bağımsızlık
Devinimleri Yayılıyor
Ulusçuluğun yayılması 1920’den sonra
yoğunlaşmış ve kısa sürede bağımsızlık savaşlarına dönüşmüştür. Bilinç düzeyi,
yabancı düşmanlığıyla sınırlı eskinin köylü direnişçileri bu süreçte, politik
tavırlı kurtuluş savaşçıları ve inançlı yurtseverler haline gelmiştir. Dünya
nüfusunun yarıdan çoğu, 40-50 yıl içinde, savaşarak bağımsızlığına kavuşmuştur.
Güç kullanarak önlenemez olduğu görülen bu
hızlı gelişme, emperyalist ülkelerin, uluslararası ölçekli yeni politikalar
üretmelerine yol açmıştır. Yeni Dünya Düzeni böyle doğmuştur.
Yeni
Dünya Düzeni’nin özü; Dünya egemenliğinin, askeri işgal ve açık şiddeti
sınırlandırarak yerine, ondan daha etkili olan, ekonomik ve siyasal
bağlantılarla sürdürülmesidir. Sömürgelerin yarı-sömürge, bağımsızların
yarı-bağımsız duruma getirilmesidir.
Sınıfsal Değil Ulusal
20.Yüzyıl’daki ulusal bağımsızlık
mücadelelerinin kanıtladığı belki de en önemli sonuç; bu savaşımın, sınıfsal öncelikleri
temel alan bir anlayışla değil, ulusal nitelikte program ve stratejilerle
yürütülmek zorunda olunmasıdır.
Özellikle Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan
ideolojik belirlemeler nedeniyle, ulusal hareketler içinde yayılan ve maddi
temeli olmayan ideolojik öncelikler, ulusal savaşım için son derece zararlı
olmuştur. Anti-emperyalist erekle birleştirilmesi gereken tüm ulus güçleri, bu
tutum nedeniyle bir araya getirilememiş ve ulus birliği tam olarak
sağlanamamıştır. Bu da, savaşımın uzamasına, yitiklerin artmasına yol açmıştır.
Benzer
yaklaşım kimi ülkelerde, bağımsızlıktan sonra da sürdürülmüş, bu nedenle kısa
süre içinde, yönetimi koruma ve kurulan yeni düzeni sürdürme sorunuyla
karşılaşılmıştır.
Dünyanın
Durumu
21.Yüzyılda, dünya, azgelişmiş ülkeler
açısından 20.yüzyıl başlarına benzer bir görünüm veriyor. Üç büyük ülke; ABD,
Almanya ve Japonya ile bunların çevresindeki üç ülke, İngiltere, Fransa ve
İtalya yoğun bir ekonomik yarış içindeler. Bu ülkeler, dünya ekonomi ve
siyasetine yön veriyor ve askeri üstünlüğü şimdilik tartışılmaz gözüküyor.
Kağıt üzerinde siyasi bağımsızlığı olan ancak
ekonomik bağımlılık içindeki 150’yi aşkın azgelişmiş ülke, giderek güç
yitiriyor. Gelir düzeyleri düşen, yaşam koşulları bozulan ya da işsiz kalan
kitleler; ulusal haklarını, kimliklerini, kültürlerini ve yerel geleneklerini
yitirip hızla yoksullaşıyor. Ulus-devletler güç yitiriyor.
Buna
karşın, küresel egemenler; Ulusçuluğun aşıldığı, 21.yüzyılda ulus devletler
yerine, etnik ve dinsel öğelerin etkin olduğu yerel toplulukların geçerli
olacağını söylüyor. “Tarihin sonu” diye tanımlanan “küresel uygarlık”,
kutsanıyor, başka bir seçeneğin olamayacağı ileri sürülüyor.
Gerçek Nedir
Gerçek bu mudur? İnsanlık böyle bir “uygarlık”
düzeyine ulaşmış mıdır? Söylenenlerin bir değeri var mıdır?
Günümüz dünyasının böyle bir noktadan çok
uzak olduğu açık. Ulus-devletler, doğal yaşam sürelerini henüz doldurmuş
yapılar değil. Dünya bir çatışmalar arenası durumunda. Her ülkenin, özellikle
azgelişmiş ülkelerin, korunup güçlenmesini için ulus devlete gereksinimleri
var. Bu gereksinim onların varlık sorunu.
Gelişmiş
ülkeler kendi devlet yapılarını sürekli olarak güçlendirmekte ve
yetkinleştirmektedir. Günümüzdeki ulus devlet karşıtı gelişmeler, azgelişmiş
ülkelerdeki devletlerin doğal süreçle ortadan kalkması değil; değişik araç ve
yöntemle ortadan kaldırılmasıdır.
21.Yüzyıl
Baskı altına alınmış olsa da 21.yüzyılda,
ulusal duygularda bir yükseliş yaşanmaktadır. Güce ve sömürüye dayalı uluslararası
ilişkiler, baskıcı yönetimler ve büyük boyutlu eşitsizlikleriyle bugünün
geçerli dünya düzeni, sürgit egemenliğini koruyamayacağı görülüyor.
20.Yüzyıl başında emperyalizmi ve yöntemleri
anlamağa çalışan insanlar bugün, küreselleşmenin ne olduğunu öğrenmenin çabası
içinde. O gün, demiryolu ayrıcalıklarını, kapitülasyon koşullarını, Düyun-u
Umumiye vergilerini ve konsolosluk mahkemelerini tartışan yurtseverler; bugün,
yabancı sermaye yatırımlarını, özel ticari anlaşmaları, gümrük birliklerini, özelleştirmeleri
ve Çok Taraflı Yatırım Anlaşmalarını tartışıyor.
Nobel
ödüllü ünlü ekonomist Norman Engell, 1910 yılında; “Uluslararası finans, ticaret ve endüstri o derece
bütünleşmiştir ki... Siyasi ve askeri iktidar artık, gerçek yaşamda çok az şeye
egemendir” diyordu.11 Bu sözler 106 yıl önce söyleniyordu.
20.Yüzyıl, gerçekten uluslararası finansın her şeye egemen olduğu bir yüzyıl
oldu. Öyle olmayı bugün de sürdürüyor. Ulusal Kurtuluş hareketlerinin
güncelliğini korumasının nedeni budur.
DİPNOTLAR
1 “Kemalizm
ve İslam Dünyası” İ.Gökalp-F.Georgeon, Arba Yay., sf.26
2 A.C.
Milner, sf.157 ak. a.g.e. sf.27
3 “Travaux
et Recherches en Turquie” J.L.Bacque, 1982, sf.188-199 ak. a.g.e. sf.27
4 “Tek
Adam” Ş.Süreyya Aydemir, Remzi Kitapevi, 9.Baskı 1983, sf.419
5 “20.Yüzyıl
Başında Cezayirlinin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye” Benjamin
Stora, “Kemalizm ve İslam Dünyası” İskender Gökalp-Francoıs Georgeon,
Arba Yay., sf.180
6 Asia
Dergisi, Ekim 1923, Arnold J.Toynbee “Atatürk İçin Diyorlar ki” Selahattin
Çiller, Varlık Yay., sf.101
7 “Türk
Dili 1964”, XIV.Cilt, sayı 158 ak. “Atatürk İçin Diyorlar ki” Selahattin
Çiller, Varlık Yay., sf.187
8 “Ulus”
23 Kasım 1938, ak. a.g.e. sf.228
9 “Cumhuriyet”
23 Ocak 1973 ak. a.g.e. sf.110
10 “La
Révolution Turque et I’Islam” Jojé Carlos Mariatégui Lima 1924, ak.Prof.Taner
Timur “Türk Devrimi ve Sonrası” İmge Kit., 3.Bas. 1994 sf.299
11 “POWER
Ocak 1999” Aybim Bilgisayar, garildi.yore.com.tr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder