12 Kasım 2018 Pazartesi

MUSTAFA KEMAL’İN İSTANBUL GÜNLERİ: KURTULUŞ SAVAŞI HAZIRLIKLARI



Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 Çarşamba günü İstanbul’a geldi. Burada bulunduğu altı ay boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her kapıyı çaldı.” Güvenilir bulduğu yetki sahiplerine, “askeri birlikleri terhis etmemelerini” ve işgal güçlerine olabildiğince, “örtülü engeller çıkarmalarını” söylüyordu. Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz ve yetersiz görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla bile konuştu. İstanbul’da kaldığı süre içinde, Vahdettin’le dokuz, Sadrazam Damat Ferit’le iki, Harbiye Nazırları Şakir ve Abdullah Paşalarla birer ve Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le bir kez görüştü. Sir W. Birdwood, Kont Sforza ve Rahip Frew’la bir araya geldi. “Türk milletini kurtarmak için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru saymıyordu.” Ülkeyi esenliğe çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze almıştı. Gerçek düşüncelerini büyük bir sabırla saklı tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle, konuşuyordu.


Yorgun Savaşçı

Mustafa Kemal İstanbul’a; ağır sorumluluklar, yıpratıcı koşullar ve kanlı savaşlar içinden geçerek 13 Kasım 1918’de geldi. “Zayıflamış, avurtları çökmüş, soluk aldırmayan böbrek sancılarının acısıyla kıvranıyordu”.1 “Sıtma’nın ne zaman yoklayacağı” belli olmuyordu.2 Kulaklarından rahatsızdı.3 Şişli’deki evinde “hafif bir mide humması” geçirmişti.4
Bedensel yorgunluğuna karşın, yüksek bir iradeye, şaşılacak bir kararlılığa sahipti. Bu, ona, büyük bir direnme gücü veriyordu. İrade gücü her zaman olduğu gibi beden gücünün önündeydi. En yorgun ve hasta anlarında bile, giriştiği işten kopmuyor, olayların üzerine gitmekten çekinmiyordu. Bu tutumu, İstanbul’da da sürdürdü ve gelir gelmez çalışmaya başladı.
İstanbul’a gelişinin ertesi günü (14 Kasım 1918), Sadrazamlıktan yeni ayrılmış olan Ahmet İzzet Paşa’yla görüşmeye gitti. Aynı gün Rauf (Orbay) Bey ve İngiliz gazeteci Ward Price ile görüştü. Ertesi gün, 15 Kasım’da, Padişah Vahdettin, 16 Kasım’da da, “Çanakkale’deki kahramanlıkları nedeniyle” kendisiyle tanışmak isteyen İngiliz General William Birdwood (1938’de ilerlemiş yaşına karşın Atatürk’ün cenaze törenine katılmak için Türkiye’ye gelecektir) ile görüştü.5 İlişki ve görüşmeleri İstanbul’da kaldığı 6 ay boyunca sürdü.

Görüş ve Amaç

Mondros’un bilinçli belirsizliklerine dayanılarak Türkiye’nin işgal edileceğini önceden görmüş, mücadeleye karar vermiş, yöntemini belirleyerek ön girişimleri yapmıştı. “İşler ancak devrim yoluna girilmekle düzelebilir” diyordu.6
Yıkılmasını kaçınılmaz gördüğü Osmanlı’nın yerine, yeni bir devlet kuracaktı. İşgalci devletler dahil hiçbir güçle, amacına uygun düşmeyen bir uzlaşma içinde olmayacaktı. “Yabancı yardımı olmadan Türkiye kendini kurtaramaz” düşüncesini onursuzluk sayıyor ve yenilginin kendisi kadar acı verici buluyordu. İşgalcilerle uzlaşma ya da manda öneren en küçük düşünce bile, “dişlerini gıcırdatmasına neden oluyordu”.7
Örneğin İngilizler için, “Onlar, o İngilizler, gücümüzün ne olduğunu yakında görecekler, bize eşitleri gibi davranacaklardır. Onlara asla boyun eğmeyeceğiz. Uygarlıklarını başlarına geçirene dek, son ferdimize kadar, onlara karşı koyacağız” diyordu.8
Kurduğu her ilişki, kurtuluş için girişeceği eyleme katkı sağlamaya yönelikti. Amacı çok açık ve yalındı. Anadolu’ya geçecek, halk gücüne dayanarak bir kurtuluş ordusu örgütleyecek ve yeni bir devlet, bir halk devleti kuracaktı. Buna, İstanbul’da değil, Halep ve Adana’da karar vermişti. İstanbul’da yaptığı; amacına uygun araçlar sağlamak, subaylar başta olmak üzere insan kazanmak, örgütlenmek ve yetki elde etmekti. İstanbul’a bu nedenle gelmişti.

Çıkarcı Kaypaklığı

Güvenip görüştüğü insanların büyük çoğunluğu, yapmayı düşündüğü işlerin çok azını açıklamasına karşın; ona, olmayacak şeyler düşünen, gerçeklerden habersiz, düş peşinde bir insanmış gibi bakıyordu.
İstanbul’a geldiği ilk günlerde, çalışılabilir gördüğü Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı, istifasını geri alması için ikna etmeğe çalıştı. Onun hükümetinde Harbiye Nazırı olmak istiyordu. Bu makamdan, hazırlanmakta olduğu silahlı savaşım için yararlanacak, elde ettiği yetkiyi adam ve silah sağlamakta kullanacaktı. Düşündüklerini yapabilmesi için, Tevfik Paşa kabinesinin Meclis’te güvenoyu almaması gerekiyordu.
Milletvekillerinin çoğunluğu, bu yönde davranacakları ve Tevfik Paşa’ya güvensizlik oyu verecekleri konusunda söz verdiler ancak hemen hiçbiri sözünde durmadı. Çabaları süresince, bir asker olarak hiç alışık olmadığı, kaypaklık ve yalancılıklarla karşılaştı.
Tiksintiyle karşıladığı bu olaydan, Cumhuriyet devletini kurarken yararlanacağı sonuçlar çıkardı ve çıkarcı politikacılara karşı önlem almayı devlet politikası durumuna getirdi. Halkı bu tür insanlara karşı sürekli uyardı. Dokuz yıl sonra, Nutuk’ta, “saygıdeğer milletime şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı(cevheri asli)çok iyi incelemeye dikkat etmekten, hiçbir zaman vazgeçmesin”9 diyecektir.

Subaylar ve Kararlar

Şişli’de kiraladığı evde pek çok insanla görüştü. Ali Fuat (Cebesoy), Kazım (Karabekir), Rauf (Orbay), İsmet (İnönü), Refet (Bele) ve Kazım (Dirik) bu evde görüştüğü ve ilerde birlikte olacağı güvendiği komutanlardı. Erzurum’da 15.Kolordu Komutanlığına atanan Kazım (Karabekir) Paşa, bu atamadan, “Kolordu’da organize bir birlik bırakılmadığı” gerekçesiyle hoşnut değildi. Oysa bu Kolordu, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın komutasındaki 20.Kolordu’yla birlikte, elde kalan iki askeri güçten biriydi.
Kazım (Karabekir) Paşa’ya atandığı görevin kurtuluş mücadelesi açısından önemini anlatarak görevi kabul etmesini istedi. “Orada organize bir kuvvet bırakılmamış olabilir. Ancak bizim bundan sonra iş görebilmemiz için gerekli olan asal unsur millettir, halktır. Ben size Erzurum’a gitmenizi özellikle öneririm. Gidiniz ve orada bir halk örgütü kurunuz. Yakında benim de size katılmam kesindir” diyerek onu ikna etti.10
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ile yaptığı görüşmede; sorunların ancak Anadolu’da çözülebileceğini, bu nedenle 20.Kolordu Karargahı’nın, direniş hareketi için merkezi konumda olan Ankara’ya taşınmasını istedi.11
7.Orduda olduğu gibi onu hala komutanı sayan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, bu öneriyi kabul etti ve birlikte hareket etme konusunda anlaştılar. Anadolu’daki dağınık direniş örgütleri, Doğu’da Kazım Paşa’nın 15, Batı’da Ali Fuat Paşa’nın 20.Kolordusu’nun yönetimi altına alınacak, bu iki güç Mustafa Kemal’e bağlanarak tek bir merkezde toplanacaktı.12
Şişli görüşmeleri, onun Adana’dayken geliştirdiği düşüncelerin, karar ve ilke olarak ortaya konmasıyla sonuçlandı. Halk örgütlenmesinin temel alındığı ilkeler, özet olarak şöyleydi: “Çıkışı olan tek kurtuluş yolu bir milli direniş hareketi yaratmaktır. Orduyla millet elele vermeli, beraber hareket etmelidir. Askerin terhisi derhal durdurulmalı, hiçbir silah, cephane ya da donanım düşmana verilmemelidir. Genç ve yetenekli komutanlar birliklerinin başında tutulmalı ve Anadolu’ya gönderilmelidir. Ulusal direnişten yana devlet yöneticileri yerlerinde bırakılmalı, illerde particilik adına yürütülen kardeş kavgasına son verilmeli ve halkın moral gücü yükseltilmelidir”.13

Yılgınlar

İstanbul’da görüştüklerinin tümü, silah arkadaşları gibi ülkenin kurtarılmasına duyarlı, direnme eğiliminde insanlar değildi. Önemli bölümünün; ulusal duyguları körelmiş, kişisel kaygılar içinde, bilinçsiz ve dirençsiz olduğunu gördü. Bunlarla, ülke savunması konusunda birlikte olmak ve sonuç getirecek bir ilişki geliştirmek olası değildi. İşgalci baskısından korkuyorlar, sürekli olanaksızlıklardan söz ederek, ülkenin yazgısını büyük devletlerin kararına bırakan bir tutum sergiliyorlardı. Bunların sayısı ve yaygınlığı beklediğinden çoktu.
Genel söylem; işgale karşı direnç göstermenin çılgınlık olduğu, başarı olasılığı bulunmayan böyle bir tutumun, görüşmeler yoluyla bulunabilecek çözümleri ortadan kaldıracağı, bunun da devletin sonu olacağı biçimindeydi. Giderek yayılmakta olan, “bizim için herşey bitti” düşüncesi, onun, “bizim için savaş şimdi başlıyor”14 anlayışıyla temelden çelişiyor; bu çelişki, düşmanlığa varan bir ayrılığa neden oluyordu.
Devlet yöneticilerini de içine alan “Türk olarak adeta tükenmiş”15 önemli bir kitle, tam bir boyuneğiş içinde ve “içlerinde hiçbir direnme ve savaşma isteği kalmamacasına yenik düşmüş” tü.16 Oysa o, Anadolu’daki Türk varlığının artık görüşme ve anlaşmalarla değil ancak silahla korunabileceğini görüyor17, hazırlıklarını buna göre yapıyordu. Bu iki anlayışın bir araya gelmesi gerçekten olanaksızdı.

Durum Saptaması

Yaptığı çalışmalar sonucu, ordudaki silah arkadaşlarından dar ancak etkili bir kesimi, halka ve kendi gücüne dayanarak “Türkiye’yi parçalanmaktan kurtarmanın mümkün olduğuna” inandırdı. Anadolu’daki Türk varlığı, ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Halk bitkin, olanaklar sınırlıydı.
Ancak, çatışma durumunda kalınacak büyük devletler de rahat değildi. Dört yıl süren savaş, insan kaynaklarını zorlamış, güçlerini kırmıştı. Ordularını büyük oranda terhis etmişler, ülkelerinde yayılmakta olan savaş karşıtı eğilimler ve sınıfsal çatışmaya dönüşen toplumsal çalkantılarla uğraşıyorlardı. Türkleri “tükenmiş” görüyorlardı ancak kendileri de iyi durumda değildi. Silahlı çatışmadan kaçınmak için, danışmanları Lloyd George’a, “Türkiye, devlet olarak çözülmüştür, biraz bekleyelim, kendiliğinden parçalanacaktır, parçaları daha sonra bölüşürüz” diyordu.18
O, öneriye yansıyan gerçeği görmüş ve güçlü bir görüntü vermeye çalışan büyük devletlerin, aslında savaşamayacak durumda olduğunu anlamıştı. İleri sürdüğü görüş ve öneriler, düşünülmeden söylenmiş duygusal çıkışlar değil, dünya ve ülke koşullarına dayanan gerçekçi belirlemelerdi.

“Ordu Müfettişliği”

İstanbul günlerinin sonuna doğru, Anadolu’ya geçmeye hazırlanırken, 29 Nisan 1919’da, geniş yetkilere sahip Ordu Müfettişi olarak Anadolu’da görevlendirildi. Bu görevlendirilme, kendiliğinden gelen ve ‘şansa dayalı’ bir gelişme değil, resmi-sivil görüşmelerin, dostluğa dayalı kimi özel ilişkilerin devreye sokulmasıyla elde edilen bir atamaydı. Mustafa Kemal’e özgü kararlılığın, yoğun çabasının ve ustalıkla kurulmuş ilişkilerin doğurduğu bir sonuç, incelikli taktiklerle yaratılmış bir ‘şanstı’.
Yenilginin ve ardından gelen işgalin neden olduğu yönetim boşluğu, her yerde olduğu gibi Karadeniz’de yaşayan azınlığı yüreklendirmiş, bölge Rumları işgal güçlerinin korumasına güvenerek silahlı eylemlere girişmişti. Bunlar, Türk köylerine saldırılar düzenliyor, savunmasız insanları öldürüp mallarını yağmalıyordu. Saldırılara karşı savunma tepkisi ve silahlı önlem gecikmiyor, İngilizleri rahatsız edecek kadar güçlü bir Türk direnişi ortaya çıkıp bölgeye yayılıyordu.
Küçük ve hareketli silahlı birimlerden oluşan halk güçlerini bastırmayı göze alamayan İngiliz İşgal Komutanlığı, Vahdettin’e baskı yaparak, Türk direnişinin önlenmesini ve yöre halkının silahsızlandırılmasını istedi. Yapılmaması durumunda, bu işi doğrudan İngiliz birliklerinin yapacağını ve bölgeye asker gönderileceğini bildirdi.
Bu kurusıkı davranışa boyun eğerek isteneni yapacağını bildiren Padişah ve Hükümet, bu işi kendilerine önerilen ve “iyi bir komutan” olan Mustafa Kemal’e yaptırmayı düşündüler. Anadolu’da silahlı direniş başlatmak için hazırlık yapan ve oraya gitmek için gün sayan insana, başlamış olan silahlı direnişi bastırma görevi verdiler.
Yetki veren-yetki alan arasındaki beklenti ayırımı ve bu ayrıma dayanan uzlaşmaz çelişki, yetki veren için kuşkusuz bir yanılgı sorunuydu. Yetki alan içinse; parlak bir başarıydı. Büyük Savaş’ın yenilmeyen tek komutanı, savaşın her türünü bilen yetenekli bir askerdi. Dönemin günah keçisi ittihatçılarla ilişkisi olmadığı gibi, onlarla karşıtlıklar içeren bir geçmişi vardı. İşgal gerçeğini ve padişah yetkesini kabullenmiş görünüyordu. Karadeniz bölgesindeki ‘başıbozuk ayaklanmaları’ durduracak en uygun kişi oydu.

Atanma Biçimi

Uzun bir uğraştan sonra atanacağını anladığı an, Harbiye Nazırlığı ve Başkumandanlık Vekaletindeki (Genelkurmay) arkadaşları aracılığıyla atama sürecine dolaylı da olsa katıldı ve yetki sınırını hemen tümüyle kendisi belirledi. Düzeni bozulmuş, işlemez durumdaki yönetim yapısı işe yaramış, bu olanağı ona sağlamıştı.
Görevlendirme yazısını doğal olarak Genelkurmay kaleme alacak ve Hükümetin onayına sunacaktı. Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım (İnanç) Paşa arkadaşıydı. Yetki sınırını birlikte genişlettiler. Harbiye Nazırı imza atmaya cesaret edemedi ancak mührünü vermeyi kabul etti.  Kazım Paşa, odasında mührü bastı ve atama yazısını Mustafa Kemal’e verdi.
O gün duyduğu sevinç ve coşkuyu daha sonra şöyle dile getirecektir: “Talih bana öyle uygun koşullar hazırlamıştır ki, kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duyduğumu tarif edemem. Nezaretten çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önüne geniş bir alem serilmişti. Kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydim”.19

Kuşkulu Kararsızlık

Görevlendirme yazısını, 5 Mayıs 1919’da aldı ve gidiş hazırlıklarını hızlandırdı. İngiliz İşgal Komutanlığı, atamaya önce karşı çıktı. Onların gözünde, “tehlikeli, üstelik yetenekli bir kişiydi. İskenderun konusundaki tutumu unutulmamıştı”.20
Hükümet ise; eldeki en iyi komutanın o olduğunu, ülkedeki ünü nedeniyle ayaklanmaları en iyi onun bastıracağını söylüyordu. İngilizler, onun hakkında, “tutuklanıp Malta’ya sürülmesiyle, Padişah temsilcisi olarak Anadolu’ya gönderilmesi arasında gidip gelen”21 ve günler süren bir ikilem yaşadılar. Sonunda, Anadolu’ya gitmesine sessiz kalınması yönünde karar verildi ve adı “tutuklanacaklar listesinden çıkarıldı”.22
Harbiye Nezareti, ona ve “kalabalık ekibine gerekli olan vize”23 için İngiliz İşgal Komutanlığı’na başvurdu. Harbiye Nezareti’nde irtibat subayı olarak görevlendirilmiş olan Bennett adlı İngiliz Yüzbaşı, Mustafa Kemal’in karargahı için seçtiği 15’i subay 21 kişinin24 yüksek niteliğinden kuşkulandı. “Bu kurul, bir barış misyonundan çok, bir savaş komitesine benzemektedir”25 diyerek yola çıkmalarından bir gün önce Genel Karargaha başvurdu. Komutan yerinde yoktu, kendisine vizeyi verebileceği söylendi.26

Samsun’a Gidiş

15 Mayıs’ta Genelkurmay ve Babâili’ ye, bir gün sonra da Padişah’a veda ziyaretine gitti. Gemisinin batırılacağı yönündeki bildirime aldırmayarak, 16 Mayıs akşamı yola çıktı. Gece yarısına doğru Sadrazam Damat Ferit, Yüksek Komisyon’da askeri danışman olarak görev yapan Wyndham Deedes’i ivedi olarak görüşmeye çağırdı. Padişah, “Mustafa Kemal’in gizli direniş örgütleriyle ilişkisi olduğu”27 ve “Samsun’a sorun çıkarma amacıyla” gittiği28 yönünde yeni bir ihbar aldığını belirterek, geminin “ne pahasına olursa olsun durdurulmasını” istedi.29
Ancak geç kalmışlardı. Mustafa Kemal, Boğaz’dan çıkar çıkmaz, “geminin rotasını değiştirmiş ve kıyıya yakın gidilmesini emretmişti”.30 Türlü çekememezlikler içindeki işgal güçleri, deniz ulaşımında düzenli işleyen bir denetim sağlayamamışlardı. Yolcu gemilerini İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar, her biri ayrı ayrı denetliyordu. Görevlilerin yetki sınırları belirsiz ve iç içe geçen bir karmaşa içindeydi. Geç kalınmış, “kuş kafesten uçmuş”31, Mustafa Kemal, yalnızca birkaç saatlik bir farkla Anadolu’ya gitmişti.
13 Kasım 1918’de, hasta ve yorgun olarak geldiği İstanbul’dan, altı ay sonra tedavi görmeden, ölüm olasılığı içeren yeni gerilimler ve yorgunluklarla dolu, çatışmalı bir geleceğe gidiyordu. Yenilgiyle sonuçlanan kanlı bir savaştan sonra, başarı olasılığı yok gibi görünen, ‘umutsuz’ bir savaş başlatacaktı. Buyruğunda, güvendiği subaylardan oluşan karargahından başka bir güç yoktu.
Ancak, şaşılacak düzeyde umutlu ve coşkuluydu. Kendi gücüne ve kurtuluş kavgasına çağıracağı Anadolu halkına güveniyordu. Bandırma Vapuru, Kızkulesi açıklarında düşman zırhlılarının arasından geçip Karadeniz’e yöneldiğinde, güvertedeki arkadaşlarına, işgalcileri kastederek şunları söylüyordu: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah gücüne dayanırlar. Bildikleri tek şey yalnız maddedir. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin gücünü anlamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah, ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz”.32

DİPNOTLAR

1              “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.151
2              “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.95
3              “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.181
4              “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.230
5              a.g.e. sf.155
6              “Atatürk’ün Hayatı ve Eseri-I”, Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ankara-1997, sf.196
7              “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.152
8              “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.107
9       “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T T.K., Yay., 4.Bas., Ank-1999, sf.811
10         a.g.e. sf.227
11         “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.182
12         “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.90
13         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.365
14         “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.164
15         “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.78
16         a.g.e. sf.78
17         “İşgal Altında İstanbul 1918-1923” B. Criss, İletişim, Yay., 3.Bas., İst.-2000, sf.181
18         “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.83
19         “Muhterem Casuslar” Razi Yalkın, Tarih Dünyası 2:12-14 (1 Ekim-1 Kasım 1950); ak. B. Criss, a.g.e. sf.181
20         “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.86
21         a.g.e. sf.86
22         a.g.e. sf.86
23         “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
24         “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1996, sf.270-271
25         “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.195
26         a.g.e. sf.195
27         “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.163-164
28         “Bozkurt” H.C.Armstrong, Arba Yay., İst.-1996, sf.87-88
29         a.g.e. sf.88
30         “Atatürk” L.Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.197
31         a.g.e. sf.197
32         “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.İş Ban.Kül.Yay., sf.81

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder