Dünya
Ticaret Örgütü sözleşmelerinde, ‘yüksek’ amaçlar yer alıyordu.
Küresel ticaret gelişecek, üreticiler ürünlerini dünya pazarlarına sunacak,
ülkeler ve insanlar varsıllaşacaktı. İnsanlığı geliştirecek evrensel bir düzen
kuruluyordu. Demokrasi ve insan hakları dünyanın her yerinde korunacak, dünya
barışı, ticaret yoluyla gerçekleştirilecekti... Söylenenlerin sürekli tersi
yaşandı. Antlaşmalar yeni anlaşmaları, toplantılar yeni toplantıları izledi
ancak sonuçta, yoksullar daha yoksul, varsıllar daha varsıl oldu. WTO
uygulamalarıyla üçüncü dünya ülkeleri kendi yerli işletmelerini koruma
olanağını yitirirken endüstrileşmiş ülkeler; patent, know-how ve diğer entellektüel marka haklarıyla, korundular. Üçüncü dünya
ülkelerindeki patentlerin yüzde 80’den çoğu küresel şirketlerin eline geçti.
Serbestleşme
1947
yılında 23 ülke ABD’nin öncülüğünde bir araya gelerek, Gümrük Tarifeleri Genel Antlaşması’nı imzaladı. Dünya teciminin (ticaretinin) serbestleştirilmesi,
ülkeler arasındaki sınırlamaların kaldırılması, gümrük vergilerinin indirilmesi
ve korumacı önlemlerin yumuşatılması, anlaşmanın temel amaçlarıydı.
Katılımcı ülkeler
arasında, birbirini bütünleyen bir dizi ikili tecimsel antlaşmadan oluşan GATT,
dünya teciminin dörtte üçünü elinde bulunduran gelişmiş ülkelerin
gereksinimlerine yanıt vermek üzere hazırlanmıştı. Bu anlaşma, bugün yaygın bir
biçimde gerçekleştirilmiş olan, ortak
pazarların tecimsel alt yapısını oluşturmuş ve Yeni Dünya Düzeni’nin temel anlayışını uygulama alanına sokmuştur.
Gelişmiş Ülkelerin Gereksinimi
GATT
koşullarının kabul edilmesiyle, gelişmiş ülkelerden yapılan mal ve sermaye
dışsatımı büyük oranda artmıştır. 1945-1950 yılları arasındaki beş yılda, ABD
yalnızca dış yardım adı altında dışarıya 28 milyar dolar tutarında büyük bir
sermaye aktarımı yaptı.1
Oysa
bir asırlık dış yatırım geleneği olan ABD’nin tüm dış yatırımı, 1946 yılında
yalnızca 7,2 milyar dolardı. GATT, IMF ve Dünya
Bankası gibi anlaşma ve kuruluşların devreye sokulmasıyla bu nicelik 1970
yılında 78.2, 1976 yılında da 137.2 milyar dolara çıkmıştır.2
GATT
antlaşmalarının sağladığı dış ticaret kolaylıklarından, yalnızca Amerikalı
şirketler yararlanmadı. Avrupa ve Japon firmaları, Amerikalıların hemen
ardından dışarıya yaptıkları sermaye dışsatımını yoğunlaştırdı. Avrupalı
şirketlerin dış pazarlarda açtığı üretim amaçlı şirket birimi sayısı, 1945
yılında 623 iken 1970 yılında 3023 oldu. Japonya’nın aynı dönemdeki dış şirket
sayısı 44’den 521’e, ABD’nin ise 979’dan 4836 ya çıktı.3
1970
yılında tümü gelişmiş ülkelere ait toplam on bin dolayında uluslararası şirket
birimi varken bu sayı 1980’de 11000, 1990’da ise 27000’e çıktı. World Investment Report 1994
araştırmasına göre 1986-1990 arasında, yılda 37 milyar dolar sermaye dışsatımı
yapan uluslararası şirketler bunu 1993 yılında 160 milyar dolara çıkarmıştır.
Bu şirketler 1993 yılında azgelişmiş ülkelerde 12 milyon kişi çalıştırıyordu.4
Bu büyüklükteki
sermayeyi dışsatımlayanlarla, dışalımlayan ülkelerin, GATT sözleşmelerinde
yazıldığı gibi eşit koşullarla karşılıklı ticaret yapmaları kuşkusuz olanaklı
değildi. Antlaşma, doğal olarak hep azgelişmiş ülkelerin zararına işledi.
Eşitsizliğin Onaylanması
GATT
sözleşmesinde 1965 yılında yapılan bir değişiklikle, antlaşmada biçimsel olarak
yer alan ve uygulanmayan karşılıklı tecim eşitliği ilkesi, sözleşmeden
çıkarıldı. Bu tarihten sonra, azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki
zaten var olan tecim açıkları büyük boyutlara ulaştı.
Gümrük vergilerinin düşürülmesi ve
korumacılığının kaldırılması azgelişmiş ülkeleri açık pazar durumuna soktu, bu
ülkeleri yoksullaştırdı. Gelişmiş ülkeler, kişi başına düşen milli geliri
1978-1991 arasında 8 070 dolardan 21 930 dolara çıkararak, 13 860 dolar
arttırırken, azgelişmiş ülkeler 200 dolardan 350 dolara çıkarıp yalnızca 150
dolar arttırdı.5 1980-1990 arasında gelişmekte olan ülkelerden
gelişmiş ülkelere 210 milyar dolarlık kaynak aktarıldığı hesaplanıyor.6
Anlaşmaya Uymayanlar
Gelişmemiş
ülkeler, GATT antlaşmasının hükümlerine uyarken gelişmiş ülkeler birçok konuda
uymadı ve özel nicelik (miktar) kısıtlamaları ile korumacılığı kendileri için
sürdürdü.
Uluslararası serbest
ticaretin erdemlerini dilinden düşürmeyen ABD, kendi pazarını en çok koruma
altına alan ülkedir. ABD’nin kota ya da başka koruma biçimlerine bağlı dışalım
payı, 1975 ile 1992 arasında yüzde 8’den yüzde 18’e çıkmıştır.7
Yeni Çelişkiler
GATT
uygulamaları gelişmiş ülkelere önemli ayrıcalıklar getirdi ancak bu
ayrıcalıklar kendi aralarında yeni çelişkilerin ortaya çıkmasını engellemedi.
Çeşitli yöntemlerle bildirmelik (tarife) dışı korumacılık uygulamasına karşın,
ABD Japon ve Alman korumacılığından rahatsız olmaya başladı.
ABD’nin
dış ticaret açığı, 1970’lerde, her yıl için yaklaşık 10 milyar dolarken,
1980’lerde her yıl için 90 milyar dolara çıkmıştı. Bu açığın 40 milyar doları
Japonya’ya, 10 milyar doları Almanya’ya veriliyordu.
Bu durum ABD
kongresinde GATT’a karşı eleştirilerin başlamasına yol açtı. Almanya ve
Japonya’nın kendi şirketlerine özendirmeler (teşvikler) sağladığı, Amerikan
mallarına kısıtlamalar getirdiği, patent
ve copyright (telif hakları)
yasalarını uygulatmadığı söyleniyordu. ABD senatörleri, Almanya ve Japonya’nın
ürünlerini kendi pazarlarında yüksek bedelle sattığını, böylece ABD pazarını
ele geçirmek istediğini ileri sürerek karşı önlem istiyordu.
Gelişim Süreci
GATT,
24 Mart 1948 Havana Sözleşmesi,
1964-1967 Kennedy Raundu, 1973-1975 Tokyo Raundu ve 1994 Uruguay Raundu denilen görüşmelerle
geliştirildi. 1994 Uruguay Raundu ve
orada imzalanan Marakeş Antlaşması
önemlidir. Bu antlaşma GATT’ı yeni bir örgütlenmeye götürdü ve örgüt, 1995’ten
sonra, Dünya Ticaret Örgütü (WTO)
adını alarak, daha savaşkan bir yapıya dönüştürüldü.
WTO,
gelişmiş ülke yöneticilerince, yeterli yaptırım gücü olmadığı savlanan GATT’ın
yerini aldı ve “eksiksiz serbest ticaret
ideolojisinin” ödünsüz uygulanması, “korumacılıkla
savaş” gibi çarpıcı sözlerle atağa geçti. WTO, 125’e çıkardığı üye
sayısıyla, hemen tüm dünyayı etkisi altına alan bir uluslararası örgüt durumuna
geldi.
Bir kısım gelişmekte
olan ülke ile Rusya ve Çin, önce WTO’ya üye olmadı. Çin’in tavrı ilginçti. Çin
WTO’ya üye olmak için, WTO’nin kurallarının değil kendi kurallarının kabul
edilmesi koşulunu koydu ve uzun pazarlıklardan sonra üye oldu.
Örgütsel Yapı
GATT’ın
uluslararası kuruluşunun merkezi, Cenevre’dedir. Örgütün bir sekreterliği,
yılda yaklaşık sekiz kez toplanan bir Temsilciler
Konseyi, her yıl “oturum” adıyla
toplanan Genel Kurul’u vardır. Ayrıca
pazarlama konusunda bilgi vermek ve önerilerde bulunmak amacıyla 1964’de
kurulan bir Uluslararası Ticaret
Merkezi’ne sahiptir.
Üye
ülkelere önerilen ortak gümrük bildirmeliklerinde, azgelişmiş ülkelerde olmayan
bu nedenle dışsatımlama olanağı bulunmayan ürünlerde gümrük vergileri düşük
tutulur. Ancak, başta madenler ve tarım ürünleri olmak üzere emek yoğun
ürünlerde vergiler yüksektir ve ürünlere çoğunlukla kota uygulanır.
WTO, gelişmekte olan ülkelerin bankacılık dizgesine
karışmakta ve ulusal akçalı politikaların uygulanmasına izin vermemektedir.
Örneğin Uruguay’daki GATT görüşmeleri sırasında Paraguay, finans dizgesinin,
kalkınmanın anahtarı olduğunu ileri sürerek, bankacılık sektörünün ulusal
nitelikte kalmasında ısrar etmiş ancak ABD bu tutuma şiddetle karşı çıkmıştı. ‘Adaletin’ gerçekleşmesi için yabancı
bankaların da yerli bankalarla eşit haklara sahip olması gerektiğini ileri
sürmüş, bu isteğe Paraguay’ın direnmesi nedeniyle, GATT görüşmeleri yedi yıldan
çok sürmüştür. Sonuçta ABD, Paraguay’da CIA’nın da devreye girerek
gerçekleştirdiği bir dizi siyasi karışıklıktan sonra isteğini kabul
ettirmiştir.
Kural
Belirlemek
WTO,
dünya ticaret piyasasının temel yasası niteliğindeki genel kuralları belirler
ve uygulanmasını izler. Bu kurallar; tecimdeki nicelik kısıtlamalarının
kaldırılmasını, gümrük yönetmeliklerinin uyumlulaştırılmasını ve her üye
ülkenin bir başka üye ülkenin isteği üzerine gümrük indirimlerini görüşmesi
yükümlülüğünü öngörür. WTO üyesi bir ülkenin, üye olmayan bir ülkeye tanıdığı
her gümrük ayrıcalığının WTO üyelerine de tanınmasını koşulunu getirir.
Bunların anlamı şudur;
hiçbir üye ülke, kendisine gerekli olan ve uygun fiyatla bulduğu bir malı,
kendi gümrüğünde özel indirim yaparak alamaz. Eğer alırsa o indirimi WTO üyesi
ülkelere de yapmak zorundadır. Herhangi bir üye ülke hükümeti, ülkesine
dışalımlayacağı bir malın niceliğine sınırlama getiremez. Niceliği dışalımcı
firma ve pazardaki istem belirlemelidir. Hükümetler, ülkeleri için gereksiz
gördükleri bir mala dışalım sınırlaması getiremez. Hiçbir ülke kendi ulusal
gümrük yönetmeliklerini uygulayamaz. Tüm ülkelerin uyacağı ortak bir gümrük
bildirmeliği geçerli olmalıdır. Üye bir ülke uyguladığı gümrük
bildirmeliklerinde indirim isteyen başka üye bir ülkenin istemini görüşmek
zorundadır.
Gelişmekte Olan Ülkeler
GATT
kurallarının, gelişmekte olan ülkelere çok yönlü zararlar vereceği işin başında
belliydi. Başlangıçta kurallar katı değildi, yine de antlaşmaların gelişkin
ülkelere hizmet edeceği açıkça görülüyordu. Bu nedenle birçok ülke GATT’a
katılmamıştı. Katılımı arttırmak için, antlaşma nedeniyle yerli üreticilerinin
zarara uğradığına inanan ülkelerin antlaşma maddelerinde değişiklik isteme
hakkı kabul edilmişti.
Ancak, böyle bir hak
gerçek anlamda, hiçbir zaman kullanılamadı. GATT’la birlikte birçok
uluslararası anlaşmaya imza atan gelişmekte olan ülkeler, kısa bir süre içinde
hiçbir istemde bulunamayacak kadar bağımlı duruma gelmişti.
Ortak Pazar Oluşumu ve GATT
Üçüncü
ülkelere özel gümrük indirimi yapılmasını yasaklayan GATT, bu yasağı, herhangi
bir ortak pazar ya da serbest ticaret bölgesinin üyesi olan
ülkeler için kaldırmıştır. Ortak
pazarların oluşturulmasını özendirmek için kabul edilen bu uygulamaya göre;
üye ülkeler, herhangi bir gümrük birliğine katılmış olan ortak pazar üyesi
ülkelere, GATT üyesi olsun ya da olmasın, ‘tercihli
gümrük vergisi oranları’ uygulayabilecekti.
Üyelere tanınmayan
haklar üye olmayanlara tanınıyordu. Bu tür çekici uygulamalarla örgüte
yakınlaştırılan ülkeler, üye olduktan sonra bu küçük ayrıcalığı yitiriyordu.
Dünyayı saran her çeşit küresel örgütün herhangi birine takılan bir ülke
kaçınılmaz olarak başka örgütlere de teker teker üye olmak zorunda kalıyordu.
Tepkiler
GATT
uygulamalarının ekonomileri üzerinde yaptığı olumsuz etkiyi gören kimi
azgelişmiş ülkeler, uygulamalara karşı çıkmaya başladı. Bu ülkeler, 1964
yılında Cenevre’de bir araya gelerek, Ticaret
ve Kalkınma Konferansı’nı (UNCTAD) kurdu.
Bu
tepki, gelişmiş ülkelerin geri adım atmasına neden oldu. GATT, 1965 yılında
aldığı bir ilke kararıyla, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerle yaptığı
tecimde, karşılıklı zorunluluğun her zaman gözetilmeyebileceğini kabul etti.
Ancak, o günün koşulları nedeniyle alınan bu karar yeterli uygulama olanağı
bulamadı ve yalnızca karar olarak kaldı.
Gelişmiş
ülkeler çalışmalarından rahatsızlık duydukları ve bir BM örgütü haline gelen
UNCTAD’a sürekli olarak karşı çıktı. UNCTAD azgelişmiş ülkelerin sorunlarına
yönelik, özellikle hammadde kaynaklarının ülke yararına değerlendirilmesi
yönünde çalışmalar yapıyordu. Üyelerinin haklarını ısrarla savunan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün
(OPEC), 100 azgelişmiş ülkeyi örgütleyen UNCTAD’a örnek olmasından çekinen
gelişmiş ülkeler bu örgüte karşı olumsuz bir tutum içine girdi.
UNCTAD’ın 1979
yılındaki Manila Toplantısı’ndan sonra tutum sertleştirildi. Daha
önce kabul edilen kimi ilke kararları iptal edildi; UNCTAD’ın ilgi alanının,
dış tecim sorunuyla sınırlı kalmasına çalışıldı. Bu alanın hammadde kaynakları,
ulusal ekonomik politikalar, kalkınma stratejileri gibi konuları kapsaması
eğilimine kesinlikle karşı çıktılar.
Karşıtlık Artıyor
Dünya
Ticaret Örgütü’nün uygulamalarına karşı çıkanlar giderek artmakta ve
eleştirilere, özellikle 1990’dan sonra gelişmiş ülkelerden de katılım olmaktadır.
Kârlılığı arttırmak için yaygınlaştırılan WTO uygulamalarında; hiçbir kuralın
tanınmaması; küçük işletmeleri, çiftlikleri, işçileri ve çevreyi koruyan
yasaların çiğnenmesi; küresel şirketlerin denetlenmemesi, yapılan eleştirilerde
birleşilen noktalardır.
Amerikalı ekonomistler
Richard J.Bernet ve John Cavanagh’a göre, WTO yöneticileri
seçimle işbaşına gelmemiş kimliği belirsiz bürokratlardır. Bunlar, yerel
yasalar, tüketici ve işçi hakları, çevre koruma düzenlemeleri konusunda
uluslarüstü kural koyucular durumuna gelmişlerdir. Mal ve sermaye dolaşımına
engel olarak gördükleri yerel uygulamaların yürürlükten kaldırılmasında
kendilerini yetkili görmektedirler. WTO kararları; tüketicileri, çevreyi ve
yerel çıkarı koruyan yasaları uygulamayarak gözardı edilmesini istemektedir.8
DİPNOTLAR
1 “Us
Dept. of Comm.Foreing Aid by the US Government”, 1940-51, Washington D.C.
1952 ak. Nuri Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yayınevi, İstanbul
1972, sf.69
2 SCB, Oct.
1975 sf. 50; Aug. 1977, sf.42-45, Wilkinns (1974) sf.31,55,182,283 ve 330 ak.
a.g.e. sf.84
3 Curhan -
Vaupel (1973) sf.74-103 ak. a.g.e. sf.83
4 World
Investment Report 1994, ak. Ergin Yıldızoğlu “Globalleşme ve Kriz” Alan
Yayıncılık, 1996, sf.15
5 “Değişim,
Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi” Gencay Şaylan, İmge Yay., sf.174
6 a.g.e.
sf.177
7 “New
York Times” 26.01.1992 ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh “Küresel Düşler”
Sabah Yay., sf.136
8 “Küresel
Düşler” R.J. Barnet-J. Cavanagh, Sabah Yay., 1995, sf.277
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder