Atatürk, uyguladığı
dış politikayla; Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Rusya’dan Basra’ya dek geniş bir
alanı, emperyalist devletlerin etkili olamadığı barış bölgesi durumuna getirdi.
Bu başarı, aynı zamanda, Türkiye’nin dört bir yanının, dostluğa dayalı, sağlam
bir güvenlik kuşağıyla çevrelenmesi demekti. Yunanistan’la olan göç ve azınlık
sorunlarını çözdü, Boğazlar üzerindeki egemenlik sınırlamasını Montreux’de
kaldırttı. Hatay sorununu Türkiye’nin istediği biçimde sonlandırdı. Türkiye
adına öyle bir saygınlık yaratmıştı ki, tüm çevre ülkeleri, aralarındaki
herhangi bir sorunu çözmek için, Türkiye’nin hakemliğini severek kabul
ediyordu.
Dış
Siyaset
Mustafa
Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin, dış siyasetini; hükümet
kararları, yasalar ya da kararnamelerle değil, bütün bir ulusun katıldığı
silahlı savaşım içinde oluşturdu. Bu siyaset, büyük bir imparatorluğun
yıkılışıyla sonuçlanan acılı deneyimlere ve Misak-ı Milli’nin vazgeçilmez
amaçlarına dayanıyordu.
Atatürk, emperyalizme
karşı verilecek savaşımı yalınlaştırmış ve ortaya son derece açık ve anlaşılır
bir dış siyaset politikası çıkarmıştı. Bu siyaseti; “halkı emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtarmayı,
hayat ve istikbal için tek amaç bilmek”1 biçiminde tanımlamıştı.
Anti-Emperyalist
Dış Siyaset
Yeni devletin
dış siyaseti, doğası gereği, Batı kapitalizmine ve emperyalist saldırganlığa
karşıydı. Bu siyaset, doğrudan Mustafa
Kemal tarafından belirlendi ve onun tarafından uygulandı. Sömürüye dayanan
ve dünyada geçerli olan ilişkiler ağını kavramış, döneminin en bilinçli ve en
kararlı anti-emperyalist önderi durumuna gelmişti. Uyguladığı politikanın
niteliğini ve amacını, şöyle açıklıyordu; “Türkiye’nin
savunduğu dava bütün mazlum milletlerin, bütün Doğunun davasıdır...
Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak, yerine renk, din ve ırk
farkı gözetilmeyen yeni bir çağ gelecektir”.2 Bu yaklaşımıyla,
ulusallığı aşıyor ve evrensel nitelikli bir önder durumuna geliyordu.
Emperyalizmi, uzun ve kanlı savaşlar içinde tanımıştı.
İngiltere ve Fransa’yı doğrudan savaşarak, Almanya’yı ‘müttefik’ olarak incelemiş, politikalarının ne olduğunu yaşayarak
görmüştü. İnsanlığa acı çektiren emperyalizmden nefret ediyor, “istilacı ve saldırgan devletler,
yerküresini kendilerinin malı, insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya
mahkum esirler saymaktadır... Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için, onları
lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz” diyordu.3
Eşitlik
ve Dostluk
Batı’yla
çatışan Türkiye, ona göre ve herşeyden önce, komşularıyla eşitliğe dayalı
barışçı ilişkilere girmeli, dostluklar geliştirmeliydi. Türkiye’nin yakın
çevresini güvenlik altına alacak bu tutum, yalnızca Türkiye ve yalnızca bölge
ülkeleri için değil, dünyanın tüm ezilen ulusları için önemliydi.
“Milli
Misak’ı kabul ederek, maddi ve manevi alanda tam bağımsızlığımızı onaylayanları
derhal dost sayıyoruz... Dış siyasetimizde başka bir ülkenin haklarına saldırı
yoktur. Hakkımızı, yaşamımızı, ülkemizi, namusumuzu savunuyoruz ve savunacağız” diyordu.4
Söylediklerini gerçekleştirmek için, kararlı ve güce dayanan, etkili bir
politika yürütmesi gerektiğini biliyordu.
Yunanistan’la
İyi İlişkiler
Yunanistan,
hırslı istekler ve İngiliz kışkırtmasıyla Türkiye’ye saldıran, üstelik sivil
halka ölçüsüz şiddet uygulayan ‘kötü bir
komşuydu’. Ancak, Anadolu’dan çıkarıldıktan sonra, içine düştüğü durumun
nedenlerini anlamış; Yunan halkı, Türkiye’yle iyi geçinmek zorunda olduğunu
kavramıştı.
Rusya’dan
sonra, bir başka ‘ezeli düşman’
Yunanistan’ı, Türkiye’ye saygı duyan ‘uyumlu
bir komşu’ durumuna getirdi. Çevre ülkeleriyle çelişkileri olan bu ülkeyi,
özellikle Bulgarlara karşı korudu, ona hamilik yaptı.
“Eski
düşman” Yunanistan’la, karşılıklı güvene dayalı o denli saygılı bir ilişki
kurdu ki, Yunanistan Başbakanı Venizelos,
12 Ocak 1934’te, Nobel Ödül Komitesi’ne
başvurarak onu Nobel Barış Ödülü’ne
aday gösterdi. Ödül Komitesi’ne
gönderdiği yazıda; “bölge barışını
güçlendiren, yeni ve seçkin Türk devletine bugünkü görüntüsünü veren ve bu
girişimleri iç reform hareketleriyle birlikte yürüten Mustafa Kemal Paşa’yı,
Yüksek Nobel Barış Ödülü için aday göstermekle şeref kazanmaktayım”
diyordu.5
Sadabat
Paktı
Türkiye’nin;
Afganistan, İran ve Irak’la tarihsel bağları ve yakınlıkları vardı. Saygıyla
bütünleşen bu yakınlık; barış, dostluk ve karşılıklı güvene dayalı bir ilişkiye
temel oluşturdu. Türkiye’nin öncülüğünde, bu üç ülkenin katıldığı, Sadabat Paktı imzalandı. İran Şahı Rıza Şah, antlaşma üzerine Atatürk’e gönderdiği telgrafta şunları
söylüyordu; “imzacı devletler sizin
emperyalistlere karşı açtığınız mücadele sayesinde var olmuşlardır; bu sonucu,
size ve Türk milletine borçluyuz”.6
Türkiye, dört
ülkeyle antlaşma yaparak, çok geniş bir bölgede ‘barışı örgütlemeyi’7 amaçlamış, sahip olduğu saygınlığa
dayanarak bunu başarmıştı. Kuzey’de Sovyetler Birliği’nden sonra, Doğu’da 3,5
milyon kilometrekarelik bir alan, barış bölgesi olmuştu.
Anlaşmanın mimarı ve yönlendiricisi Atatürk’tü. Kuzey’de Sovyetler Birliği, Batı’da Yunanistan’dan
sonra; Doğu ve Güney’de İran, Irak ve Afganistan’la kurulan dostluk, Türkiye’yi
güvenilir komşulardan oluşan bir barış çemberi içine alınmıştı. Ölümüne yakın,
barışçıl yöntemlerle çözdüğü Hatay sorunuyla, bu çemberi tamamladı.
Batı
Politikası: Mesafeli İyi İlişkiler
Uzun yıllar
savaştığı Batılı devletlerle, iyi ilişkiler geliştirmeye özen gösterdi. Ancak,
araya mesafe koymayı gözardı etmedi. Batı’yla ölene dek bir bağlaşma (ittifak)
yapmadı. Gelişmiş ülke politikalarının, Türkiye’nin amaçlarıyla uyumsuzluğunu
biliyor; gelişmişlik ayrımı bulunan ülkeler arasında yapılacak bağlaşmalardan,
azgelişmişlerin kesin olarak zararlı çıkacağını söylüyordu.
Hasta olduğu
dönemde, Batı ülkelerinde Büyükelçilik görevine atanan ve kendisini ziyarete
gelen Numan Menemencioğlu ve Faik Zihni Aktur’a; “İngiltere, Fransa, Amerika ve diğer Avrupa
devletleri gibi devletlerle olan siyasetimizi belirlerken çok dikkatli olmalı
ve ilişkimizi mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz. Bu politikamızı, üçüncü
dünya devletlerine belirgin bir biçimde hissettirmeliyiz” demişti.8
Danışılan
Devlet Başkanı
Birçok Batılı devlet yetkilisi onu ziyarete geliyor, iki
dünya savaşı arasındaki gergin ortam ve belirsiz gelecek konusunda, onun
düşüncelerini soruyordu. Başkasına düşünce sormamakla ünlü Stalin bile, askeri konularda tavsiyeler almıştı. Stalin, diplomatlar aracılığıyla ona, “Japonların, Asya kıtasında üs kurmasının,
Çin’e mi, yoksa Sovyetler Birliği’ne mi karşı bir hareket olduğunu”
sormuştu.10 Soruya; “Japonların
niyetini bilmem, ama bu üs, hem Çin hem de Rusya’ya karşı kullanılabilir. Bu
nedenle, Sibirya birliklerini güçlendirmekten başka çareniz yoktur”
yanıtını vermiş, bu yanıttan sonra Stalin, “Sibirya
birliklerini güçlendirme” buyruğu vermişti.9
Sovyetler
Birliği’yle İlişkiler
Sovyetler Birliği’yle ilk resmi anlaşma, 16 Mart 1921’de
Moskova’da, bu kentin adıyla imzalanmıştı. Bundan dört ay önce Ermenistan’la Gümrü (3 Aralık 1920), on beş gün önce
Afganistan’la (1 Mart 1921) Dostluk
ve Sakarya Savaşı’ndan hemen sonra (13 Ekim 1921) yine Sovyetler’le Kars Antlaşması imzalandı.
Sınır sorunlarını çözen Moskova Antlaşması, karşılıklı çıkar ve güvene dayanan kalıcı bir
yakınlaşmanın başlangıcı oldu. Sovyetler Birliği, Güney sınırını güvenliğe
kavuştururken; Türkiye, Kafkas sınırını açık tutup çok gereksinim duyduğu silah
ulaşımını güvence altına alıyordu.
Moskova
Anlaşması’nda, ‘emperyalizme karşı
mücadelede’ dayanışma içinde olunacağı belirtiliyor, ‘bir devletin karşılaşacağı zorluğun diğerini ilgilendireceği’ ve ‘her iki milletin karşılıklı çıkarlarının’
sürekli olarak gözetileceği açıklanıyordu. ‘Taraflardan
biri, diğerinin tanımadığı uluslararası bir anlaşmayı tanımıyor’; Sovyet
Hükümeti, ‘Ankara’nın Misak-ı Milli
sınırlarını, Türkiye adıyla kabul ediyor ve Sevr’i tanımadığını’ açıklıyordu.10
Balkan
Paktı
Atatürkçü dış
siyasetin, Türk-Sovyet ilişkileri ve Sadabat
Paktı’yla birlikte üçüncü önemli girişimi, Balkan ülkeleriyle de barış ve
dostluğa dayalı ilişiler geliştirmesiydi. Uzun çatışmalar, kırımlar ve göçlerle
oluşan kalıcı düşmanlıklarla dolu bu acılı bölgede, karşılıklı saygı ve
dostluğa dayalı, güven duyulan ilişkiler geliştirmek güç bir işti.
Türkiye,
birbiriyle sürekli çatışan Balkan devletlerinin, her zaman ortak düşmanı
olmuştu. Konu, Türkiye’ye karşıtlık olduğunda bir araya geliyorlar, ancak başka
hiçbir konuda anlaşamıyor ve çatışıyorlardı. Bu işleyiş, Balkanlar’da yüz
yıldır süren bir gelenek haline gelmişti.
Başlangıçta
başarılacağına kimsenin inanmadığı Balkan Birliği; güven verici davranışlar,
içtenlik ve yeni Türkiye’nin saygınlığı sayesinde gerçekleştirildi. Şaşırtıcı
biçimde ve kısa bir sürede, düşmanlıklar dostluğa, güvensizlikler dostluk ve
danışmaya dönüştürüldü.
Birliğe öncülük eden Türkiye, önce ülkelerle ayrı ayrı
anlaşmalar yaptı. Daha sonra, ikili birlikteliklerin sağladığı yakınlaşmalara
dayanılarak Balkan Paktı (Antlaşması)
gerçekleştirildi.
2.Dünya
Savaşına Giderken
Hastalık
döneminde, Dünyanın yeni bir paylaşım savaşına gittiğini görüyor, büyük
güçlüklerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin, dış siyasette yapılacak en küçük
yanlışlıkta bile tehlikelerle karşılaşacağını söylüyordu. Yakında çıkacak
uluslararası çatışmada, görevinin başında, olaylara yön verecek konumda olmayı
istiyordu.
1938 yılında Ali
Fuat Cebesoy’a, “Dünya, yakında
mütareke yıllarından daha çok karışacak, durum ve dengeler tamamen
değişecektir. Bu dönemde doğru hareket etmeyi bilmeyip en küçük bir hata
yapmamız halinde bile, başımıza mütareke yıllarından daha çok felaketler
gelmesi mümkündür. İkinci Dünya Savaşı, beni yataktan kımıldayamayacak bir
durumda yakalarsa, ülkenin durumu ne olacak? Ben, devlet işlerine, mutlaka
müdahale edebilecek bir duruma gelmeliyim” demişti.11
Uyarılar
ve Öneriler
Hastalığının
ağırlaşmakta olduğunu görünce, güvendiği insanlara, yokluğunda izlemeleri
gereken yol konusunda, uyarı ve önerilerde bulundu. Dış siyaset vasiyeti
niteliğindeki bu öneriler, on beş yılda oluşturulan ve uygulamalar sürecinden
geçerek olgulaşan politikanın sürdürülmesine dayanıyordu.
Hasan
Rıza Soyak’a, “bizim şimdiye
kadar izlediğimiz açık, dürüst ve barışçı politika, ülkeye çok yararlı
olmuştur. Arkadaşlar buna alıştılar. Gerçek ve yaşamsal zorunluluklar dışında,
bu politikamız sürer gider”12 derken; Celal Bayar’a, “Sovyetler
Birliği’ne karşı, asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan ya da
dolaylı, Sovyetler’e yönetilmiş herhangi bir oluşuma girmeyecek, böyle bir
anlaşmaya imza koymayacaksınız... Türkiye tarafsız kalmalı, bir ittifak içine
girmemelidir” diyordu.13
Mussolini
ve Hitler
Atatürk, “dünyayı kana
boyamaktan çekinmeyecek iki maceracı”14 olarak tanımladığı Mussolini ve Hitler’den hiç hoşlanmıyordu. Avrupa Faşizmi konusundaki yorumları
yanlışsızdı.15
Mussolini’yi, “asker rolüne
çıkmış bir aktör gibi, üniforma giyip caka satan bir sivil” olarak görüyor;
“günün birinde kendi halkı tarafından
asılacak” diyordu.16 (Mussolini 28 Nisan 1945’te, kendi
yurttaşlarınca kurşuna dizildi.)
‘Seyyar
tenekeciye’ benzettiği Hitler’i,
“özgür bir ulusu köle haline getiren
diktatör” olarak niteliyor, Kavgam’ı
(Mein Kampf) okuduktan sonra, “dilinin
yabaniliği ve delice düşünceleri nedeniyle midem bulandı” demişti.17
Dış
Politika Başarısı
Türkiye, uyguladığı Atatürkçü dış politika ile bölgede
büyük bir saygınlık kazandı. Çevre ülkeleri, İngiltere Dışişleri Bakanı Anthony Eden’in tanımıyla; “Türkiye’nin coşkun dostluk belirten
liderliği altında”18, aralarındaki herhangi bir sorunu çözmek
için, Türkiye’nin hakemliğini severek kabul ediyordu.
Atatürk’ün, dış
politikasının sürdürülmesi durumunda, olacaklar konusunda Tevfik Rüştü Aras 1964 yılında şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Türkiye, Atatürk’ün dış politikasını İkinci
Dünya Savaşı döneminde de titizlikle izleseydi, Balkan Antantı’na ve Sadabat
Antlaşması’na dayanarak müttefikleriyle birlikte, dünyada 1945 yılının üçüncü
büyük gücü olur; ekonomik ve siyasi açıdan gelişmiş bir toplum haline gelirdi”.19
DİPNOTLAR
1 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi
Kit., 8.Baskı, İst.-1984, sf.339
2 a.g.e.
sf.418
3 “Atatürk’ün Söylev ve Demeçlere Girmemiş
Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Basım,
İst.-1997, sf.144
4 ”Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
2.Cilt, İst.Mat., İst.-1974, sf.854
5 “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Utkan
Kocatürk, İ.B.Yay., sf.342
6 “Atatürk ve Dış Politika” Cemal Hüsnü Taray,
Belgelerle Türk Tar. Der., S: 34, sf.49; ak. D.Avcıoğlu, “Milli Kurtuluş Tarihi” 3.Cilt, sf.1469
7 “Atatürk’ün Dış Politikası” T.Rüştü Aras,
Kaynak Yay., İst.-2003, sf.109
8 “AB Tartışmaları ve Atatürk’ten Bir Anı”
Dündar Soyer, Cumhuriyet, 16.06.2002
9 a.g.e.
sf.207
10 “Kurtuluş Savaşı Yıllarında
Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri” A.M. Şamsutdinov Cumh.Kit.,
İst.-2000, sf.102-103
11 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
3.Cilt, İst.-1974, sf.1478
12 “Atatürk’ten Hatıralar” Hasan Rıza Soyak,
II.Cilt, sf.759; ak. Doğan Avcıoğlu,
“Milli Kurtuluş Tarihi” 2.Cilt, İst.-1574, sf.1478
13 “İkinci Dünya Savaşı’na Ait Gizli Belgeler”
Cüneyt Arcayürek, Hürriyet, 7 Kasım 1972; ak. Doğan Avcıoğlu, a.g.e. sf.1477
14 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
3.Cilt, İst.-1974, sf.1478
15 “Atatürk” ParaşkevParuşev, Cem Yay.,
İst.-1981, sf.332
16 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit.Yay.,
12.Basım, İst.-1994, sf.530
17 a.g.e.
sf.530
18 “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
3.Cilt, İst.-1974, sf.1448
19 “Atatürk’ün Dış Politikası” T.Rüştü Aras,
Kaynak Yay., İst.-2003, sf.192
Kaleminize yüreğinize sağlık hocam. Sadabat paktı başlığı Sadakat olarak yazılmış.
YanıtlaSil