27 Ağustos 2014 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞI’NI KAVRAMAK


Yabancıların, Kurtuluş Savaşı’nın Türkler için anlamını gerçek boyutuyla kavraması güçtür. Gerçekleştirilen sıradışı eylemi anlayabilmek için, Türk insanının yapısal özelliklerini, alışkanlıklarını ve geçmişten gelen birikimini bilmek gerekir. Topluma karşı duyulan sorumluluk duygusu, yurda ve toprağa bağlılık, kimliğini koruma becerisi ya da kendiliğinden harekete geçen savunma güdüsü kavranmadan Kurtuluş Savaşı kavranamaz. Dayanıklılık, direnç gücü, örgütlenme yeteneği ve dayanışmacı gelenekler de Türklerin ortak değerleridir.


Türk İnsanını Tanımak


İsmet İnönü, 30 Ağustos 1930’da Sivas demiryolunun açılış töreninde, ulusal direniş günlerini anımsatarak; “Anadolu insanı, dünyanın bütün ateşleri başına yağarken, varlığı hazin bir kuşku altındayken, yalınayak ve sopayla istilacılara karşı mücadeleye çağrıldı” demişti.1 Bu kısa ancak özlü söz; Türk Kurtuluş Savaşı koşullarını ortaya koyan, belki de en iyi tanımlamadır, ya da tanımlamalardan biridir.
Yabancıların, Kurtuluş Savaşı’nın Türkler için anlamını gerçek boyutuyla kavraması güçtür. Gerçekleştirilen sıradışı eylemi anlayabilmek için, Türk insanının yapısal özelliklerini, alışkanlıklarını ve geçmişten gelen birikimini bilmek gerekir. Topluma karşı duyulan sorumluluk duygusu, yurda ve toprağa bağlılık, kimliğini koruma becerisi ya da kendiliğinden harekete geçen savunma güdüsü kavranmadan Kurtuluş Savaşı kavranamaz. Dayanıklılık, direnç gücü örgütlenme yeteneği ve dayanışmacı gelenekler de Türklerin ortak değerleridir.
Türk insanı, güven duyacağı bir önder bulursa, ona içtenlikle bağlanır ve hemen her buyruğunu büyük bir özveriyle yerine getirir. Mustafa Kemal, bu özelliği görmüş, olanaksızlıklara aldırmadan, yalnızca bu özelliğe güvenerek yola çıkmıştır. Batılıların bunu anlaması, olası değildir. Nitekim yalnızca devlet kuruluşlarında değil, köy berberinden büyük şirketlere dek hemen her işyerinde ve pek çok evde hala Atatürk resimlerinin asılı olması, Avrupalılarca araştırma konusu yapılmıştır.

Yoksunluk

Milli mücadeledeki yoksunlukların boyutunu anlamak için, yalnızca parasızlık sorununa bakmak yeterlidir. Bu yapıldığında, girişilen işin amaçlarıyla, özdeksel (maddi) olanaksızlıklar arasında, korkutucu bir uçurum olduğu görülecek; Kurtuluş Savaşı’nın, bu denli yoksunluk içinde nasıl kazanıldığına şaşılacaktır.
İstanbul’dan ayrılırken, karargah giderlerini karşılamak için verilen ödenek, Erzurum’a gelinceye dek bitmişti. Havza’da beliren parasal yetmezliği, İstanbul’a bildirmiş, gereksinimin Samsun ve Ordu Maliyesi’nden sağlaması yanıtını almıştı. Yanıt üzerine gönderdiği 9 Haziran 1919 tarihli telgrafta, “Samsun ve Ordu Maliyesi’nde, bir hücumbotu İstanbul’a götürecek benzin gideri kadar bile” para bulunmadığını bildirmişti.2
Ülkeyi kurtarmak için kongreler toplanmaktadır ancak elde hiç para yoktur. Umut kırıcı durum, ulusal devinimin (hareketin) geleceğini etkileyecek önemdedir. Ancak Mustafa Kemal, böyle düşünmemektedir. “Halkın istekleri yönünde hareket ediliyorsa, para bulunur, her şey bulunur” diyor; paraya değil, halkın ilgi ve desteğine önem veriyordu.

Para Değil İnanç

Büyük Taarruz’a hazırlanıldığı günlerde, 6 Mayıs 1922’de, Meclis’in gizli oturumunda yaptığı konuşmada, ordu gücünü, parayla, özdeksel olanaklarla ölçen anlayışlara yanıt verir. Ulusal savaşımda, para ya da tekniğin değil, bilinçle donanmış direnme isteğinin ve inancın belirleyici olduğunu ileri sürer.
Nutuk’a da aldığı bu konuşmada söylediği sözler, maddi olanaklar konusundaki genel tutumunun bir göstergesidir: “Gelir kaynaklarımızla neler yapabileceğimiz konusu, belki herkesten çok beni uğraştırmaktadır. Yalnız ben, ordumuzun varlığının ve gücünün paramızla orantılı olduğu düşüncesini kabul edenlerden değilim. ‘Paramız vardır, ordu yaparız; paramız bitti, ordu dağılsın... Benim için böyle bir sorun yoktur. Efendiler, para vardır ya da yoktur; ister olsun ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır.’ Ben bu işe girişirken, en akıllı ve en iyi düşünür görünen bir takım kişiler bana sordular:‘Paramız var mıdır? Silahımız var mıdır?’ Yoktur dedim. O zaman, ‘o halde ne yapacaksın?’ dediler. ‘Para olacak, ordu olacak ve ulus bağımsızlığını kurtaracak’ dedim. ‘Görüyorsunuz ki, hepsi oldu ve olacaktır’.”3

Parasal Yetmezlik

Para sorunu, Kurtuluş Savaşı’nın her aşamasında, çözülmesi güç, sıkıntılı bir sorun olarak varlığını sürdürdü. Ancak, söylendiği gibi, para da silah da bir biçimde bulundu ve yeniden kurulan ordu, ulusal bağımsızlığı sağladı. Erzurum ve Sivas günleri, parasızlığın, yetmezliklerin üst düzeyde yaşandığı günlerdi.
O günlerin koşullarını öğrenmek için, para işleriyle uğraşan Mazhar Müfit’in (Kansu) tanıklığına başvurmak ve günü gününe tuttuğu notlardan bizlere aktardıklarına bakmak gerekir. Dönemin olayları, ulusal bağımsızlıktan yana olanlar için, geçerliliğini bugün de koruyan değerli birikimler, yararlanılıp ders alınması gereken deneyimlerdir.
Erzurum Kongresi’nin 1400 lira tutan giderleri, Müdafaa-i Hukuk Erzurum Şubesi’nin bulduğu 1500 lirayla karşılanmıştı.4 İstanbul’dan birlikte yola çıktığı kurulun asker üyeleri, Kolordu tarafından konuk ediliyordu. Sivil üyeler, “asgari yaşam şartlarında ve asker karavanasından yemek alarak”5 idare ediyorlardı.
Erzurum’dan Sivas’a gitme günleri yaklaştığında, araba kiralamak ve yol giderlerini karşılamak için para gerekmektedir. Belediye Başkanı Zâkir Bey devreye girmiş ve kiralanabilecek en düşük ücretle, tanesi yüz liradan dört yaylı (üstü ve yanı kapalı dört tekerlekli at arabası) bulunmuştur, ancak elde yüz liradan başka para yoktur.
Mazhar Müfit, o günler için anılarında şunları yazar: “Paşa, para ile uğraşmaktan hoşlanmazdı. Alışveriş ve gelir giderle ilgilenmeyi bana bırakmış, kalan parayı da bana vermişti. Harcamaları ne kadar kısarsak kısalım, eldekiler hızla eriyordu. Bu nedenle para konusunda sıkıntılı bir durumdaydık ve Sivas’a gidilecekti. ‘Hazırlığınız tamam mı, 29 Ağustos’ta hareket edebiliyor muyuz?’ dedikçe, beynim burguyla delinircesine zonkluyor, onu üzmemek için de para yok diyemiyordum... Akşam yemeğinde yine Sivas yolculuğunu konu etti. Ben de, elimizde çürük çarık üç otomobil var. Karoserleri berbat, körükleri yırtık. Güneşin zararı yok, fakat yağmur yağarsa kötü. Lambaları da yok. Karpit yakmak gerekir, ancak burada karpit bulunmuyor dedim. ‘Çürük çarık, yırtık pırtık gideceğiz’ dedi ve otomobillerle yaylılara binecekleri belirlemeye başladı. Ben de sizin gibi düşünüyorum, ancak dört yaylıya ihtiyacımız var. Bugün Belediye Başkanı ile görüştüm, ucuza araba temin edecek. Fakat 400 lira kadar para gerekiyor, tabii yol boyunca ve Sivas’ta da paraya ihtiyacımız var. Kasa ise malum dedim. Paşa bu anda, üzgün bir yüzle, kaşlarını çatarak ve dişlerini sıkarak gözlerini masanın üzerinde duran kahve fincanına dikti ve hafif bir sesle, ‘evet bir de para sorunumuz var’ dedi. Onun bu anını, görüp de üzülmemek mümkün değildi. Bir ulusun kurtuluş mücadelesinde; mevkilerini, rütbesini maddi manevi olanaklarının tümünü veren, zeka ve enerjisini bütün gücüyle büyük bir ideale adayan bir insanın, artık hiç olmazsa parayla ilgisi olmamalı, bin uğraş ve boğuşma içinde onu düşünmemeliydi. O gece gerçekten çok üzülmüştüm.”6

Özveri ve Halkın Katılımı

Mazhar Müfit’in bundan sonra aktardıkları, halkın desteğini kazanan bir savaşımın, en olumsuz koşullar altında bile başarılı olacağını gösteren örneklerdir. Para bulunmuştur, ancak Erzurum’da yaşananların para bulmanın ötesinde anlamı vardır.
Olay, emekli bir subayın özverisi kadar, herhalde ondan daha çok, yurt sevgisinin ve alçakgönüllülüğün Türk toplumundaki yaygınlığını gösteren bir örnektir. Mazhar Müfit, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kuran ve Erzurum Kongresi adlı kitabı yazan Cevat Dursunoğlu’ndan da aktarmalar yaparak gelişmeleri şöyle anlatır: “Ben saatlerimiz dahil satılabilecek neyimiz varın hesabını yaparken, Paşa’nın beni çağırdığını haber verdiler. Gittim ‘Mazhar Müfit tamam yol paramız var, al sana 1000 lira’ dedi. Paşam nasıl oldu bu diye sorunca, ‘üzümü ye bağını sorma’ dedi… Yıllar sonra Ankara’da Parti binasında Cevat Dursunoğlu’na rastladım Erzurum günlerini andık. Paşa’ya verilen 1000 liranın hikayesini ondan öğrendim. Dursunoğlu sonradan anılarında da yazdığı şu bilgileri aktardı: ‘Tüzük gereği, Heyeti Temsiliye’nin masraflarını Cemiyet’in karşılaması gerekiyordu. Ancak, bütün mevcudumuz yalnızca seksen liraydı. Göç sırasında çoluk çocuğumuzun, eşimizin ziynet eşyasına kadar, ekmek parası için satmıştık. Kimsede para yoktu. Bizi daha da çok sıkan, başlangıçta böyle bunalırsak, daha büyük işlerde ne yapacağımızdı.’ Allah razı olsun, Cemiyetimizin Yönetim Kurulu Üyesi Emekli Binbaşı Süleyman Bey imdadımıza yetişti. Çok kâmil bir insandı. ‘Çocuklar ben bu işin çaresini buldum. Benim ömür boyu biriktirdiğim 900 liram var. Ben, altmışını geçmiş bir adamım. Milletin kurtuluşundan başka bir dileğim yok. Parayı size vereyim, yalnız bu parayı verdiğimi ne Paşa ne de başka hiç kimse bilmeyecek. İlerde Müdafaa-i Hukuk’un parası olursa ödersiniz, olmazsa helâl olsun. Ben devletin verdiği emekli parası ile geçinir giderim’ dedi. Hepimiz duygulanmış, gözlerimiz yaşarmıştı. Bu adsız büyük insan, bizi o günkü en büyük kaygımızdan kurtarmıştı. Parayı, 1000 liraya tamamlayarak Paşa’ya götürdüm. Olay tarihe geçtiği ve Süleyman Bey’in vasiyetini saklamağa gerek kalmadığı için bunları yazıyorum. Tanrı her ikisine de rahmet etsin.”7

Bilinç, Kararlılık, İnanç”

Mustafa Kemal, yalnızca Kurtuluş Savaşı sırasında değil, devlet başkanı olduğu Cumhuriyet döneminde de para sorunlarıyla karşılaştı ve doğal olarak hep yetmezliklerle uğraştı. Toplumsal gelişim için gerçekleştirilecek her atılımın, akçalı (mali) güce bağlı olduğunu biliyor ancak paraya, başarının tek belirleyicisiymiş gibi birinci düzeyde önem vermiyordu. Onun için, herşeyden önce gelen bilinç, kararlılık ve girişilecek işe olan inançtı. İnançlı insanların, eğer halkla bütünleşirlerse, başarısız olmaları olası değildi. Kendine ve halka güven esastı. Bu güvene sahip olanlar, para dahil herşeyi bulur, başarıya ulaşırdı.
30 Eylül 1926’da, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde Türkiye İdman Cemiyetleri Birliği delegesi sporcularla yaptığı söyleşide, konuyu mali olanaklar sorununa getirir ve Kurtuluş Savaşı günlerinden örnekler vererek, görüşlerini açıklar. Sporculara, parasızlık gibi nedenlerle umutsuzluğa kapılıp hemen yılmamalarını, kendilerine olan güvenlerini hiçbir koşulda yitirmemelerini salık verir, “bunları sizi avutmak için rastgele söylemiyorum” der ve şunları söyler: “Yıllar önce, bu güzel ülke, bu değerli ulus, büyük bir çöküntü içindeydi. Ben, yurdu ve ulusu düştüğü uçurumdan çıkarabileceğim inancıyla Anadolu’ya geçtiğim ve amacımı gerçekleştirebilecek davranışlara giriştiğim günlerde, cebimde ve emrimde beş para olmadığını söyleyebilirim. Ama parasızlık, benim ulusla birlikte, amaca doğru yürümemi durdurmadığı gibi hızını bile kesmedi. Yürüdük, başardık. Yürüdükçe başardıkça, parasızlık gibi güçlükler ve engeller kendiliğinden çözülüp, yıkılıp gittiler…”8

Ankara’ya Gidiliyor

Mustafa Kemal ve beraberindekiler 29 Ağustos’ 1919’da Sivas’tan Ankara’ya hareket etti. Parasızlık yanında ciddi bir güvenlik sorunu da vardır. Dahiliye Nezareti Sivas Valisi Reşit Paşa’ya, Mustafa Kemal’in tutuklanıp İstanbul’a gönderilmesi için emir vermiş, yolda, Munzur dolayında eşkıyaların pusu kurduğu ihbarı alınmıştı. Bunlara aldırış etmedi ve Sivas’a herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadan geldi. Kongre delegelerinin geçim ve beslenmelerinin sağlanması, çözülmesi gereken önemli bir sorun olarak ortada duruyordu. “Çarşıda; bakkala, kasaba yapılan borçlar” ödenmeyi beklemektedir. Hüseyin Rauf (Orbay) 100 lira verir borçlar kapatılır. “Herkesten hissesine düşen masrafı alma” önerisini kabul etmez ve “Kimden ne isteyeceksin? Yanımdakilerin bazısı mülazım (teğmen) maaşının büyük kısmını zaten İstanbul’daki ailesine bırakmış. Bir de buradaki masrafa dayanabilirler mi?” diyerek geri çevirir.9
Sivas’tan Ankara’ya giderken, durum Erzurum günlerinden daha da kötüydü. Sivas’ta; ulusal mücadele için yaşamsal önemde kararlar alınmış, yeni devletin temelleri atılmış ve Sivas halkı Kongre’ye sahip çıkmıştı. Ancak, başarılan bu önemli işlere karşın, kongre düzenleyicileri bakkala, fırına ödenecek paranın hesabıyla uğraşmaktadır.
Mustafa Kemal, parasızlığa değil, Sivaslıların kilometrelerce süren coşkun karşılamasına (ve uğurlamasına) önem vermekte, sürekli para bulunur demektedir. Bunu derken, para bulma yöntemlerine de kısıtlamalar getirmektedir. Örneğin bankalardan, Heyeti Temsiliye olarak borç alma önerisine; “düşmanlarımıza yeni bir propaganda ucu veremeyiz. Bankaları soyuyorlar diye söylemedikleri kalmaz. Başka çareler düşünelim” diyerek10 karşı çıkmaktadır.

Kar Altında Üstü Açık Araba

18 Aralık 1919’da, Ankara’ya doğru yola çıkılacaktır. Kongre Binası’nın önünde büyük bir kitle, onu uğurlamak için toplanmıştır. Uğurlayıcıların önemli bir bölümü, Temsil Heyeti’ni at ya da arabalarla kentin dışındaki köprü başına dek getirecektir. Hava çok soğuk, her yer karla kaplıdır ve kar yağışı sürmektedir. Otomobillerin üstü açık olduğundan ‘yolcular’ kar içindedir.11
İki aracın lastikleri dolma, biri şişme iç lastiktir. Eski olan iç lastik, Kayseri’ye yakın patladığında, dış lastiğin içine “paçavra ve ot doldurulacaktır.”12 Benzin ve lastik, “haysiyet kaygılarıyla karışık duygular içinde” Amerikan okulundan sağlanmıştır.
Mazhar Müfit, Sivas’tan hareket günü için anılarında şunları yazar: “Yarın hareket ediyoruz. Bildiklerimizle vedalaştık. Bütün paramız, yol için ancak yirmi yumurta, bir okka peynir ve on ekmeğe yettiğinden bunları aldırdık. Banka müdürü bugün de işine gelmezse yolda bütün bütün aç kalma ihtimali var.”13
Elde kalan son parayı azık için harcayan Mazhar Müfit, Mustafa Kemal’i kişisel borçlanmaya izin vermesi için ikna etmiş ve valiliği döneminden tanıdığı Osmanlı Bankası Müdürü’nün peşine düşerek, kredi almaya çalışmaktadır.
Ancak, müdür gönülsüzdür ve her arandığında “evinde hastadır” yanıtı alınmaktadır. Ricalarla getirtilir, karargahtan Yüzbaşı Bedri Bey tüccar diye kefil, Mazhar Müfit ise borçlu olur ve 1000 lira alınır. İşlemler hareketten “beş dakika önce biter”. Şevket Sürayya Aydemir “Tek Adam” kitabında, bu tür sıkıntıları kastederek, “O günler Mustafa Kemal’in hiç unutmadığı ya da hiç hatırlamak istemediği günlerdir” diyecektir.14

Kayseri’de Coşkulu Karşılama

Sivas’tan hareket edildiği 18 Aralık gecesi, yolda donma tehlikesi geçirilerek15, ertesi gün Kayseri’ye gelinir. Kayserililer’in ona ve birlikte olduğu Heyeti Temsiliye üyelerine gösterdiği ilgi ve coşkulu karşılama, herkesi duygulandırmıştır.
Valiliği ve Belediye’yi ziyaret eder, Raşit Efendi Kitaplığı’nda halkla bir toplantı yapar. 21 Aralık’ta kentten ayrılırken, Kayserililer’e, gösterdikleri ilgi nedeniyle teşekkür bildirisi yayınlar. Bildiride şunları söyler: “Kayserililerin Heyeti Temsiliye’ye açtığı kardeşlik kucağı ve gösterdiği içtenlik o kadar sıcak ki, minnet ve şükran duygularımızı açıkça söylemeye gerek gördük. Kadın, erkek, çocuk; bütün millet fertlerinin genel galeyan ve heyecan ile gösterdiği sevgi ve içtenlik; Heyeti Temsiliye’yi oluşturanların kişiliklerine değil, yöneldiği kutsal birlik anlayışına ve (herkesin y.n.) anlaşarak bir araya gelmiş olmasınadır. (Bu nedenle y.n.) çok değerli ve çok yüce bir niteliğe sahiptir… Yolumuza devam ederken, Kayseri’nin, arkamızda Anadolu’nun bütün vatansever coşkusunu içinde barındıran; güçlü, uyanık, yetenekli ve içten bir milli merkez olduğunu düşünerek, her zaman kıvanç duyacağız.”16

Hacıbektaş Ziyareti

Kayseri’de bir gün daha kalınması istemlerine karşın aynı gün yola çıktı. O dönemde ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan ve Türk geleneklerine kıskançlıkla bağlı “üç-dört milyon, belki de daha çok”17 Alevinin kutsal saydığı Hacıbektaş’a gidilecektir.
22 Aralık’ta, bir gün kalacağı Hacıbektaş’a geldi ve Alevi önderi, Hacıbektaş Dergahı Postnişin’i (postta oturan, tekkenin şeyhi) Çelebi Cemalettin Efendi ve Hacıbektaş Dede Postu Vekili Niyazi Salih Baba’yla, Kurtuluş Savaşı ve sonrası için görüşmeler yaptı. Son derece aydın kişiler olan bu insanlara, girişilen savaşımın amaç ve boyutunu anlattı. Her ikisi de ulusal devinimi destekleyeceklerini bildirdiler. Çelebi Cemalettin Efendi’yle yapılan görüşmede, Cumhuriyet’ten bile söz edildi.18
Alevi önderler, sözlerinde durdular ve inançlarıyla örtüşen ilkelere sahip olduğu için, Kurtuluş Savaşı’yla Cumhuriyet devrimlerini desteklediler. Toplumbilimci John Kingsley Birge’nin, “Cumhuriyet ve Bektaşilik ilkeleri çakıştığı için, Cumhuriyet’in gelişi bektaşilerce, amacın gerçekleşmesi olarak görülmüş ve tarikat örgütlenmesine gerek kalmadığına karar verilmiştir”19 biçiminde tanımladığı bu destek, yaygın ve içten, genel bir tutumdur.

Beşyüz Yılda İlk Kez

Mustafa Kemal, Samsun’dan Havza’ya geldiğinde karşılayanlar arasında Çelebi Cemalettin Efendi de vardı. Gittiği her yerde gördüğü kitlesel desteğin içinde, Aleviler önemli bir yer tutuyordu. Beş yüz yıldır belki de ilk kez, Sünnisi ve Alevisiyle Anadolu Türkleri’nin tümü aynı amaçla onun çevresinde birleşmişti. Kentlerde, köylerde onu birlikte karşıladılar, birlikte konuk ettiler; çağrılarına uyarak toplantılara, kongrelere derneklere birlikte katıldılar; giriştiği savaşımda sonuna dek yanında olacaklarını açıkladılar. Böylesi bir birliktelik, saray ve işgalciler için, hiç beklemedikleri bir olaydı.
Alevi-Bektaşi ileri gelenleri daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili olmaya çağrıldılar ve milletvekili oldular. Bu olay da, o güne dek görülmemiş bir gelişmeydi. İstanbul, yüzyıllar boyu, Alevileri ancak; “sorgulamak, sürgün etmek, vergi almak, tutuklamak ya da katletmek için” aramıştı. Şimdi devletin en yüksek yönetim organında görev almak için çağrılmışlardı.20
Çelebi Cemalettin Efendi, Birinci Meclis’e milletvekili oldu ve Meclis Başkan Yardımcılığı yaptı.21 Dersim’den (Tunceli) Diyap Ağa, Hasan Hayri Bey, Mustafa Ağa, Mustafa Zeki Bey, Erzincan’dan Girlevikli Hüseyin Bey, Denizli’den Hüseyin Mazlum Baba, Kars’tan Pirzade Fahrettin Bey, diğer bazı Alevi milletvekilleriydi.22

Kurtuluş Savaş’ında Aleviler

Kurtuluş Savaşı’nda, millicilere karşı fetvalarla çıkarılan gerici ayaklanmalar, Anadolu’daki Alevi varlığı nedeniyle, belli bölgelerde sınırlı kaldı. Aleviler, ayaklanmaların bastırılmasına olduğu kadar, yayılmasının önlenmesine de katkı koydular.
Komutan Atatürk” adlı yapıtında bu konuya değinen General Celâl Erikan; “bütün milletin, padişah safında karşı devrime katılacağını”, ancak bunu “ittihatçı örgütlerle, Aleviliğin önlediğini” ve “Kurtuluş Savaşı’nın bu sayede mümkün olduğunu” ileri sürer. Erikan, şöyle söyler: “Eğer Türkiye bütünüyle ve birdenbire karşı-devrime girmemişse, bunun iki nedeni vardır: Biri, Halifenin kızdığı eski İttihat ve Terakkiciler, öteki inançları gereği Sünni Halife ve fetvasına pek önem vermeyen Şia mezhebinden Alevilerdir.”23
Aynı konuya Mustafa Kemal de değinir. 26 Haziran 1919’da Konya İkinci Ordu Müfettişliği’ne gönderdiği telgraf, Aleviler’e verdiği önemi gösteren bir belgedir. Bu telgrafta şunları söylüyordu: “Tokat ve çevresinin İslam nüfusunun yüzde sekseni, Amasya çevresinin de önemli bir bölümü Alevi mezhebindendir ve Kırşehir’deki Baba Efendi Hazretlerine çok bağlıdırlar. Baba Efendi, ülkenin ve ulusal bağımsızlığın bugünkü güçlüklerini görmede ve yargılamada gerçekten yeteneklidir. Bu nedenle güvenilir kimseleri kendisiyle görüştürerek Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak derneklerini destekleyecek. Uygun gördüğü, yörede etkili Alevilerin Sivas’a gönderilmesini çok yararlı görüyorum. Bu konuda içten yardımlarınızı dilerim.”24

Kırşehir ve Gençlere Çağrı

24 Aralık’ta Kırşehir’e geldi. Her yerde olduğu gibi coşkulu bir kitle tarafından karşılandı. Kırşehir Gençlik Derneği’nde, örgütlenmenin önemini vurgulayan ve gençleri, halkı örgütlemeye çağıran anlamlı bir konuşma yaptı. Dernek anı defterine “Sağlam ve yanılmaz düşüncelerle donanmış” Kırşehir gençliğinin, “vatan gençliğinin değerli bir parçası” olduğunu yazdı25 ve konuşmasında şunları söyledi: “En önemli kurtuluş ilkesi; halkın örgütlenmesidir. Örgütlenmeyen bir halk, saray karşısında, sömürgeciler karşısında yenilir, ezilir. Öyle ise genç aydınlar! Halkın önüne düşeceksiniz. Ulusal bilincin Ateşini yakacak ve Türk halkını Bağımsızlık Savaşımızın halkasında örgütleyip, birleştireceksiniz. Bu örgütlenmeden nereye çıkacağız? Bu örgütlenmeden halkın yüzyıllardan beri özlediği, halk devleti yoluna çıkacağız. Bu halk hareketini, bir ulusal devlet haline getireceğiz... Kırşehir gülü gibi toprağa, halka bağlı, yeni bir Türk devleti.”26

DİPNOTLAR

  1. Tarih IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3. Bas., İstanbul-2001, sf.319
  2. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas., 1981, sf.29
  3. Nutuk”, M.Kemal Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Bas., 4.Bas., Ank.-1999, sf.879
  4. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas.,1981, sf.111
  5. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, I.Cilt, T. T.K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.169
  6. a.g.e. sf.171
  7. a.g.e. sf.173-176
  8. Atatürk’ün Söylevleri” T. Dil Kur. Yay.-277, Ank. Üni. Bas., Ank.-1968, sf.163-164
  9. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8. Bas.,1981, sf.127-128
  10. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.481
  11. a.g.e. sf.488
  12. a.g.e. sf.490
  13. a.g.e. sf.490
  14. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, 1981, sf.140
  15. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T.K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.491
  16. Atatürk’ün Bütün Eserleri” 5.Cilt, Kaynak Yay., 2001, sf.380
  17. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.492
  18. Atatürk ve Aleviler”, Cemal Şener, Ant Yay., 5.Bas.,1994, sf.64
  19. Tarih Boyunca Bektaşilik” Doç.Dr.Yaşar Nuri Öztürk, sf.201; ak. Cemal Şener, ”Atatürk ve Aleviler” Ant Yay., 5.Bas., İst.-1994, sf.16-17
  20. Atatürk ve Aleviler”, C.Şener, Ant Yay., 5.Bas.,1994, sf.69
  21. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber”, M. M. Kansu, II.Cilt, T. T.K. Yay., 3.Bas., Ank.-1988, sf.492
  22. Atatürk ve Aleviler”, C.Şener, Ant Yay., 5.Bas., 1994, sf.73
  23. Komutan Atatürk” (G).Celal Erikan, sf.584; ak. D.Avcıoğlu, “Milli Kurtuluş Tarihi” III.Cilt, İstanbul Bas., İst.-1974, sf.993
  24. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları” Mustafa Konar, I. Cilt, Kültür Bak. Yay., Ankara-1994, sf.94
  25. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U.Kocatürk, T.İş B.Yay., Ank. sf.124
  26. Atatürkçü Olmak”, Ceyhun Atuf Kansu, Bütün Eserleri, No:5, Bilgi Yay., sf.28

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder