22 Ağustos 2014 Cuma

TÜRKİYE’DE BANKA SATIŞLARI


Bir Alman Profesör “Türkler ulus olamamıştır” yargısında bulunarak nedenini, “bankalarını yabancılara bu denli kolay satan bir toplum ulus olamamış demektir” biçiminde açıklamış. Bankaların ulusal varlık açısından önemini belirtmek için söylenen bu sözler, gerçekte çok şey anlatıyor. 19.Yüzyılda girişimcilere borç veren basit aracılar olan bankalar; 20.yüzyılda para satmanın yanında yatırımları olan, şirket satın alan ve dışa açılan büyük bir mali-sınai güç durumuna geldiler. Ekonominin belirleyici unsuru oldular. Ulus için ekonomi her şeydir, ekonomi için de para her şeydir. Paraya yön veren ekonomiye, ekonomiye yön veren de ulusal pazara yön verir. Alman profesör haklıdır; banka-ulus ilişkisi ulusun varlığıyla ilgili bir sorundur.


Bankacılığa Darbe

Barclays Bank eski Başkanı, İngiltere Bankalar Birliği Başkanı ve İngiltere Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Andrew Buxton, Türk bankacılığı için 29 Kasım 2000’de şunları söyledi: “Türkiye’de finansal hizmetlerin yaygınlaştırılması ve genişletilmesi için birleşmeler gerçekleştirilecek ve bazı bankalar yok olacaktır; bazı bankaların gerçekten yok olması gerekiyor.”1
Andrew Buxton, bazı bankaların yok olması gerektiğini söylerken, Türkiye’de bankacılıkla ilgili olarak çıkarılan yasalar, hazırlanan izlenceler (programlar) ve yürütülen uygulamalar, bankaların bazılarının değil, ulusal nitelikte olanların tümünün yok edileceğini gösteriyordu. IMF ve Dünya Bankası isteklerinde, son 5 yıldır en çok bankacılık konusu yer alıyor ve yabancılar en çok bu konuyu gündeme getiriyordu. Bankacılık yasası çıkarılmalı, devlet bankaları kapatılmalı, bilânçosu zayıf bankalara el konulmalı ve bankalar uluslararası finans sermayesinin alımına ya da ortaklığına açılmalıydı.
Türk bankacılığını yok etmeye yönelen dış istek, IMF izlencelerinde, açık ve kesin dayatmalar olarak yerini almıştır. Bu izlenceleri uygulamayı görev sayan politikacılar, finans piyasasındaki ulusal kurumların iyeliğini (mülkiyetini) ya da yönetim yetkisini yabancılara devreden bu izlenceleri eksiksiz uygulamaktadır. IMF, 57. ve 59. Hükümetler kurulur kurulmaz, bankacılıkla ilgili çıkarılmasını istediği yasaları, bir ön şart olarak ortaya koydu. Devletin akçalı örgütleri hemen tümüyle “bağımsız kurumlar!”ın emri altına sokuldu, kamu ya da özel ulusal bankaların yabancılara satılması kolaylaştırıldı ve bankacılıkta istenilen yasal değişiklik, bir değil birkaç kez yapıldı. 2010 yılına dek ulusal bankaların yüzde ellisi yabancıların eline geçti.
Türk bankacılığını yabancılaştırmayı amaç edinenler, hiç ödün vermediler. Küresel finans güçleri, konu bankacılık olduğunda, en küçük öneri ve eleştiriye bile izin vermiyor, böyle bir olayla karşılaştıklarında gözkorkutma (tehdit) içeren sert bir tepkiyle karşılık veriyordu. Kamu ve Fon bankalarını yönetenlere yargı dokunulmazlığı (masuniyeti) getiren yasanın bazı maddelerinde küçük değişiklikler yapılmak istenildiğinde, hükümete açıktan gözdağı verilmişti.

Satılık Bankalar

IMF istekleri doğrultusunda, 1997 ile 2005 arasındaki 7 yılda, içlerinde Demirbank, Toprak Bank, Türk Ticaret Bankası (Tütünbank), Yapı ve Kredi, Pamukbank, Emlak Bankası, İmar Bankası, Türk Ekonomi Bankası (TEB), Şekerbank, Garanti Bankası gibi köklü bankaların da bulunduğu, ulusal sermayeye dayanan 26 banka yabancılara satıldı ya da kapatıldı. 1999 yılında 81 olan milli banka sayısı Haziran 2002 itibarıyle 57’ye düştü.2 Bu bankaların bir bölümü, yürütülen dış kaynaklı politikalara güç ve destek veren, IMF’nin doğal bağlaşığı (müttefiki) konumundaki, küreselleşme yanlısı sahipleri tarafından içleri boşaltılmış ve kaynakları yurt dışındaki yabancı bankalara aktarılmıştı. Bir bölümü, yürütülen IMF politikaları nedeniyle güç duruma düşmüş, diğer bir bölümü de nedeni tam anlaşılamayan bir biçimde Fon’a devredilmişti.
IMF ile halkın “hortumcu” adını verdiği banka boşaltıcıları arasında sanki bir anlaşma vardı. Yurttaşların yatırdıkları paralar kişisel amaçlar için kullanılıyor, bankalar bilerek batırılıyor ancak bu işi yapanlardan, edindikleri haksız servet ellerinde dururken borçları alınamıyordu. Buna karşın, içi boşaltılan bankalar “devletleştiriliyor”, bu yolla “hortumculara” giden paralar halka ödettirilmiş oluyordu. Bu uygulama, özellikle 57. ve 59. Hükümetler döneminde inanılması güç yöntemlerle yapılıyordu. Batırılan bankalar “kamulaştırılıyor”, bütçeden bu bankalara büyük boyutlu kaynak aktarılıyor ancak aktarılan bu kaynak, bankaya borç kaydedilmiyor ve “görev zararı” adıyla siliniyordu. Bu yolla, “hortumlanan” para meşrulaştırılmış oluyordu.
Hangi biçimde olursa olsun varlığına son verilen bankaların tümü, Fon adı verilen kurum aracılığıyla devlet tarafından satın alınıyor ve ağır bir ekonomik bunalım yaşanmasına karşın bu bankalara Hazine’den milyarlarca dolarlık kaynak ayrılıyordu. Bu “özveri”, kuşkusuz, bankaların kurtarılarak yeniden toplumun hizmetine sunulması için yapılmıyordu. Çeşitli biçimlerde varlığına son verilen ulusal bankalar, alınabilecek bir duruma getirilerek satışa hazırlanıyordu.
Özelleştirme “filozoflarının” özelleştirmenin erdemlerini dillerinden düşürmediği bir ortamda, bankacılıkta bir tür “devletleştirme” yapılmasının nedeni, Türk bankalarının alıcılar için daha “cazip” hale getirilmesiydi. Bu iş için, halk yoksulluk ve işsizlik içinde kıvranırken, 30 Nisan 2001 tarihi itibariyle tam 12.4 milyar dolar harcanmıştı.3
Banka satın almada yaratılan ‘cazibe’, harcama yapmakla da sınırlı bırakılmamış, arka arkaya çıkarılan yasalarla; banka satışlarında alım–satım vergileri kaldırılmış, devletin karar ve denetim yetkileri yok edilmiş ve bu işlerde “görev” alacak bürokratlara “yasal dokunulmazlık” getirilmişti. Banka alışverişi, Türkiye’de; hemen hiçbir kurala bağlı olmayan, son derece kolay ve biraz parası olan için sıra dışı kâr getiren bir soygun düzenine dönüşmüştü.
Süreç, genel olarak şöyle işliyordu: iktidara yakın kimi kişiler, değişik yöntemlerle önce banka kurma yetkisi alıyor ve halkın parasını topluyordu. Amaçları, banka kurup geliştirmek, ülkenin finans gücünü yükseltecek bir çaba içinde olmak değildi. Büyük bölümü bankacılıktan hiç anlamıyordu. Bunlar, topladıkları parayı yurtdışında kişisel hesaplarına aktardılar ve bir anlamda kendi bankalarını ‘soydular’, bir süre sonra battıklarını açıkladılar.
Hükümetler devreye girdi ve büyük bir kaynak ayırarak (elli milyar dolar) bu bankaların açıklarını kapattılar ve bunları devlet mülkiyetine aldılar. Daha sonra birçok yasal ayrıcalık tanıyarak, düşük bedellerle satışa çıkardılar. Önemli bölümünü, iktidara yakın kişilerin kurduğu yerli firmalar aldı. Bunlar, bankaları bir süre elinde tuttuktan sonra büyük kârlarla yabancılara satmaya başladılar. Finans Bank, Dışbank, Denizbank böyle bankalardı. Örneğin Denizbank’ın tüm hisseleri devletten 69 milyon dolara alınmıştı. Alıcı firma, birkaç yıl sonra Denizbank’ın yüzde 75 hissesini Belçikalı Dexia Bank’a, 2,4 milyar dolara satmıştı.4

Satışlardan Örnekler

Yabancılara satılan ilk ulusal banka Demirbank oldu. Uzun yıllardan beri düzenli çalışmalarıyla tanınan bu bankanın tüm hisseleri, 200 milyon dolar gibi, değerinin çok altındaki bir bedelle, dünya finans devlerinden İngiliz HSBC’ye satıldı. İngiliz Financial Times gazetesi bu satışı “Bir kilometre taşı” olarak değerlendirdi.5
Demirbank’tan hemen sonra Sitebank Yunan Novabank’a satıldı; ardından Tekfenbank ile Ulusal yatırım A.Ş. elden çıkarıldı. Atatürk döneminin saygın bankalarından Emlak Bankası, çalışanlarının tüm çabasına karşın Ziraat Bankası’yla birleştirme adıyla kapatıldı, binlerce yetişmiş elemanın işine son verildi, ya da meslekleriyle ilgisi olmayan memurluklara atandılar. “Euro bölgesinin en büyük bankası” olarak değerlendirilen Türk Ekonomi Bankası’nın (TEB) yüzde elli hissesi Fransız BNP Paribos’a satıldı.6 Türkiye’nin ilk ulusal özel girişim bankası olarak 1913 yılında kurulan Türk Ticaret Bankası (Türkbank), çalışanlarının ve emeklilerinin gözyaşları arasında kapatıldı.7 “İkramiyeli Aile Cüzdanı”, “Semt Şubeciliği”, “Teknik Staj Kredisi”, “Etüt Kredisi” gibi uygulamaları Türkiye’ye tanıtan, kültürel çalışmalarıyla dikkat çeken Yapı Kredi Bankası ile “Bireysel Kredi”, “Telefon Bankacılığı”, “Gezici Bank 24”, “Müşteri Temsilciliği” gibi bireysel bankacılık uygulamalarına öncülük etmiş olan Pamukbank’ın varlığına son verildi.8 IMF Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk, Pamukbank ile Yapı Kredi Bankası “operasyonunu” memnuniyetle karşıladıklarını açıkladı; ABD Hazine Bakan Yardımcısı John Taylor, “Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun, kuvvetle hareket ederek Pamukbank operasyonunu gerçekleştirmesini memnuniyetle karşılıyoruz. Bu eylem, Türk yetkililerin ekonomik program yolundaki taahhütlerini yerine getirmesinin yeni bir göstergesidir” diyordu.9
Gazetelerin “Bankacılık Sektörüne Giren En Büyük Yabancı Sermaye” başlığıyla ve kıvançla verdiği banka satışında, Avrupalı Fortis Bank, Dışbank’ı aldı. “Cumhuriyet tarihinin yabancılara yapılan en büyük banka satışı”10 olarak tanımlanan bu girişimle, Türkiye’nin 7. büyük bankası ve ortak olduğu finans kuruluşları, yabancıların eline geçmiş oldu. Dışbank’ın iştirakleri şunlardı. Dış Yatırım, Dış Portföy, Dış Leasing, Dış Factoring, Dışbank Malta ve Doğan Emeklilik.11
Dışbank’ın satıldığı günlerde, Yunan EFG Eurobank, İstanbul Menkul Değerler A.Ş.12 ve Tekfenbank’ı Ortodoks kilisesinin de ortak olduğu Yunan devlet bankası, Finans Bank’ı aldı.13
Macar Bankası OTP birleştirilmiş olan Halkbank ve Pamukbank’ı almak için görüşmeler yaptı.14 Hollandalı Rabobank, pancar üreticilerini korumak amacıyla kurulan ve Türkiye’nin en büyük 10 bankasından biri olan Şekerbank’ı aldı.15
Dünya devletlerinden General Electric’in malî şirketi Consumer Finance, Ağustos 2005’te, Türkiye’nin üçüncü büyük bankası Garanti Bankası’nın “eşit ortaklığa yetecek” olan yüzde 25,5’lik hissesini satın aldı.16
Suudi Arabistan Bankası The National Commercial Bank, Türkiye Finans Katılım Bankası’nın yüzde 60’ını 1,08 milyar dolara aldı. Alıcı Banka’nın Yönetim Kurulu Başkanı Şeyh Abdullah Buhamdan, satış töreninde yaptığı konuşmada; “Türkiye Finans için gerçekleşen bu işbirliği, bankacılıktaki hedeflerimiz açısından bir dönüm noktası ve bölgesel büyüme stratejilerimiz açısından büyük bir adımdır” dedi.17
Oyakbank’ın Hollandalı ING’ye satılmasının, başka satışlarda bulunmayan iki önemli özelliği vardı. Banka, büyük oranda TSK personeline hizmet götürüyordu. Emekli olsun olmasın her rütbeden görevlinin künye bilgileri bankada bulunuyordu. Subaylar başta olmak üzere geniş bir kitle bankanın ulusal niteliğini yitirmesini istemiyordu. Örneğin, Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Genel Başkanı Tümgeneral (E) Rıza Küçükoğlu, kamuoyuna yaptığı açıklamada, “değişik gruplarla” görüştüklerini söylemiş ve “Oyak Bank’ta fahri üyelerle birlikte 57 bin hesabımız var. Oyak Bank milli banka olma niteliğini kaybederse hesaplarımızı çekebiliriz” demişti.18
İkinci özellik, Oyakbank’ın satılması durumunda, Türk bankacılık kesiminde ulusal bankaların yabancılar karşısında azınlığa düşmesiydi. Banka, tüm karşı çıkmalara karşın Hollandalı ING’ye satıldı ve yabancı bankaların Türk sermaye piyasasındaki payı yüzde Elli’yi geçti.19

Ulusal Bankacılık Küçülüyor

Bankacılık dizgesinde (sisteminde) yer alan ulusal banka sayısının azalması, doğal olarak, şube sayılarının ve bankacılık konusunda uzmanlaşan yetişmiş işgücünün de azalmasına yol açtı. Bankalar 2000 yılında 7.837 adet şubeyle hizmet veriyordu. İki yılda 1.506 banka şubesi kapandı ve şube sayısı 6.331’e düştü.20 2000–2002 arasındaki 20 ay içinde, içlerinde Hisarbank, Egebank, Efesbank, İnterbank, Raybank, Tutum Bankası, Türkiye Bağcılar Bankası’nın bulunduğu 28 ulusal; içlerinde Adapazarı Bankası, Emniyet Bankası, Alaşehir Bankası, Lüleburgaz Birlik ve Ticaret Bankası, Sağlık Bankası’nın da bulunduğu 12 bölgesel kalkınma ve yatırım bankası kapatıldı.21
2000 yılı başında bankalarda, alanlarında uzmanlaşmış 173.988 kişi çalışıyordu. Bu sayı, 2002 başına kadarki bir yıl içinde, 137.342’ye düştü. Bir yıl içinde bankacılık konusunda eğitilmiş, toplam 36.646 kişi işini yitirmişti.22
İki yıllık aynı dönemde 7 kamu bankası kapandı. Doğrudan kapatılarak ya da başkalarıyla birleştirilerek kapatılan kamu bankaları şunlardı: Türkiye Öğretmenler Bankası, Emlak Bankası, Ankara Halk Sandığı, Anadolu Bankası, İstanbul Emniyet Sandığı, İstanbul Halk Sandığı, İzmir Halk Sandığı.
Ziraat Bankası’yla birleştirilen Emlak Bankası ile Halk Bankası’nın tam 581 şubesi bir yıl içinde kapatıldı. Ancak IMF kapatılan şube sayısını yeterli görmedi ve IMF Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen, Başbakan Bülent Ecevit’le yaptığı görüşmeden sonra şunları söyledi: “Niyet mektubunda verilen tarih itibarıyle ancak 591 şube kapatıldı. Bu sayının yukarı çekilerek 800’e ulaştırılması gerekiyor.”23
Ulusal bankaların ortadan kaldırılarak mali piyasaların yabancı bankaların denetimine girmesi, Türkiye’yi iş ve üretim yapamaz hale getiren bir gelişmeydi. Olumsuz gelişmenin önemini çok az insan gördü ve dile getirdi. Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren’in sözleri, bu konudaki belki de en açık saptamaydı: “Türk firmaları birleşip güçlenmezse, Avrupa Birliği üyesi büyük ülkelerin taşeronu olacaktır. Polonya’da, sahibi Polonyalı olan büyük müteahhitlik firması kalmadı. Önce milli bankacılık bitirilip, yabancılaştırıldı. Bankaların yeni sahipleri, yerli firmalara krediyi kesti ve bu sonuç doğdu.”24

Kredi ve Faiz Düzeni Değişiyor

Yabancıların Türk bankacılığını denetim altına alarak kural belirleyen bir konuma gelmesi, kredi ve faiz düzenini temelden değiştirdi. Sanayi, savunma ve eğitim alanlarına yatırım yapmak isteyen yerli girişimciler, üretici çiftçiler ve esnaf kredi bulamaz duruma düştü. Çünkü yabancılar bu alanlara kredi vermiyor, verilmesini de istemiyordu. Kaynaklarını konut, otomotiv ve beyaz eşya başta olmak üzere yalnızca tüketim kredisi için kullanıyordu. Türk bankaları bu gelişmeye ayak uyduruyor ve aynı yolu izliyorlardı.
Yabancılar bankaları; isim hakları, çalışanı, taşınır taşınmaz malları ve tüm donanımı ile birlikte alıyor, herhangi bir yeni yatırım yapmıyordu. Bu işleyiş, yabancı yatırım almak değil, kârı hazır ulusal bankalara elkoyma girişimiydi. Nitekim, yabancılar birkaç yıl içinde yatırdıkları parayı kâr olarak geri aldılar ve ülkelerine götürdüler. Ulusal bankalar, bir anlamda kendi kazançlarıyla (kârlarıyla) ele geçirilmişti.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun verilerine göre, Türkiye’de çalışma yapan yabancı bankalar, 2007 yılının ilk dokuz ayında 7 milyar YTL. faiz geliri elde etti. Bu miktar yılda 9,3 milyar YTL’lik bir gelir demekti. Bu gelirden 5,3 milyar YTL’lik faiz gideri düşüldükten sonra elde kalan 4 milyar YTL, yıllık net faiz geliriydi.25

Gelişmiş Ülkeler Bankalarını Koruyor

Türkiye, başta bankalar olmak üzere ulusal şirketlerin yabancıların eline geçmesine yol açan, üstelik bu sürece destek veren bir politika izlerken, özellikle ‘serbest piyasa ekonomisi’nin vazgeçilmezliğini dillerinden düşürmeyen gelişmiş ülkeler, bankalarının yabancıların eline geçmemesi için milliyetçi önlemler alıyor; bu önlemleri sürekli arttırıyordu.
ABD’de, yüksek yetkilerle donatılmış Yabancı Yatırımları Denetleme Komitesi (Commitee on foreign Investment) adlı bir devlet örgütü vardır. Bu örgüt, yabancıların ABD şirketlerine yönelik yatırımlarını düzenli olarak denetler, bu yatırımların “devlet güvenliğini” etkileyip etkilemeyeceğine karar verir. Yabancılar, ABD şirketleriyle anlaşmış olsa bile, komite, imzalanmış anlaşmaları bile iptal edebiliyordu. Bu konudaki son örnek, bir Arap şirketi olan Dubai Ports’un, kimi Amerikan limanlarının işletme hakkını almasının durdurulması ve satışın iptal edilmesidir.
İtalya, Fransa ve Almanya, “bankacılık sektörüne yabancıların girişimine ‘tezgah altından’ önlemler getirdiği” için, Avrupa Birliği’nden uyarılar almaktadır. AB ülkelerinde bankacılık sektöründe yabancıların payı her zaman yüzde yirminin, kimilerinde yüzde onun altındadır. Bu oran, Almanya’da yüzde beş, İtalya’da yüzde sekiz, İspanya’da yüzde on, Hollanda’da yüzde on bir, Avusturya ve Fransa’da yüzde on dokuzdur.26
Almanya, bankacılık sektöründe, yabancıların payı yalnızca yüzde beş olmasına karşın, “Alman ekonomisinin kilit sektörlerinin yabancıların eline geçmemesi” için, daha etkili önlemler almaya karar verdi. Alman güvenlik ve ekonomi uzmanları, hükümete sundukları raporda; Rusya ve Ortadoğu’daki petrol zengini ülkelerin ve özellikle Çin’in elinde büyük bir döviz birikimi olduğunu, bu birikimin Almanya’nın kilit sektörlerini ele geçirebilecek güce ulaştığını, bu nedenle “bu tür girişimleri engelleyici” bir daire kurulmasını istediler.27
Hükümet isteği olumlu karşıladı ve “Yabancı Yatırımları Denetleme Dairesi” adlı yeni bir yapının kurulmasına karar verdi. Bu kurumun görevi, çok önemli teknolojik bilgi ve patentlere sahip Alman şirketlerine, yabancıların satınalmalar yoluyla ulaşmasını önlemek olacak. Federal Alman Ekonomi Bakanı Michael Glos, Çin’e yaptığı ziyaret sırasında yabancı yatırımcıya Almanya’nın kapılarının her zaman açık olduğunu söylerken, bu kapıların ne kadar açık olduğunu şöyle dile getiriyordu: “Kendimizi dış dünyaya kapatamayız. Ancak, elbette örneğin silah sanayinde hiçbir ülke elindeki tüm kartlara bakılmasını istemez. Alman hükümetinin elinde, istenmeyen şirket devirlerine karşı çıkmak için yeterince olanak vardır.”28

DİPNOTLAR

1 “Bazı Bankaların Yok Olması Gerekiyor” Hürriyet 30.11.2000
2 “Özel Banka Sayısı 42 Yıl Geriye Gitti” Hürriyet 20.08.2002
3 “Fon Bankalarına 12 Milyar Dolar Aktardık” Hürriyet 10.05.2001
4 Hürriyet 01.06.2006
5 “FT: Demirbank Satışı Bir Kilometre Taşı” Hürriyet 24.07.2001
6 “TEB’e Fransız Ortak” Cumhuriyet 12.02.2005
7 “Ancak 1 Yıl Yaşadı” Akşam 10.08.2002
8 Akşam 21.06.2002
9 Hürriyet 26.06.2002
10 “Avrupa Devi Dışbank’ı Aldı” Milliyet, 13.04.2005
11 a.g.g. 13.04.2005
12 Yeniçağ 29.03.2005
13 Cumhuriyet 18.07.2007
14 Milliyet 23.04.2005
15 “Şimdi de Rabobank” Akşam 16.04.2005
16 “Garanti, General Electric ile 1.8 Milyar Dolara Evleniyor” Hürriyet 26.08.2005
17 Cumhuriyet 18.07.2007
18 Cumhuriyet 22.06.2007
19 a.g.g.
20 “Özel banka Sayısı 42 Yıl Geriye Gitti” Hürriyet 20.08.2002
21 a.g.g. 20.08.2002
22 a.g.g.20.08.2002
23 “200 Şube Daha Kapatın” Cumhuriyet 19.07.2002
24 “Hükümet Duyarsız Kalıyor” Mustafa Balbay, Cumhuriyet 04.04.2005
25 “Yabancıların Banka Keyfi” Murat Kışlalı, Cumhuriyet 01.12.2007
26 Cumhuriyet 22.06.2007
27 “Almanya Önlem Alıyor”, Osman Çutsay, Cumhuriyet 27.06.2007
28 a.g.y

1 yorum:

  1. Müthiş bir bilgilendirme ve çöküşün anlatımı,teşekkürler.

    YanıtlaSil