3 Ekim 2014 Cuma

HİNDİSTAN BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMI


Hindistan’ın ulusal bağımsızlığını elde etmesi, yetersiz önderlik nedeniyle uzun sürdü. Ağır İngiliz baskısı, merkezi devlet yapısından yoksunluk ve çok sayıdaki yerel feodal gücün bitmeyen çatışması, işgale karşı tam bağımsızlık bilincinin oluşmasını geciktirdi. Uzun yıllar İngiliz baskısı altında yaşayan Hintliler, boyuneğmeyi neredeyse var olabilmenin koşulu olarak görüyordu. Ancak, İngiltere’nin Anadolu’dan çıkarılması ve tam bağımsızlık temelinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Hint ulusal savaşımı için bir dönüm noktası oldu. 1923’den sonra, tam bağımsızlık ilkesi, artan ve güçlenen bir amaç olarak, Hindistan’daki politik gündemin başına yerleşti.


Hindistan’ın Varsıllığı

Hindistan tarihi boyunca sayısız dış saldırılara uğradı. Hemen her dönemde var olan bu saldırıların hiçbiri, (Avrupalılar dışında) bu büyük ülkenin varsıllığına tam olarak sahip olamadı. İ.Ö. 325’de İndus’a ulaşan Büyük İskender, İ.S.712’de Sind’i ele geçiren Müslüman Araplar, 1000-1027 arasında Kuzey eyaletlerine akınlar düzenleyen Gazneli Mahmut ve 1206-1857 arasında yönetici güç Türkler, Hindistan üzerinde etkili oldu ancak hiçbiri Avrupalılar gibi zarar vermedi; tersine bu eski uygarlığı geliştiren unsur oldular.
Hindistan, toplu üretime (manifaktüre) geçerek Ortaçağ’dan çıkmaya başlayan ve dış pazarlara açılmak isteyen Batı Avrupalılar için, varsıllığına ulaşılması saplantı durumuna getirilmiş, “sonsuz” büyüklükte bir dünya hazinesiydi. Bilinmeyen deniz yollarının, ulaşılmamış kıtaların, tanınmayan halkların ve uygarlıkların bulunması hep Hindistan’a ulaşma uğruna verilen çabalardı. Kristof Kolomb, Hindistan’a gideceğim diye Amerika’yı bulmuştu.
Hindistan’a ilk önce gelen Avrupalılar Portekizliler oldu. Vasco da Gama, Kolomb’un Amerika’ya ulaşmasından altı yıl sonra 1498’de Kalküt’e çıktı, Pedro Alvarez Cabral 1500’den sonra ‘ticaret’ yapmaya başladı. Portekizliler, ilk olmanın ayrıcalıklarını sınırsızca kullandı ve 1588’e dek sürdürdükleri etkinliklerinin hemen her döneminde vahşi istilacılar gibi davrandı. Bildikleri tek iş, ne tür yöntemle olursa olsun Hindistan’da buldukları ‘yükte hafif bahada ağır’ ne varsa Portekiz’e taşımak oldu. Portekiz gemileri ülkelerine altın ve gümüş taşıyıp durdu.
Lizbon’da kısa süre içinde göz kamaştırıcı varsıllık oluştu. Ancak, bu tutum aynı zamanda, Portekiz sömürgeciliğinin (İspanya için de geçerli) İngiliz ve Fransız sömürgeciliğine karşı uzun süre direnememelerine yol açtı. Onlar yalnızca altın peşinde koşarken, İngiliz ve Fransızlar hırslı tüccarlar olarak, altının yanında, gereksinim duydukları hammaddeleri götürdüler, ürettikleri malları getirdiler.

İngilizler ve Hindistan

Londralı 24 tüccarın devlet desteğinde kurduğu East İndia Trading Company’ye ait gemiler 24 Ağustos 1600’da Bombay’a demir attığında, İngiltere’nin yalnızca Hindistan’daki egemenliği değil; Hindistan’dan Güney Afrika’ya, Avustralya’dan Kanada’ya dek uzanan 350 yıllık bir dünya imparatorluğunun temeli atılıyordu.
Hintliler, kendilerini doksan yıllık Portekiz baskısından kurtardığına inandığı İngilizleri, olağanüstü bir saygıyla karşıladı. İlk kez bir yabancı saraya alındı, yüksek bir rütbe ve sarayın en güzel kadını kendisine sunuldu.
Ancak, İngilizler kuşkusuz bunlarla yetinmeyecekti. 350 yıllık dönem içinde; viskileri, maroken koltukları, kırmızı ceket, siyah şapka ve av köpekleriyle Hindistan’a yerleştiler. Kriket, tenis, golf oynamayı ve Times okumayı sürdürerek, uzun yıllar boyunca İngiltere’yi, United Kingdom of Great Britain yapan büyük bir varsıllığı ülkelerine gönderdiler.
Üçyüz yıl süren bu gönderme, sonsuz gibi görünen Hint varsıllığını öylesine yok etmişti ki, 20.yüzyıl başında Hindistan artık dünyanın en yoksul ülkelerinden biriydi. Hindistan’daki Türk etkinliği, Tac Mahal, İnci Camisi, Şah Cihanabad gibi benzersiz yapıtlar yaratırken, İngilizler Hindistan halkını başlarını sokacak ev yapamaz duruma getirmişti.
20.yüzyıla girerken nüfusun yüzde 86’sı kırlarda ilkel koşullarda yaşıyordu. Beslenme tahıla dayalı olmasına karşın yeterli tahıl üretilemiyor, sanayi kurulamıyordu. Yüzde 5’lik okuma yazma oranıyla koyu bir gerilik içindeki kitleler, boş inançlar nedeniyle sayıları 240 milyonu bulan büyük baş hayvandan beslenme amaçlı olarak yararlanmıyordu. Ellerinde ticari değeri olan, dışarıya satabileceği hemen hiçbir ürün kalmamıştı. Manga, muz, hindistan cevizi, çay, hurma, kahve tarımı, İngilizler’in denetimi altındaydı. Hastalıklar yaygın, yaşam süresi çok kısaydı.
Hindistan, bu denli yoksul düşmesine ve savaşla hiç bir ilgisi olmamasına karşın, yalnızca Birinci Dünya Savaş’ında 1,5 milyon genç Hintli, dünyanın değişik cephelerinde çarpışmak üzere İngiliz Ordusu’na alındı. İngiliz ordusuna, 184 350 baş hayvan ve 146 milyon Sterlin verildi. 1

Vahşi Irka Uygarlık Götürme”

Buna karşın Victoria Çağ’ında soylu İngiliz centilmenleri, demokrasinin beşiği İngiltere Parlamentosunda, “Yasadan yoksun zavallı halkların yerel zalim despotlardan kurtulup, İngiltere’nin egemenliği altında yaşamaktan çok mutlu olduğunu” söylüyordu.
Hindistan’da öldüklerinde mezar taşlarına, “Tac Mahal cangılında yaşayan dağlı ve vahşi bir ırka uygarlık getirirken” öldüğünü ya da, “ilahi adalet ve yoksullara kültür götürme yolunda” can verdiğini yazıyorlardı.2

Sömürge Yönetimi

Hindistan’a ‘ticaret’ yapmaya geldiklerini söyleyen İngilizler, ‘ticaret’ yaparken ülkeyi yönetmeye başladı. Bu bir zorunluluktu. ‘Ticaret’ denilen sömürgeci girişim, tek yanlı kararlara bağlı, eşit olmayan ilişkilerdi ve bu ilişkiler ancak güce dayalı egemenlikle sürdürülebilirdi.
Ele geçirilen toprakların büyük bölümü, Genel Vali (1858 den sonra Kral temsilcisi) aracılığıyla doğrudan yönetildi. Yüzlerce özerk beylik ya da mihrace yönetimi, özel anlaşmalarla Genel Valiye bağlandı. Özerk beyliklerin sayısı 20.yüzyıl başında 600’den çoktu. İngiltere’nin Hindistan’da kurduğu sömürgeci yönetim, tam anlamıyla merkeziyetçiydi ve yönetim yetkisini herhangi başka bir güçle paylaşma eğiliminde değildi.
Yüzyıllar süren sömürgeci işgale, birçok yerel karşı çıkış oldu. Ancak, bunların tümü askeri eylemlerle bastırıldı. Sömürünün artması, yoksulluğun yayılması kitle direncini kırdı ve Hint halkı İngiliz işgalini ortadan kaldıramıyacağı bir güç olarak görüp, yaşamının bir parçası olarak kabullendi.
Oysa İngilizler, Hindistan’da kurduğu egemenliği, sayıları işgal ordularından çok olan Hintli askerlerin oluşturduğu yerel işbirlikçi güçlerle sürdürüyordu. İngiltere, Hint halkının bir bölümünü kendi ülkesine karşı örgütlemeyi başarmıştı. Bu yöntem tüm sömürge ilişkilerinde sürdürülen genel bir yöntem olacaktır.

Ulusçu Devinimler

Hindistan’da ilk ulusçu eğilimler 19.yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmaya başladı. Çoğunluğu İngiltere’de okumuş aydınlardan oluşan bu tür eğilimler, yerel değerlere sahip çıkıyor ancak karşı çıktığı gücün gerçek niteliğini ve ona karşı yürütülmesi gereken savaşım yöntemlerini bilmiyordu. Bunlar, uzlaşmacılıkla yabancı düşmanlığı arasına sıkışıp kalmıştı.
1885 Yılında toplanan Kongre Partisi karmaşık yapılanmasıyla, bağımsızlık deviniminin (hareketinin) başına geçti. Partinin ne bir izlencesi (programı) ne de tüzüğü vardı. Kurucuların tümü İngiliz eğitimi almış liberal eğilimli kişilerdi. Yılda bir kez Noel’de ve her yıl değişik kentlerde toplanma kararı almışlardı. İkinci toplantıya çağrı ilkeleri belli değildi. Buna karşın bir yıl sonraki toplantıya 434, on yıl sonraki 1895 toplantısına 1584 delege katılmıştı.3

Bilinçsiz Karşıtlık

Hindistan Kral Temsilcisi Lord Curzon’un, 1898-1905 arasında Bengal’i parçalama çabaları ulusçu tepkinin yükselmesine neden oldu. Bengal’de terör eylemleri başladı. Kongre Partisi içinde ılımlılar ve sertlik yanlıları çatışma içine girdiler. 1906 yılında Dakka’da yeni bir güç olarak Müslüman Birliği kuruldu.
1905-1910 arasında kendiliğinden gelme, örgütlü olmayan tepkisel eylemler ortaya çıktı ve hemen bastırıldı. Eylemde yer alan öncü konumundaki kişilerde bile ne anti-sömürgeci bir kararlılık ne de ulusal bağımsızlık bilinci vardı. Savaşımın amacı ve karşı çıkılan gücün gerçek niteliği yani emperyalizm tam olarak bilinmiyordu. İngiliz mallarına boykot çağrısı, yapılabilen en ileri anti-emperyalist eylemdi.

Ulusçuluğun Düzeyi

Dünya savaşının sonlarına doğru hapisten çıkan ve köktenci bir savaşım öneren ünlü Hint ulusçusu Tilak ile İngiliz olmasına karşın, Hindistandaki ulusçuluk devinimi içinde yer alan bayan Annie Besant’ın yandaşlarıyla birlikte Kongre Partisi’ne katılması, siyasal ortamı canlandırdı.
Ancak, Kongre Partisi Annie Besant’ın önerdiği “Özerklik İçin Eylem Programını” reddetti. O dönemde özerklik bile gerçekleştirilmesi olanaksız bir yönetim biçimi olarak görülüyordu.
Besant’dan sonra Tilak da, özerkliği savunmaya başladı ve 1916 de Hint Özerklik Birliği’ni kurdu. Osmanlı İmparatorluğunun İngiltere’ye karşı savaşa girmesi özellikle Müslümanlar arasında İngiltere karşıtı eğilimlerin artmasına yol açtı.
İngiltere, özerklik biçiminde de olsa bağımsızlık eğilimlerini önlemek için 1917 ve 1918’te Hindistan’ın yönetiminde hükümet sorumluluklarının paylaşılması adı altında bir takım iyileştirme girişiminde bulundu. Amacı yükselen ulusçu yükselişi durdurmaktı.
Eyaletlerde seçilmiş yerel yönetim organları öngören bu girişimler etkili oldu. Herhangi bir yaptırım gücü olmamasına karşın bu organların kabulünü gerçek iyileştirme olarak gören Kongre Partisi, Tilak ve Besant’ı etkisiz duruma getirdi. Parti yöneticileri savaş sonrasında İngiltere’nin, Hindistan’a güç ayıracak durumda olmadığını göremedi. Ulusal Bağımsızlığın önemi, 1918 Hindistanında henüz bilince çıkarılamamıştı.

Gandhi

M.K.Gandhi böyle bir ortamda ortaya çıktı. Siyasi eylemi tinsel (manevi) bir anlayışla ele alan Gandhi, “özerklik önce kendine hakim olmak demektir, siyasi özerklik ikinci planda kalır” gibi ‘ilginç’ söylemlerle, tek başına eyleme geçti. 1918’de “gerçeğin üstünlüğünü sağlamak için şiddete başvurmayan, örnek ve cesur eylemlere” girişti.4
İlgi görmesi üzerine 1919’da, oruç ve dualarla desteklenen genel greve benzer (satyagraha) bir kampanya gerçekleştirildi. 1922’de giriştiği eylemlere şiddet eğilimlerinin görülmesi üzerine çabalarına ara verdi. Ancak, artık halkın sevgisini kazanmıştı ve ister istemez ulusçu devinimin önderi olmuştu.
Gandhi, Hindistan’ın ulusal bağımsızlık savaşımını tek başına yüklenebilecek nitelikte bir önder değildi. Ancak, ulusçu devinimin tüm Hindistan’a yayılarak, gerçek bir kitle eylemine dönüşmesini sağlayan da, O’nun halkın sevgi ve desteğini kazanan eylemleriydi. O dönemdeki Gandhi eylemleri, ulusal bağımsızlığı içermekten çok, yerel iyileştirme istemi düzeyinde kalan eylemlerdi.

İngiliz Politikası

Tam bağımsızlığa dönüşecek köktenci örgütlenmelerden çekinen İngiltere, Gandhi’nin açık demokratik eylemlerine çoğu zaman göz yumdu. Kısa süreli tutuklamalar dışında eylemlerine karışmamaya özen gösterdi. Gandhi, 1924’den 1929’a dek 5 yıl eylem dışı kaldı ve bu sürede hemen tüm Hindistan’ı dolaştı.
1920’lerin sonlarına doğru tam bağımsızlık isteyen C.Nehru ve S.C.Bose gibi köktenci genç önderler ortaya çıktı. 1927 yılında Bombay’da o güne dek birbirlerine uzak durmuş küçük Komünist kümeler, Philip Spratt ve Benjamin F.Bradley adlı iki İngiliz komünistinin önderliği altında bir araya gelerek Hindistan Komünist Partisi’ni (CPI) kurdu.

Denize Yürüyüş”

Radikal eğilimlerin artması Gandhi’nin yeniden eylem içine girmesine neden oldu. Gandhi, Nehru’nun tam bağımsızlık isteminin Kongre Partisi için çekince yaratacağını söylüyor ve İngilizlerden dominyon statüsü (İngiltere’ye bağımlı olmakla birlikte kendi kendini yöneten ilişki; bir tür manda) istiyordu. Bu isteği 1930’da reddedildi.
Bunun üzerine ikinci bir “toplumsal itaatsizlik” eylemi başlattı. Tuz üzerindeki İngiliz tekelini protesto etmek için ünlü “denize yürüyüş” eylemine girişti. Ancak askerler yürüyüşçülere ateş açtı, bunun üzerine şiddet olayları tüm ülkeye yayıldı.
Gandhi’nin “itaatsizlik eylemi”, 1931 yılında bir kez daha yapıldı ancak yine dağıtıldı. Müslümanlar kendileri için ayrı bir bağımsız ülke istedi. Pakistan adı 1933 yılında ortaya çıktı. Tam bağımsızlık düşüncesi giderek yayılıyor, siyasal güçler köktenleşerek her geçen gün artan bir biçimde bu düşünce çevresinde toplanıyordu.

Özerkliğin Tanınması

Bu gelişmeler karşısında İngiltere tek yanlı olarak Anayasa’da değişiklik yapıp, 1935 yılında eyaletlere özerklik tanıdı. Oy hakkını genişletti. Kongre Partisi, 1937 seçimlerine katıldı ve onbir eyaletten yedisinde hükümet kurdu. Kongre Partisi bu başarıyı abartarak tarihinin en büyük yanılgılarından birini yaptı. Müslümanların, önderleri Cinnah aracılığıyla yaptığı güçbirliği önerisini reddetti. Müslüman ayrılıkçılık o günden sonra, geriye döndürülemez bir biçim aldı.

İngilizler Gidiyor

Hindli ulusçular 2.Dünya Savaşı’ndan yararlanarak ülkelerini bağımsızlığa kavuşturmaya çalıştı. İngilizler bu çabalara doğal olarak karşı koydu. Bunun üzerine Gandhi, ilk kez ulusal bağımsızlıktan yana bir tavır alarak 1942 yılında “Hindistan’ı terk edin” sloganıyla halka ayaklanma çağrısı yaptı.
Ayaklanma sert bir biçimde bastırıldı ancak dünya savaşı bittiğinde İngiltere’nin artık Hindistan’da kalamayacağı belli olmuştu. 15 Ağustos 1947’de ulusal bağımsızlık ilan edildi. İngiltere, varlığını tam 347 yıl sürdürdüğü 3 287 000 km2 lik ve 700 milyonluk bu büyük ülkeyi, açlık ve yoksulluk içinde bırakarak çekildi. Bağımsızlığa kavuşulan yıl aynı zamanda parçalanmanın da başladığı yıl oldu. İngiltere’nin yoğun çabasıyla, 1947’de Pakistan, bir yıl sonra Sri Lanka (Seylan), 1971’de de Bangladeş ayrı devlet kurdu. Hindistan bir buçuk milyon kilometrekare küçüldü.
Hindistan’ın ulusal bağımsızlığını elde etmesi, yetersiz önderlik nedeniyle uzun sürdü. Ağır İngiliz baskısı, merkezi devlet yapısından yoksunluk ve çok sayıdaki yerel feodal gücün bitmeyen çatışması; işgale karşı tam bağımsızlık bilincinin oluşmasını geciktirdi. 350 yıl İngiliz baskısı altında yaşayan Hintliler, boyuneğmeyi neredeyse var olabilmenin koşulu olarak görüyordu.

Türk Devrim’inin Hindistan’a Etkisi

Yirminci yüzyıl başlarında ortaya çıkan ulusçu eğilimler, bağımsızlık savaşımının gerekli kıldığı ne siyasi ve askeri bilince ne de bu bilincin yaratacağı özgüvene sahipti. Yaşam koşullarına ve işgale tepki duyanların en köktencisi, sömürgeci baskının azaltılması ya da en devrimci istek olarak, özerkliğin sağlanması peşindeydi. Anti-emperyalist savaşım ve tam bağımsızlık gibi kavramlar, değil uygulamaya sokulmuş eylemde, düşüncelerde bile yoktu.
Hindistan, Türk Devrimi’nden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Özellikle Hintli Müslümanlar, kendilerini Anadolu Türkleriyle ortak tarihsel-dinsel değerlere sahip görmüş, Osmanlı İmparatorluğunun Almanya ile birlikte İngiltere’ye karşı savaşa girmesini olumlu bulmuştu. Yoksulluklarına karşın topladıkları paraları, ortak düşmanla savaştığına inandıkları Türk Kurtuluş Savaşına yollamışlardı.
İngiltere’nin Anadolu’dan çıkarılması ve tam bağımsızlık temelinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Hint ulusal savaşımı için bir dönüm noktası oldu. 1923’den sonra, tam bağımsızlık ilkesi, artan ve güçlenen bir amaç olarak, Hindistan’daki politik gündemin başına yerleşti.
Türk Devrimi’nin Hindistan üzerindeki etkisini, Gandhi’nin kayınpederi ve Hindistan genel valisi şu sözlerle dile getirmiştir: “Biz, Atatürk büyük devletlere baş eğdirinceye dek, bir Doğu ulusunun tutsaklıktan bütünüyle kurtulabileceğine inanmıyorduk. Bizim amacımız ‘özerklik’ ile sınırlıydı. Ne zamanki Atatürk Kurtuluş Savaşını başardı, Lozan da büyük devletlere boyun eğdirdi parolamızı ‘bağımsızlığa’ çevirdik.”5 Bu saptama gerçekte yalnızca Hindistan için değil, birinci dünya savaşından sonra hızla yayılan bütün ulusal kurtuluş hareketleri için geçerlidir.

DİPNOTLAR

1 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 4.Cilt, sf.1052
2 a.g.e. sf.1045
3 a.g.e. sf.1051
4 “Büyük Larausse” Gelişim Yay., sf.5293
5 “Babanız Atatürk”, Falih Rıfkı Atay, BETAŞ A.Ş. Yay. sf.112

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder