8 Aralık 2014 Pazartesi

ORTA ASYA EKONOMİSİ


Dünyanın birçok yerinde insanlar, henüz toplayıcılık ve avcılık döneminde olup mağaralarda yaşarken, Orta Asya’da hayvancılık, kerestecilik, maden ve tarım teknikleri geliştirilmişti. İnsanın insanlaşma süreci, yani hayvanları ehlileştirme ilk kez burada yapılmış, doğaya egemen olmanın ilk durağı sayılan çiftçilik burada başlamıştır.



Ekonominin Gücü

Tarihin ilk dönemlerinden başlayarak, M.S.15.yüzyıla dek süren Orta Asya göçlerinin yaygınlığı, süresi ve etki gücü göz önüne getirildiğinde; bu büyük eylemin ancak ekonomik gelişkinliğe dayanan toplumsal bir güçle gerçekleştirilebileceği kuşkusuz kabul edilecektir. Üstelik tarihçiler, bu kabulün zorunluluğunu yeterli bulgularla ortaya koymuşlardır.
Açıklamaların somut sonucu; Türkler’in, dünyanın geniş bölümlerine yayılmış olmaları, ilişki kurdukları toplulukları etkilemeleri ve uygarlığın gelişimine yön vermeleridir. Başka toplumlar üzerinde bu düzeyde etkili olabilmenin tek yolu, ekonominin ve ona bağlı olarak kültürün, yapılan eylemin gereklerine uygun düşecek biçimde gelişkin olmasıdır. Tarihin bize öğrettiği yalın gerçek, ekonomik gücü olmayanların olanların etkisi altına girmesi ve ekonomik güce kavuşamadıkları sürece yok olmaktan kurtulamamalarıdır.

Uygarlık Oluşumu

Dünyanın birçok yerinde insanlar, henüz toplayıcılık ve avcılık döneminde olup mağaralarda yaşarken, Orta Asya’da hayvancılık, kerestecilik, maden ve tarım teknikleri geliştirilmişti. İnsanın insanlaşma süreci, yani hayvanları ehlileştirme ilk kez burada yapılmış, doğaya egemen olmanın ilk durağı sayılan çiftçilik burada başlamıştır.1
Orta Asya uzmanı kimi tarihçiler, Yontmataş döneminin Orta Asya’da, Avrupa’dan 5 bin yıl önce, M.Ö.12. binlerde başladığını ve daha gelişkin Cilalıtaş aletlerinin ilk kez burada görüldüğünü belirtmektedirler. Onlara göre, hayvanların evcilleştirilmesi, tarımın bulunması ve özellikle buğday tarımının geliştirilmesi de bu bölgede ortaya çıktı. Keten tarımı, buna bağlı olarak keten liflerine dayalı dokumacılık ve kumaştan giysi yapımı da burada bulunup geliştirildi.
Koyun, sığır ve geyik sürüleri yetiştirenler at ve köpeği evcilleştirenler, bu yörenin insanlarıdır.
Altın, bakır, kalay, demir madenciliği; alaşım teknikleriyle elde edilen yeni metaller (özellikle bakır ve kalaydan oluşturulan tunç) ve bu madenlerin hem üretimde hem de silah teknolojisinde kullanılması ilk kez burada gerçekleşti.2

Göçler

Doğal zorunluluklar nedeniyle ortaya çıkan büyük göçlerin, gerek gidilen yerler gerekse Orta Asya’da kalanlar üzerinde önemli etkileri oldu. İklim koşullarının bozulması, tarım ve hayvancılıkta olduğu kadar, belki de ondan daha çok, üretim ve üretim araçlarının gelişimi ile yerleşik yaşam üzerinde olumsuz etki yaptı. O güne dek sağlanmış olan uygarlık birikimi, göçlerle başka yörelere taşındı ve orada daha gelişkin uygarlıklar kuruldu. Ancak, Orta Asya yerleşik yaşamı, her göçle bir parçasını yitirdi ve önemli ölçüde zarar gördü.
İşlenebilir toprakların büyük bölümü çöl ya da step durumuna geldi, toprak mevsime göre yer değiştirilen hayvancılıktan başka bir şey yapılamayan kurak bozkırlara dönüştü. Kentler, kır tarafından beslenemez duruma geldi ve göç edilmeye başlandı. Yerleşim yerleri, sürekli genişleyen çöl kumlarının altında kaldı; “çöllerin dipleri, kent yıkıntılarıyla dolu bölgeler” durumuna geldi. Koskoca Orta Asya’da nüfus ve yaşam, “birkaç ırmak, çay ya da göl kenarına sığınmış”, gittikçe küçülen “birkaç kentle sınırlı kaldı.”3

Orta Asya Kentleri

Yitik Orta Asya kentlerinin büyük bölümünü tarih bugüne dek saptayabilmiş değildir. Otrar, Cent, Yangıkent, Sağnak, İdikut kalıntıları bulunmuş kentlerdir. Atlak, Atbaş, Almalık, Balasagun, Talas, Kulan, Suyap, Barzhan, Nüzket, Sütken, İlibalık, Şelçi; tarihin saptadığı ancak yerleri henüz bulunamayan Türk kentleridir. 20.yüzyılın yalnızca ilk 30 yılında, Çin Türkeli’nde kum altında elliden fazla kent kalıntısı bulunmuştur.4
Bu kalıntılar içinde İdikut (Haço) kenti kalıntısı, en büyüklerinden olduğu için önemlidir. Burada yirmi metre derinlikte muazzam surlar, birçok eski yapı, tapınaklar, hükümdarlara ve din adamlarına ait büyük duvar resimleri, Türk abecesiyle (alfabesiyle) yazılmış birçok yazma yapıt, alçı süsler, tahta oymalar ve zarif ipek kumaşlar bulunmuştur. Buluntuların, taşınabilir olanlarının büyük bir bölümü, bugün Avrupa müzelerindedir.5

Göçebe Ekonomisi

Göçebe ekonomisi, sanıldığından daha karmaşıktır.6 Hayvancılık, az da olsa avcılık varlığını sürdürürken; ekonomik ilişkilerde tarım, madencilik ve tecimin (ticaretin) önemli bir yeri vardır. Ağırlıklı olarak hayvancılıkla uğraşan bozkır insanı, kendi yerleşiklerine ya da komşu ülkelere; at, kürk, deri, kesimlik hayvan, maden ve madenden yapılan silah satar; karşılığında araçları, kumaş, ipek, çay v.b. alırdı.
İç ticaretten ayrı olarak; Çin, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa ulaşımının kavşak noktası olan İç Asya’nın hemen tüm tecim yolları denetim altında tutulur ve uluslararası tecimin gelişmesi desteklenirdi. Ünlü İpek Yolu ve bağlantı yolları, hemen her dönemde Orta Asya insanının elindeydi. Yolların güvenliği sağlanır, buna karşılık alım satımdan vergi alınırdı.
Eğer, toplumsal gönenç sağlayan bu düzen çeşitli nedenlerle bozulursa; hemen Bozkır’a geri çekilinir, hayvancılık ağırlıklı geleneksel yaşam biçimine dönülür ve yeniden güçlenene dek, kendi kendine yeter duruma gelinirdi.7 Koşullara uyma ve değişkenlik yeteneği, başka toplumlarda görülmeyecek kadar yüksek, şaşırtıcı bir düzeye ulaşmıştı.

Tecim Yolları

Uluslararası tecim yollarının ele geçirilip denetim altına alınması; Hunlar’la başlayan, Göktürkler’le gelişen, Selçuklu ve Osmanlılar’da üst düzeye çıkan, eski bir süreçtir. Bu uzun süreç içinde, Türkler’in Müslüman olması önemlidir. Yerleşik yaşamı geliştiren bu olay, doğal olarak tecimin de gelişimine ve varsıllığın artmasına neden olmuştur.
Gelişimin ve varsıllığın artmasının en belirgin göstergesi, eskiye dayanan yolcu ağırlama geleneğinin, Selçuklular’da kurumlaştırılarak tecimin temel unsurlarından biri yapılması ve Selçuklu Kervansarayları’nın ortaya çıkmasıydı.
Selçuklu kervansarayları, yerli-yabancı ayrımı yapmadan tüm tecimenlere (tüccarlara) açıktı. Duvarlar ve demir kapılarla güvenlik altına alınan bu yapılarda, tecimenler eşkiya baskınlarına karşı korunur ve onlara değişik nitelikte ücretsiz hizmet sunulurdu.
Örneğin Kayseri-Elbistan yolu üzerindeki Karatay Kervansarayı’nda, yolculara parasız yemek verilir; Müslüman kâfir, özgür ya da köle her yolcuya eşit olarak “bir okka et” ve “bir çanak yemek” sağlanırdı. Akşamları herkese “bal helvası” dağıtılırdı. Ayakkabılar tamir edilir, ayakkabısızlara yeni ayakkabı verilir, hayvanlar nallanır, arpa-saman dağıtılır ve kervansarayda bir baytar (veteriner) bulundurulur; hasta yolculara ilaç verilir, hamam sürekli olarak sıcak tutulurdu.8

At Yetiştirme

Türkler’de en çok emek verilen, en kalıcı uğraş, ekonomik-askeri değeri yüksek olan ve büyük bir “sanayi” durumuna gelen at yetiştiriciliğiydi. Başka hayvan türlerinin yetiştirilmesi ve bunların ürünlerine dayanan üretim teknikleri de gelişmişti. Ancak, atın Türk toplumunda olağanüstü önemli bir yeri vardı. Binlerce yıla dayalı deneyim sonucu elde edilmiş olan; azla yetinen, dayanıklı, sağlam yapılı Türk atları, “her durumda” “herşeyle beslenebilen”, kendine özgü harika hayvanlardı. Kar altında bile yiyecek ot bulabilir, daha kolay tırmanır ve gerektiğinde günde 100 kilometre gidebilirdi.9
Tarihte atı ilk evcilleştirenler ve onu yaşamlarının ayrılmaz parçası yapanlar Türkler’di. Alman budunbilimci (etnolog) Wilhelm Koppers (1886-1961) bu konuda şunları söylemiştir; “Atın ilk evcilleştirilmesini ve bununla ilgili özgün atlı çoban kültürünün yaşatılmasını kesin olarak İç Asya’da yaşayan eski Türkler’e dek uzatmak gerekir. Başlıbaşına tarihi önemi olan bu başarı, başka kavim ve kültürlerin gelişiminde önemli sonuçlar, özel durumlar yaratmıştır. İndogermenler, atı ve genel olarak çoban kültürünün ana unsurlarını öğrenmeyi, eski Türkler’e borçludur.”10

Yerleşiklik, Göçebelik

Tarım ve zanaatçılığın giderek öne çıkması, Müslümanlaşmayla birleşince yerleşik yaşama geçiş hızlandı ancak hayvancılık Türk toplumunda önemini hiçbir dönemde yitirmedi. Yerleşikliğe uygun bir din olan Müslümanlığı, doğal olarak önce kentli Türkler kabul etti ve bunlar genellikle Sunni Hanefi mezhebini seçtiler.
Göçebe ve yarı-göçebeler ise, yeni dini kendi düşünce gelenekleri ve yaşam koşullarıyla birleştirerek, gizemciliğe (tasavvuf) yöneldiler ve yerleşiklerin Sunni mezhebine karşı Şii mezhebini seçtiler; ona da Alevilik olarak Türklere özgü bir biçim verdiler. Müslümanlığı bu biçimde kabul eden Türkler’e Türkmen denildi.
Türkmenler, hayvancılık ve giderek artan biçimde tarım; yerleşik Türkler ise, tarıma bağlı ekonomi, zanaat ve tecimle uğraştılar. Her iki kesim, iş ve inanç ayrılıklarını koruyarak varlıklarını günümüze dek sürdürdüler.
Müslümanlıktan sonra yerleşik yaşama geçişte, belirgin bir yoğunlaşma yaşandı ancak göçebeliğin ortadan kalkması çok uzun sürdü. Türk toplumu, bu uzun süre içinde yerleşik, göçebe ve yarı-göçebe yaşam biçimlerini birlikte yaşadı.
Tecimin gelişmesi ve yeni tekniklerin ortaya çıkması, üretimin ve meslek dallarının çeşitlenmesine yol açtı. Kent yaşamı, hem nicelik hem de nitelik olarak gelişti. Mal ve para devinimi hızlandı; banka işlevi gören aracı kurumlar oluştu, sınıfsal ayrımlar ortaya çıktı. Bu gelişmeler, üretime yönelen sermaye birikimini yoğunlaştırdı; piyasa ekonomisinin oluşumuna ve toplumsal ilerlemeye ivme kazandırdı.
Batının, daha sonra yönelip geliştireceği bu uygulamalar, son derece özgündü ve uzun bir geçmişi olan ekonomik birikimlerin ürünüydü. Örneğin, Sümerler, kökleri Orta Asya’ya giden Ortadoğu ekonomisinin ilk temsilcilerinden biriydi.

Sermaye Birikimi

Tecimen kesiminin üretime kaynak ayıracak kadar güçlenmesi ve sermaye birikiminin teknik birikimle buluşması, Batı Avrupa’da manüfaktür üretim döneminde yaşanan gelişmelere benziyordu ve her anlamda onun ön uygulamaları gibiydi. Müslüman toplumlarda, seri üretime Batıdan önce geçilmişti. Avrupa’da paranın çok az kullanıldığı 10.yüzyılda; Güney Batı Asya ve Ortadoğu’da, gelişkin bir mal ve para ekonomisi vardı.
Pazar için üretim artıyor ve üretimin niteliği, malın tümünü üreten zanaatçılıktan malın parçalarını üreten uzmanlaşmaya dönüşüyordu. Örneğin bir dokumacı esnafı, eskiden bir tekstil ürününün tümünü tek başına yaparken, artık iplikçiler, dokuyucular, çırpıcılar, boyacılar ve terziler aynı mal (meta) için ayrı ayrı üretim yapıyordu.11

Karahanlılar

Orta Asya’da (Maveraünnehir), en ileri uygarlıklardan birini kuran Karahanlılar (840-1211), dönemlerinde, meta ekonomisini son derece geliştirmiş ve yüksek bir gönenç düzeyine ulaşmışlardı. Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’de (1069), üretilen ve dışalım yapılan malların listesini yazmış, tecimsel ilişkilerin geliştirilmesi üzerine görüşler ileri sürmüştü.
Burada yazılanlardan, Karahanlılar’ın, tarım ve hayvancılığın yanı sıra; demircilik, ayakkabıcılık, dericilik, cilacılık, boyacılık, döşemecilik, ok ve yay imalatçılığı gibi sanayi dallarında seri üretim yaptıklarını öğreniyoruz.
Burada, ücret ve ücretli çalışma konularının ele alınması, toplu çalışmaya bağlı manifaktür üretimin, Türkler’de 11.yüzyılda gelişkin bir dönem yaşadığını göstermektedir. Karahanlılar ücrete ter, ücretle adam çalıştırana ise terci diyordu; devletin en önemli görevi, üretim ve tecim için dengeli bir pazar düzeni sağlamaktı. Budunun (halkın) iliğden (hakandan) ekonomi için beklediği üç temel istek; “gümüşün ayarını düşürmemek, doğru yasalar çıkarmak ve kervan yollarını güven altına almaktı.”12
10. ve 11.yüzyıllarda, tecimle varsıllaşan toptancı kumaş tüccarları (bezazlar), dışsatım için üretim yapılan kentlerde, tekstil zanaatçılarını örgütlüyor ve onlara parça üretim yaptırıyordu. Bezazlar bu eylemleriyle, gerek üretim gerekse de tecim yapan, tecimen sanayiciler durumuna gelmişti.
Şeker üreticileri, şeker kamışı tarımı yapan arazi sahiplerini, pazar için ürün yetiştiren bir tür seri üretim ilişkisine yöneltiyordu. Bu yöneliş, tarım teknikleri ve üründe nicelik artışına, bağlı olarak da gerek tarımcıların gerekse imalatçıların varsıllaşmasına yol açıyordu.
Varsıllaşan tarımcılar zamanla, ya kendileri yeni üretim işletmeleri açıyor ya da açılmış olanlara ortak olarak, tarımcı sanayiciler durumuna geliyordu. Benzer girişimler; kağıt sanayii, inci avcılığı, silah sanayii ve ipek böcekçiliği gibi alanlarda da yaşanıyordu. Kağıt sanayiinde tekel durumunda olan Semerkant’ta, 10-20 arası işçi çalıştıran çok sayıda işletme bulunuyordu.13

Devlet Denetimli Serbest Tecim

Doğu-Batı tecim yollarını denetim altında tutan Türkler, bu denetimi bir ayrıcalık durumuna getirmiş ve tecim kadar sanayii de geliştirmişti. Doğu Türkistan’da önemli bir il olan Tarancılar’da tarım, Batı Türkistan’daki Sartlar’da tecim çok gelişmişti. Tarancılar’ın sözcük anlamı çiftçiler, Sartlar’ın sözcük anlamı ise tecimenler’di. Kankılılar, Ağaçeriler, Tahtacılar, Mandallar, Menteşeler, Sürgücüler v.b., adını o yörede gelişmiş olan üretim dallarından alan yerleşim merkezleriydi.14
Ekonomi, bu merkezlerde düzeni ve sürekliliği devletin sağladığı ve gerçekten serbest olan bir piyasa içinde gelişip güçlendi. Güçlenme; üretimi, uzmanlaşmayı ve üründe çeşitliliği arttırdı ve kentten kente değişen uzmanlık bölgeleri ortaya çıktı.
Ünlü coğrafyacılar Maksudi ve Narşahi, yapıtlarında, kentlerin ve bölgelerin uzmanlık alanları ve düzeyi konusunda ayrıntılı bilgi vermiştir. Buhara; yumuşak kumaşlar, seccadeler, duvar halıları, perdeler üretir ve satar. Semerkant; gümüşlü kumaşlar, büyük bakır kaplar, kumaşlar, estetik vazolar ve kağıtçılığıyla ünlüdür. Nişapur’da tekstil, metal eşya, demir, çini, firuze taşçılığı; Merv’de ipekli dokuma, ağaç işleri, cilalı tabak seramik; Harizm’de yoğun düz geçiş (transit) tecimin yanında, deri, kılıç, kilit, zırh ve gemi üretimi gelişmiştir.15

Türk Kentleri

İngiliz yazar ve tarihçisi Herbert George Wells (1866-1946), ünlü Tarihin Ana Çizgileri (The Outline History) kitabında, Çin kaynaklarına dayanarak M.S.45’de bir Budist gezginin izlenimlerini aktarır.
Ekonomik gelişmenin göstergesi olarak, Türk kentlerini ve bu kentlerdeki kültürel gelişkinliği dile getiren bu izlenimlerde; “yalnızca Türkistan olarak bilinen yerlerdeki Türkler” değil, “Kuzey yolu olarak anılan bölgelerdeki Türkler” de tanıtılır ve “buralardaki kentler çok bakımlıdır; Semerkant büyük bir refah içinde bir kenttir; halkı çok uygardır” denir.
H.G.Wells bu bilgileri aktardıktan sonra şu yorumu yapar: “Şunu anımsatmalıyım ki, o dönemde böylesi uygarlaşmış kentlere, Anglo-Sakson İngilteresinde rastlamak mümkün değildi.”16
İslam ülkelerinin tümünü dolaşmış olan ünlü Arap gezgini İbn Batuda (1304-1369), hemen tüm Batı dillerine çevrilmiş olan Seyâhatnâme’sinde; Orta Asya Türk kentlerinin gönenç ve güzelliğini anlatır ve bu kentlerdeki tecimsel ve toplumsal canlılığı kendine özgü biçemiyle (üslubuyla) dile getirir.
Aral Gölü’nün güneyindeki Harzem kentinin üzerinde özellikle durur ve bu kenti şöyle tanıtır: “Güzel yapısıyla burası, Türklerin en güzel kentidir. Kentte oturanların sayısı adeta belirsizdir; sokaklarında her zaman büyük bir kalabalık vardır; gelip geçenlerin adımları sanki yeri titretir. Bu insan seli uzaktan köpüren, dalgalanan bir denize benzer.”17

Devlet Yatırımları

Sanayi işletmeleri içinde, özel girişimin yanında devlet yapımevleri, önemli bir paya sahipti. Silah sanayi, tersaneler, maden işletmeciliği başta olmak üzere, birçok alanda devlet yatırımı vardı. Para basımını tekelinde tutan devlet, gerek piyasayı gerekse de kendi işletmelerini denetlerdi. Varsıl kesimlere, prenslere ya da yabancı hükümdarlara yönelik, altın ve gümüş işlemeli lüks kumaşlar (tiraz), devlet atölyelerinde dokunurdu. Araplarda soyyapıt (klasik) İslam dönemiyle sınırlı kalan “devletçilik”, daha sonra Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları dönemlerinde geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştı.18
Pazar ekonomisinin gelişimi, doğal olarak tarım ve hayvancılığı da etkiledi. Bu alanlara ait ürünlerde büyük artış gerçekleştirildi, ürünler çeşitlendi, dönemin en ileri toprak ve tecim düzeni ortaya çıktı. Orta Asya’nın güneyi, Batı Asya ve Ortadoğu, dünya tarımının en gelişkin bölgesi durumuna geldi. Gıda tarımı için Zerefşan Ovası, ipek sanayii için Kuzey İran ve Suriye dutlukları, Batı Türkistan’da pamuk, Güney İran’da şeker kamışı tarlaları, Irak’ta hurma bahçeleri, Harizm’de bostancılık; tarım tekniklerinin ve üretimin geliştirildiği merkezler oldu. Tarım teknikleri ve tecimi, o denli gelişmişti ki, Harizm’de yetiştirilen kavun ve karpuzlar, karla dondurulmuş kurşun sandıklar içinde Bağdat’a dışsatımlanıyordu (ihraç ediliyordu).19

Ekonomiyi Bilim Yapanlar

Üretim ilişkilerinde yaşanan yoğunlaşma, ekonomik konuları giderek daha karmaşık duruma getirdi ve bu ilişkilerin bağlı olduğu nesnel bir yasanın olup olmadığı araştırılmaya başlandı. Ekonomiyi bilim konumuna getirecek kuramsal arayışın ilk sonuçları, bu araştırmalar sonunda ortaya çıktı ve ekonominin birçok temel kuralı, Batıdan çok önce bulunup kuramsallaştırıldı.
Bilim tarihçilerinin, “Çağını en az dört yüzyıl aşan dahi düşünür”20 olarak tanımladığı ve Batılı ekonomistlere uzun yıllar esin kaynağı olan İbn Haldun; “Altın ve gümüşün dünyadaki bütün insanlar için edinilmiş servetin bir göstergesi” olduğunu, bu serveti elde etmenin en sağlıklı ve kalıcı yolunun, “arazi rantı değil, üretim ve tecim olduğunu” ileri sürdü.
Ekonominin pek çok konusuna açıklık getiren Haldun, yatırım politikaları konusunda görüşler geliştirdi, somut önermelerde bulundu. Konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu: “Dengesiz (istikrarsız) dönemlerde araziye para yatırmak yıkımdır. Güvenlik ve barış dönemlerinde arazi değerleri artabilir ancak asla fazla getirisi olmaz. Arazi sahibi, lüks gereksinimlerini karşılamak için aldığı ranta güvenemez. (Güvenilir gelir y.n.), pazar fiyatlarındaki dalgalanmalardan yararlanılarak kâr edilen mallara sahip olmaya ve bunların ticaretini yapmaya dayalı olandır.”21
Dönemin düşünürlerinden El-Dimaşhi, ekonomi konusunda yaptığı incelemelerde, tüccarlar arasında ayırımlar yapar ve tecim dalları arasındaki incelikleri anlatır. Ona göre tecimenler; depo edici (hazzan), gezici-dışsatımcı (rakkad) ve komanditer ortak (mucahız) olarak ayrılırlar ve piyasa işleyişinin aksamadan sürmesinde önemli bir işlevi yerine getirirler.
Dimaşhi’ye göre, tecimle uğraşanlar, özellikle de hazzan’lar, “kendiliğinden gelişen piyasa koşullarını iyi izlemeli” (konjonktürü öngörmeli) ve “fiyat dalgalanmalarına karşı” önlem almalıdır.
Dışsatımla uğraşan rakkad tecimeni, mal satacağı iç ve dış pazardaki “fiyatları sürekli izlemeli” ve “gümrük işleyişlerini bilmelidir.” Gerçek elde ediliş bedelini, kazancını ve taşıma giderlerini bu bilgiler ışığında belirlemelidir. “Mal göndereceği ülkelerde güvenilir adamları ve mağazası bulunmalıdır.” Tecimenler, alıcı (müşteri) kazanmak için “fiyat kırmasını ve uygun yerlere armağanlar (rüşvet y.n.) vermesini bilmelidir...”22

Ekonomi “Uzmanları”

Ekonomi ile ilgili yapıtlarda, kimi konulardaki dinsel yasağa karşın, serbest piyasanın gerekli kıldığı önermeler yapılacak ve öneriler yönünde uygulamalardan çekinilmeyecektir. O dönemin ekonomi araştırmacılarına göre; “Tüccar yalnızca kendi özkaynaklarıyla iş görmemeli, para sahiplerinin paralarını işletmesini bilmelidir. Bunun için, ‘ kâr paylaşımı’ önceden belirlenen ortaklıklar kurulmalı (şirka) ve para sahibinin tüccara para vermesinin koşulları saptanmalıdır (mudaraba).”23
Faizcilik dinsel yasağa karşın, gerçekte serbesttir ve güçlü bir akçalı (mali) piyasa oluşturulmuştur. Hanefi mezhebi hukuk (fıkıh) bilginlerinden Şeybâni, “zorunluluk, yasağı meşru kılar” kuralını geliştirmiş, faizin ekonomideki etkisini ele aldığı incelemelerinde, hile (hiyel) yoluyla, faiz yasağının nasıl aşılacağını gösteren yorumlar yapmıştır.
Abbasiler döneminde bir tür bankacılık ortaya çıkmış, parasını işletmek isteyen varsıllar, paralarını mevduat olarak bankerlere yatırmışlardır. Bankerle tecimen, giderek iç içe girmiş ve büyük tecimenler yatırı (mevduat) kabul etme, kredi verme gibi akçalı işlere girerken; bankerler tecim yapmaya başlamış, Cahbaz ya da sayrafî adı verilen sarraflar kambiyo işlemlerine yönelmişlerdi.

Tarihin İlk Çekleri

Ülkeler ya da kentler arasında, “parayı nakit olarak göndermeye gerek kalmadan ödeme yapma” yöntemleri bu dönemde geliştirildi. Tecimen, para göndermesi gereken yere para yerine, ödeme yapmayı üstlendiği bir belge (sakk) gönderiyor, bu yolla doğrudan para gönderiminin taşıdığı çekinceden (riskten) kurtuluyordu. Sakklar tarihin gördüğü ilk çeklerdir.
Günümüzde kliring adı verilen ve iş adamları arasında, mal ya da hizmetle karşılanan ödeme yöntemleri bu dönemde bulundu. Günümüzden 1000 yıl önce, tecimenler bankalarda yatırı (mevduat) hesabı açtırıyor ve tecimenler arasındaki ödemeler istendiğinde, banka tarafından ve kağıt üzerinden yapılıyordu.24
Üretim, tecim ve bunlara bağlı olarak gelişen akçalı ilişkiler, o dönem için çok ileri olan ekonomik uygulamalardır. Batı, yalnızca bilim ve düşüncede değil, bunlarla birlikte ekonominin temel yöntemleri konusunda da Doğudan yararlandı ve kendine uygun duruma getirerek öğrendiklerini, gelişmesinin temeline yerleştirdi. Bu bilgileri daha sonra Doğuya karşı kullanmasını bildi. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminden sonra da sonuçlarını topladı.

DİPNOTLAR


  1. Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.26
  2. a.g.e. sf.10,12 ve 14
  3. Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.70
  4. Tarih I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.39
  5. a.g.e. sf.59
  6. Orta Asya” Jean-Paul Roux, Kabalcı Yay., 1999, sf.48
  7. a.g.e. sf.48
  8. Selçuklu Kervansarayları” Prof. Osman Turan, Belleten 39, sf.482, ak.; Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay. 1996, 5.Cilt, sf.2024
  9. Orta Asya” Jean-Paul Roux, Kabalcı Yay. 1999, sf.49
  10. Tarihte Türklük” Prof. Laszlo Rasonyı, Türk Kül.Araş.Ens. Yay. 1988, sf.6
  11. Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu Tekin Yay., 3.Cilt, sf.1237-1238
  12. Divan-ı Lügat-it Türk” Yusuf Has Hacip, I.Metin, 3.Bas., TTK Yay.-1991 ve “Kutadgu Bilig İncelemesi” A.Dilaçar, T DKYay.-1995, 3.Basım, sf. 150; ak. Doğu Perinçek, “Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek” Kaynak Yay.-1997, sf.50
  13. Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1238
  14. Türkçülüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay. İst.-2001, sf.194
  15. Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1236
  16. Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına” Prof. L.Arsel, sf.67; ak. Erdoğan Şahin, “Nasıl Müslüman Olduk” Başak Yay., 3.Bas.-1994, sf.263
  17. Bilinmeyen İç Asya” L.Ligeti, Türk Dil Kurumu Yay.-1986, sf.136
  18. Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1238
  19. a.g.e. sf.1236
  20. Felsefe Ansiklopedisi, Orhan Hançerlioğlu, Remzi K.-1985, 1.Cilt, sf. 260
  21. Textes Economiques” Bousquet, sf.23; ak. D.Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” Tekin Yay. 3.Cilt, sf.1231
  22. Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, Tekin Yay.-1996, sf.1232
  23. a.g.e. sf.1233
  24. I’Islam” Claude Cahen, sf.140; ak. D.Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 3.Cilt, sf.1234

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder