30 Nisan 2015 Perşembe

KEMAL DERVİŞ’TEN AKP'YE


Temelini Kemal Derviş’in attığı, yasal dayanaklarını 57.Hükümetin (DSP-MHP-ANAP) gerçekleştirdiği izlenceyi (proğramı) Recep Tayyip Erdoğan hükümetleri uyguladı. AB ve ABD’nin istediği “yasaların” ana bölümü Kemal Derviş döneminde çıkarılmıştı. Yasaların uygulanması ve yeni yasaların çıkarılması AKP döneminde gerçekleşti. Bu iki dönem, kişiler değişmiş olsa da, gerçekte birbirini tamamlayan tek bir süreci oluşturuyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet yapısına son verecek tek bir süreç. 1838 Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması, nasıl Tanzimat ve Islahat uygulamalarını getirip Osmanlı’yı yıkıma götürdüyse, Güçlü Ekonomiye Geçiş izlencesi de AKP uygulamalarını getirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıma götürecekti.


AKP Kuruluyor

Recep Tayyip Erdoğan, Fazilet Partisi’nin kapatılmasından sonra, Necmettin Erbakan’ın kurduğu Saadet Partisi’ne katılmadı. Bir küme arkadaşıyla birlikte AKP’yi kurdu. Başlangıçta, eski eylemleri ve politik düzeyi nedeniyle başarılı olamayacağı sanıldı. “Değiştim” diyerek ilginç açıklamalarda bulunuyor ve yüksek masraf isteyen şube açılışları yapıyordu. Değişik biçimlerde de olsa hemen hergün medyada yer alıyor ve sürekli olarak gündemde tutuluyordu. Kısa bir süre içinde ortaya çıkan gelişmeler, başlangıçtaki öngörülerin tersine, Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülük ettiği “yeni” siyasi oluşumun, içinden çıktığı Fazilet devinimini aşacağını ve yüksek oy alacağını gösteriyordu.
Recep Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan’ın yanında yetişmiş, ona uzun yıllar hizmet ederek parti içinde yükselmiş bir kişiydi. Politik yaşamı tümüyle Refah Partisi içinde geçmiş, edindiği tüm siyasi kazanımları, bu parti ve onun önderi Necmettin Erbakan sayesinde elde etmişti. Buna karşın Erdoğan, İsmail Cem’in Bülent Ecevit’e yaptığının hemen aynısını Erbakan’a yapmış ve onu en zor döneminde bırakarak partisinin bölünmesine yol açmıştı.
AKP’nin hızlı büyümesinde belirleyici olan iki etken dikkat çekiyordu. Birincisi, 57.Hükümet’i oluşturan partilerden desteğini çeken insanların yönelecek parti araması ve ağırlıklı olarak “yeni” bir siyaset olarak gördüğü AKP’ye yönelmesiydi. İkinci ve önemli etken ise, dış çevrelerin AKP’ye gösterdiği “ilgi” ve AKP’lilerin de dış çevrelerle kurduğu ilişkilerde sağladığı “başarıydı”.

Dış Destek

ABD ve AB, Türkiye’yi “içine kapalılıktan” kurtararak “dünyaya açacak” ve “global liberalizmi” tam olarak uygulayacak “cesur” yeni önderlere gereksinim duyuyordu. Kemal Derviş’in yerleştirdiği politika, “güçlü” bir yönetimle uygulanabilirdi. Recep Tayyip Erdoğan, bu “cesareti” göstereceğini söylüyor ve söylemiyle yükselen oy potansiyeli birleşince, dış çevrelerin özellikle ABD’nin gösterdiği “ilgi” artıyordu.
ABD-Erdoğan ilişkisi yeni bir olay değildi ve bu ilişki onun Fazilet Partisi üyesi olduğu günlere dek gidiyordu. Başbakan olmadan önce; Nisan-1995, Kasım-1996, Aralık-1996, Mart-1998, Temmuz-2000, Temmuz-2001 ve Şubat-2002 olmak üzere 7 kez ABD’ne gitmişti.1
Her gidişinde değişik kişi ve kuruluşlarla görüşmeler yapmış, Bush Amerikan geleneğinde olmamasına karşın, daha parti başkanıyken yani resmi bir sıfatı yokken onu Beyaz Saray’da ağırlamıştı.
Erdoğan’ın görüştüğü kişiler içinde üç isim dikkat çekiyordu. Bunlar; Ilımlı İslam Modeli’nin kuramcısı Graham Fuller2, daha sonra “AKP ile TSK’yı kafesledik” diyecek olan CIA Türkiye Uzmanı Henri J. Barkey3 ve “Karanlıklar Prensi” sanlı (lakaplı) Richard Perle idi.4
Belediye Başkanlığı sırasında cezası nedeniyle görevden alındığında, ABD İstanbul Başkonsolosu Huggins kendisini ziyaret etmiş ve diplomatik geleneklere aykırı bir biçimde, “seçilmiş liderlerin politik figürler olarak suçlara maruz kalmaları çok ciddi bir sorundur” demişti.5 Bu sözler üzerine Türkiye’de oluşan rahatsızlık nedeniyle geri adım atması beklenen ABD Dışişleri Bakanlığı, geri adım atmadığı gibi iki gün sonra yaptığı açıklamayla Konsolosunun görüşünü desteklediğini bildirmişti.
ABD Dışişleri Bakanlığı, Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 Kasım 2002 seçimlerine katılamayacağına karar veren Yüksek Seçim Kurulu kararına tepki göstermiş ve rahatsızlığını Ankara’ya resmen bildirmişti. 30 Eylül 2002’de Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Elizabeth Jones; “Biz Amerikan Hükümeti olarak demokratik bir sistem içinde, bütün tarafların seçime katılmasını destekleriz” diyerek, Türkiye’de yasa yokmuşçasına içişlerine karışmıştı.6

Görüşmeler Yoğunlaşıyor

AKP yöneticileri ile ABD yetkilileri arasındaki görüşme trafiği, DSP’nin bölünmesinden sonra arttı, AKP’nin kuruluşuna doğru iyice yoğunlaştı. Basında yer alan haberler, AKP’lilerin, Ankara Washington hattında en az Kemal Derviş kadar gidiş geliş yaptığını gösteriyordu.
Türkiye’nin DSP istifaları ile çalkalandığı günlerde, Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül Washington’a gelmiş ve burada 3 gün boyunca ABD’nin üst düzey yöneticileriyle “çok önemli” ve özel toplantılar, birebir görüşmeler yapmıştı. Görüştüğü isimler arasında, 1989-1991 yıllarında Türkiye’de büyükelçilik yapan ve Abdullah Gül’le, Tayyip Erdoğan’ısiyasetin tepesine taşıyan kişi”7 diye tanımlanan eski İstihbarat ve Araştırma Bakanı Morton Abromowitz ile Türkiye için “cepte keklik” diyen8 ABD eski Türkiye Büyükelçi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grosman da bulunuyordu.9
Abdullah Gül, daha sonra Türkiye’ye gelen Marc Grossman ile önemli bir yemekte bir kez daha bir araya geldi. Dışişleri Bakanlığının Marc Grossman ve Paul Wolfowitz onuruna verdiği yemeğe; Kemal Derviş, Türkiye Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu, Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal gibi isimlerin yanında siyasi partilerden yalnızca AKP Genel Başkanı Abdullah Gül katılmıştı.10

Yasaları Aşmak

Recep Tayyip Erdoğan, 14 Ağustos 2001’de partisini kurdu. Oysa, üç yıl önce aldığı hapis cezası onu parti kurmak bir yana, siyasi partilere üye bile olamaz duruma getirmişti. Siyasi Partiler Yasası’nın 11.başlamı (maddesi) TCK’nın 312/2 başlamından mahkum olanların partilere üye ya da kurucu olmasını yasaklıyordu. Anayasa’nın 76.başlamı ve Milletvekili Seçimi Yasası, milletvekili seçilmesine engel getiriyordu. Parti kurması ve milletvekili seçilebilmesi için pek çok yasal engeli aşması gerekiyordu. İçten ve dıştan aldığı sıradışı destekle engellerin tümünü aştı ve bugünkü durumuna geldi.
Siyasi yasağın kaldırılması yönündeki ilk gelişme, 4454 sayılı Basın ve Yayın Yoluyla işlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun ile getirilen ceza erteleme olanağını, Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesi oldu. Bu karar üzerine Meclis’e ivedi olarak bir yasa tasarısı getirildi; tasarı DSP, MHP ve ANAP’nin oylarıyla kabul edildi. 22 Kasım 2000’de kabul edilen bu yasayla, mitinglerde yapılan konuşmalar nedeniyle verilen cezalar da erteleme kapsamına alındı.
Ancak, Erdoğan’ın bu değişiklikten yararlanması tüzel (hukuki) olarak tartışmalıydı. Devreye yine Anayasa Mahkemesi’nin yeni bir kararı girdi. Mahkeme, 19 Temmuz 2001'de Hasan Celal Güzel ile ilgili davada “Cezası erteleme kapsamı içinde olan birinin, cezasının sonuçlarının da ertelenmesi gerekir” yorumunu yaparak Erdoğan’ın parti kurucusu olabilmesinin yolunu açtı. Erdoğan 14 Ağustos 2001’de AKP’yi kurdu ve genel başkan oldu.

Yerli Kurtarıcı: Deniz Baykal

Partisini kurmuş genel başkan olmuştu ancak milletvekili seçilme hakkını elde edememişti. Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa’nın 76.başlamını gerekçe göstererek genel seçimlere katılamayacağına karar verdi. Anayasa değişikliğine yetecek gücü olmadığı için bir şey yapamadı ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde partisi, hükümet oluşturacak bir çoğunlukla Meclis’e girmesine karşın kendisi dışarda kaldı. 58.Hükümetin Başbakanı Abdullah Gül oldu.
AKP’nin birinci parti olduğu seçimden bir gün sonra Erdoğan ile kendisini ziyaret eden dönemin CHP Genel Başkanı Deniz Baykal arasında gazetecilerin “vazo mutabakatı” adını verdiği bir anlaşma yapıldı. AKP, “affa uğramış olsa bile” ifadesini çıkararak Erdoğan’ın yasağını kaldıran bir anayasa değişikliği hazırladı. Değişiklik AKP ve CHP’nin oylarıyla 13 Aralık 2002’de Meclis’ten geçti. Ancak, dönemin Cumhurbaşkanı Sezer, “kişiye özel” gerekçesiyle yasayı veto etti. CHP yine destek verince Sezer, ikinci kez kabul edilen değişikliği onaylamak zorunda kaldı. Böylece Anayasanın 76, Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11.başlamı değiştirilerek, Erdoğan’ın milletvekili adayı olabilmesinin önündeki tüzel engel kaldırılmış oldu.11
Aday olma önündeki yasal engeller aşılmıştı ancak seçimler de yeni yapılmıştı; 4 yıl beklenemezdi. Çözüm bulundu. Bir seçim bölgesinde, seçim iptal ettirilecek ve ardından yenilenecekti. Bu girişim için seçilen yer şiir okuduğu yer olan Siirt’ti.

Demokrasilerde Çare Tükenmez”

Süreç şöyle işledi: Siirt’in Pervari ilçesinde 3 sandık kurulunun oluşturulmadığı ve 1 sandığın kırıldığı öne sürülerek bu ildeki seçimlerin iptali istemiyle Yüksek Seçim Kurulu’na başvuruldu. YSK bu başvuruyu kabul etti ve 2 Aralık 2002’de Siirt seçimlerini iptal etti. Böylece TBMM’ye Siirt’ten giren 3 milletvekilinin (AKP’den Mervan Gül, CHP’den Ekrem Bilek ve bağımsız milletvekili Fadıl Akgündüz) milletvekillikleri düştü.12
Siirt seçimleri 9 Mart 2003 günü yinelendi ve seçime giren 4 parti arasından AKP oyların % 84,8’ini alarak 3 milletvekili adayını da meclise gönderdi. Erdoğan’la birlikte Öner Gülyeşil ve Öner Ergenç milletvekili oldu.13

Ulusal Çözülme

Temelini Kemal Derviş’in attığı, yasal dayanaklarını 57.Hükümetin (DSP-MHP-ANAP) gerçekleştirdiği izlenceyi Recep Tayyip Erdoğan hükümetleri uyguladı. Yapılacak işler konusunda, dışarda 57.Hükümete güvenilmiyordu. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adını verdiği sınırları değiştirme eylemcesi (operasyonu) için lrak’a saldırıya hazırlanıyor, güçlü bir Türkiye’yi erekleri önündeki engel olarak görüyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücü onu rahatsız ediyordu.
Yönetim yapısında köklü dönüşümler yaparak ulusal çözülmeye yol açacak uygulamaları; “söz dinleyen”,güzükara” yeni bir hükümet uygulayabilirdi. AKP bu amaçla desteklenmşti. R.Tayyip Erdoğan, ABD’ne bağlılığını yurtiçinde yaptığı çeşitli toplantılarda açıklıyor ve Türkiye’nin “Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşgüdüm Başkanlığını” üstlendiğini söylüyordu. Açıklamalarının en ilgincini Diyarbakır’da yapmış ve şunları söylemişti: “Şu anda Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi var. Bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım”.14

Zamanını Beklemek

Başlangıçta toplumun tepkisini çekecek keskin sözler, sert uygulamalardan kaçınıldı. Seçim yaymacalarının (propagandalarının) baş konusu türban konusu bile ele alınmadı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin cumhuriyetçi yapısından çakiniliyordu. Bu çekingenliğin sonucu Erdoğan, büyük bir ayrımla kazandığı 3 Kasım 2002 seçiminden bir gün sonra, 4 Kasım’da Paul Wolfowitz’e bir mektup yazacak ve “Türk generallerle AKP arasında arabuluculuk” yapmasını isteyecekti. Mektupta şöyle söyleniyordu: “Resmi sıfatınızdan dolayı, seçim sonuçlarının generallerimiz arasında bazı rahatsızlıklar yaratmış olabileceğinin kuşkusuz farkındasınızdır. Türkiye, birinci dünya topluluğunun; gelişmiş, laik ve güvenilir bir üyesidir. Şuna eminim ki, şimdiye kadar hiç olmamış şekilde birleşerek, ülkemizin en yüksek menfaatleri için birlikte çalışabileceğiz. Bu amaç için, mümkün olan en kısa sürede, General Özkök’le gizli ve özel bir toplantı yapma fırsatı bulacağımı ümit ediyorum. Şahsi cep telefonum şudur: 0.533.7 ... Bu yardımınız ve ülkeme olan geçmiş dostluğunuz için çok teşekkür ederim.”15
Milli görüş gömleğini çıkardık”, “değiştik” gibi açıklamalar yapılsa da, AKP'nin Atatürk ve Cumhuriyet'e bakış konusunda, önceki hükümetlerden ayrımlı olduğu belliydi. Baştaki çekingenliğin gereksiz olduğu görülünce, gerçek düşünceler ve uygulamalar ard arda geldi. Asal amaç Cumhuriyetle getirilen yönetim yapısının dönüştürülmesi ve kazanımlarının ortadan kaldırılmasıydı. Devlet içinde bu amaca engel olacak bir güç bulunmuyordu. Amerikalılar bunu görmüş ve açıklamıştı.

Türkiye Parçalanmaya Başladı”

ABD Dışişleri Bakanlığı’nda 28 Mayıs 2004 tarihinde, bir toplantı yapıldı. Henri Barkey, Alan Makovsky, Judith Yappe ve Stephan Cook’un konuşmacı olduğu toplantıya, Pentagon, CIA, Dışişleri Bakanlığı ile Amerikan ordusundan 20 “seçkin siyaset analizcisi” katılmıştı. Toplantıda, “İsmi açıklanmayan bir Ortadoğu ülkesinden de toprak alarak Kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devleti” görüşülmüş, Türkiye’de bu girişime karşı oluşabilecek tepkilerin neler olabileceği ele alınmıştı.16
Basına yansıyan bilgilere göre; toplantıda, “Kerkük Kürt eyaleti içinde kalırsa TSK’nın tepkisi ne olur?”, “AKP’nin Kürt-İslam milliyetçiliğine bakış açısı nasıldır?”, “AKP içindeki Kürt asıllıların Başbakan Tayyip Erdoğan üzerinde etkisi nedir?”, “Yaklaşan ekonomik ve siyasi krizler içinde AKP’nin geleceği ne olur?” gibi konular irdelenmiş ve şu yargıda bulunulmuştu: “Kerkük’ün Kürt Devleti içinde kalması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepkisine yol açabilir. Askerlerde, ABD’ye duyulan güvensizlik daha da derinleşebilir ve Kürtler’in yanında yer almayı sürdüren ABD, TSK’nın güvenini tümüyle yitirebilir. Bu nedenle, ABD konuyla ilgili politikasını açıkça yürütmemelidir. Askerler, Kerkük’ün Kürtler’e verilmesini bir operasyon yaparak önleyebilecek durumda değil. Buna; hükümet, TÜSİAD ve TÜSİAD eksenli basın, AB’ni de yanlarına alarak şiddetle karşı çıkar. Askerin manevra alanı yalnızca ‘sinirlenmekle’ sınırlı kalabilir... Türkiye’nin tehlike algılaması artık homojen değil. Sistemin stratejik düşünme mekanizması zayıf ve giderek parçalanmaya başladı.17

Hedef Cumhuriyet

Bu toplantıdan sonra Türkiye’de hükümet yetkilileri, gerçek amaçlarını çekinmeden açıklamaya ve bu yönde uygulamalar yapmaya başladı. Recep Tayyip Erdoğan, partisinin 9 Nisan 2005’te Ankara’da düzenlediği il başkanları toplantısında, “devletin ağır yapısıyla bir yük” durumuna geldiğini ileri sürerek doğrudan Cumhuriyeti hedef aldı ve “merkeziyetçi devlet işleyişinin değiştirileceğini” söyledi. “Ankara, bugüne kadar olduğu gibi artık Türkiye’nin düğümlendiği yer olmayacaktır” dedi.18
Benzer bir açıklamayı Abdullah Gül, 17 Kasım 2005’te yaptı ve “bizim amacımız ne olursa olsun AB değildir. Bizim esas amacımız Türkiye’yi değiştirmektir, Türkiye’yi transformasyona (dönüştürme) uğratmaktır. AB bunun için bir vesiledir” diyordu.19 Bunlar Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nın içinde yer alan yaklaşımlardı.

Dönüşüm

AKP yönetimi, içteki oy gücünü dışardan aldığı destekle birleştirerek, Cumhuriyetin yönetim yapısını ve kazanımlarını ortadan kaldırmaya girişti. Mecliste sağlanan saltık (mutlak) çoğunluk, dönüşüm yönündeki yasa önerilerilerinin tümünü sorgusuz sorusuz kabul edilmesini sağlıyordu. Yüzlerce “yasa” çıkarıldı, kerelerce anayasa değiştirildi. Kimi yasalardaki anlatım bozuklukları, yasa tasarılarının çeviri olduğu kanısını uyandırıyordu. Recep Tayyip Erdoğan, yasa çıkarmada “dışa bağımlılığın” yararlı olduğunu söylüyordu. 7 Kasım 2004’te “Avrupa Birliği’ne olan bağımlılığımız anormal bir durum değil, hatta yararlı. AB’nin Türkiye üzerindeki denetimini arttırması, bazı yasaları çıkarırken işimize yarıyor”20 demişti.
Yasa çıkarmada işe yarayan” dış denetimin çıkmasını istediği “yasaların” bir bölümü Kemal Derviş döneminde çıkarılmıştı. Çıkmış olan yasaların uygulanması ve yeni yasaların çıkarılması AKP döneminde gerçekleşti. Bu iki dönem, kişiler değişmiş olsa da, gerçekte birbirini tamamlayan tek bir süreci oluşturuyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet yapısına son verecek tek bir süreç.
Kemal Derviş’in yerleştirip Recep Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı izlence, ekonomi ağırlıklıydı ancak her ekonomik izlence gibi sonuçları toplumsal ve ulusal oldu. Amaç, ekonomiyi düzeltmek değil, öyle görünerek ulusal çözülmeyi sağlamaktı. 1838 Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması, nasıl Tanzimat ve Islahat uygulamalarını getirip Osmanlı’yı yıkıma götürdüyse, Güçlü Ekonomiye Geçiş izlencesi de AKP uygulamalarını getirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıma götürecekti.

Uygulamalar

AKP, devraldığı izlenceyi, siyasi amacı yönünde kullandı. Kullanıma yön veren dış destek, AB’nden ve Türkiye’yi “Ilımlı İslam Modelinin” örnek ülkesi yapmak isteyen ABD’den geliyordu. Kamu kurum ve kuruluşlarının hemen tümünde, üst düzey kadrolar değiştirildi. Tüzel işleyiş amaca uygun duruma getirildi. Yargı kurumları denetim altına alındı. Eğitim milli olmaktan çıkarıldı, din eğitimi yaygınlaştırıldı. Yasama, yargı, yürütme arasındaki denge bozuldu, kişi egemenliği belirleyici duruma geldi. Mezhep ayrımcılığı yapıldı, bu ayrım dış siyasete de yansıtıldı. Türk Silahlı Kuvveti’ne karşı uydurma davalar açıldı, yüzlerce üst rütbeli subay tutuklandı. “Çözüm süreci” adı verilen uygulamalarla bölünmenin yolu açıldı. Sınır güvenliği ortadan kalktı, yüzbinlerce Suriyeli Türkiye’ye geldi.
Ekonomiyle ilgili uygulamalar, toplumu ayakta tutan güç kaynaklarının sınırsızca yok edilmesine dayanıyordu. Yeraltı yerüstü varsıllıklar, yerli yabancı demeden kişi ya da şirketlere devredildi. Özelleştirme adı altında binlerce kamu malı, fabrikalar başta olmak üzere düşük bedellerle satıldı. Türkiye’de bugüne dek yapılan özelleştirmelerin yüzde 88’ini AKP hükümetleri yaptı. Satılan devlet malları içinde 204 stratejik şirket ve fabrika ile 2515 taşınmaz vardı.21 Recep Tayyip Erdoğan, özelleştirmeler sürerken; “ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim”22 diyordu.

Türkiye'nin Geldiği Yer

Türkiye’nin iç-dış toplam borcu bugün 1,37 trilyon TL’dir (2014). Bu borcun 908,5 lirasını tek başına AKP yaptı.23 Borca neden olan dış tecim (ticaret) açığı, 2002’de, yıllık 15 milyar dolarken bu açık 2013’de 100 milyar dolara çıktı.24 2002 yılında 0.63 milyar dolar olan cari açık (ülkeye giren dövizle çıkan döviz arasındaki ayrım) 2014’te 63.5 milyar dolar oldu.25
AKP, AB’nin istemi üzerine çıkardığı yasalarla, yabancılara taşınmaz satışını kolaylaştırdı. Her türlü taşınmaz (ev, arsa, işhanı, tarla, bahçe) karşılılık (mütekabiliyet) aranmaksızın yabancılara satılabilecekti. Satış sınırı, 25 binden 300 bin metrekareye çıkarıldı. Türkiye AB üyesi değildi, hiçbir zaman da olamayacaktı. Üye ülkelerden; Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Letonya, Litvanya Estonya’da yabancıların taşınmaz alması yasaktı. Bulgaristan, Hırvatistan’da tarım toprağı satışı olanaklı değildi.
2003-2012 arasındaki 9 yılda, 26 190 adet toplam 132 milyon metrekare (132 bin dönüm) taşınmaz satıldı. Bunların 126 milyon metrekaresi tarım arazisi, 11 milyon metrekaresi kat iyeliği (mülkiyeti) biçimindeki taşınmazlardır. Ayrıca, 150 bin kilometrekare alanın maden arama hakkı 29 ve 49 yıllığına yabancı şirketlere verildi.26
Yabancılar, Türkiye’de çevrili bölgeler (anklav) oluştururken, bir başka deyişle; Türkiye Cumhuriyeti topraklarıyla çevrili yabancılara ait toprak parçaları yaratılırken, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin Meclis’te; “Yabancıların aldığı mülkü sırtına yükleyip dışarıya götürecek hali yokbiçiminde tarihe geçecek sözler söyledi.27

DİPNOTLAR

1 Erdoğan ve AKP’nin Kuruluşu youtube.com
2 tr.m.wikipedia.org
3 eksisozluk.com
4 tr.m.wikipedia.org
5 “Bitmeyen Oyun” M. Aydoğan, Umay Yay., 38.Bas., İzmir. 2004, sf. 241
6 “ABD’den Erdoğan Yasağına Tavır” Hürriyet, 01.10.2002
7 eksisozluk.com
8 www.radikal.com.tr
9 “AK Parti–Washington Trafiği ve Atladığınız İki önemli Haber” Güler Kömürcü, Akşam 19.07.2002
10 a.g.y.
11 odatv.com
12 Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Ermhan, Birharf Yay. İst. 2006 Sf 35-36
13 Hürriyet 20.03.2001
14 Erdoğan-Gül: BOP’un Hizmetindeyiz”, Aydınlık, 23.05.2004, sf.4
15 Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Ermhan, Birharf Yay. İst. 2006, sf.35-36
16 “Gümrük Birliği’nde İlk Randevu Avrupa’nın”, Gözcü, 30.11.1996
17 “Gümrük Birliğinde Rüzgar Tersten Esti” Nurdan Yakın, Cumhuriyet 22.08.1996
18 Yeni Çağ, 10.04.2005
19 “AB Araç, Değişim Amaç”, Cumhuriyet 18.11.2005
20 “Denetim Faydalı” Sabah 08.10.2004
21 Özelleştirme İdaresi Başkanlığı www.oib.gov.com
22 “Ülkemi Pazarlamakla Mükellefim” Cumhuriyet, 16.10.2005
23 www.cnnturk.com
24 www.tuik.gov.tr
25 Merkez Bankası Verileri haberturk.com
26 AKP Çıldırdı Yabancıya Toprak Satışında Sınır Tanımıyor” Prf. Dr. Cihan Dura www.cıhandura.com ve “Türkiye’ye Batı Saldırısı” Prf. Dr. Cihan Dura Elmadağı Yay., sf.182
27 Meclis Tutanakları 21.04.2005, www.tbmm.gov.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder