14 Mayıs 2015 Perşembe

TÜRKİYE’DE BORÇ SORUNU



Türkiye’de, çok particiliğe geçildiği 1946’dan beri bir borç sorunu yaşanıyor. Hazır para kolaycılığıyla girişilen ve süreç içinde ülkeyi tutsaklığa götüren borçlanmanın, gelişmiş-azgelişmiş ülke ilişkileri açısından ne anlama geldiği, neye hizmet ettiği ve nasıl işlediği bilince çıkarılmalıdır. Bu yapıldığında, Osmanlıyı yıkan Türkiye Cumhuriyeti’ni tutsaklığa götüren borç ilişkisinin boyut ve kapsamı kavranacak, bu ilişkinin büyük devlet politikalarında egemenlik aracı olarak kullanılan bir yöntem olduğu görülecektir.



Azgelişmiş Ülkeler ve Borçlanma

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce hemen hiç borcu olmayan birçok azgelişmiş ülke, bugün altından kalkamayacağı bir borç yükü altındadır. Bu ülkelerde, 1970 yılında borç/GSMH oranı ortalama olarak yüzde 14.4 iken, bu oran 1982’de yüzde 37.7’ye, 1990 yılında ise yüzde 43.3’e çıktı.1 Bugün yüzde yüzü aşmış durumda.
Bu oranların parasal tutarı, ürkütücü sayılara çıkmaktadır. 1970 yılında azgelişmiş ülke borçları, toplam olarak 62.5 milyar dolardı. Bu borç 1980’de 561.5 milyar, 1990’da 1458 milyar, 2000’de 2 492, 2005 yılında ise 2 800 milyar dolardır.2 Bu borcun yalnızca faiz tutarı, yıllık 206 milyar dolardı.3

Değişken Faiz

Azgelişmiş ülkelerin dış borcunun önemli bir bölümü değişken faizli borçlardır. Bunun anlamı, faiz oranlarının yükselmesiyle borçların artmasıdır. Bankalararası işlemlerin “kaprisli” işleyişi ve kapitalist dünyanın bitmeyen bunalımları, borç alışverişi için çekinceli bir ortam oluşturur. Değişken faizli kredilerle risk borç alana yüklenmiştir.
Borç faiz oranlarındaki oynaklık, borç veren gelişmiş ülkeler için ek bir kazanç kapısıdır. LİBOR’daki bir puanlık faiz artışının net ek faiz yükü, 1982 yılında 1 milyar 850 milyon, 2005’de 8 milyar dolardı.4 (LIBOR: London Interbank Offered Rate: Londra’daki bankalararası işlemler temel alınarak hesaplanan faiz oranı) Londra’nın “esrarengiz” mali sermaye piyasası, yoksulluk içinde kıvranan milyonlarca insanın güç koşullarda elde ettiği gelirden milyarlarca doları kısa bir süre içinde alıp götürmüştü.
Faiz oranlarının yükselmesinin ve doların değer kazanmasının azgelişmiş ülke borçları açısından iki sonucu olmuştur: Birincisi, değişken faizli borçların faiz yükü çok artmış; ikincisi, dolar cinsinden borçların değeri yükselmiştir. Azgelişmiş ülkelere verilen kredilere uygulanan faiz oranı 1978’de yüzde 9.7 iken, bu oran 1979’da yüzde 13, 1980’de yüzde 15.4 ve 1981’de yüzde 17.5 olmuştur. Ayrıca, aynı yıllarda alışveriş sınırı (mübadele hadleri), petrolsüz azgelişmiş ülkeler aleyhine dönüştüğünden, bu ülkelerin aldıkları kredilerin faiz oranı daha da yüksek olmaktadır. Örneğin bu oran, 1982 yılı için yüzde 14.1 iken, sözü edilen düzeltme yapıldığında, yüzde 24’e dek yükselebilmektedir.5

Sermaye Göçü

Azgelişmiş ülkelerde, borç artışlarıyla, yurtdışına sermaye kaçışı arasında, dolaysız bir ilişki vardır. Borç yükü arttıkça sermaye kaçışı artmaktadır. Bu kaçış, alınan borcun, özellikle yabancı ortaklı şirketlere teşvik olarak dağıtılması ve kazancın yabancı şirketlerin elde ettiği kazancı dışarı çıkarması nedeniyle olmaktadır. OECD’nin 1991 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, yalnızca 13 çok borçlu ülkeden yurtdışına giden sermaye göçü; 1978 ile 1988 arasındaki on yılda 47 milyar dolardan 184 milyar dolara çıkmıştır.6
Yine de yerel hükümetler borçlanmaya “sıcak” bir ilgi göstermektedir. Bunun nedenini, dış borçtan payına düşeni alan yerel yöneticilerin varlığıdır. Bugün, dünyada kişisel servetlerini “yüksek boyutlara” ulaştırmamış yerel yönetici kalmamış gibidir.

Egemenlik Aracı

Küresel ve bölgesel egemenlik için gelişmiş ülkelerin elinde, sömürgecilik döneminden beri uygulama süzgecinden geçmiş pek çok yöntem vardır. Uluslararası dış yardım izlenceleri (programları), özel yatırımlar, askeri harcama desteği, tarım ve ticaret anlaşmaları, koşullu krediler ve her çeşit borç ilişkisi bu yöntemlerden etkili araçlarıdır. Tümü akçalı güce dayalı bu etkili yöntemler, başlayınca süren, sürdükçe derinleşen bağımlılık ilişkilerinin, belirleyici öğeleridirler.
Para piyasaları kapitalist sistemin karargâhlarıdır.” Dünya egemenliği peşinde olan ülkeler kendi başkentlerini, uluslararası finansın merkezi yapmak zorundadır. Yüzyıl başında bu merkez Londra’daki bir mil karelik The City idi, şimdi New York’un Wall Stree’dir. Altın ve döviz piyasaları, uluslararası sigorta işleyişi, mal ve hisse senedi borsaları ve finans dünyasının tüm işlemleri buralardan yönetilir.
Gelişmiş ülkeler, “dış yardım” ve “dış borcun” etkili gücünü, sömürgecilik döneminden bugüne dek her koşul ve biçimde, uluslararası ilişkilere yön veren temel unsur yapmayı başarmıştır. ABD Başkanı John F. Kennedy, “dış yardım” adını verdiği borç işleyişinin ülkesi için ne denli önemli olduğunu 1962 yılında şöyle açıklıyordu: “Dış yardım, Birleşik Devletler’in dünya üzerinde etkili olması ve denetim elde etmesini sağlayan en etkin yöntemdir.”7

Dışsatıma Dayalı Kalkınma

Azgelişmiş ülkeler, özellikle 2.Dünya Savaşı’ndan sonra, dışsatıma dönük ekonomi politikalar izlemeye yönlendirildi. Tarım ya da hammaddeye dayalı birkaç kalemlik dışsatım ürünü, dünya borsalarındaki “dalgalanmalarla” çoğu kez değerinin altında işlem gördü. Oluşan ödeme dengesi açıkları borçlanmalarla kapatılmaya çalışıldı. Alınan borcun faiz ve anapara geri ödemeleri, zaten sorunlu olan dışsatım gelirinin önemli bölümünü emmeye başladı. Borç gereksinimi, büyüyen boyutuyla yeniden gündeme geldi. Alınan borç, dış ticaret açıklarını, dış ticaret açıkları da alınan borcu arttırdı. Bu sarmal, azgelişmiş ülkeleri bir daha kurtulamayacakları bir borç açmazına sürükledi. Bu ülkeler borç ödemek için yeni borç bulmak zorunda kaldılar.
1970–1990 arasındaki borç artışı, net olmayan ulusal gelir (GSMH-gayri safi milli hasıla) artışından yüzde 300 daha hızlı oldu.8 Bu 20 yıllık dönem içinde azgelişmiş ülkelerin toplam borcu ise 21 kat arttı.9 Azgelişmiş ülkeler; borç geri ödemesi, sermaye kaçışı ve kazanç aktarımı (kâr transferi) yoluyla gelişmiş ülkelere yalnızca 1985 yılında 240 milyar dolar ödedi.10

Borç Tuzağı

Borçlanmanın bir adım öncesinde dış yardım izlenceleri olduğu biliniyor. Bu dönemde, ülke sorunlarını çözmede zorlanan azgelişmiş ülke yöneticileri, kolay etkilenecek durumdadır. Çok yönlü “yardım” önerileri onlara çekici gelir ve uzayıp giden ikili ve uluslararası anlaşmalara, içeriğini anlamasa da istekle imza atarlar. İmzadan hemen sonra ekonomik “kalkınma” yöntemi; eğitim, ticaret, akçalı “reformlar”; tarım politikaları, yargı ve yönetimsel “yeni” yapılanma önerileri, askeri anlaşmalar ve özelleştirme uygulamaları, “uzman” raporlarıyla ve bilimsel görünüm altında önlerine konur.
Önerilerin uygulanması için kaynak gereklidir ve kaynak borçlanma biçimleriyle, emre hazırdır. İlk borçlanma evresinde dış kredi bulmak dünyanın en kolay işidir. Bu dönemde uluslararası finans örgütleri, en etkili ve en becerikli elemanlarını aylar süren seyahatlere göndererek, devlet kurumlarının kapılarını çalar. Yalnızca devlete değil, politik liderlerin dost ve akrabalarına da “kredi" (!) verilir. 1927 yılında, o zamanki Peru diktatörünün oğlu Juan Lequia’ya, Peru’nun ABD’den 50 milyon dolar borç alması için açıktan 450 bin dolar ödenmişti.11
Maliye Bakanları, Dünya Bankası ve IMF’nin yıllık toplantıları için Washington’a geldiklerinde, bunların önleri kredi vermek için, yüksek ücretli “kredi” pazarlamacıları tarafından kesilir ve değişik ülkelerden yetkililer, kendi dünya görüşlerine göre “ağırlanırlar”. Amerikalı araştırmacılar Richard J.Barnet ve Cohn Cavanagh “Global Dreams” adlı kitaplarında bu konuda şöyle söylüyor: “Washington’a gelen maliye bakanlarından biri bize, kredi pazarlamacılarının kredi önermek için kelimenin tam anlamıyla yol kestiklerini anlattı. Shoreha ile Sheraton Otelleri arasındaki kısa yürüyüş sırasında, yoksul bir Güney Amerika liderinin önünü tam beş tanesi birden kesmişti.”12

IMF ve Dünya Bankası

Azgelişmiş ülkeler, Yeni Dünya Düzeni’nin bütün kurumlarıyla kurulup dünyaya yayılmaya başladığı 2. Dünya Savaşı sonrasında, başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere uluslararası finans kurumlarına borçlanmaya başladı ve böylece “yağlı ilmiği” kendi boyunlarına geçirdi. Borç ilişkileri, kısa süre içinde ekonomik kalkınmayla ilgili bir sorun olmaktan çıkarak, siyasi egemenlik aracı durumuna geldi. Amerikalı ekonomist Harry Magdoff, borçlanmayla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Yoksul uluslara varsıl uluslar tarafından empoze edilen disiplin, IMF’nin verdiği stabilizasyon kredileri (parasını dengelemek için alınan kısa vadeli kredi y.n.) ile sağlanmaktadır. Burada artık kalkınma projeleri ve uzun vadeli kalkınma planları üzerinde durmuyoruz. Kredi için IMF’ye başvuran ülke müthiş bir darboğazın içinde değilse bile, böyle bir darboğazın eşiğinde demektir.”13
Dış yardım” ve borç anlaşmaları; birbiriyle ilintili, tamamlayıcı ve yerel işleyişi değiştirmeye yönelik maddelerle dolu bir anlaşmalar setidir. Kendi içinde bütünlüğü, mantıksal temelleri ve borç verenler açısından yararlı işleyişi mükemmeldir. Temel amaç, iyi işleyen ve sürekliliği olan bir bağımlılık dizgesinin (sisteminin) oluşturulmasıdır.
Bu dizgenin azgelişmiş ülkeler açısından doğuracağı sorunlar, ulusal varlığı ortadan kaldıracak düzeyde ağırdır. Borçlanmanın başladığı dönemlerdeki güleryüzlü dostluk gösterileri, borç arttıkça yerini direktif ve hatta tehditlere bırakır. Politik kadrolar, sabırlı çalışmalarla eğitilerek elde edilmiştir. Bunlar artık kraldan çok kralcı sadık elemanlar ve güvenilir dostlardır. Kamu yönetiminden eğitime, bankacılıktan iletişime, güvenlik güçlerinden endüstriyel yapılanmaya dek; toplumsal yaşamın her alanında kesin bir etkinlik sağlanmış ve ülkeler kıpırdayamaz bir biçimde denetim altına alınmıştır. Borçlanmanın kaçınılmaz sonuçlarını bugün, tüm olumsuz sonuçlarıyla yüzden çok ülke yaşamaktadır. Borçlanmayla ilgili sayıbilimsel (istatistiki) verilere sahip borçlu azgelişmiş ülke sayısı 109’dur.14

Koşullar Dönemi

Dış borca bağımlı kılınan azgelişmiş ülkeler, yeniden borç istediklerinde; yerine getirilmesi gereken ekonomik ve siyasi dönüşümler içeren isteklerle karşılaşır. Koşula bağlı kredi dönemi başlar. Artık krediler yalnızca faiz gelirleri için değil, hükümetleri her yönden “teslim” almak için kullanılacaktır. Nakliye ve sigorta zorunlulukları, kredinin kullanım alanı, hukuksal dönüşümler, politik destek, sosyal güvenlik işleyişi, uyulacak askeri ölçütler, iş verilecek şirketler ve atamaları yapılacak yerel yöneticilere dek pek çok koşul, açık ya da örtülü olarak kredi anlaşmalarına girer. Ülkeler tam anlamıyla bağımlı duruma getirilir.
Bağımlılığın doğal sonucu, egemenlik haklarının teker teker yitirilmesidir. Fransız hukukçu Carre de Malberg’in, “Devletler Kuramı” adlı yapıtında söylediği gibi; “yabancı bir devlete karşı herhangi bir bağımlılığı olan devletin, içeride de egemen olacak gücü kalmaz.”15 ve ülkeler uydu topluluklar durumuna getirilir.

Dış Tecim (Ticaret) Açığından Dış Borca

Dış tecimdeki açık dışarıya kazanç aktarımı demektir. Yabancıların tecimden sağladığı kazanca; borsa, devlet iç borçlanma senetleri gibi akçalı araçlarla yapılan kazanç da eklenince büyük niceliklerle (miktarlarla) karşılaşılıyor. Dışardan sağlanan gelir, içerden gidenden az ise o ülke kan kaybediyor demektir; durdurulmazsa sonu “ölümdür”.
Türkiye, Gümrük Birliği uygulamalarının başladığı 1996’dan 2014’e dek geçen 18 yılda, Avrupa Birliği’yle yaptığı tecimde toplam 237,8 milyar dolar açık verdi.16 Bu büyük açığın anlamı şudur: Anadolu’nun yoksul insanları, bu denli büyük bir kaynağı Avrupalıların varsıllığına katmış, yaptığı katkı oranında yoksullaşmıştır.

Üretmeden Tüketmek

Dış ticaret açığının kaçınılmaz sonucunun borçlanma olacağı açıktır. Dış ticaret açığı, ürettiğinden çok tüketmek, yani kazandığından çok harcamak demektir. Aradaki açığın borçla kapatmaktan başka bir yolu yoktur ve bu kural, dünyanın her yerindeki her insan ve her ülke için geçerlidir.
Türkiye, 2. Dünya Savaşı’na dek “kendi yağıyla kavrulan” yani geliriyle giderini dengede tutan bir ülkeydi. 1945 yılında önemli bir borcu yoktu. Osmanlı’dan devralınan Düyun-u Umumiye borcunun son taksidi 1954 yılında ödenmiş ve bu borç kapatılmıştı.
Ancak, savaştan sonra ve hiç gereği yokken, dışardan, özellikle ABD’nden borç alınmaya başlandı. Örneğin, Amerikalıların savaş artığı askeri araç gerecin satınalınması için 10 milyon dolar borç alındı. Oysa, devletin kasasında 230 milyon dolarlık döviz ve altın vardı.
Üretmeden tüketmenin göstergesi, ülkeye giren dövizle çıkan döviz arasındaki ayrım olan cari açıktır. Bir ülkenin cari açığı ne denli çoksa o denli borçlanacak demektir. 2002 yılında Türkiye’nin cari açığı 0,63 milyar dolardı. AKP döneminde bu açık hızla büyüdü; 2011’de 77,1 milyar, 2014’te 63,5 milyar dolar oldu.17

Türkiye’nin Borcu

Türkiye, bugün büyük bir borç yükü altındadır. Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre, Türkiye’nin, 1950 yılında 0.277 milyar dolar dış borcu vardı. Bu borç, 1960’ta 0.558, 1970’te 1.9, 1980’de 16.2, 1990’da 49.1 milyar dolara çıktı.18 Dış borçlanma, Gümrük Birliği uygulamalarından sonra hızlandı, 2004 yılından sonra olağanüstü arttı. 2001-2005 arasındaki 4 yıllık dönemde dış borçlar, yüzde 138 artışla 157,2 milyara ulaştı.
2014’de ise Türkiye’nin borç toplamı 908.5 milyar lirası (395.8 milyar dolar) dış, 402,4 milyar lirası (173,7 milyar dolar) iç olmak üzere 1,37 trilyon Yeni Türk Lirasıdır (569,5 milyar dolar).19 Bu borcun 965 milyar lirası (416,5 milyar dolar), AKP’nin yönetimde olduğu dönemde yapılmıştır.20
Önce dışarıya borçlanıldı, daha sonra iç borçlanmaya gidildi. Bu kaçınılmaz bir sonuçtu; dış borçtaki ödeme güçlüğü, içerde borçlanmayı gerekli kıldı. Özal dönemine dek, Türkiye’nin iç borcu yoktu. 2000 yılında iç borç 36 katrilyon lira oldu. Bu borç, 2001-2005 arasındaki dört yıllık dönemde, yüzde 624 artarak 224,5 katrilyon liraya çıktı.21 Türkiye’nin bugün (2014), 402,4 milyar lira iç borcu var.22

Borçlanma Geleneği

Türkiye’de yönetim sorumluluğunu yüklenmiş kişiler, borçlanarak hazır para edinmeyi ve bunu üretim dışı alanlarda kullanmayı politik tutum durumuna getirmişlerdir. Buna zorunludurlar çünkü dışardan, ya borç taksidi ödemek ya da tüketimde kullanmak koşuluyla yeni borç bulabilirler. Bu koşulu kabul ettikleri için borç bulmaları kolaydır ve bu kolaycılık Osmanlıya dek giden eski bir öyküdür.
Türkiye, IMF’den “uyum kredisi” alan 137 ülke içinde, “en çok borcu” olan ülkeler sıralamasında birinci sırada bulunuyor.23 International Financial Review adlı ekonomi dergisi, Türkiye’ye 2001 yılında, “En iyi koşullarda borç bulan ülke” ödülü vermiş, Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp ve yardımcısı Aydın Karaöz Londra’ya giderek bu ödülü almıştı.24

Osmanlıdan Gelen Alışkanlık

Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borcu 1854 yılında aldı ve yirmi iki yıl gibi kısa bir süre sonra 1876’da, dış borç toplamı bütçe gelirlerinin yüzde 76.5’ini oluşturuyordu. Daha sonra, borç faizlerini bile ödeyemez duruma düştü ve iflasını ilan etti.
Alacaklı devletler; tekel, gümrük gelirleri, balıkçılık, damga resmi gibi devletin kolay elde edilir gelir kaynaklarına el koyarak, Osmanlı İmparatorluğu’nu bir yarı-sömürge durumuna düşürdüler. Yabancıların alacaklarını tahsil etmek üzere kurulan Düyunu Umumiye İdaresi, devletin akçalı (mali) örgütlerinden daha güçlü duruma geldi. 1912 yılında Osmanlı Maliye Nezareti’nde 5472 memur çalışırken, Düyunu Umumiye İdaresi’nde 8931 memur çalışıyordu.25

Atatürk Ne Diyor

Mustafa Kemal Atatürk, koşula bağlanmış denetimsiz borçların ne anlama geldiğini ve hangi koşullarda alınabileceğini sürekli olarak açıklamış ve Cumhuriyet Yönetimi’nin akçalı politikasını bu açıklamalar üzerine oturtmuştur. 15 yıl boyunca, TBMM’ni açış konuşmalarının hemen tümünde; bağımsız maliye, denk bütçe, vergi uygulamaları, milli kambiyo ve Türk parasının değerinin korunması üzerine görüş bildirmiş, öneri getirmiştir.
1 Mart 1922’de, savaş sürerken, Meclis’i açış konuşmasında; “Her şeyden önce, milli amacımız olan bağımsızlığımızı sağlamaya ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bu nedenle, bizce önemli olan, mali gücümüzün bu sonucu sağlamaya yeterli olup olmayacağıdır” der ve 1920 ve 1921 yıllarındaki uygulamalara dayanarak, kalkınmanın kendi gücümüzle gerçekleştirileceğini açıklar. “Memleketimizin gelir kaynakları, ulusal davamızın güvenle sonuçlandırılmasına yeterlidir. Yoksunluklar içinde olsa da ulusal gücümüz, dış devletlerden borç almadan memleketi yönetecek ve amacına ulaştırabilecektir.”26
Aynı konuşmada; “Ben yalnız bugün için değil, özellikle gelecek yıllarda devletin, memleketin refahını sağlama açısından, milli bağımsızlığımıza çok önem verdiğimden, maliyemiz konusundaki görüşlerimi özet olarak bildirmek isterim” diyerek ulusal bağımsızlık açısından akçalı bağımsızlığın yaşamsal önemini ortaya koyar ve hangi koşullarda dış borç alınabileceğini açıklar: “Hükümetimiz, diğer uygar devletler gibi dış borç anlaşmaları yapabilir. Ancak, dışardan alınan borç paraları, Babıâli’nin (Osmanlı hükümetlerinin y.n.) yaptığı biçimde; ödemeye zorunlu değilmişiz gibi tüketmeye, üretici bir yatırıma yatırmaksızın boşu boşuna harcayarak devlet borçlarının yükünü arttırmaya ve mali bağımsızlığımızı tehlikeye sokacak bir uygulamaya kesin olarak karşıyız. Biz, memlekette halkın refah seviyesini yükseltecek, imarı ve üretimi arttıracak ve gelir kaynaklarımızı geliştirmeye yararlı olabilecek dış borçlanmadan yanayız.”27
Atatürk, bağımsız maliye, milli kambiyo ve kendi gücüne dayanarak kalkınmayı gerçekleştirmek için, ölümüne dek ödünsüz bir çalışma içinde olmuştur. Kaynak yetersizliğini gidermek ve geçici akçalı rahatlamalar sağlamak için, ne dışardan borç almış ne de abartılmış vergilerle halkı sıkıntıya sokmuştur. Tersine, bütçenin üçte birini oluşturan Aşar vergisini kaldırmıştır.
Çalışanların ücretlerini iyileştirmeyi, tüketim mallarının ucuzlatılmasını ve özellikle dolaylı vergilerin azaltılmasını, her zaman kendine ilke edinmişti. İzmir İktisat Kongresi’nde yabancı sermaye ile ilgili söylemleri çok nettir ve o günlerde Lozan’da ekonomik ayrıcalıklar peşindeki Batılı Devletlere karşı söylenmiş kararlı ve kesin bir iletidir:“Taç sahipleri, saraylar ve ‘Osmanlı’ devlet adamlarının yaşadıkları debdebeyi sürdürebilmek için, paraya gereksinimleri vardı. Bu nedenle, bunu sağlama yollarına sapmışlardı. Bunu sağlamanın yolu da, dış ülkelerden borç para almak üzere yapılan anlaşmalar oluyordu. Fakat, dışarıdan alınacak borcun koşullarını o denli kötü hazırlıyorlardı ki, bazılarını ödemek mümkün olmamaya başladı. Ve nihayet bir gün alacaklı devletler, Osmanlı Devleti’nin iflasına karar vererek, dış borçlar belâsını başımıza çökerttiler.”28

Türkiye'yi Kim Yönetiyor

Türkiye bugün, dışardan yönetilen ya da dış isteklere göre hareket eden bir ülke durumuna gelmiştir. Yürütme, yasama hatta yargının aldığı önemli kararlarda belirleyici ölçüt, ülke ve halkın çıkarlarından çok, Washington ya da Brüksel'in istekleridir. Yürütülmekte olan politikalar, ulusaş hakların savunulmasına değil, ödün vermeye dayanıyor. AB'ne uyum adı altında Anayasa ve Ceza Yasaları değiştirildi. Terör ve kaçakçılık suçları dahil, geniş kapsamlı af çıkarıldı. Teröre karşı savaşım veren komutanlar, tutuklandı. GAP Bölgesi başta olmak üzere, birçok yerde yabancılara toprak satıldı. GAP Yönetimi AB'nin isteğiyle dağıtılıyor. Misyonerlik çalışmaları hiçbir kural ve denetime bağlı olmadan özgürce sürüyor. Türk insanı, kaygı ve üzüntü içinde; gençler, geleceğe umutla bakamıyor. Bunların tümü bir sonuç; kendi gücüne dayanmamanın, hazırcılığın, dışa bağlanmanın ve borçlanmanın kaçınılmaz sonucu. Tarihin yargısı değişmiyor: Fransız hukukçu Carre de Malberg haklı; dışarıya bağımlı bir ülke içerde de egemen olamıyor.

DİPNOTLAR


1Dünya Bankası” “World dept Tables” (Washington D.C.:The World Bank değişik yıllar) ak.Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.142–143
2 ”Dünya Bankası” “World dept Tables” (Washington D.C.:The World Bank değişik yıllar) ak.Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.142–143
3 “Yükselmeye Başlayan Dalga”, Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet 09.10.200
4 “Kapitalizm ve Borç Krizi” N. Balkan, Bağlam Yay., 1994 sf.107
5 “Ekonomide Dışa Açık Büyüme” Gülten Kazgan, sf.192, Tab.II ak. N.Balkan, “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., sf.107
6 “OECD, 1991; Rojas–Suarez” ak.Renee Prendergast–Frances Stewart “Piyasa Güçleri ve Küresel Kalkınma”, Y.K.Y., sf.44
7 “Some Ompertand Issues Ais” Washington D.C. 1966, ak. Harry Magdoff, “Emperyalizm Çağı” Odak Yay., sf.148
8 “Dünya Bankası” World Deep Tables (Washington D.C.:The World Bank) değişik yıllar, ak.Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi”, Bağlam Yay., 1994, sf.142–143
9 a.g.e. sf.142–143
10 “Sömürgecilik, Emperyalizm, Küreselleşme” F.Başkaya, Öteki Yay., sf.25
11 “ABD 1921-1929" J.K.Galbraith, “20.Yüzyıl Tarihi” Gelişim Yay., sf.57
12 “Küresel Düşler” Richard J.Barnet–John Cavanagh Sabah Kit., sf.290
13 “Emperyalizm Çağı” Harry Magdoff, Odak Yay., sf.190
14 “On Edge” Ellen S. Goldberg ve Dan Haendel (New York: Praeger 1987) sf.10, ak. N.Balkan, “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., sf.33
15 “Dünyanın Batılılaşması” Serge Latouche, Ayrıntı Yayınları
16 Devlet İstatistik Kurumu, “Ülke Gruplarına Göre Dış Siyaset” www.tuik. gov.tr
17 Merkez Bankası verileri www.haberturk.com
18 Hazine Müsteşarlığı, Tablo 3.12 “Dış Borçlar”
19 Alaattin Aktaş, Eko Analiz, www.dünya.com
20 www.cnnturk.cm -www.cnnturk.com
21 Devlet İstatistik Enstitüsü, İç Borç Stoğu Tablosu http: // www. die. gov. tr / TURCAT / turcat-tr.html
22 www.sozcu.com
23 “Türkiye İçin Son Şans” Martin Wolf Financial Times 24.05.2001
24 “Borçlanmada Üstümüze Yok” Yeni Mesaj 13.01.2001
25 Büyük Larousse Düyun-u Umumiye, sf.3469
26 “Mustafa Kemal Atatürk’ün, TBMM Birinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılını Açış Konuşması” ak.Prof.Dr.Afet İnan. “Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı, 1933” T. T.K. Yay., XVI. Seri Sayı 14, sf.33
27 a.g.e. sf.34
28 “Mustafa Kemal Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’ni Açış Nutku”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder