24 Haziran 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI – 2


Türkiye’de, yurtsever gençler üzerinden gerçekleştirilen kirli siyasetin; uzun erimli bir izlence (program) olduğu, bu izlencenin dışarda hazırlandığı, ulusal varlığın en önemli unsuru olan aydınların hedef alındığı, artık bilinen bir gerçektir. Gençleri ve aydınları etkisizleştirmeye ve kimi zaman yok etmeye yönelen eylemler, durumu açıkça ortaya koymaktadır. Aydın kırımının amaç ve kapsamını gösteren kanıtlar, yalnızca olayların kendisi değildir. En yetkili kişiler, kimi zaman, durumu ortaya koyan açıklamalar yapmaktadırlar. CIA Başkanı Helms bunlardan biridir. Helms, 12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, “Evet, 12 Mart’ı hazırlayan oluşumları (çatışmaları diye okuyunuz y.n. ), ajanlarımızın aracılığıyla biz düzenledik” demiştir.



68 Kuşağı

Cumhuriyet’in ilk kuşak öğretmenleri, “Atatürk’ü her davranışı ve her sözüyle örnek alan” ve “ulusal bağımsızlığın bekçiliğini” yapan bir gençlik yetiştirmeyi başardılar. Üstelik bu gençlik sözle yetinmedi, edindiği bilinç doğrultusunda hiçbir çıkar hesabına girmeden mücadeleye atıldı. Okuyor, tartışıyor ve örgütleniyorlardı. Atatürk’ün gençliğe seslenişini ve Bursa söylevini kendilerine rehber alarak eyleme geçtiler. Ülkenin bağımsızlığını yitirdiğini, anti-emperyalist bir savaş sonunda kurulan Cumhuriyet’in savunulması gerektiğini görüyorlardı. Yaşlarının ve konumlarının kaldıramayacağı bir mücadele içine girdiler. Tutuklandılar, ceza yediler, hatta idam edildiler, ama inançlarından hiçbir biçimde ödün vermediler. 68 Kuşağı adı verilen gençlik hareketi böyle ortaya çıktı
68 Kuşağı ve sürdürdüğü kavganın, destansı bir yanı vardır. Aynı dönemde dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkan gençlik hareketlerinden çok farklıydı ve Türk toplumuna özgü, olağanüstü direngen bir mücadele ruhuna sahipti. Yurtsever aydınlar haline gelen gençler, yanlışına doğrusuna, önüne arkasına bakmadan çıkarsız ve önyargısız bir atılganlıkla hiçbir kişisel çıkar gözetmeden, ülkeyi korumak için kendilerini ortaya koyuyordu. 21-22 yaşında genç insanlar, gözünü kırpmadan ölüme gidiyor, giriştiği kavgada hiçbir engel tanımıyor ve hiçbir şeyden yılmıyordu. Böyle bir şey, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemişti.

Gençlik Aydınlanması

68 Kuşağı için çok şey yazılıp söylendi. Yapılanlar ve sonuçları ortada duruyor. Birçok insan o dönemi yaşadı. Dönem için, fazla derine inmeden tek bir tanım yapılacaksa, bu tanım herhalde, Kurtuluş Savaşı’na, Atatürk’e ve Cumhuriyet aydınlanması’na sahip çıkan gençliğin, ödünsüz bir anti-emperyalist mücadele içine girmesi biçiminde olmalıdır.
Anadolu’nun her yöresine dağılmış olan yurtsever öğretmenlerin yetiştirdiği gençler, üniversitelere geliyor ve sürekli bir öğrenme isteğiyle, hızla bilinçleniyordu. Üniversitelerde adeta bir gençlik aydınlanması yaşanıyordu. Türk Devrim Tarihi ve Kemalizm başta olmak üzere, yoğun biçimde; felsefe, tarih, toplum bilim kitapları okunuyor; panel ve tartışmalar, kültürel etkinlikler düzenleniyor, gençliğin bilinç düzeyi hızla yükseliyordu.
Üniversiteler, yurtlar, öğrenci evlerinin her biri adeta birer tartışma merkeziydi. Gençler, o denli çok bilgi edinmişlerdi ki, kazandıkları özgüvenle kendilerini, ülkeyi yönetenler dahil, herkesten daha bilgili görüyor, bilinç düzeyi olarak özellikle politikacılardan çok ilerde olduklarına inanıyorlardı.
Bu inanç, boş bir böbürlenmeyi değil, belli oranda gerçeği yansıtıyordu. Edindikleri bilgi ve bilinç nedeniyle, ülke sorunlarını kavrıyor ve gerçeği yansıtmayan hiçbir politik söze kanmıyorlardı. Ulusal bağımsızlık, hiçbir koşulda ödün verilmeyecek olan temel amaçtı. Eyleme dönüşmeyen bilginin onlar için bir değeri yoktu. Düşünceyle eylem kesinlikle bütünleşmeliydi. Bu anlayışla ve gelecekte kendilerini bekleyen güçlükleri bilerek, sonuçlarına aldırış etmeden savaşıma girdiler ancak çok ağır bir bedel ödediler.

Yoğun Saldırı

Gençliğin, Müdafaa-i Hukuk anlayışına ve Mustafa Kemal’e bağlı kalarak anti-emperyalist bir yöneliş içine girmesi, kendisini hedef alan gerici tepkiyi de birlikte getirdi Dışarda planlanan ve ülke içinde önceden hazırlanmış olan örgütler, harekete geçirildi ve ulusal bir savaşım içindeki gençlerin üzerine salındı.
Adalet Partisi Gençlik Kolları, AP’lilerin yönetiminde bulunduğu Komünizmle Mücadele Dernekleri, İlim Yayma Derneği, Milli Türk Talebe Birliği gibi örgütler saldırılarda başı çekiyor, kolluk kuvvetleri bunlara dolaylı-dolaysız destek veriyordu. Atatürkçü çizgide yasal eylemler düzenleyen gençler, dinsizlik ve ahlaksızlık anlamında ve küfür olarak kullanılan komünistlik suçlamasıyla suçlanıyor, öldürülmelerini isteyen çağrılar yapılıyordu.
Bir kısım basın, yoğun ve ilkel bir yalan kampanyasını sürekli hale getirmişti. “Komünistlerin ortalıkta kol gezdiği, milliyetçi-mukaddesatçıları kesecekleri, ailelerinin ırzına geçecekleri” söyleniyor, sürekli olarak “komünistlerin Allah’a inanmadıkları, Türkler’in düşmanı olduğu ve bunların birbirlerinin karısıyla, bacısıyla serbestçe yatıp kalktığı” ileri sürülüyordu.1
Halkı cihad’a (din için savaş) çağıran “İslamcı” gazeteler “koşulları ortaya çıktığında cihadın Müslümanlar için farz (yerine getirilmesi gereken Tanrı emirleri y.n.) olduğu” nu yazıyordu. Bugün gazetesi yazarlarından Mehmet Ş.Eygi, o günlerde Suudi Arabistan’daki Türk hacı adaylarına şunları söylemişti: “Camiye gitmeyen herkes komünisttir, siyonisttir, dizsizdir. Mahallenizde, camiye gitmeyenleri belleyin. Sizlere harekete geçme emri verilince bunları öldüreceksiniz. Bu köpekler öldürülünce hareket kolaylaşacak, amacımıza daha rahat ulaşabileceğiz.”2
Kışkırtmalara olumlu yanıt verecek çevreler önceden hazırlanmıştı. Daha önce TİP toplantılarını basan gizli-açık örgütler, gençliğin yasal eylemlerine saldırmaya başladılar. “Komünizme karşı vatan savunması” adıyla saldırılara katılan örgütler de artmış ve özellikle CKMP’nin “gençlik kampları”na katılmış olan “disiplinli kadrolar”, 1969’dan sonra öncü konuma gelmeye başlamışlardı. Adalet Partisi Gençlik Kolları üyelerinin, Atatürkçü çizgideki Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF)’nun 13 Kasım 1966’da Sakarya’daki kongresine saldırması, gençliğe yönelen planlı saldırının ilk örneklerinden biriydi. TMTF’nin Komünizmle herhangi bir ilişkisi yoktu ve TMTF’liler derneklerini; “Atatürkçü, halkçı, devrime, Anayasa’nın öngördüğü temel hedeflere bağlı, Türk halkını çileden, yoksulluktan kurtararak çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak” bir örgüt olarak tanımlıyordu.3

Atatürkçülüğe ve Tam Bağımsızlığa Yürüyüş”

10 Kasım 1968’de, 27 Mayıs Milli Devrim Derneği, Türk Milli Gençlik Federasyonu (TMTF), Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT), Devrimci Öğrenciler Birliği (DÖB) ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği gibi kuruluşlar; Samsun’dan Ankara’ya, “Atatürkçülüğe Dönüş, Tam Bağımsızlık Yürüyüşü” düzenledi. Yürüyüş, nitelik ve katılım olarak önemli bir eylemdi ancak bu eylemi önemli kılan bir başka yan, gençlik eylemlerinde kışkırtıcı ajan kulanımının kanıtlandığı ilk eylem olmasıydı.
Adının Muzaffer Köklü olduğu sonradan öğrenilen bir kişi, gazetecilerin toplu olarak bulunduğu bir anda aniden kızıl bir bayrakla kitlenin önüne çıkmış ve yürüyüş kolunda kimsenin tanımadığı küçük bir küme, ne marşı olduğu anlaşılmayan bir şeyler söylemişlerdi. Bu hareket bir kısım basında; “Orak Çekiçli Bayraklarla Yürüyorlar”, “Türk Bayrağından Ay Yıldızı Çıkardılar”, “Komünist Marşı Söylediler” biçiminde haber yapılmış ve üç aydır sürdürülen “Komünist bir ayaklanma olacak”, “din elden gidecek” yaymacası üst düzeye çıkarılmıştı.
Yürüyüşçülerin Ankara’ya varacağı 10 Kasım günü, Hacıbayram Camisinde toplu namaz kılan bir küme, yürüyüşçüleri “Ankara’ya sokmamak için” beklemeye başlamıştı. Çatışmaya doğru giden gergin hava, Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da yurttaşları tedirgin etmiş ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, TMGT Başkanı Kazım Kolcuoğlu’nu yanına çağırtarak, “atılacak her adımda dikkatli, hem de çok dikkatli olunması gereken günler yaşandığı” nı söyleyerek, yürüyüşün, Ankara’nın dışında bitirilmesini istemiştir.
Bütün bunlar olurken Başbakan Süleyman Demirel, izin alınmış yürüyüş için önlem almak yerine, “din ve vicdan hürriyetini savunmak bizim görevimizdir” diye açıklama yapıyor4, sonuç olarak Atatürk’ü anmak için yapılan yasal yürüyüş Ankara’ya girmeden bitiriliyordu.

Kanlı Pazar”

1968’de gerçekleştirilen “Atatürkçülüğe Dönüş, Tam Bağımsızlık Yürüyüşü”ne karşı yapılan yayınlar, gençlere yöneltilen ve öldürülmelerle sonuçlanacak saldırıların, toplu kırımlar’ın habercisi gibidir. Sonraki saldırıların hemen tümünde, bu yürüyüşte uygulanan ve aynı yerde planladığı açıkça belli olan yöntemler, geliştirilerek uygulanmıştır.
Atatürkçülüğe ve Tam Bağımsızlığa Yürüyüş” eyleminden üç ay sonra İstanbul’da gerçekleştirilen “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü” adlı yasal eylem, Samsun’da olduğu gibi önce basında karalandı, saldırı hazırlıkları yapıldı. Kimi gazeteler, “Ya Tam Susturacağız, Ya Kan Kusturacağız”, “Kızılları Boğmanın Vakti Geldi”, “Cihada Hazır Olun” gibi başlıklarla çıktı. Mehmet Ş.Eygi, Bugün gazetesinde yaptığı çağrılarda şunları söyledi: “Müslüman kardeşim.. Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslamda askerlik ve cihad ihtiyari değil, mecburîdir.. Herkes, komünizm küfrü ile savaşa hazır olsun.. Cihad eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi, ölürse şehit olur. Ey müslümanlar! İmanınız tehlikede, dininiz tehlikede, Kuranınız tehlikede, camiler tehlikede. Din iman elden gidecek. Kalkın ey ehli İslam! Davranın!..” biçiminde çağrılar yaptı.5
Çağrılar ve yapılan hazırlıklar sonucu miting günü, yürüyüşün bitiş noktası olan Taksim alanına, kalabalık bir saldırgan topluluk gatirildi. Kırk bin kişilik yürüyüş kolunun ilk birkaç bini alana girdiğinde saldırıya geçildi ve Türk siyaset tarihine “Kanlı Pazar” olarak geçen olaylar sonunda, iki genç öldürüldü, 104 kişi yaralandı. Ölümle sonuçlanan kışkırtmalara ve açık saldırıya karşın, dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan, “Olaylara yürüyüş yapan solcuların, sağcılar üzerine molotof kokteyli atması neden olmuştur” dedi, Başbakan Süleyman Demirel ise “Bu tip olaylar hür olan memleketlerin işaretleridir” diye, inanılması güç sözler söyledi.6

Cezaevleri, Öldürmeler, İdamlar

12 Mart 1971 döneminde çok sayıda genç, çoğu faili meçhul biçimde öldürüldü, üç gençlik önderi idam edildi, yüzlercesi tutuklandı, hapisle cezalandırıldı, binlercesi işkence gördü. 18-22 yaşındaki genç insanlar saldırılar karşısında korunmadıklarını görerek, kendilerini savunma savıyla silahlanmaya başladılar. Sanki görünmez bir el, gençleri silahlanmaya ve kendi aralarında çatışmaya yöneltiyor, çok da başarılı oluyordu.
Gençler, yurt yararına olduğu inancıyla, kaldıramayacakları ağır bir savaşımın içine giriyor ve sanki düşman işgaline karşı koyarcasına birbiriyle çarpışıyordu. Ülkede cirit atan yabancı ajanlar, işbirlikçiler aracılığıyla olayları istedikleri biçimde yönlendiriyordu. Büyük bir kitlesel güce ulaşan gençlik örgütlerine, üstelik çoğu kez yönetici olarak sızılıyor, öğrenci kitlesi kendisini birden konumu ve gücüyle orantılı olmayan bir çatışma içinde buluyordu.
Bugün medyada ya da iş çevrelerinde ABD ve AB politikalarını savunarak, Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve ulus-devlete saldıran pek çok kişi, o dönemde etkili öğrenci örgütlerinin yöneticileriydiler. Bunlar, yasadışı yollardan Filistin kampları’na gidip geliyor, aldıkları silahlı eğitimin “ayrıcalığıyla” gençliğe en keskin eylemleri öneriyorlardı.
En hızlı “devrimciler” onlardı. “Devrim ancak silahla olur”, “hareket herşeydir”, “silahtan korkanlar küçük burjuvadır” diyorlardı. Bunlara, daha sonra dönek denildi. Oysa bunları dönek değil, işin başından beri görevli kabul etmek gerekiyordu.

Ülkücüler”, “Devrimciler”


1960 yılında, birlikte hareket ederek Demokrat Parti’nin çöküşünü sağlayan Türk gençliği, sonraki 6-7 yıl içinde, birbirini görmeye katlanamayan amansız düşmanlar gibi iki büyük parçaya bölünmüştü. Yetişme biçimleri, gelecek umutları ve tarihsel kökleri ayrı olmayan, aynı ulusun gençleri, akıldışı bir kinle donatılmış ve belki de başka hiçbir yerde görülmeyen bir şiddetle, birbirini kırmaya başlamışlardı.
Ülkücü ve devrimci tanımlarıyla kutuplaşan genç insanlar; durmadan birbirine saldırıyor, vuruyor, kırıyor ve öldürüyordu. Giriştikleri aykırı eylemin yurt yararına olduğunu sanıyorlar, karşıtlarına ne denli zarar verdirirse ülkesine o denli yararlı olduğuna inanıyorlardı.
Ancak, gerçek zararı gençleri birbirini hırpalayan Türkiye görüyor, geleceğini bağladığı genç aydınlarını, sonuçsuz ve sonsuz bir kavgada yitiriyordu. Ülkücüler saldırırken Türk insanını “Komünizm belâsından”, ülkeyi “Rus işgalinden” kurtardığına; devrimciler saldırırken de “faşizme ve ABD emperyalizmine” karşı yurtsever bir görev yerine getirdiğine inanıyordu. Bu açmaz, gerçekten ustalıkla hazırlanmış büyük bir oyundu.
Devrimcilerin gerçekleştirdiği saldırı biçimi, üniversitelerde başlangıçta daha güçlü oldukları için ülkücüleri okula sokmamak ve eğitim haklarını elinden alarak, onları okulu bırakmaya zorlamaktı. “Devrimci” kesim içinde bu işe öncülük edenler incelenecek olursa, bunların bugün medya’da etkili yerlerde bulunan geçmişleri karışık işbirlikçiler olduğu görülecektir. Bunlar o dönemde, bir görevi yerine getirir gibi, ülkücüleri okula sokmama eylemlerini düzenleyen en hızlı “devrimciler” di.

Silahlı Çatışma ve Öldürmeler

Ülkücülere yönelik eylemler, dövme ve okula sokmamakla sınırlı kalmadı. Doğal bir tepki gibi görülerek ve “devrimcilere yapılan saldırılara karşılık vermek üzere” yaralama ve öldürmelerle sonuçlanan silahlı saldırılara yöneldi. Aynı anlayış ve yöntemi, ülkücüler de kullandı.
Ateşli silahlar kullanılarak gerçekleştirilen karşılıklı saldırılar sonucu; Mehmet Büyüksevinç, Battal Mehetoğlu, Taylan Özgür, İlker Mansuroğlu gibi “devrimci” öğrencilerin öldürülmesine karşılık; Ruhi Kılıçkıran, Süleyman Özmen, Yusuf İmamoğlu ve Dursun Önkuzu adlı ülkücü öğrenciler arka arkaya öldürüldüler.7

Hükümetin Tutumu

Ülkücü ve devrimciler birbirleriyle çatışırken hükümet, olaylara karışmıyor görünüyor ancak el altından hemen tüm olayları dolaylı biçimde yönlendiriyordu. Her iki kesim için de, ilerde kullanılmak üzere raporlar hazırlatıyor, kışkırtıcı ajan kullanımını mükemmel sayılabilecek bir ustalıkla işletiyordu. Gerek devrimciler gerekse ülkücüler, Adalet Partisi yönetiminin politikalarını onaylamıyor, birbirleriyle çatışsalar da hükümete karşı eleştirilerini giderek arttırıyorlardı. Gençliğin hükümete yönelttiği eleştiriler, Türk halkının duygu ve isteğini önemli oranda yansıtıyor, giderek toplumsal karşıtlığı temsil eden siyasi görüşler haline geliyordu. Bu durum üzerine, “uzun vadeli ve çok aşamalı bir plan uygulamaya kondu.” 8
Gençlik eylemlerini; önemsizmiş gibi göstererek başıboş bırakmak, gerektiğinde yönlendirmek, olabildiğince parçalara ayırmak, aykırı eylemlerle halkta tepki yaratmak, gençleri bu tür eylemler içine çekmek, hazırlanan planın ana hedefleriydi.9
Toplum Psikoloğu ve Eğitimbilimci (pedagog) Tanzer Sülker Yılmaz, Türkiye’de Gençlik Hareketleri adlı yapıtında, plan hakkında şunları söylemektedir: “Önce üniversite ve yüksek okullardaki olaylara kayıtsız kalınarak öğrenci-öğretim üyesi bütünleşmesinin parçalanması yoluna gidildi. Sol hareket içine yerleştirilen kışkırtıcı ajanların görevi ise, öğrenci kitlesini, halkı sola karşı yabancılaştıracak eylemlere yöneltmekti.” 10

Başarılı Kurmaca

Plan” başarıyla uygulandı ve “öğrenci olayları” birdenbire yön değiştirdi. Şiddetli ve sürekli silahlı bir çatışmaya dönüşerek ülkenin her yerine yayıldı. Kim olduğu, nereden geldiği, kime bağlı olduğu belirsiz silahlı kişiler, gençliğin her kesiminde, üstelik karar verici yerlere geliyor, çatışmaya dayalı bir siyaseti örgütlerde tek geçerli yöntem durumuna getiriyordu.
Gençliğin akademik-demokratik istemleri ortadan kalkmış; onun yerini, halkın nedenini hiç anlamadığı, destek bir yana kaygıyla izlediği ve giderek tepki duyduğu kanlı bir çatışma almıştı. Bu ortamda, gençliğin halktan koparak yalnız kalmaması, giderek örselenip ezilmemesi ve halkın çatışmaların bitmesi için her şeyi kabullenir duruma gelmemesi elbette olası değildi. Çatışmalarla, hem ülkenin aydınları yok ediliyor hem de ülke her türlü karışmaya hazır duruma getiriliyordu: bir taşla iki kuş birden vuruluyordu.

Aydın Kırımı ve CIA

Türkiye’de, yurtsever gençler üzerinden gerçekleştirilen kirli siyasetin; uzun erimli bir izlence (program) olduğu, bu izlencenin dışarda hazırlandığı, ulusal varlığın en önemli unsuru olan aydınların hedef alındığı, artık bilinen bir gerçektir. Gençleri ve aydınları etkisizleştirmeye ve kimi zaman yok etmeye yönelen eylemler, durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Aydın kırımının amaç ve kapsamını gösteren kanıtlar, yalnızca olayların kendisi değildir. En yetkili kişiler, kimi zaman, durumu ortaya koyan açıklamalar yapmaktadırlar. CIA Başkanı Helms bunlardan biridir. Helms, 12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, “Evet, 12 Mart’ı hazırlayan oluşumları (çatışmaları diye okuyunuz y.n. ), ajanlarımızın aracılığıyla biz düzenledik” demiştir.11
Demirel Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ise 7 Şubat 1974’de şunları söylemiştir: “12 Mart’ta CIA vardır. CIA benim altımı oymuş. Adamın elinde imkan var. Girmiş, enfilitre (denetimsiz y.n) benim içimde. Onun için hiç şaşırmam, aramam da. Çünkü bulamam... Bakınız, Amerika şuna aldırmaz: Bir ülkede demokrat yönetim olmuş, şoven yönetim olmuş, faşist yönetim olmuş ona hiç bakmaz. Amerika o ülkenin kendisine ne ölçüde bağlı olduğuna, kendi politikasına ne dereceye kadar satelit (uydu y.n.) haline getirildiğine bakar... 12 Mart’tan bir süre önceydi. Böyle bir hareketin olacağı bana, Amerikan Sefiri tarafından ihsas edilmişti.” 12

Türkiye’nin Yitiği

12 Mart Muhtırası”nın öncesi ve sonrasında gerçek darbe, Türkiye’nin gelecekteki aydınları olan üniversite gençliğine vuruldu. Ancak, yaşı ve konumu gözetilmeksizin ve olaylarla hiçbir ilişkisi olmamasına karşın Türkiye’nin en nitelikli aydınları da gözaltına alındı, tutuklandı ve fiziki ya da tinsel işkenceye uğratıldı.
Öğretim üyeleri, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, sendikacılar, subaylar, hatta generaller bile herhangi bir hukuksal dayanağa gerek duyulmadan gözaltına alındılar, tutuklandılar.
Türk bilim dünyasının büyük isimlerinden Prof.Tarık Zafer Tunaya başta olmak üzere, Prof.İsmet Sungurbey, Prof.Mümtaz Sosyal, Prof.Muammer Aksoy, Prof.Bahri Savcı, Asis.Bülent Tanör, Asis.Uğur Mumcu, Yazar Doğan Avcıoğlu, Yazar İlhan Selçuk, Samim Kocagöz, Yaşar Kemal, İlhami Sosyal, Demirtaş Ceyhun, Sinema Sanatçısı Yılmaz Güney, Korgeneral Cemal Madanoğlu, Tuğgeneral Celil Gürkan, Albay Osman Köksal, Yarbay Talat Turan, Hava Üsteğmen Mehmet Balaban, Deniz Teğmen Alp Kuran, DİSK Başkanı Kemal Türkler, Genel Sekreteri Kemal Sülker, Maden-iş Genel Başkan Yard. Şinasi Kaya, Gıda-iş Genel Başkanı Kemal Nebioğlu, Mimarlar Odası Genel Sekreteri Yavuz Önen, TİP Genel Başkanı Behice Boran, Genel Sekreterler Tarık Ekinci ve Şaban Erik, Dr.Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gözaltına alınan ya da tutuklanan aydınların yalnızca bir bölümüydü.
12 Mart 1971, toplu aydın kırımının ikinci evresini oluşturan 1965-1971 döneminin sonu ve üst noktasıdır. Uzun süreden beri uygulanan baskı yöntemleri, 12 Mart’ın sert yöntemleriyle aydınlara büyük zarar verecek ancak onları tümüyle sindiremeyecektir. Siyasi savaşım 12 Mart’dan sonra, bölünmüş de olsa, üstelik kitlesel duruma gelerek sürdürülecektir. Aydın kırımının son ve kesin darbesi, dokuz yıl sonraki 12 Eylül ile gerçekleştirilecektir.

Ortak Payda: Yurtseverlik

68 Kuşağı içinde yer alan geniş gençlik kesimlerinin hangi duygular ve özlemler içinde davrandıklarını, giriştikleri eylemde neyi amaçladıklarını anlamak için, kümeleri temsil etme konumundaki önderlerin ve kuruluşların görüşlerine bakmak gerekir. Bu yapıldığında, o dönem gençliğinin ağırlıklı olarak; ülkenin çıkarları için davrandığı ve ulusal bağımsızlığa önem verdiği anlaşılacak, kullanılan siyasal söylemlerin benzer yaklaşımları içerdiği görülecektir.
Yirmi dört yaşında idam edilen ve kendisini “baştan beri Mustafa Kemalci gören” 13 Deniz Gezmiş, mahkemedeki savunmasında şunları söyler; “Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan 50 yıl sonra bugün yeniden yarı-sömürge durumundadır. Ve Kemalist Cumhuriyetin başına anti-Kemalist politikacılar geçmiştir. Bu koşullarda gençlik, emperyalizme ve anti-Kemalist gidişe karşı verilen savaşta, somut olarak ön saflarda bulunmak zorundadır... Amerikan emperyalizmi bugün, saldırganlık yolunu seçmiştir. Buna karşı biz de, tıpkı Mustafa Kemal gibi emperyalizme karşı mücadele yolunu seçtik... Haklı olarak şunu söylüyoruz: 19 Mayıs 1919, saldırgan emperyalistlere ve onların emrindeki iç düşmana karşı, Mustafa Kemal önderliğinde, Türk halkını örgütlemek için, Kurtuluş Savaşının politik anlamda başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919, emperyalizme, padişahlığa, hükümete ve köhnemiş devlet yapısına karşı Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde yürütülen devrimin başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi için Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, halkın silahlı gücü ve öncüsü olarak harekete geçişidir...” 14
Deniz Gezmiş mahkemede bunları dile getirirken, 1970 başında babasına yazdığı mektupta şunları söylemişti: “Baba, sana her zaman teşekkür borçluyum. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni. Küçüklüğümden beri evde sürekli Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Baba, biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı birinci Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız...” 15
Şubat 1970’de, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Milliyetçi Öğrencileri imzasıyla bir bildiri yayımlanır. Bildiri’de; “ulusal sanayimiz yok ediliyor, montaj sanayi ile milletin gözü boyanıyor, Coca Cola, bira, şarap, paçavra fabrikaları ile Türk milleti az gelişmişlikten kurtulamaz” deniyor ve “ülkücüler” in “emperyalizmin yalnızca ekonomik olanına değil, her çeşidine; Amerikan, Çin, Rus, Yahudi emperyalistlerine” de karşı olduğu söyleniyordu. Bildiri, ismi verilmeden Atatürk’ten alınan şu sözlerle sona eriyordu: “Türkiye maymun değildir. Taklit etmeyecektir. Ne Amerikanlaşacak ne Batılaşacaktır. Yalnız ve yalnız özleşecektir.”16

DİPNOTLAR

  1. Pazar Sohbeti”, Emin Çölaşan, Hürriyet 10.07.1988; ak. Tanzer Sülker Yılmaz, “Türkiye’de Gençlik Hareketleri”, Top.Dön.Y., İst.–1997, sf.126
  2. İki 1 Mayıs”, Nail Güreli, Gür Yay., 1979, sf.175–176; ak. a.g.e. sf.115
  3. a.g.e. sf.110
  4. a.g.e. sf.127–128
  5. a.g.e. sf.168
  6. Milliyet 18.02.1969 ve 21.02.1969; ak. “Türkiye’de Gençlik Hareketleri”, Tanzer Sülker Yılmaz, Top.Dön.Yay., İstanbul–1997, sf.169
  7. Ülkücü Hareket – I” Hakkı Öznur, Akik, Ankara–1996, sf.205
  8. Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Yay., İst.–1997, sf.124
  9. a.g.e. sf.124
  10. a.g.e. sf.124
  11. Tarih Açısından 12 Mart” İsmail Cem, Cem Yay., 2.C., İst.–1977, sf. 72; ak. a.g.e. sf.187
  12. Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Yay., İst.–1997, sf.187
  13. Deniz–Bir İsyancının İzleri” T.Feyizoğlu, Belge Yay., 2. Bas.–1992, sf.203
  14. a.g.e. sf.260, 261, 282 ve “I.THKO Davası” Yöntem Y., 1.C., İst.–1974, sf.415
  15. a.g.e. sf.196, 197
  16. Fırtınalı Yıllarda Ülkücü hareket” T.Feyizoğlu, Ozan Y., 2000, sf.512-513

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder