3 Ağustos 2015 Pazartesi

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI İNGİLTERE (1918-1939)



Büyük devletlerin dış politikalarında dostluk ve güvene yer yoktur. Çıkar kaygılarının güvensiz ortamında her şey her an değişebilir. Bugünün dost görüneni yarın açgözlü bir düşman, düşmanı da uysal bir dost olabilir. İlişkilerde belirleyici öğe; ulusal çıkar ve kazançtır. İki dünya savaşı arasında Pasifik’te yaşanan gelişmeler, bu gerçeğin çarpıcı bir kesitini oluşturur. Yüzyıl başında zirvede olan İngiltere, eski gücünü yitirince yerini hemen daha güçlü olana bırakmak zorunda kalmıştır. Uluslararası pazar, bir kurtlar sofrasıdır ve bu sofrada geçerli olan tek değer, güçlü olmaktır.


Çözülen İmparatorluk

İngiltere yeni topraklar kazanmasına karşın savaştan en çok zarar gören ülke oldu. İngiltere’nin gerçek yitiği, üç yüz yıllık, ‘üzerinde güneş batmayan’ imparatorluğunun dağılma sürecine girmesiydi. Birleşik Krallık’da artık güneş batacaktı.
Büyük Britanya beysoyluluğunun (aristorasisinin) 19.yüzyılda sarsılmaya başlayan siyasi egemenliği, savaştan sonra içte ve dışta güç yitirdi. Savaş öncesi başlayan ve savaştan sonra yoğunlaşan ekonomik ve demokratik istemli işçi savaşımı, beysoylucu geleneklerini toplumsal yaşamdan siliyor, demokratik kurumları geliştiriyordu. İşçi eylemlerinin artması, güçlenen sendikalar, kadın hakları savunucuları, eşit ve genel oy hakkı için gösterilen çabalar, yoksullara yönelik koruyucu tutum vb.; kamu yaşamının demokratikleşmesine yol açmıştı. İşçi Partisi, Liberal Parti’nin yerini almaya aday, gittikçe büyüyen politik bir güç olmuştu.
Savaş galibi devlet olarak İngiltere, bir bölümü eski Alman sömürgesi olan Güney Batı Afrika, Tanganika, Togo, Kamerun, Filistin, Irak, Yeni Gine, Bismark Takımadaları gibi ülkelere elkoymuştu. Ancak, 19.yüzyılın dünya egemeni İngiltere’nin ne yeni sömürgeleri ve ne de eskilerini yönetecek gücü vardı. Bu ülkeleri, mandacılık ilişkileri içinde, işbirlikçiler ve yerel askeri güçlerle elde tutmaya çalışıyordu.
Uzun yıllar Birleşik Krallığa bağlı kalan ve her cephede İngiltere için çarpışmış olan, İmparatorluğa bağlı ülkeler (Dominyonlar), katlandıkları sıkıntılara denk düşecek yeni özgürlükler istiyordu. Başını Kanada’nın çektiği dominyonlar, barış görüşmelerinde hükümranlık haklarını kabul ettirdi ve daha bağımsız bir statü elde etti. Birleşik Krallık bölündü. Londra, geleneksel Federal Birlik düşüncesini bırakmak zorunda kaldı. İmparatorluğa bağlı tüm ülkelerin katılımıyla 1926 ve 1931 yıllarında yapılan konferanslarla yeni bir statü belirlendi. Westminster Statüsü adı verilen yeni yapılanma biçimi 1931’de onaylandı. Buna göre hukuki statü olarak imparatorluğa son veriliyor, onun yerini İngiliz Uluslar Topluluğu (British Commonwealth of Nations) alıyordu.
Ancak, yeni yönetim arayışları sömürgeler ve dominyonlardaki çözülmeyi gideremedi. Anadolu’daki Türk başarısı etkilerini, önlenmez bir “bulaşıcılıkla” gerek sömürgelerde ve gerekse dominyonlarda göstermekteydi. Birleşik Krallığa karşın ulus bağımsızlığının elde edilebileceği kanıtlanmış, bu sonuç sömürgeci yetkenin bir daha geri gelmemek üzere ortadan kalkmasına yol açmıştı.

Yitikler

Rus Çarlığı’nın yerine Sosyalist bir yönetimin gelmesi, kapitalist dünyanın genel yitiği yanında, İngiltere ve Fransa’ya özel zararlar vermişti. Geniş Rusya pazarından yararlanan bu iki ülke, hem bu pazarı ve hem de buraya yatırdıkları sermayelerini yitirmişti. Kapitalizmin ideolojik karşıtının, kitap sayfaları ve ‘bir avuç idealistin’ düşüncelerinden çıkarak, büyük bir sosyalist devletle, ‘ete kemiğe’ dönüşmesi, Avrupa ve Amerika’da büyük tedirginlik yaratmıştı. Daha sonra açık bir düşmanlığa dönüşen bu tedirginlik, işçi savaşımına saldırının sertleşmesine ve politik çatışmaların yayılmasına yol açtı ve 20.yüzyıl boyunca sürdü.
Petrolün öneminin artması Ortadoğu’yu, Doğu Asya ülkelerindeki pazar potansiyeli de Pasifiği önemli duruma getirmişti. İngiltere kalan gücüyle buralarda etkin olmaya çalıştı. Ancak, koşullar ağır rakipler çetindi. Ortadoğu’da, denetim altına aldığı bir kaç kukla Arap hükümetiyle, Doğu Asya’da ise ABD’nin dümensuyuna girmeyle yetinmek zorunda kaldı.

Ulusçuluk Yayılıyor

Sömürge ve yarı-sömürgelerde ulusçu devinim hızla yayıldı. Mısır 1918 yılında bağımsızlığını istedi. 1922 ve 1936 anlaşmalarıyla, amacı yönünde yeni ulusal haklar elde etti. Mısır, Kanal bölgesindeki askeri işgali ve dış siyasetinde İngiliz denetimini kabul etmek koşuluyla yarı-bağımsız bir ülke oldu. 1924 Yılında Sudanlılar bağımsızlık istemiyle ayaklandı. Sudan genel valisi ve Mısır İngiliz orduları başkomutanı Sir Lee Stack, 1924 Kasım’ında öldürüldü.
Hindistan’daki bağımsızlık savaşımı, 1923’den sonra gerçek bir halk devinimine dönüşmeye başladı. İngiltere 1935 yılında, genişletilmiş oy hakkını da içeren ‘reform’ paketiyle, Hindistan’ın tam özerklik statüsünü kabul etmek zorunda kaldı. İrlanda uzun süren savaşımdan sonra 1921’de bağımsızlığını kabul ettirdi. Ancak, İrlanda 1922-1923 yıllarında yaşanan kanlı bir iç savaştan sonra bölündü. İngiltere, kendisine bugüne dek sorun oluşturan Kuzey İrlanda’yı güç kullanarak kendisine bağladı.

Güçlü Rakipler

İngiltere yüzyıl başında Çin’de, en etkili emperyalist güçtü. Savaştan sonra pençeleri dökülmüş yaşlı bir ‘aslan’dı artık. Çok istekli olmasına karşın Uzakdoğu’daki yarışta, birinci sırada yer alamadı. ABD’nin Pasifik’te artan gücünden duyduğu rahatsızlıkla önce Japonya’ya yanaştı. Ancak, ABD buna savaş sırasında İngiltere’ye verdiği borçları isteyerek yanıt verdi. Amerika Uzakdoğu’da bir Japon-İngiliz yakınlaşmasını istemiyor, bu nedenle Çin’in parçalanması için çaba harcıyordu.
ABD’nin gelişen askeri gücünden çekinen İngiltere ve Japonya ise, Çin’in bütünlüğünün korunmasını istiyordu. Buna Fransa’da destek veriyordu. Büyük uransal (sınai) ve akçalı varlığıyla savaştan, dünyanın bankası olarak çıkan ABD’nin gücü, bu üç ülkeyi de tedirgin ediyordu. Üstelik ABD, İngiltere’nin 200 yıllık dominyonu olan Avustralya, Kanada ve Yeni Zelanda’yı yanına çekmişti. İngiliz mallarından daha ucuz tüketim ürünleri satıyor, alım gücü yüksek bu üç pazarda etkisini arttırıyordu. Büyük Britanya ekonomisi ciddi düzeyde sıkışmıştı.
İngiltere, Fransa ve Japonya, 1919 Paris görüşmelerinde, ABD’nin Çin’e asker çıkarmasını önledi. ABD’nin bu üçlü baraja karşı davranışı, Versailles kararlarını kabul etmemek oldu. Gerekçe olarak, Japonya’nın İngiltere ile işbirliği yaparak Alman adaları ve Şantung’u işgal etmesini gösterdi. ABD, Japon-İngiliz yakınlaşmasını önlemek için kararlı tutumunu sürdürdü.
İngiltere’nin Fransa ve İtalya ile de çelişkileri vardı ve bu çelişkilerin çözümü için ABD’nin desteğine gereksinim duyuyordu. Sonuçta İngiltere ABD’nin istemlerinin tümünü, 1922 yılında Washington’da yapılan anlaşmayla kabul etti. Böylece İngiltere-Japonya beraberliği sona erdi ve yalnız kalan Japonya, Dokuz Kuvvet Antlaşması adı verilen bir anlaşmayla Şantung’dan çekildi. Ancak, bu anlaşma kağıt üzerinde kaldı. Kısa bir süre sonra, önce Şantung’a daha sonra da Mançurya’ya asker çıkardı.
Sonuç olarak savaş sonrasında İngiltere, dünyanın her yerinde olduğu gibi Uzakdoğu’da da belirleyici güç olmaktan çıktı ve ABD ile hareket eden ikinci sınıf emperyalist ülke durumuna geldi. Kimi zaman ortaya çıkan politik ayrılıklara karşın, bu beraberlik günümüze kadar sürdü.

Kurtlar Sofrası

Büyük devletlerin dış politikalarında dostluk ve güvene yer yoktur. Çıkar kaygılarının güvensiz ortamında her şey her an değişebilir. Bugünün dost görüneni yarın açgözlü bir düşman, düşmanı da uysal bir dost olabilir. İlişkilerde belirleyici öğe; ulusal çıkar ve kazançtır.
İki dünya savaşı arasında Pasifik’te yaşanan gelişmeler, bu gerçeğin çarpıcı bir kesitini oluşturur. Yüzyıl başında zirvede olan İngiltere, eski gücünü yitirince yerini hemen daha güçlü olana bırakmak zorunda kalmıştır. Uluslararası pazar, bir kurtlar sofrasıdır ve bu sofrada geçerli olan tek değer, güçlü olmaktır.

İç Sorunlar

Birleşik Krallık’ın denizaşırı topraklarda yaşadığı sorunlar, dolaysız bir biçimde içeriye yansıdı. Dört yıldır savaşın yükünü taşıyan İngiliz halkı; işsizlik, enflasyon, düşük ücret, yetersiz beslenme vb. gibi bilinen sıkıntıları yoğun bir biçimde yaşadı.
1914 öncesinin görkemli askeri gücü artık, savaşmak istemiyordu, yorgun ve güçsüzdü; en sıradan eylemcelerde (operasyonlarda) bile kullanılamıyordu. Uzakdoğu’da silinmenin, Çarlık Rusya’sına yardım edememenin, Anadolu’ya asker gönderememenin nedeni buydu.
1917’de yiyecek karneye bağlandı ve ABD’den büyük miktarda borç alındı. Almanya’dan alınacak savaş ödencelerinin ancak yüzde 25’i İngiltere’ye aitti. Ve eğer alınabilirse bu paranın ekonomik sıkıntıları giderme yönünde önemli bir katkısı olamazdı.
1919 yılında İrlanda’da bağımsızlık yanlısı ayaklanma ortaya çıktı. Gizli açık dernekleri çatısı altına toplayan Sinn Féin, 1918’de yapılan seçimleri kazandı. Ancak, bağımsızlıkları kabul edilmeyen İrlandalılar, 1919’da silahlı savaşıma girişti ve 6 Aralık 1921’de yapılan anlaşmayla, İngiltere’ye bağımsız İrlanda Cumhuriyetini kabul ettirdi. Ancak, Sinn Féin ve silahlı kolu IRA’nın bir bölümü anlaşmayı kabul etmedi, 1922-1923 arasında bir iç savaş daha çıktı.

Ekonomik Bunalım

İngiltere, 1919-1923 yılları arasında etkili bir ekonomik bunalım içindeydi. Üretim, savaş öncesi üretimin yarısından biraz fazlaydı. Dışsatım sorunları, yüksek enflasyon ve işsizlik; yalnızca işçi kitlelerini değil, orta sınıfı da etkiliyordu. Sorunlu yaşam koşulları, yeni toplumsal sıkıntıların doğmasına yol açmaktaydı.
Suç eğiliminin artması, dağılan aileler, kırsal bölgelerden ve sömürgelerden gelerek kentlerde toplanan yoksullar, geleneksel İngiliz değerlerinin çözülmesine neden olmuştu. Enflasyon, arttırılan vergiler, alım gücünün düşmesi orta sınıfı da hoşnutsuz bir ortam içine sokmuştu. 1921 yılında işsiz sayısı 2 700 000 kişiye ulaşmıştı.1 Bu İngiltere için yeni bir rekordu.
Aynı yıl birbirini izleyecek grevler dizisinin ilk dalgası tüm İngiltere’ye yayıldı. Yüzbinlerce işçinin katıldığı grevler, hükümet ve mahkeme kararları, profesyonel grev kırıcılar ve lokavtlarla baskı altına alındı. Endüstriyel devrimin ve sendikacılığın beşiği İngiltere’de, sendikalar yavaş yavaş güç yitirdi.
İşçi hareketini denetim altına alan hükümet, ekonomik büyümeyi sağlamak ve enflasyonla savaşım için bir dizi önlem aldı. Sıkı devlet denetimi, serbest para değişiminden vazgeçilmesi, denizaşırı yatırımların korunması, Sterling’in altın kambiyo dizgesine (sistemine) bağlanması, Rusya’daki yitiklerin ABD yardımıyla kapatılması vb. gibi önlemler çalışma yaşamında sıkıdüzen (disiplin) sağladı ancak bu kez ağır bir enflasyon sorunu ortaya çıktı. Dışsatım daraldı, ekonomik büyüme geriledi.

Siyasi Çalkantı

Ekonomik sorunların siyasal sonuçları gecikmeden kendisini gösterdi. Lloyd George’nin Liberal Parti’si bölündü ve bu bölünme Liberal Parti’nin sonu oldu. 1924 yılında yapılan seçimlerde, Muhafazakârlar çoğunluğu yitirdi. İşçi Partisi başarı sağlayarak tarihinde ilk kez hükümete girdi. İşçi Partisi’nin hükümet ortağı olması, büyük uran ve akçalı çevrelerde geçici bir tedirginliğin doğmasına neden oldu.
1923’de Türkiye ile yenilgi anlamına gelen Lozan Anlaşması imzalandı. Anadolu ve Boğazlardan çekilindi. Avrupa’da Almanya’nın yerini Fransa’nın almaması için 20’li yıllar boyunca Fransa ile sürekli politik çekişme içinde olundu.

Grevler

1925-1926’da İngiltere’yi yeni bir grev dalgası kapladı. 1926’daki genel grev, İngiltere tarihinin gördüğü en büyük grevdi. Başarılı bir genel greve karşın işçiler istedikleri ücret artışını elde edemedi. Tersine hükümetin sert önlemleriyle eskisinden daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmek zorunda kaldılar.
1927 yılında hükümet grevi yasadışı ilan etmek için girişimlerde bulundu. Bu yönde bir yasa çıkaramadı ancak değişik mahkeme kararları ve hükümet bildirileriyle amacını dolaylı yoldan gerçekleştirdi. 1929 ekonomik bunalımı İngiltere’nin dışsatımını yüzde 50 düşürdü. Şirket batkıları (iflasları) yaygınlaştı, işsizlik yeniden iki buçuk milyonu aştı.2
1931 yılının başında tüm partilerin katılımıyla milli birlik hükümeti kuruldu. Aynı yıl ve 1935’de yapılan seçimi Muhafazakarlar kazandı. 1939’a dek uygulanan devlet destekli politikalarla ekonomide göreceli iyileşmeler sağlandı. Ancak, küçük boyutlu bu iyileşmeler, İngiltere’nin uluslararası dünya ticaretindeki payının küçülmesini önleyemedi. Sanayi ürünleri dışsatımındaki payı 1913 yılında yüzde 33,2 iken bu oran, 1929’da yüzde 22,4’e, 1937 yılında ise yüzde 20,9’a geriledi.3

Yeni Savaşa Hazırlık

1930’lu yıllar, yakın gelecekte yeni bir silahlı çatışmanın gelmekte olduğunu gösteren olaylarla doludur. Almanya ve İtalya’daki politik gelişmeler, dünya pazarlarındaki daralma, uluslararası ticaret önündeki ulusçu engeller, Sovyetler Birliğinin güçlenmesi, bağımsızlık savaşlarının artması, geleceğin nelerle yüklü olduğunu açıkça gösteriyordu.
Yeni bir çatışmaya hazırlık olmak üzere silahlı kuvvetlere ayrılan bütçe payları arttırıldı ve geniş kapsamlı silah sanayi yatırımları yapıldı. İngiltere’de gerek baskı altına alınan işçi savaşımı ve gerekse devlet kaynaklarının büyük sanayi kümelerinin kullanımına sunulması niteliksel anlamda, İtalya ve Almanya’dan ayrımlı değildir. Almanya ve İtalya’nın sert yöntemlerine karşın İngiltere aynı işi, ‘kamu düzenini koruma’ yasaları ve ince ‘demokratik ayarlarla’, daha ‘yumuşak’ bir biçimde gerçekleştirmiştir.
Dış pazarı sıfırlanan Almanya, dışarıya açılmak isteyen İtalya, Uzakdoğu’da Japonya ve büyük sanayi gücüne ulaşmış ABD’nin, dünyayı yeniden paylaşmak isteyecekleri açıktı. Savaştan güç yitirerek çıkan İngiltere’nin (ve Fransa’nın) yeni yitiklere dayanacak durumu yoktu ve gelecekteki ‘karışık günlere’ hazır olmalıydı.
Görünürdeki gösterişli barış söylemlerine karşın, hazırlıklar yaklaşan savaşa göre yapıldı. Almanya’nın, sessiz kalınan; Rheinland, Avusturya, Bohemya ve Moravya elegeçirmeleriyle durmaması ve 1939’da Polonya’ya saldırması nedeniyle, İngiltere ve Fransa, beklendiği gibi 2. Dünya Savaşı’nı başlattı.

DİPNOTLAR

1 “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf.2073
2 a.g.e. sf.2074
3 “A.Maizels Industrial Growth and World Trade, Cambridge, 1963”, ak. Harry Magdoff, Odak Yay. 1974, sf.74



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder