3 Aralık 2015 Perşembe

ANTİK ÇAĞ EGE UYGARLIĞI


Antik Çağ Ege uygarlığı, her uygarlık gibi kendisinden öncekilerden etkilenerek ortaya çıkmış;  sanat, siyaset, edebiyat, felsefe alanlarında sorgulayıcı bir anlayışla ileri ürünler vermişti. Köleci üretim ilişkilerine dayanan siyasi düzen ise, soyluerki (aristokrasi) egemenliğin bireysel diktatörlükle değil, beysoyluların tümünün katıldığı bir düzenle sürdürülmesiydi. Katılımcılığa dayanan demokratik işleyiş, yönetim düzeni içinde yer almış ancak bu işleyiş nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan beysoylular sınıfının kullandığı bir ayrıcalık olmaktan ileri gidememişti. Antik Çağ demokrasisi adı verilen siyasi düzen gerçekte bir beysoylu demokrasisidir.

 

Ege Uygarlığı


Günümüz Avrupa kültürünün temelini oluşturduğu kabul edilerek bugün Helen Uygarlığı adı verilen Tunç Çağı uygarlığı M.Ö.9.yüzyılda Ege Denizi çevresinde ortaya çıktı. Kültürel temelini, Mısır ve Fenike uygarlıkları oluşturmuştu. Helenler’le bir ilişkisi olmamasına karşın, Kuzeyde Makedonya ve Trakya; Anadolu’da Frikya, Misya, Lidya, Karya ve İyonya’dan oluşan bu uygarlığa, Batılılar Helen Uygarlığı adını verdiler. Ancak, bu uygarlığın konumuna uygun düşen tanımlama, herhalde Helen değil her iki kıyıyı kapsayan Ege Uygarlığı olmalıdır.
Ege Uygarlığı’nı, özellikle M.Ö.8.yüzyıldan sonra, tek bir uygarlık olarak adlandırmak güçtür. Kuzeyden gelen Dor kavimlerinin 8.yüzyılda başlayan yayılmalarıyla, Grek Uygarlığı geriye giderken, Batı Anadolu’daki İyon Uygarlığı, parlak bir döneme girmişti.

İyonya

Ege Uygarlığı’nın en ileri parçasını oluşturan İyon Uygarlığı, Anadolu’nun Batı kıyılarını kapsıyor ve Aka, Lidya, Eti, Minos ve Miken uygarlıklarının bir ürünü olarak M.Ö.8.yüzyılda ortaya çıkıyordu. İyon (İon) kelimesinin aslının, Türkçede sahip efendi anlamına gelen İye’den geldiği ve aynı anlamda olan Türkçe aka, eke, eti, ata sözcük ailesinden olduğu kimi tarih araştırmacılarının kabul ettiği bir görüştür.1
Kendine özgü ses düzenine sahip İyon dili, bugünkü Grekçe değildi. İyon dili, Hint-Avrupa adıyla kümeleştirilen dillerden olmadığı gibi Sami dili de değildi. Fransız tarihçi A.Jarde; “Grek Halkının Oluşumu” (La formation du peuple Grec) adlı yapıtında, “Grek dilinde Hint-Avrupa dilleriyle açıklanamayan birçok sözcük bulunduğunu ve bu sözcüklerin başka bir dilden alındığını” söylemiştir.2
Konuyla ilgili araştırma yapan kimi tarihçiler; İyon diline, gerek köken gerekse yapı olarak, Anadolu ve Trakya’da kullanılmış olan Orta Asya dillerinin birçok kelime verdiğini kabul etmektedir. Ayrıca eski Grek yazısı da bugünkü Yunan yazısı değildi. Birçok yerde tabletleri bulunan eski Grek yazısı bugüne dek okunamamıştır.3

Antik Çağ Katılımcılığı

Katılımcılığa dayanan demokratik işleyiş, siyaset düzeninin bünyesine sokulmuş, ancak bu işleyiş, nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan soylular sınıfının kullandığı bir ayrıcalık olmaktan ileri gidememişti. Bu nedenle, “demokrasinin beşiği” olarak kabul edilen İlk Çağ uygarlığı, ayrımlı biçimlerde de olsa, benzerleri hemen tüm sınıflı toplumlarda görülen ve azınlık egemenliğine dayanan bir devlet biçimini ortaya çıkarmıştı.
İnsan topluluklarının devlete geçişin ilk evrelerinden beri kral ya da egemen sınıfın temsilcileri tarafından yönetilmesi, devlet kuran tüm uygarlıkların olduğu gibi Ege uygarlığının da ortak özelliğidir. Ancak, kendilerine uygarlık ve “demokrasi” adına ayrıcalıklı konum arayan Batılılar, Grek Uygarlığı’na özel önem vermişler, Sparta ve Atina’daki azınlık yönetimlerini, demokrasi olarak niteleyip, kendilerine örnek almış ve kültürlerinin dayanağı yapmışlardır.

Soylular Demokrasisi

Antik kent devletlerinde başlangıçta soylular sınıfının tümünü kapsayan yönetime katılma hakkı, giderek daralmaya başladı. Gelişen deniz ticareti ile varsıllaşan ve ayrıcalıklı sınıf içinde daha da ayrıcalıklı bir küme durumuna gelen soylu varsıllar, yönetim üzerindeki etkilerini arttırdılar. Meclisler ve onu belirleyen seçimlere yön verenler onlardı. Yönetim kararlarına katılmanın ölçütü artık, eşitlik değil varsıllıktı.
Ayrıcalıklı sınıfın bireyleri, “eşit” yurttaşlardı, ancak bu yalnızca görünüşte böyleydi. Soylular sınıfı içinde ortaya çıkan ayrışmayla, kararlara katılma hakkına sahip olanların sayıları azalmaya başlamıştı. Bu gelişme, yönetim biçiminin “soylular demokrasisi”nden otokrasiye dönüşmesi ve oligarşik yönetimlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır.

Avrupalıların Tavrı

Avrupalı’lar, “Atina demokrasisi” adıyla tanımlanan İlk Çağ kent düzenine, kültür ve yönetim köksüzlüklerini gidermek amacıyla sahip çıkmışlardır. Bu nedenle İlk Çağ tarihine, çoğunlukla, bilimsel ve yansız bir bakışla yaklaşamazlar. Grek ya da Roma uygarlıklarını gerçek boyutuyla değil, olumsuzlukları olumluluklara dönüştürerek ve konuya gizemli bir hava da vererek ele alırlar.
Ancak, konuya bilimsel nesnellikle yaklaşanlar da kuşkusuz vardır. Bunlardan biri olan Pirenne Jacques, “Atina demokrasisi”nin, “politik alanda özgürlüğü hiçbir zaman kabul etmemiş” olduğunu söyler ve “dar bir site milliyetçiliğine sıkışıp kaldığını”  ileri sürer.4
Jacques’e göre Atina ve benzer konumdaki Grek kentlerinde, topluma egemen olanlar, “soylular sınıfının çıkarlarını”, diğer bireylerin en basit “doğal ya da sosyal gereksinimlerinin önüne” koyar. Atina “demokrasisi”, “baş eğmeyi, acıya katlanmayı ve ses çıkarmadan çalışmayı” kabul ettiren baskıcı bir düzendi.5

Eşitlerin Eşitsizliği

Küçük devletçikler (polis) olarak yapılanan Helen kentlerinde nüfusun az olması, yurttaşlık haklarına sahip azınlığın toplanarak birlikte karar vermesine olanak sağlıyordu. Sparta nüfusunun 250 bine ulaştığı en kalabalık dönemlerde bile, Kent meydanı’nda (agora) yapılan karar toplantılarına katılma hakkı yalnızca 6 bin kişiye tanınmıştı.6
Katılım oranı, nüfusu 6 bin olan Aegina ve 2 bin olan Plataea’da da ayrımlı değildi ve zaman içinde giderek küçülüyordu.7 Sparta’da eşitlerin sayısı M.Ö.5.yüzyılda 6 bin iken 4.yüzyılda 1500’e, 3.yüzyılda 700’e düşmüştü.8
Sparta’da vatandaşlık haklarına sahip egemen sınıftan başka, tarım işleriyle uğraşan ve sınırlı haklara sahip pariyekler ile esir konumundaki hilotlar adı verilen sınıflar vardı. Bunlar, yoksulluklarından ve onursuzluklarından dolayı siyasi hakların tümünden yoksun bırakılmışlardı. Baskıyı sürekli kılan hükümet, her yıl hilotlara karşı silahlı sefer düzenler ve yolda ya da tarlada gördükleri hilotları rastgele öldürürlerdi.9
Sparta’nın kuralsız öldürmeyi içeren vahşi yöntemleri, yalnızca hilotlarla sınırlı kalmaz, her aile “sağlıklı olmadığına” karar verdiği çocuklarını da öldürürdü. “Yeni bir bebek doğduğunda, baba onu muayene için aile büyüklerinin önüne getirir; sağlıklı olduğuna karar verilirse bebek babasına verilir, aksi durumda derin bir su çukuruna atılarak öldürülürdü”.10
Gerçek bir soyluerki (aristokrasi) olan Atina demokrasisinde, yarım milyona varan nüfus içinde, vatandaşlık hakkına sahip insan sayısı 30 bin kadardı. Atina vatandaşı olmak için Atinalı ana ve babadan doğmak gerekirdi.
Nüfusun çok büyük bölümünü metek adı verilen ve herhangi bir hakka sahip olmayan esirler ve yabancı kökenliler oluştururdu. Egemenlik kurulan yörelerde yerel halk hızla köleleştirilir ve “Helenizmin hizmetine” alınırdı. Aristoteles, esir metekler’i şöyle tanımlıyordu: “Metekler; esir, canlı bir mülk, evcil hayvanlara benzeyen ve insan olan bir alettir”.11

Atina Demokrasisi ve Kadın

Atina “demokrasisi”, kadınları kölelerle bir tutar, baba kızını istediği adama satabilirdi. Kadın erkeğin kendisi için verdiği kararlara uymak zorundadır, uymazsa aşağılayıcı bir tanım olan Partenos Ademos ön adını alırdı.
Koca, karısını değiştirmek ya da başkasına vermek hakkına sahipti. Doğurmayan bir kadını kovmamak, tanrılara karşı gelmek sayılır ve kusur kimde olursa olsun kadın evden kovulurdu.
Çokeşlilik yaygın ve geçerli ilişki türüdür. Koca karısına düşüncelerini açmaz, çünkü o, düşüncesine başvurulacak akılda biri değildir. Evlilikte sevgi ve saygı değil, erkeğin isteklerinin yerine gelmesi esastır, evlilik Atina’da Sophokles’in deyimiyle “bir alışveriştir”.12
Grek ailesinde değişmez kılınan erkek üstünlüğü, karı-koca ilişkisini önemli oranda köle ilişkisine dönüştürmüştü. Antik Grek şiirinin ilk ustalarından Hesidos (M.Ö.800), Grek ailesinin temelini, “karı ile sabana koşulan öküzün” oluşturduğunu söylüyordu.13
Aileyi, sınırsız yetkilerle tam bir despot gibi yöneten erkek egemenliği için, ünlü Aristo (M.Ö.284-322), “erkek yaradılıştan üstündür, kadın ise ondan aşağıdır; erkek haklı olarak buyurur kadın ise boyun eğer, bu kaçınılması olanaksız bir yasadır” diyordu.14
Köle emeğine dayanan ve kadınlara siyasi hak tanımayan Antik çağ Grek anlayışı, bu konudaki etkisini Batıda bugüne dek sürdürmüştür. Kölelik ancak 19.yüzyılda kaldırılmış, kadınlara siyasi temsil hakları ise 20.yüzyılda tanınmıştır. Oysa Antik çağ Ege uygarlığının ortaya çıktığı dönemlerde, Orta Asya’daki Türk boylarında; yönetime katılma, kadına verilen önem, köle kullanmama ve egemenlik kurulan halklara tanınan haklar konusunda ileri uygulamalar vardı.

Günümüzle Örtüşme

Antik çağ demokrasisi ile günümüz Batı demokrasileri arasında, “yönetim haklarının sınırlanması ve bu hakların ayrıcalıklı bir azınlık tarafından kullanılması” konusunda, birbiriyle örtüşen bir anlayış vardır.
Batı demokrasilerinde bugün var olan, “kesin” ve “değişmez” ortak özellik; yönetime katılma hakkının, seçimlere ve gösterişli parlamento toplantılarına karşın, halk tarafından değil, nüfusun küçük bir azınlığınca kullanılıyor olmasıdır. Halk oy verme hakkına sahiptir ancak bu hak, ’ustalıklı önlemlerle onu yönetime getirecek bir araç olmaktan çıkarılmış ve seçimler’ halkı yönetimden uzak tutan bir kısır döngü durumuna getirilmiştir.
Batıda bugün demokratik bir yönetim düzeninden söz edilecekse, bu düzenin sınırlarının, Antikçağ kent devletlerindeki beysoylu demokrasisinin sınırlarından daha geniş olmadığı herhalde kabul edilecektir.
İkibin yıllık aradan sonra, hala yaşatılan bir başka benzerlik, siyasi düzenin, temsil haklarını küçük bir azınlık yararına sınırlıyor olmasına karşın, en ileri ve evrensel bir uygarlık işleyişi olarak sunulmasıdır. Bu anlayışın doğal sonucu, kendisi dışındaki tüm uygarlıkların yok sayılması ya da uygarlık sayılmamasıdır. 
Antik çağ demokrasileri, bugünün Batı demokrasilerinde olduğu gibi, yalnızca siyasi alanda değil, bu alana bağlı olarak toplumsal yaşamın başka alanlarında da, herkesi kapsayan dengeli bir gelişme sağlayamamıştır. Sanat, yazın (edebiyat) ve bilgelikte (felsefede), ileri ürünler ortaya çıkarılmış, ancak aynı başarı, örneğin tıp ve doğa bilimlerinde gösterilememiştir. Düşünsel alanda bilgelik akımları geliştirilmiş, ancak kuramsal olarak gerçekleştirilen bu gelişme, insanı temel alan uygulamalara dönüşememiştir.

DİPNOTLAR

1              “Tarih  I” Kaynak Yay., 4.Baskı 2000, sf.182
2             a.g.e. sf.181
3             a.g.e. sf.186
4             “Büyük Dünya Tarihi”, Jacqes Pirenne Meydan Yay., sf.79; ak. Hüseyin Kılıç, “Batı’da Kadın”, Otopsi Yay.-2000, sf.30
5             “Batıda Kadın” Hüseyin Kılıç, Otopsi Yay.-2000 sf.32
6             “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 8.Cilt, sf.2500
7              a.g.e. sf.2501
8             “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.206
9             a.g.e. sf.206
10          “Batı Felsefe Tarihi” Bertrand Russell, Kitaş Yay.-1969 sf.173; ak. Hüseyin Kılıç “Batıda Kadın” Otopsi Yay.-2000, sf.32
11          “Tarih  I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”, Kaynak Yay., 4.Bas.-2000, sf.221
12          “Seks Açısından Bir Kadın–Bir Erkak” Kraft Ewing Altın Kit. Yay.-1970, sf.172; ak. Hüseyin Kılıç, Otopsi Yay.-2000, sf.38
13           a.g.e. sf.40
14          “Aristo: Politika”, Çev. Niyazi Berkes, 1.C., Maarif Vekaleti Yay.-1944, sf.3; ak. Hüseyin Kılıç “Batı’daki Kadın” Otopsi              Yay., -2000, sf.40

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder