26 Ocak 2016 Salı

ABD VE ASKERİ İŞGAL


Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’ye Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda" ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu.  “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti.


Askeri İşgal : Eski Bir Öykü

ABD’nin Türkiye’ye bakışı ve kimi zaman askeri işgali içeren söylemleri, yarım yüzyıllık eski bir öyküdür. 1946’da Türkiye’ye girerken; aldığı ve aldırdığı kararlar, ikili ve çoklu anlaşmalar, ekonomik ilişkiler, Türkiye’den bir daha çıkmama üzerine kuruludur. Bu amaca yönelik Amerikan siyaseti; bağımsızlığı köreltme, güçsüzleştirme ve gerekirse askeri güç kullanmaya dayalıdır. “Türkiye’den hiçbir koşulda vazgeçmeyeceklerini”, “Türkiye’de iktidarı da muhalefeti de kendilerinin belirleyeceğini” işin başında açıklamışlardı.
ABD Hükümeti adına Türkiye’ye gelen ve 1949’da adını taşıyan ünlü raporu hazırlayan Max Weston Thornburg, Washington’a, “Türkiye elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz bir ülkedir”  diyordu.1
ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi gösteren bir başka örnek, Pentagon’da Güç Dönüşüm Birimi ve Stratejik Gelecek uzmanı olarak çalışan, Deniz Harp Okulu profesörlerinden Thomas P.M.Barnet’in, 2005 yılında yaptığı şu değerlendirmedir. “Ben, Türkiye’yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluk (Batı dışındaki ülkeler y.n.) içinde yer alan, bu nedenle kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler grubu içine alıyorum... Oysa, küreselleşmenin yayılmasında Türkiye’den daha önemli bir rol oynayacak çok az ülke vardır”.2
Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’yle Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda” ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti.3
ABD, 1974 yılında, “haşhaş ekiminin yasaklanmaması durumunda İstanbul’un bombalanacağını” açıklamıştı. Başkan Nixon, ABD Ankara Büyükelçisi Handley’i Washington’a çağırmış, ona, istenilen yasaklamanın yapılmaması durumunda, “Sultanahmet Camii başta olmak üzere” İstanbul’un bombalanacağını ve 6.Filo’nun İstanbul’a geleceğini bizzat Başbakan’a (Bülent Ecevit) bildirmesi görevini vermişti.4
Askeri işgale yönelik gözkorkutmalar günümüze dek sürmüştür. Şubat 1996’da, ABD California Senatörü Brad Sherman, Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türk Ordusu’nun Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde katliam yaptığını ileri sürerek, ABD’nin, “NATO üyeliğine bakılmaksızın” Türkiye’ye Askeri müdahalede bulunmasını istemişti. Amerikalı senatör şunları söylemişti: “Birleşik Devletler, Kürtlerin korunması için daha açık ve daha sert bir tutum izlemelidir. Baskıcı rejimlere karşı tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması ya da olmaması ile değişmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için Birleşik Devletler askeri güç kullanarak devreye girmelidir”.5
ABD Müşterek Kuvvetler Komutanlığı, 24 Temmuz 2002’de, California eyaletinde maliyeti yüksek kapsamlı bir askeri tatbikat düzenledi. “Bin Yılın Meydan Okuması-2002” (Millenium Challenge 2002) adını taşıyan ve Lozan Antlaşması’nın 79.yıldönümünde başlatılan tatbikatın ayrıntıları gizli tutulmuştu. Ancak, konu ve açıklanan amaçlar, 24 Temmuz tarihiyle birleşince, “hedef ülke” olarak ortaya Türkiye çıkıyordu.
Tatbikat senaryosuna göre; “Bir ülkede büyük yitiklere yol açan bir deprem oluyor (Kocaeli depremi). Aynı günlerde uluslararası mahkeme o ülkenin sınırlarını ilgilendiren olumsuz bir karar alıyor; etnik ve dinsel oluşumlar siyasi olarak güçleniyor. Ülke güvenliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle ordu duruma müdahale ediyor ve deniz taşımacılığını önleyecek biçimde ülkeyi güvenlik çemberine alıyor. Birleşmiş Milletler ABD’nin girişimiyle, yaptırım kararı alıyor. Bunun üzerine ABD ordusu, hava saldırısına geçerek ülkenin önemli kentlerini 96 saat içinde(Türkiye'nin seferberlik süresi) işgal ediyordu”.6
ABD Müşterek Kuvvetler Komutanı Orgeneral Kernal o günlerde, Millenium Challenge 2002 Tatbikatı ve Spiral 1, Spiral 2 senaryolarını kastederek, “kendimizi izin verilmeyen durumlara hazırlıyoruz” demişti.7
Bu tür açıklamalar, Türkiye’deki dengesiz yönetim ve Rus karışmasıyla Ortadoğu’da sıkışan ABD’nin bölgeye yönelik saldırgan politikasıyla birlikte ele alınırsa,  yaşanmakta olan tehlikenin boyutu görülecektir. Türkiye’nin havasahası NATO havasahasıdır” ve “NATO Türkiye’yi korumada kararlıdır” sözlerinin taşıdığı anlam, Türkiye’ye yabancı askerin girmesinin uzak bir olasılık olmaktan çıkarmaktadır. Bu olasılık, 2003’teki Irak müdahalesinde, gerçeğe dönüşmekten kılpayı kurtulmuştu.
Geçmişten günümüze yarım yüzyıllık olay ve söylemler ortada. Ülke yönetiminin kişi egemenliğine indirgendiği; yasama, yargı ve yürütmenin dumura uğratıldığı, devlet yetkililerinin talan aracı olarak kullanıldığı ve muhalefeti olmayan bir ülkede her şey olabilir. İstihbarat örgütünün başındaki kişinin, basına yansıyan, “sekiz füze attırtıp savaş gerekçesi yaratırım” biçimine sözler söyleyebildiği bir ülkede neler olmaz.8

DİPNOT

1            “Bozkırdan Doğan Uygarlık-KöyEnstitüleri” Yalçın Kaya, Tiğlat Mat., İst., 2001,2.Cilt, sf.501
2            “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu, a.g.g. 30.06.2004
3            “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst., 1969, sf.29
4            “Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları” Fikret Bila, sf.184; ak.Ahmet Erimhan “Çuvaldaki Müttefik” Birharf Yay., İst., 2006, sf.35-36
5            “Haksız Suçlama” Cumhuriyet, 12.02.1999
6            “Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Erimhan, Birharf Yay., İst., 2004, sf.216 ve Aydınlık 11.08.2002
7            a.g.e. sf.216
8            Aydınlık 27.10.2015

4 yorum:

  1. ABD’deki 1961 tarihli Dış Yardım Kanunu ve 1968 tarihli
    Dış askerî Satış Kanunu’dur. Ambargo kararının
    Senato’da onaylanması sonrasında Türkiye’nin tepkisi
    gecikmemiştir. Türkiye, öncelikle NATO ile olan
    ilişkilerin tekrar gözden geçirileceğini ve ABD ile olan
    savunma anlaşmalarına ilişkin görüşmelerin artık bir
    anlamının olmadığı belirtmiştir. Ardından 13 Şubat 1975
    tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulduğu ilan
    edilmiştir. Devlet başkanı olarak Rauf Denktaş
    seçilmiştir. Uygulanan ambargo kararı Türkiye üzerinde
    istenilen etkiyi göstermemiş, Kıbrıs konusunda da
    istenilen sonuçları doğurmamış, aksine Türkiye’nin
    ABD’ye karşı güvensiz ve mesafeli bir duruş
    sergilemesine neden olmuştur. Bu yüzden dönemin ABD
    Başkanı C. Carter’ın çabalarıyla 1978 yılında ambargo
    kaldırılmıştır. Ancak Türkiye bu olaydan önemli dersler
    çıkarmış, ordunun temel ihtiyaçlarını karşılamak için öz
    kaynaklara yönelme kararı almış, bu doğrultuda savunma
    sanayisine yönelik yatırımlar yapmıştır. Ayrıca
    Bağlantısızlar ile ortak yatırım programları geliştirilmiş,
    Sovyetler Birliği ile “İyi Komşuluk ve Dostluk
    Prensiplerine Dayalı İşbirliği Anlaşması” imzalanmış,
    başta İsrail olmak üzere silah üretimi, modernizasyonu ve
    teknolojisi konusunda anlaşmalar yapılmıştır. İslam
    Konferansı Örgütü (İKÖ) içinde daha aktif yer alınmaya
    başlanmış, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) varlığı
    tanınmıştır.
    Ambargo Sonrası Türk-ABD İlişkileri
    Ambargonun kaldırılmasından sonra Türkiye ile Amerika
    Birleşik Devletleri arasındaki ilişkilerde belirgin bir
    iyileşme olmuştur. Ancak, Türkiye’nin ambargo
    döneminde başlattığı çok yönlü dış politika anlayışı devam
    etmiştir. Sovyetlere karşı Türkiye’nin NATO’da
    bulundurduğu büyük askerî gücü, sahip olduğu jeopolitik
    konum ve ABD’nin ülkedeki üs ve tesislerin varlığı ile
    olası bir Sovyet saldırısında Orta Doğu petrollerinin
    korunmasında, Akdeniz’in savunulmasında, Varşova Paktı
    üyesi Balkan ülkelerine karşı oluşturulacak cephelere karşı
    Türkiye’nin önemi artıyordu. Ayrıca, ABD-Batı düşmanı
    İslami rejim karşısında yer alan Türkiye’nin Orta
    Doğu’daki konumu da ABD için artık daha değerliydi.
    Türkiye için 70’li yıllar özellikle iç politika bakımından

    YanıtlaSil
  2. oldukça sıkıntılı geçmiştir. Bu dönemde Türkiye pek çok
    siyasal ve ekonomik sorunla karşı karşıyadır. Ambargo
    sonrası soğuyan ABD-Türkiye ilişkilerini yumuşatmak ve
    Türkiye’nin gerek Sovyetler gerekse İran karşısındaki
    stratejik önemi, ABD’nin Türkiye’ye yardım etmesinde
    etkili olmuştur. Bu bağlamda Türkiye’ye 1980 yılı içinde
    202 milyon dolarlık askerî, 98 milyon dolarlık ekonomik
    kredi ve yardım önerisinde bulunulmuş ve Carter
    yönetimi, 29 Mart 1980 yılında Türkiye ile “Savunma ve
    Ekonomik İşbirliği Anlaşması” (SEIA) imzalamıştır.
    1974-1980 ARASINDA TÜRKİYE’NİN
    BİLETERAL VE BÖLGESEL İLİŞKİLERİ
    Türkiye-İngiltere İlişkileri
    1970’li yıllarda İngiltere ile Türkiye arasındaki ilişkilerin
    Kıbrıs ekseninde geliştiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
    Ancak İngiltere’nin ne garantör bir ülke olarak çok aktif
    bir rol üstlendiğini ne de adadaki anayasa ve mevcut
    anlaşmalara aykırı olarak gerçekleştirilen ihlallere ve Türk
    tarafına karşı uygulanan şiddet ve baskıya karşı somut
    adımlar attığını söylemek mümkündür. Burada
    İngiltere’nin adadaki üslerinin varlığını ve mevcut
    statüsünü koruma düşüncesiyle çoğunluğu oluşturan
    tarafta olmayı yeğlediği söylenebilir.
    İngiltere’nin Yunan tarafına bu yakınlığına rağmen,
    Yunanistan’ın Kıbrıs sorununu uluslararası platforma
    taşıma girişimlerine ise karşı çıkmıştır. İngiltere, I. ve II.
    Cenevre Konferanslarının düzenlenmesi için çaba
    harcayan ülkelerin başında gelmiştir. 1975 yılında Türk
    tarafı, Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurduğunu
    açıkladığında İngiltere, Kıbrıs Rum Yönetimi’ni adanın
    tek meşru temsilcisi olarak gördüğünü belirtmiştir.
    Türkiye-Avrupa İlişkileri
    Bilindiği üzere 1968’de Yunanistan’da darbe ile yönetimi
    ele geçiren Cunta yönetimi ile Batı Avrupa ülkeleri ve
    AET’nin bu ülke ile ilişkileri minimum seviyeye
    indirilirken Türkiye ile olan ilişkiler daha iyi bir seviyeye
    yükselmişti. Bunun en önemli göstergelerinden birisi
    Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile 1971
    yılında imzaladığı ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma
    Protokol’ün yapılmasıdır. 31 Aralık 1995 itibari ile
    Gümrük Birliği gerçekleşmiştir. Türkiye’deki ekonomik
    ve siyasi istikrarsızlık artmış, Avrupa’yı da etkileyen
    petrol krizi iki tarafın taahhütlerini yerine getirmesinde
    güçlükler yaşanmasına neden olmuştur ve taraflar arasında
    ilişkiler arzulanan şekilde gelişememiştir. 1978 yılında
    iktidardaki Ecevit Hükümeti, yaşanan mali-ekonomik
    krizden çıkış için de katkıda bulunacağı umuduyla AET
    konusunda son derece önemli bir karar almış ve
    Toplulukla olan ilişkilerini durdurmuştur. Açıkçası
    Türkiye’nin kararı, AET için oldukça rahatlatıcı olmuş,
    zaten son dönemde son derece endişe ettiği Türkiye’nin
    üyeliği, daha da önemlisi “serbest dolaşım hakkı” konusu
    hem de Türkiye’nin talebi ile gündemden çıkmıştı. Batı
    Avrupa ile ekonomik ve siyasi entegrasyonu önemseyen
    Adalet Partisi 1979’da iktidara geldiğinde Başbakan S.

    YanıtlaSil
  3. Demirel Hükümeti ülkede yaşanan hem ekonomik hem de
    siyasi kriz sürecinde Batı’nın desteği için arayışlara
    başlamıştı. 12 Eylül 1980 askerî darbesi ile bu hazırlıklar
    sonuçsuz kalmıştır.
    Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri
    1970’lerde Sovyetler Birliği ile ilişkiler Kıbrıs sorunuyla
    bağlantılı gelişmiştir. Sovyetler 1960’lı yıllarda ve
    1970’lerin başlarında Rum tarafını destekler bir politika
    gütmüştür. Ancak, Yunanistan’daki Cunta’nın Kıbrıs’ta
    gerçekleştirdiği darbenin ardından Sovyetler, adanın
    Yunanistan’a bağlanma ihtimali üzerine, Türkiye’nin
    adaya müdahalesine karşı çok sert bir tavır almamış olsa
    da Sovyetlerin bu süreçte bağımsız ve Makarios
    yönetiminde bir Kıbrıs’tan yana olduğunu da belirtmek
    gerekir. Ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası
    Türkiye’ye uygulanan ABD ambargosu, yeni bir durum
    yaratmış ve Türkiye’nin Sovyetlerle ilişkilerinin
    canlanmasında etkili olmuştur. ABD silah ambargosunun
    kaldırılması ve Sovyetlerin Afganistan işgali, II. Milliyetçi
    Cephe Hükümeti’nin (AP, MSP, MHP) politikalarına da
    yansımış, Sovyetlerle ilişkiler yeniden duraklamıştır. 12
    Eylül 1980 askerî darbesi ise Sovyetlerle olan ilişkilerin
    iyice gerilemesine sebep olmuştur.
    Türkiye-Ortadoğu, Afrika ve Asya İle İlişkileri
    1964 Kıbrıs krizi sırasında yaşanan Johnson Mektubu
    olayı, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası uygulanan
    Amerikan Ambargosu ve Petrol Krizi sürecinde Türkiye,
    Arap dünyası ile ilişkilerini daha da geliştirmeye
    çalışmıştır. BM’de yapılan oylama ve görüşmelerde de
    Arap yanlısı bir politikayı benimsemiştir. Ayrıca, Arap
    ülkelerine ilaç ve gıda yardımında da bulunmuştur. Daha
    önce ihtiyatla yaklaştığı İslam Konferansı Örgütü ile yakın
    temasa geçmiş, İslam Ülkeleri Dışişleri Bakanlığı
    Konferansı’nın İstanbul’da yapılmasını sağlanmıştır.
    İsrail meselesinde Arap tarafını destekleyen Türkiye, Orta
    Doğu politikasında iki ilkeyi takip etmeye çalışmıştır.
    Bunlardan birincisi, Arapların kendi aralarındaki
    çekişmelerde taraf olmamak, ikincisi ise İsrail ile olan
    ilişkilerini tamamen sonlandırmamaktır. Yine, 1975
    yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) Filistin
    halkının tek meşru temsilcisi olarak tanıyan Türkiye, bu
    örgütün “maslahatgüzarlık” seviyesinde temsiline 1979
    yılında izin vermiştir. 1960’lı yıllardan beri İran bölgede
    lider rol üstlenmek için rakip gördüğü Irak ile mücadele
    hâlindeydi. Hatta İran Şahı, Irak’ı zor durumda bırakmak
    için Kuzey Irak’taki Kürtleri desteklemekteydi.
    Ancak bu, Irak kadar Türkiye’yi de rahatsız etmekteydi.
    Bu sorun ancak 1975 yılındaki İran-Irak arasındaki
    Cezayir Anlaşmasıyla biraz olsun giderilmiş, ülkeler
    arasında geçici de olsa bir rahatlama sağlanmıştır. İran’da
    yaşanan devrim sonrası, Humeyni’nin başa gelmesiyle
    Türkiye-İran ilişkileri yeni bir şekil almıştır. Kasım
    1979’da Tahran’daki ABD elçiliği basılıp 66 ABD
    vatandaşı rehin alındığında ABD, İran ile tüm ilişkilerini

    YanıtlaSil
  4. kesmiş ve müttefiklerinden bu ülkeye ambargo
    uygulamasını istemiştir. Dönemin Ecevit Hükümeti ise
    birçok ülkenin uyguladığı bu ambargoya İran’ın
    komşumuz olması ve ekonomik kaybın çok yüksek
    olacağı gerekçeleri ile katılmamıştır. Bu arada Irak ile
    olan ilişkiler ise 1979 yılında Irak’ta iktidarı ele geçiren
    Saddam Hüseyin’in ülkesindeki iktidarını güçlendirmek
    için Kuzey Irak’taki Türkmenlere baskı uygulamaya
    başlamasıyla gerilmiştir. Bu gerginlik İran-Irak savaşı
    başlayana kadar devam etmiştir. Ancak Türkiye, Kıbrıs
    konusunda Arap dünyasından istediği desteği hiçbir
    zaman bulamamıştır. NATO üyesi olarak Türkiye genelde
    Bağlantısız ülkelerle karşı karşıya gelmiştir. Sovyetler ve
    Bağlantısızların ise daha çok birlikte hareket ettikleri
    görülmektedir.
    EGE SORUNU
    Ege sorunu, Türkiye ile Yunanistan arasında, Kıbrıs ile
    birlikte ilişkilerdeki en büyük iki temel sorundan biri
    olmuş ve hala kesin bir çözüme kavuşturulamamıştır.
    Konunun ciddi bir krize dönüşmesi ise Kıbrıs sorununa da
    paralel olarak 60’lı ve 70’li yıllarda gerçekleşmiştir. 1936
    yılına kadar Ege’de 3 mil olarak kabul edilen kara suları
    sınırı o yıl Yunanistan tarafından tek taraflı olarak 6 mile
    çıkarılmıştır. Türkiye’nin, 15 Mayıs 1964 tarihinde
    kendisinin de Ege’deki karasuları sınırını 6 mile
    çıkardığını açıklaması, Kıbrıs sorununun yarattığı
    gerginlik çerçevesinde olmuştur. Yunanistan’ın buna
    karşılığı ise 1964 ve sonrasında silahtan arındırılmış
    olması gereken Ege’deki adalarını silahlandırmak şeklinde
    olmuştur. Ege sorunu üç temel sebebe dayanmaktadır.
    Bunlar, “kıta sahanlığı”, “ŞR hattı” ve Ege adalarının
    silahlandırılmasıdır. Ege’de 20 Temmuz 1975’te
    NATO’dan bağımsız Dördüncü Ordu (Ege Ordusu)
    adında bir ordu kurmuştur. Yüz binin üzerinde askerîn yer
    aldığı ve Yunanistan’ı son derece endişelendiren Ege
    Ordusu Türkiye’nin NATO kapsama alanı dışındaki tek
    ordusudur. Türkiye, 1990’lı yıllarda yaşanan bazı
    gerginlikler sonrasında da kara sularındaki tutumunu daha
    da sertleştirmiş ve 8 Haziran 1995’te aldığı bir kararla
    Yunanistan’ı n kara sularını Şili olarak 12 mile çıkarması
    karşısında bunu bir casus belli (savaş nedeni) sayacağını
    açıklamıştır.
    12 Eylül 1980 askerî darbesinden sadece kırk gün sonra 20
    Ekim 1980’de Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne izin
    vermiştir. Türkiye, 22 Şubat 1980’de, Yunanistan 23
    Şubat 1980’de daha önce yayımladıkları NOTAM’ları
    karşılıklı kaldırmış ve Ege Deniz’i tekrar sivil havacılığa
    açılmıştır.

    YanıtlaSil