16 Ocak 2016 Cumartesi

YENİ DÜNYA DÜZENİ


Birinci Dünya Savaşı’ndan önce azgelişmiş ülkelerin hemen tümü, emperyalizme bağımlıyken; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünyanın neredeyse yarısı bağımsızlığına kavuştu. Kimi gelişkin ülkelerde, düzeni değiştireceğini söyleyen ve yüzde 30 oy alan komünist partiler ortaya çıktı. Bu durumda, pazar daralması ve yetmezlik nedeniyle ortaya çıkan ve yeni paylaşım istekleri doğuran pazar çatışmasının, dünya savaşına yol açmadan ya da savaşları bölgesel düzeyde tutarak, düzeni yürütmenin yolları arandı. Bu arayış, kalıcılığı olan somut bir sonuca ulaştırıldı ve dünya ticaretine yeni bir biçim verildi. Yeni Dünya Düzeni denilen küresel işleyiş bu çabanın sonucu olarak ortaya çıktı.


Savaşın Gerçeği

Yirminci yüzyılda, yirmi bir yıl arayla ortaya çıkan iki dünya savaşı, iki temel gerçeğin geniş kitlelerce görülüp kavranmasına yol açtı.
Birincisi; dünyadaki tüm çatışmaların kaynağı ve yürütücüsü, doyumsuz pazar gereksinimi içindeki sanayileşmiş ülkelerdir, emperyalizmdir. Dünya politik yaşamına yön veren bu ülkeler, kendi aralarındaki ekonomik çekişmeyi, silahlı eyleme dönüştürmekte ve insanlığı toplu bir çatışmanın içine sokabilmektedir.
İkincisi; çatışmalardan çıkarı olmamasına karşın savaşın yükünü çeken dünya halkları, bu ilişkilere karşı çıkmakta ve giderek artan biçimde anti-emperyalist bir savaşım içine girmektedir. Bu durum, daha çok kazanç için çatışmaya giren ülkelerin yitiklerini arttırmakta ve bunların bir bölümü çatışma öncesi konumunu bile koruyamaz duruma getirmektedir.

Kapitalizmin Doğası

Şirketlerin varlıklarını sürdürebilmeleri için, üretimi sürekli arttırmak zorunda olması kapitalizmin doğası gereğidir. Üretim artışı ise doğal olarak pazar artışı demektir. Sürekli artan üretime, sürekli pazar artışlarıyla yanıt verebilmek, sınırları belli olan bir dünyada nasıl olanaklı olabilir?
Böyle bir yol bularak kapitalist-emperyalizmi, insanlığı geliştiren, kalıcı ve evrensel bir düzen durumuna getirmek kuşkusuz olanaklı değil. Böyle olsa, iki büyük dünya savaşı ve sayısız bölgesel savaş ile yüksek yoğunluklu ekonomik ve siyasi çatışmalar ortaya çıkmaz; dünya üretim, ticaret, bilim, spor ve sanatla uğraşan insanların yaşadığı bir yer olurdu. Bilinen bir gerçektir ki, dünya savaşlarını büyük ülkelerin ‘kötü amaçlı’ yöneticileri değil, nesnel koşullara dayalı ekonomik zorunluluklar çıkarmıştır.
Emperyalist sistemin sözcüleri, ideologları, politikacıları, şirket yöneticileri ve tümünün haklarını savunmakla görevlendirilmiş hükümet yetkilileri, pazar sorununa yeni bir çözüm bulunması gerektiğini görüyordu. Bunun için yoğun ve kararlı bir çaba içine girdiler. Ya çözüm bulunacak ya da yeniden savaşılacaktı. Oysa, dünyanın 3. bir dünya savaşına dayanabilecek gücü artık yoktu.

Savaşın Götürdüğü

Kapitalist ülkelerin tümü, biri hariç, İkinci Dünya Savaşı’ndan büyük güç yitiğiyle çıktı. Yenen ve yenileniyle tüm Avrupa ve Japonya eski güçlerinden çok uzaktı. İngiltere ve Fransa yenen konumundaydı ancak ekonomileri büyük yara almıştı. Almanya ve İtalya, insanları açlık ve yoksulluk içine düşmüş birer yıkıntı ülke durumuna gelmişti.
Savaşı, ülkesini ondan uzak tutarak ekonomik büyümenin aracı olarak kullanan tek ülke ABD oldu. Bu ülke, altı yıl boyunca savaş tüketimini karşılayarak, büyük bir ekonomik güce ulaşmış ve enüstün (süper) güç olmuştu. Dünyaya yeni bir biçim vermek için gerekli olan birikim ve yetkeye bu ülke sahipti.
ABD bu işi, gereksinimi olduğu için istekle üstlendi. Gelişmiş kapitalist ülkeler arasında oluşacak yeni bir silahlı çatışmayı, en azından ileri tarihlere erteleyecek, yeni bir dünya düzeninin oluşturulmasına girişti. Bunun için, siyasi ekonomik ve askeri alanda, ulusal ve uluslararası ölçekli belirleyici kararlar aldı; kararlar doğrultusunda küresel boyutlu örgütlenmelere gitti. Günümüzde hemen herkesin yakındığı, Yeni Dünya Düzeni böyle oluştu.

Yeni Dünya Düzeni

Yeni Dünya Düzeni; kapitalizme yönelik yapısal dönüşümleri gerçekleştiren ya da uluslararası ilişkileri “demokratikleştiren”, serbest piyasa ekonomisi uygulayan, dünya ticaretini serbestleştiren, dünyayı herkes için küçülten yeni bir düzen değildir. Uygulamalarda egemen olan anlayış, bu tür eğilimlerin tam karşıtıdır. Yeni Dünya Düzeni, yenen ve yenileniyle gelişmiş ülkelerin çıkarlarını birleştirerek emperyalist ilişkilerin geliştirilmesi ve azgelişmiş ülkeler üzerindeki egemenliğin sınırsız duruma getirilmesidir. Kaba çerçeve budur...
Yeni Dünya Düzenine, belirli çevreler; ‘post modern çağ’, ‘bilgi çağı’, ‘bacasız sanayi çağı’, ‘endüstri ötesi çağı’, ‘insan hakları ve özgürlükler çağı’ ya da ‘tarihin sonu’ dese de bu çekici sözler ve yapay yaymacalar gerçekleri değiştirmiyor. Gününü doldurmuş bir üretim biçimi, güce dayalı yöntemlerle sürdürülmeye çalışılıyor ve dünyanın çok büyük bölümünü, açlık, yoksulluk ve gerilik içine sokuyor.

Yeni Egemenlik Biçimi

Egemenlik yöntemi olarak sömürgeci uygulamaların deney ve birikimlerinden yararlanılmakla birlikte, Yeni Dünya Düzeni’nde kökleşik (klasik) sömürgecilikten vazgeçilmiştir. Ulusal uyanışı hızlandıran, kendi ülkesinde toplumsal tepki oluşturan sömürgeci yönetim biçimi yerine, yarı bağımsız yönetim biçimi geliştirildi.
İşbirlikçiler aracılığıyla sürdürülen yeni yönetim biçimi, tüm dünyaya yayıldı ve 2.Paylaşım Savaşı’ndan sonra bu nitelikte, yüzden fazla yeni ‘bağımsız’ ülke ortaya çıktı. Belçikalı ekonomist Ernest Mandel bunu şöyle dile getiriyor. “İkinci Dünya Savaşından sonra gelişmiş kapitalist ülkelerin eski sömürgeleri, emperyalist sistem içinde bir dizi değişiklik gerçekleştirerek siyasi bağımsızlıklarına kavuşturuluyordu. ‘Yarı Sömürge’ diye adlandırılan bu ülkelerde ekonomik bağımlılığın sürdüğü ve yaratılan değerlerin büyük ölçüde gelişmiş ülkelere aktarıldığı bu döneme ‘yeni-sömürgecilik dönemi’ denilmektedir”.1
Toplumların; bağımsız gelişme gücünü yok eden, ulusal değerlerini eriten ve onları yarı-sömürge durumuna getiren, bu yeni ilişkide; söylemde demokrasi, eylemde kandırma ya da korkutma geçerli yöntemler oldu.

Azgelişmiş Ülkelere Yönelik Tutum

Yeni Dünya Düzeni’nde, azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülke pazarları gelir alanı olduğu için, emperyalizme karşı gelişecek ulusal bağımsızlık eğilim ve eylemleri,  birincil çekince kabul edildi.
Sosyalist ülke pazarlarına girilemediği için, azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler yeni düzenin gelir alanıydı. Bu nedenle, bu ülkeler üzerine, geleneksel sömürgecilik yöntemlerinden daha ağır ve dizgeli bir baskı uygulandı. Bu baskı; ulusların tarihsel geleneklerini, yerel alışkanlıklarını ve bağımsızlık eğilimlerini yok eden, silahsız, yaygın ve etkili bir baskıydı.

Kentsoylu Demokrasisinin Sonu

Yeni Dünya Düzeni’ne karşı çıkan hiçbir düşünce ve eylem türü bağışlanmaz, değişik yöntemlerle cezalandırılır. Güce ve eşitsizliğe dayanıldığı için, demokrasiye ve insan haklarına asla yer vermeyen bu düzen, dünyayı bir ‘halklar hapishanesine’ dönüştürmüştür.
Düzene karşı en ufak bir karşı çıkış ya da yansızlık eğilimi, ‘hür dünya’ ve onun öncüsü ABD çıkarları için çekince sayılır ve yok edilir. Etki alanlarında ve emperyalist merkezlerde oluşan değer yargıları, Yeni Dünya Düzeni yandaşlığının niteliğini belirler. Toplumun her alanında, yükselmenin ve etkili olmanın ölçütü, bu düzene inanç ve bağlılıktır. İş yaşamı, politik ortam ve devlet kadroları bu tür insanların denetim ve yönlendirmesi altındadır.

Şirket Egemenliği

Yeni düzenin ekonomik dayanakları olan tekelci şirketler, hükümet destekleri ve ayrıcalıklı yatırım kolaylıklarıyla desteklenir. Bunların büyüme ve tekelleşme istemi, birleşmeler ve şirket evlilikleriyle giderilir. Amaca yönelik, ulusal ve uluslararası yeni yasal düzenlemeler ve anlaşmalar yapılır.
Uluslararası mali sermayenin, küresel ölçekte gelir getiren aracılar durumuna gelmesi için, her türlü yurtiçi-yurtdışı düzenleme yapılır ve yaptırılır. Parayla para kazanılan vurguncu ilişkiler, ekonomik etkinliğin belirleyici öğesi olur. Ortaya, yalnızca ekonomik değil, politik alanda da belirleyici olan, üretimden kopuk dev boyutlu mali şirketler çıkar.

Ortak Pazarlar

İkinci Paylaşım Savaşı öncesinde her büyük ülke, sömürgelerini ya da etki altına aldığı ülke pazarlarını, yalnızca kendisi kullanıyor, başka bir ülkenin bu pazara girmesine izin vermiyordu. Bu işleyiş, küçük birimler oluşturan pazarların verimliliğini azaltıyor, büyük devletler arasında çatışma eğilimini yükseltiyordu.
Ulusal pazarlar birleştirilerek büyütüldü ve uluslararası ortak kullanıma açıldı. Dünyanın çeşitli yerlerinde, her ülkenin gücü oranında söz sahibi olduğu ortak pazarlar oluşturuldu. Ulusal pazar gücü bu yeni ekonomik birliklere girmeye değer görülen ülkeler, serbest piyasa ekonomisinin ‘erdemlerine’ inandırılarak, olmazsa zorlanarak buralara sokuldu.

Yenik Ülkelere Yaklaşım

2.Dünya Savaşı sonrasında, yenik düşen Almanya, Japonya ve İtalya’ya; yeniden sorun olmaması için, Versailles mantığıyla yaklaşılmadı. Uransal gizilgücü (potansiyeli) ve köklü üretim geleneği olan bu ülkelerin gelişme isteği, güç kullanılarak bastırılmadı. Kısıtlayıcı bir dizi önlem almak, önlemlerin uygulanmasını denetlemek ve savaş endüstrisinden uzak tutulmak koşuluyla, yeni düzen içinde yer almalarına izin verildi.
Uzun süren Soğuk Savaş’a karşın herhangi bir askeri gideri olmayan bu ülkeler, durumdan yararlanmasını bildi ve yeniden büyük ekonomik güç durumuna geldi. 21.Yüzyıla girerken henüz, dünya pazarlarından pay isteyen saldırgan askeri düşmanlar değillerdi ancak ABD’nin ekonomik rakibi olmuşlardı.

Küreselleşme Emperyalizmdir

Yeni Dünya Düzeni, üretim ilişkilerinin yapısal dönüşümüyle oluşan yeni bir üretim biçimi değildir. Gelişen teknolojinin de yardımıyla, tekel egemenliğinin derinleşmesi, yoğunluk ve yaygınlık kazanmasıdır. Güçsüzleşen emperyalizmin, varlığını sürdürebilme önlemidir.
Temel yapısı ve işleyişi, Birinci Dünya Savaşı öncesinden ayrımlı değildir, ayrım yalnızca yoğunlaşan uluslararası sömürünün yeni ve gelişkin araçlarla sürdürülüyor olmasıdır. Amerikalı ekonomist Jeffrey T. Bergner’in görüşleri şöyledir: “20.yüzyıla girerken, dinamik, yeni sanayileşmiş üç ülke, İngiliz İmparatorluğu’nun üstünlüğüne kafa tutmaya başlamıştı. Özellikle sanayi çağına pek uygun düşen bu üç ülke, ABD, Almanya ve Japonya idi. İki dünya savaşından, Rusya’daki Marksist deneyimden ve sömürgeciliğe karşı mücadelelerden sonra, 20.yüzyıl hemen hemen başladığı gibi bitiyor; Almanya, Japonya ve ABD arasındaki ilişkiler bir kez daha dünyanın geleceği açısından belirleyici olacaktır”.2

DİPNOTLAR

1                “O’Conor, 1970:115-121” Mandel 1975: 343-6 ak. Neşecan Balkan “Kapitalizm ve Borç Krizi” Bağlam Yay., 1994, sf.82

2                “The New Super Powers:Germany, Japan, The V.S. and new World Order” Jeffrey T. Bergner, New-York 1991

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder