17 Nisan 2016 Pazar

ATATÜRK’TEN SONRA CHP


 

Milletler, egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan zararlar verebilir.”                                                                            Mustafa Kemal Atatürk- Ocak 1923



İsmet İnönü ve Kemalizm’den Geri Dönüş (1938-1945)

Cumhuriyet Halk Partisi, 26 Kasım 1938’de ilk kez olağanüstü kurultay topladı. Atatürk onbeş gün önce ölmüş, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olmuştu. Başbakan Celal Bayar’ın toplantıya çağırdığı bu Kurultay, İsmet İnönü’yü “milli şef”  ve “değişmez genel başkan” tanımlarıyla parti başkanı yaptı.
Olağanüstü Kurultay’dan beş ay sonra 29 Mayıs1939’da 5.Büyük Kurultay toplandı. Mart 1939’da erken seçime gidilmiş, istifa eden Celal Bayar’ın yerine Refik Saydam Başbakan olmuştu. Yeni Meclis ve yeni hükümette ilgi çekici değişiklikler vardı.
Kurtuluş Savaşı’ndan beri Atatürk’ün yakın çevresinde bulunan ve on dokuz yıl boyunca üst düzey görevler yüklenmiş olan kimi etkin isimler hükümete alınmadığı gibi milletvekili de yapılmamıştı. Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşlarından; Tevfik Rüştü Aras; Şükrü Kaya; Kılıç Ali (Asaf Kılıç) hükümetten ve Meclis’ten uzaklaştırılan önde gelen kişilerdi.
Atatürk’e yakın isimler yönetimden uzaklaştırılırken, Terakkiperverciler dahil, Atatürk’e karşı çıkanların hemen tümü önemli görevlere getirildiler. Hükümet üyelerini ve milletvekillerini tek tek İsmet İnönü saptıyordu. Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Hüseyin Cahit Yalçın milletvekili yapıldı. Rauf Orbay, Adnan Adıvar ve Atatürk’e karşıtlığı açık düşmanlığa vardıran Kazım Karabekir’e etkin görevler verildi.
Atatürk döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve ilk İnkılap Tarihi derslerini vermiş olan Prof.Hikmet Bayur, Atatürk’ün ölümünden sonraki uygulamalar için şunları söyleyecektir: “Atatürk ölür ölmez Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Örneğin Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılap Tarihi derslerinden aldılar; kendi adamlarını koydular. O dönemde Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı”. 1

1938-1950 Dönemi

1938-1950 yılları arasındaki “milli şef” döneminde CHP, üç büyük ve bir olağanüstü Kurultay gerçekleştirdi. 1950 yılında, yönetimi kendi içinden çıkardığı Demokrat Partiye bıraktığında, Türkiye iç ve dış ilişkiler bakımından, Atatürk’ün bıraktığı yerden, amaçladığı hedeflerden farklı bir yerdeydi. İkili ya da çoklu anlaşmalarla tümüyle Batıya bağlanılmış, ulusal sanayi atılımları durdurulmuş, dış borca yönelinmiş ve eğitim başta olmak üzere Cumhuriyet’in temel değerlerinden ödünler verilmişti.
1939’daki 5.Kurultay’da alınan kararların ve yapılan tüzük değişikliklerinin belirgin özelliği, Atatürk’ün 1935’te tepki göstererek önlediği, yönetim gücünün kişi elinde toplanması ve katılımcılıktan vazgeçilmesiydi. Bütün güç, “milli şef” İnönü’ün elinde toplanmıştı. Tartışma ya da görüşme gibi kavramlar parti gündeminden çıkmış, Meclis’teki milletvekilleri bir tür onaylayıcılar kümesi durumuna gelmişti.

Altıncı Kurultay

8-15 Haziran 1943’te yapılan 6.Kurultay, tek partili dönemin son kurultayıdır ve Dünya Savaşı sürerken yapılmıştır. Tutanakları açıklanmayan bu Kurultay’ın, dışardan bakıldığında yeni bir yanı yoktu ve sanki tam bir adet yerini bulsun kongresiydi.
Ancak, içerde yapılan ve savaş sonrası dönemi ilgilendiren birtakım değerlendirmeler, geleceğin önemli değişiklikler getireceğini gösteriyordu. İsmet İnönü, savaştan hemen sonra söylediği; “eğer Rusya gelip aramızdaki anlaşmazlıkları olumlu biçimde çözme teklifinde bulunsa bile, ben Türk siyasetinin Amerikan siyasetiyle elele gitmesi taraftarıydım”  2 biçimindeki sözler, değişikliklerin yönünü gösteriyordu.

“Amerikan Siyasetiyle Elele”

İsmet İnönü’nün “Amerikan siyasetiyle elele gitme” olarak tanımladığı politik tutum, 1919’da reddedilen ve büyük devlet korumacılığına dayanan mandacılığın anlayış olarak yeniden gündeme getirilmesiydi. Tüm manda ilişkileri gibi, siyasi ve ekonomik ayrıcalıklara (imtiyaz) dayanıyordu.
Amerikalılar’la ticari ayrıcalık veren ilk anlaşma, 1 Nisan 1939’da imzalandı. 5 Mayıs 1939’da yürürlüğe giren bu anlaşma imzalandığında, Atatürk öleli yalnızca beş ay geçmişti. 1 Nisan anlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Amerika’ya, “gerek ithalat ve ihracatta, gerekse diğer tüm konularda, en ziyade müsaadeye mazhar (en fazla kayırılacak y.n.) ülke statüsü” tanındı. Amerikan sanayi malları için yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlandı. 3
Amerika Birleşik Devletleri’yle ekonomik anlaşmalar yapılırken, İngiltere ve Fransa’yla siyasi anlaşmalar yapıldı. 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da da Fransa ile iki ayrı bildirime (deklarasyona) imza atıldı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, imza töreninde İngiltere Büyükelçisine, “Türkiye, bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine vermiştir” dedi. 4
Bu iki deklarasyon 19 Ekim 1939’da İngiltere-Fransa-Türkiye arasında, Üçlü İttifak Anlaşması’na dönüştürüldü. Batıya bağımlılığı geliştiren bu tür girişimler, Atatürk döneminde akla bile getirilemeyecek işlerdi. Atatürk, hastalığı ağırlaştığında bile, “Türkiye tarafsız kalmalıdır, herhangi bir ittifak içine girmemelidir” 5 diyor, “İngiltere, Fransa, Amerika ve diğer Batılı devletler ile siyasetimizi çok dikkatli tesbit etmeli ve ilişkilerimizi mesafeli yürütmeye özen göstermeliyiz” 6 diyerek, vasiyet niteliğinde önermelerde bulunuyordu.

Çok Partiliğe Geçiş

İsmet İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin dış isteğe bağlı olarak giriştiği “çok partili demokrasi” ye geçişin, birçok olumsuz sonucu oldu. Ülke koşullarına uygun düşmeyen ve ivedilikle gerçekleştirilen siyasi değişim, 1938’e dek doğal gelişim çizgisine oturmuş olan devlet işleyişini önce bozdu, daha sonra kazanımlarını ortadan kaldırdı.
Yapılanlar, Türk toplumunun bağımsız yaşama geleneklerine, toplumsal gereksinimlerine ve gelecek yönelişlerine uygun düşmüyordu. Yapılanlarda Batı temel ölçü alındığı için, her şey göstermelik, yapay ve topluma yabancıydı. Bu nedenle de baskıya ve yozlaşmaya dayanıyordu.

1946-1950 Ödünler Süreci

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD önderliğinde kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni’ne, koşulsuz destek verdi. Uluslararası anlaşmaların tümüne, hemen hiç incelemeden imza attı. Siyasi ödünler, kısa bir süre içinde; ekonomiden eğitime, askeri alandan kültüre ve sosyal güvenlikten hukuka dek genişledi.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı ödünler süreci, 1950’ye gelindiğinde büyük oranda tamamlanmış, ileri bir aşamaya ulaşmıştı. Düşünsel ve örgütsel yapı olarak temelde CHP’den ayrımı olmayan Demokrat Parti, 1950’de yönetime geldiğinde, dış ilişkiler bakımından tamamlanmış bir süreçle karşılaşmıştı. DP, siyasi istekleriyle tümüyle örtüşen bu süreci daha da geliştirmiş ve Amerika Birleşik Devletleri’ne, “herhangi bir tehdid durumunda” ve “çağrı üzerine” Türkiye’ye askeri müdahalede bulunma yetkisi verme noktasına dek vardırmıştı.7
Demokrat Partinin içtenlikle katıldığı Batıya bağlanma politikasının temelleri, CHP döneminde atılmış ve bu tutum, partileri de aşarak, yerleşik bir devlet politikası yapılmıştı. İsmet İnönü, bu gerçeği daha sonra açıkça dile getirecek ve kamuoyuna açıklayacaktır. 6 Mayıs 1960’da yabancı gazetecilerle yaptığı görüşmede, devlet politikasına dönüştürülerek bugüne dek gelen Batıcı tutumu şu sözlerle dile getirecektir: “Dış siyaset için söyleyeceklerim çok basittir. Batı demokrasileri ile aynı cephede bulunuyoruz. Bu anlayış milletçe kabul edilmiştir. Ve hangi parti iktidara geçerse geçsin, bu devam edecektir“. 8

Eğitimde Geri Dönüş

Köy enstitülerinin kurulmasını istekle desteklemiş olan İsmet İnönü, bu okulların ortadan kaldırılmasına gözyumdu, imam-hatip okul ve kurslarının açılmasına izin verdi. Politika değişikliğinin nedeni, ABD ile girilen ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalardı.
Bunun kanıtı İsmet İnönü’nün sözleridir. İnönü, günlük notlarından oluşan “Defterler” adlı kitapta, yabancıların imam hatip açtırmada çok ısrarcı olduklarını ve okulları bitirenlerin harp okullarına alınmasını istediklerini açıklamıştır. İlişkilerin ve isteklerin niteliği konusunda aydınlatıcı olan bu açıklamada İnönü aynısıyla şunları yazmıştır: “Yabancılar (Amerikalılar diye okumalısınız y.n.), imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım... Oldubitti yaptırmayacağız”. 9
İsmet İnönü, imam hatip çıkışlıları Harpokullarına aldırmadı ancak Cumhurbaşkanlığı döneminde birçok imam hatip okulu ve kursu açtırdı. Ondan sonraki CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, yabancıların bu isteğini yerine getirdi ve imam hatip mezunlarının Harpokullarına alınmasını Meclis’ten geçirdi ancak dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün vetosu nedeniyle bu girişim yasalaşmadı.

Ödün Verme Yarışı

Cumhuriyet Halk Partisi, 1945-1950 arasında yaptığı 2.Olağanüstü ve 7.Olağan Büyük Kurultay’la, kurulmasına izin vermek zorunda kaldığı Demokrat Partiyle, Devrimler’den ödün verme yarışına giren bir parti durumuna geldi. Verdiği ödünler birçok konuda, karşıtı DP’nin isteklerini bile aşıyordu. Dayandığı kitlesel tabanda, sınıfsal ayrım bulunmayan bu iki partinin ideolojileri, zorunlu olarak birbirinin benzeriydi. 10

14 Mayıs 1950; Yönetimi Yitiriş

CHP, 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimleri yitirdi ve bir daha tek başına yönetime gelemedi. 1950-1980 arasındaki otuz yıllık süreç, halktan koparak topluma yabancılaşmanın, Atatürk’ün adını kullanarak Devrim İlkeleri’nden geri dönüşün ve dışarıya bağlanmanın tarihi gibidir.
12 Eylül 1980’de eylemsel olarak kapatıldığında, Kurtuluş Savaşı’nı veren Müdafaa-i Hukuk hareketinin devrimci mirası üzerine kurulmuş olan Halk Fırkası anlayışı, duygu ve düşünce olarak zaten yok olmuştu. Atatürk’ün ölümünden 1980’e dek 19 Olağan, 8 Olağanüstü Kurultay yapmış, tüzükler programlar değiştirmiş ve birçok yeni karar almıştı. Ancak, bunların tümü söylendiği gibi değişim, gelişim ve ilerleme değil, gerileme ve Atatürkçülüğün karşıtına dönüşme biçiminde olmuştu.

Geçmişinden Kopmak

Şemsettin Günaltay’ın 14 Ocak 1949’da başbakan yapılmasıyla din bağlantılı siyasi ödünler yoğunlaşacaktır. Günaltay, medrese eğitimli ilk başbakandır ve Cumhuriyet gelenekleriyle çelişen uygulamaları gecikmeyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 4 Şubat 1949’da Arapça ezan okunacak; 4 Mayıs’ta Vatana İhanet Yasası, 1 Mart 1950’de Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Yasa, yürürlükten kaldırılacaktır. Seçimlerden iki ay önce, 23 Mart 1950’de İsmet İnönü, “Anayasa’nın değiştirilerek ‘altıok’un Anayasa’dan çıkarılacağına” yönelik halka söz verecektir. 11
Parti yönetimi, bu tür sözler verip açıktan yürütülen bir karşı-devrim hareketine girişirken; CHP, büyük çoğunluğu Müdafaa-i Hukuk geleneğine bağlı yaygın bir örgüt ağına sahipti. 63 il, 490 ilçe, 1084 bucak şubesi, 19 667 köy ocağı, 2056 mahalle ocağı, 1584 semt ocağı ve 1 898 394 üyesi vardı. 12 Üye sayısı, 1950’de 20,9 milyon olan Türkiye nüfusunun yüzde 9’una denk geliyordu, bu oran günümüz nüfusu için 7 milyondan çok üye demekti.

1950-60 Dönemi

22-27 Haziran 1953’de yapılan 10.Olağan Kurultay’da Kemalizm programdan çıkarıldı, yerine Atatürk yolu diye ne anlama geldiği belli olmayan bir kavram getirildi. 13
16.Kurultay’da (14-16 Aralık 1962), Avrupa Birliği’ne (o zamanki adı Avrupa Ekonomik Topluluğu) üyelik başvurusu nedeniyle olacak, Batıya yöneltilen övgü sözlerinde belirgin bir artış vardı.
Kurultay bildirisinde; Avrupa’yla bütünleşme, NATO’ya bağlılık ve demokrasinin tüm dünyada korunmasından söz ediliyordu. Türkiye’nin, “Demokrasiyi karşılaştığı tehlikelerden dünya çapında korumak için kurulmuş olan Batı ittifak sistemine ve onun temel direği olan Atlantik Paktı’na (NATO y.n.) sarsılmaz bir sadakatle bağlı” olduğu söyleniyor, bu bağlılığın aynı zamanda “Türkiye’nin yerine getirmesi gereken kaçınılmaz bir ödev” sayıldığı dile getiriliyordu. 14

Ecevit ve Ortanın Solu

18-21 Ekim 1966’da yapılan 18.Kurultay’da nereden ve neden çıktığı tam olarak anlaşılamayan ortanın solu diye bir kavram yoğun olarak tartışıldı. Sol, sosyal demokrasi, demokratik sol gibi tanımlar, toplumda karşılığı olmayan, bu nedenle Türk Devrimi’nin söylemlerinde yer almayan kavramlardı. Sosyalist Enternasyonel’in üyelik önerisi, 1927’de kabul edilmemiş, CHP o güne dek bu tür tanımlardan uzak durmuştu.
18.Kurultay’da Genel Sekreter olan Bülent Ecevit, ortanın solu kavramına ısrarla sahip çıktı. Bu kavramı, 1974’de Demokratik Sol haline getirdi; 1976’da CHP’yi Sosyalist Enternasyonale üye yaptı ve sert söylemlerle düzen karşıtı eleştirilere başladı.
Ecevit, Atatürk devrimlerini “halka ulaşmadığı” ve yeterince “radikal olmadığı” için eleştiriyordu. Bireylerin inançlarını açıkça uygulamaya sokabilmesi gerektiğini söylüyor, “laiklik uygulamalarına” katı oldukları için karşı çıkıyordu. 15

Söylemler

Bülent Ecevit’in Türkiye’nin her yanına yaydığı söylemler, Ceza Yasası’nın 141. ve 142.maddeleri nedeniyle, sosyalistlerin bile söylemekten çekineceği kadar sertti: “Toprak işleyenin su kullananın”, “Ne ezilen ne ezen, insanca hakça bir düzen”, “Bu düzeni değiştireceğiz”, “Toprak ve su ağalığına son”, “Köylünün olmayan toprakta, demokrasi olmaz”, “Toprak işgalleri devrimci eylemlerdir” gibi sözler söylüyordu. 16
Söylenenler içinde devlete karşı özenle seçilmiş söz ve eleştiriler de vardı.“Halk devletin değil, devlet halkın hizmetinde”, “Devlet ve servet köleliğine karşıyız”, “Yerel yönetimler gerçek demokrasinin gereği olan yetkilerle donatılacaktır” 17 biçiminde sloganlaştırılmış sözler sıkça yineleniyordu.

Söz Var Eylem Yok

Bülent Ecevit uzun siyasi yaşamı boyunca; topraktan, devrimden, su kullanımından; tefeciden, ağadan ya da işbirlikçiden alıp, işçiye, köylüye vermekten söz etti. Ancak, Başbakanlığı dahil söyledikleri yönünde hemen hiçbir girişimde bulunmadı. 1970-1980 yılları arasında milyonlarca insanı peşinden sürüklemeyi başardı, iki seçim kazandı, iki kez hükümet kurdu ancak miting meydanlarında halka söz verdiği konularda, bir şey yapmadı.
Gösterişli bir yükselişle elde ettiği siyasi gücünü sessizce yitirdi. 1999’da yeniden Başbakan olduğunda Türk halkı bambaşka bir Ecevit’le karşılaştı. “Toprak işgali”, “su kullanımı” ya da “devrim”in yerini artık, “küreselleşme”, “global liberalizm” ya da “özelleştirme” söylemleri almıştı.

Ecevit’in Özgörevi (Misyonu)

Bülent Ecevit, verdiği sözleri yerine getirmedi ama önemli bir siyasi işlevi yerine getirdi. Altmışlı yılların sonuyla yetmişli yıllarda yayılan ve giderek toplumsal karşıtçılığa (muhalefete) dönüşen ulusçu ve bağımsızlıkçı halk deviniminin, denetim altına alınması ve giderek sönümlenmesine büyük katkısı oldu.
O dönemde işçi eylemleri gelişip örgütleniyor, köylüler toprak işgalleri yapıyor, üniversite gençliği anti-emperyalist nitelikli eylemlere girişiyordu. Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi hükümetleri bu eylemlere baskı uygularken, Ecevit devrimci söylemlerle ortaya çıkıyor ve toplumsal karşıtçılık, baskı yöntemlerinden çok daha etkili bir biçimde yön değiştiriyordu.

12 Eylül ve CHP

Cumhuriyet Halk Partisi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra herhangi bir mahkeme kararına dayanmadan, 16 Ekim 1981’de kapatıldı. Gerçekleştirilen eylem, sıradan bir parti kapatma olayı değil, olumlu-olumsuz etkileriyle altmış yıldır Türk siyasi tarihine yön veren temel bir kurumun ortadan kaldırılmasıydı.
Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün kurduğu parti olarak, onun ilkelerinden ne denli uzaklaşmış olursa olsun, Türk siyasetinin ana unsuru, Cumhuriyet’in siyasi alandaki dokunulmazlarından biriydi. Yeni devlet ve yeni toplumun kuruluşuna öncülük etmiş, halk içinde kök salmış, Türk parti düzenine biçim vermişti. Darbeciler, Cumhuriyet’in siyasi simgesi olan CHP’yi ortadan kaldırmakla, onun tarihsel birikimini yok etmek istiyordu.
Bu girişim, bilinçli bir davranıştı ve amacı yönünde başarılı oldu. CHP, daha sonra aynı adla açıldı ancak o artık eski CHP'den herhangi bir iz taşımayan yapay bir CHP’ydi.

1980’den Bu Güne

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1981 yılında kapatılmasından sonra; Halkçı Parti (HP), Sosyal Demokrat Parti (SODEP), onların birleşmeleriyle oluşan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Demokratik Sol Parti (DSP)  ve yeni Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu. Bunların tümü; Atatürk’ü ve Türk Devrimi’ni kavrayamayan, halkla bağı olmayan bilisiz insanlar tarafından yönetildi.  Batı’ya bağlanmayı, küresel politikaya uyum göstermeyi ilke haline getirdiler. Kemal Derviş’i bakan ve milletvekili yaparak programını uygulamaları; Atatürk’ten kopmanın, ülkesine ve halkına yabancılaşmanın en üst noktasıydı.
Atatürk, 1935 yılında, “sonuna dek benim olarak kalacağını nereden bileyim” demekte ne kadar haklı olduğu, bugün daha açık olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzdeki CHP, izlediği politikayla, Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nin tam olarak karşıtıdır. Başka bir örgüttür. Bunu kendileri açıklıyor. Genel Başkanları; “Türkiye’de kutsal devlet anlayışından, insan odaklı devlete geçilecek. İçine kapalı Türkiye, küresel Türkiye haline getirilecek. Karma ekonomi yerine çağdaş piyasa ekonomisi yerleştirilecek”  18 diyor.
CHP’nin bu günkü yönetimi 11 Kasım 1938’de başlayan geri dönüş sürecinin doğal sonucudur. Siyasi birikimi olmayan, tarihsel bilinçten yoksun düzeysiz bir küme yönetime getirilmiştir. Köklerini yadsıyan, siyasi bozulmanın merkezinde yer alan ve dünya egemenlerinin dümen suyunda varlığını sürdüren bu küme, partiyle birlikte Cumhuriyetçi birikimi de yokoluşa götürmektedir. 1950’lerde Demokrat Parti ile ödün verme yarışına giren CHP bugün, benzer anlayışla AKP ile yarışıyor. Kimliksiz ve kişiliksiz bir politika yürütüyor.
 CHP, Cumhuriyet değerlerini ve Kemalist ilkeleri savunmadığı sürece ülke sorunlarına çözüm getiremeyecek, Türkiye’nin geleceğinde yer alan siyasi bir güç olamayacaktır.

DİPNOTLAR

1          “Tarihe Tanıklık Edenler”, Arı İnan,  Çağdaş Yayınları, sf.364
2          “Çok Partili Hayata Geçiş” Prof. Tamer Timur, İletişim Yayınları
3          Ulus, 10 Mayıs 1939, ak. Hikmet Bila, “CHP–1919-1999” Doğan Kitap, 1999, sf.89
4          “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst.Mat.–1974, 3.Cilt, sf.1328
5          “İkinci Dünya Savaşına Ait Gizli Belgeler” Cüneyt Arcayürek, Hürriyet 07.11.1972; ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Bas.– 1974, 2.Cilt, sf.1472
6          Numan Menemencioğlu’ndan aktaran Dündar Soyer, “AB Tartışmaları ve Atatürk’ten Bir Anı” Cumhuriyet 16.06.2002
7          “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst. 1969, sf.331 ve “Türkiye Tarihi 4–Çağdaş Türkiye”, “Siyasi Tarih 1950–1960” Mete Tuncay, Cem/Tarih Yay., 4.Basım 1995, sf.185
8          “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf.417
9      “ABD Ziyareti ve İnönü” Prof. Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet, 30.12.2003
10     Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
11     a.g.e. sf.133
12     “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.T., Arba Yay., 2.Bas., sf.577–578
13     Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2507
14     a.g.e sf.126
15     “CHP, Örgüt ve İdeoloji” Doç.Dr. Ayşe Güneş Ayata, Gündoğan Yay., 1992, sf.84
16     a.g.e. sf.204, 206 ve 208
17     a.g.e. sf.189, 201, 206 ve 256
18     “Baykal – Derviş Sentezi” Hürriyet, 22.08.2002



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder