10 Haziran 2016 Cuma

ATATÜRK’TEN İNÖNÜ’YE



Atatürkçülük, ödünlerle başlayıp karşı devrimle sonuçlanan uzun bir süreç sonunda uygulamadan kaldırıldı. Devrim’den geri dönüş, sanıldığı gibi 1950’lerde değil, 11 Kasım 1938’de yani Atatürk’ün ölümüyle birlikte başlamıştır. Bu, öznel bir yargı değil yaşanmış bir gerçekliktir. Şaşırtıcı olan, İnönü gibi her zaman Atatürk’ün yanında yer alan, Kurtuluş Savaşı ve devrimlerde büyük hizmeti bulunan bir önderin, geri dönüş sürecinin başlamasında birincil düzeyde sorumlu olmasıdır. Bu konu ve nedenleri, ülkemizde yeterince tartışılmamış, böyle bir tartışma İnönü’ye saygısızlık olarak görülmüştür. Oysa, olaylar ve sonuçları ortadadır. Bunları inceleyip, günümüze ve geleceğe yönelik ders çıkarmak bizim sorumluluğumuzdur. İnönü gibi, Devrimde yer alan, katkısı olan bir önderin, tarih açısından içine düştüğü durumun açıklanması gerekir. Emperyalizmi kavrayamamanın yol açtığı Batı hayranlığının, nelere yol açacağını görmek ve geleceğe yönelik ders çıkarmak zorundayız.


Politika Değişimi

Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra, 11 Kasım 1938 günü toplanan TBMM, İsmet İnönü’yü oybirliğiyle Cumhurbaşkanı seçti. Bu oylar İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı için Meclis’te aldığı ilk oylar değildi. 1923 yılındaki ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde de kendisine bir oy çıkmış, bu oyu Mustafa Kemal vermişti.
Türk kamuoyunda “en uygun seçim” olarak değerlendirilen Cumhurbaşkanı seçiminden sonra, Celal Bayar Hükümeti usulen istifa etti. Ancak İnönü, hükümeti kurmakla yine Celal Bayar’ı görevlendirdi. Kurulan yeni hükümette, Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşlarından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras yoktu. Cumhuriyet devrimlerinin uygulanmasında en önde görev almış bu iki inançlı insana, İsmet İnönü’nün isteği üzerine yeni hükümette görev verilmemişti.
Celal Bayar, 25 Ocak 1939’da usulen değil bu kez gerçekten istifa etti. Dr.Refik Saydam hükümeti kurmakla görevlendirildi. İnönü, hükümeti yeniledikten sonra Meclis’i de değiştirmeye karar verdi. Mart 1939’da yapılan erken seçimlere katılacak CHP milletvekili adaylarının tümünü kendisi seçti.
Adaylar üzerinde yaptığı seçim, Atatürk dönemindeki politikalarda değişiklik olacağının habercisiydi. Milletvekili adayları incelendiğinde, iki eğilim açıkça görülüyordu. Birincisi, Atatürk’ün güvendiği yakın çevresi ve devrimci kadrolar milletvekili yapılmamıştı. Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras, Kılıç Ali gibi isimler önde gelen örneklerdi. İkincisi ise; Cumhuriyet devrimlerinin gerçek boyutunu kavrayamayarak bunlara karşı çıkan, ekonomide “liberalizmi” savunan ve“halkın dini duygularına saygılı olunacaktır” diye parti kuran; Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Fethi Okyar, Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler aday yapılmıştı.
Bu tutum, sonraları daha da ileri götürülmüş, İzmir suikastı davasında hapis cezasına çarptırılan Rauf Orbay, Adnan Adıvar’la aynı davada yargılanan ancak beraat eden Kazım Karabekir önemli görevlere getirilmiştir. Ali Fuat Cebesoy ve Kazım Karabekir Meclis Başkanlığı’na dek yükselmiştir.

“Yeni Politika”

İnönü, bu yöndeki karar ve davranışını şöyle anlatmıştır; “İçişlerinde yeni bir politika gerekli idi. Bu politika gerginlikleri ciddi olarak giderme veya yumuşatma yönünde olacaktı. Eski küskünlükleri kaldırmak için, ciddi olarak çalışmak kararındaydım... Eski küskünlük dediğim zaman, Terakkiperver ve Serbest Fırka teşebbüslerinden kalan huzursuzlukları murat ediyorum”.1
Bu sözlerin taşıdığı anlam, sonraki politik uygulamalarda somutlaşacaktır. Türk toplumu 1923-1938 arasında, olağanüstü bir dönem yaşamıştı. Böyle bir dönemde devrim karşıtı eğilimlerin ve bunların örgütsel tepkilerinin oluşması kaçınılmazdı. Karşı-devrimci tepkileri, “iç politika gerginlikleri” olarak gören ve bu tepkileri; giderme ve yumuşatma adıyla, Terakkiperver ve Serbest Fırka yöneticileri ile uzlaşmaya varan anlayışın, devrimcilikten, bağlı olarak da Atatürkçülük’ten uzaklaşmayla sonuçlanması kaçınılmazdı. Nitekim 1939-1950 döneminde bu tür ‘gerginlik giderme’ uygulamaları sıkça yapılmıştır.
Atatürk döneminde Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış ve ilk ‘İnkilap Tarihi’ derslerini vermiş olan Prof.Hikmet Bayur’un Atatürk’ün ölümünden sonraki uygulamalar için görüşleri şöyledir: “... Atatürk ölür ölmez, Atatürk aleyhine bir cereyan başlatılmıştır. Mesela Atatürk’e bağlı olan bizleri İnkılâp derslerinden aldılar. Kendi adamlarını koydular. O dönemde Atatürkçülüğü övmek ortadan kalkmıştı”.2 Gerginliği gidermek savıyla yeni gerginlikler yaratılıyor ancak bu kez gerilen taraf Atatürk’ün yakın çevresi ve Atatürkçü kadrolar oluyordu.

Atatürkle “Araya Mesafe Koyma”

Atatürk’ün yakın çevresinin yönetimden uzaklaştırılmasıyla başlayan süreç, açıkça söylenmeyen ve yazılmayan ancak davranış biçimleriyle ortaya koyulan dizgeli (sistemli) bir politikaya dönüştürüldü. Bu politikanın somut sonucu; devlet politikalarında Atatürk ve Atatürk dönemiyle “araya mesafe koyma” eğilimiydi.
İnönü, milli şefti ve herşeyi o belirliyordu. Devlet kadrolarında yükselmek isteyenler günün gereklerine uymak durumundaydılar. Atatürk’ün yakın çevresi gözden düşmüştü. Onlarla birlikte görünmek, yükselmeyi önleyen bir etkendi. İlk kadın milletvekillerinden Fakihe Öymen, Afet İnan’ın kendisini sıkça ziyaret etmesi nedeniyle kimi milletvekillerince uyarılmış ve Atatürk’ün yakını olan bu kişiyle fazla görüşmemesi önerilmişti.3
Tutucu görüşler ve faşist eğilimler içindeki Şemsettin Günaltay, İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda, Atatürk dönemini dolaylı biçimde karalayarak; “İnönü devri başlıyor, fazilet devri başlıyor”4 demiş ve ileride başbakan yapılmıştı.

Pullar, Paralar

İnönü döneminin biçimsel gibi görünen ancak bilinçli olarak yapılmış uygulamalarından biri de, pul ve paralardan Atatürk’ün resimlerinin kaldırılarak yerine İnönü’nün resimlerin bulunduğu pul ve paraların piyasaya sürülmesidir.
Kamuoyunda tepki uyandıran bu uygulamanın, amacına yönelik bir açıklama yapılmamıştır. Ancak, uygulamanın siyasi bir anlayışa dayandığı, yönetim değişimini ve bu değişimin gücünü halka göstermeyi amaçladığı yönünde değerlendirmeler yaygındır.

Laiklikten Ödün

1939-1950 döneminde en çekinceli ödünler, henüz tam olarak yerleşmemiş olan laiklik konusunda verilmiştir. Dinsel inançların siyasi çıkar için kullanılmasının 1950’den sonra başladığı yönünde yaygın bir kanı vardır. Oysa bu tür uygulamalar Atatürk’ün ölümünden hemen sonra başlar.
Sandıkta yarışın sözkonusu olmadığı tek parti döneminde, laiklikten verilen ödünlerin hangi somut amaca yönelik olduğunun mantıksal bir açıklaması bugüne dek yapılamamıştır. DP’nin uygulamaları, kendinden önce başlatılan bir süreci, yoğunluğunu arttırarak sürdürmesinden başka birşey değildir.
İlk kadın milletvekillerinden Fakihe Öymen’in konuyla ilgili olarak, döneme ve dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’ye eleştirileri oldukça serttir; “... İnönü bütün hareketlerinde Atatürk’ün üstünlüğünü silmek için elinden gelen gayreti sarfetti. Bunu genel bir fikir olarak söyleyebilirim. Atatürk’ün yolunda yürümüş olsaydı, herşey başka türlü olacaktı. Atatürk öldükten sonra birçok dostumuz var ki İsmet Paşa zamanında oruç tutmaya, namaz kılmaya başladılar. Kusurumuz, laikliği memlekete yayamamaktır. Onun için ben şahsen, İnönü’nün Anıtkabire defnedilmesini bile istemedim”.5
Prof.Hikmet Bayur’un bu konuyla ilgili olarak aktardıkları, ödünlerin verilmesinin 1940’lı yılların başlarına kadar gittiğini gösteriyor. Hikmet Bayur şunları söylüyor: “Atatürk öldükten sonra biz seçim bölgelerimize gittik. Bir müddet sonra, galiba yeni seçimlerden sonra baktım her mahallede bir kuran kursu açılmış. Bunlar yoktu eskiden. İnönü Cumhurbaşkanı ve Recep Peker’de İçişleri Bakanı ki, Recep Peker de bu softaların şiddetli aleyhindeydi. Gittim Ankara’ya, Recep Peker’e dedim ki, Ne hâl bu? Ne yapayım dedi emir en büyük yerden geliyor. Yani İnönü din düşmanlığı yapmadı, dincilik yapıyor. Daha sonra İlahiyat Fakültesini açtı. Sonra İmam Hatip okulları açtı. İmam Hatip okullarına fıkıh dersi koydurdu. Fıkıh dersine hiç lüzum yok. Çünkü fıkıh demek şeriattan doğma yani Kuran’dan ve peygamberin davranışlarından çıkarılan hükümlere göre yapılmış kanunlar demektir”.6
Falih Rıfkı Atay’ın görüşleri de benzer niteliktedir. Bilindiği gibi Atay, Atatürk’ün yakın çevresinde bulunmuş ve Cumhuriyet’in hemen tüm dönemlerini yaşamış bir insandır. “Atatürkçülük Nedir?” adlı kitabında şunları yazıyor: “Atatürk öldükten sonra CHP merkezi ve Çankaya çevresini, Atatürk’ün yaptıklarına daha o sağ iken inanmamış olanlar sarmıştı. Kurultaylarda pek nüfuzlu kimselerden Kemalizm ve lâisizm deyimlerinin tüzükten çıkarılması istenmişti. (1953 Kurultayında Kemalizm CHP programından çıkarılmış yerine Atatürk yolu diye bir kavram getirilmiştir y.n.)...” 7
Falih Rıfkı bir başka kitabı, Bayrakta konuyla ilgili olarak şunları yazar: “Atatürk’ün CHP’ye bıraktığı gerçek miras devrimleri idi. Bu devrimlerin iki esas temeli, Laisizm ve eğitim birliği, CHP idaresi devrinde temelinden sarsılmıştır. CHP İmam-Hatip okullarına fıkıh dersi koymakla eğitim birliğini yıkmıştır. O vakitten beri CHP Atatürk’ün değil İnönü’nün partisidir”.8

Siyasi ve Ekonomik Ödünler

Gericiliğe verilen ödünler, Kemalist devrim anlayışına uygun düşmeyen uygulamaların bir bölümüydü. Ekonomik kalkınma, dış siyaset ve ulusal bağımsızlık gibi temel ilkelerde verilen ödünler daha etkili ve kalıcı olumsuzluklar yaratmıştır. Bu tür ödünler, Kemalizmin özüne, olduğu kadar; İnönü’nün Atatürk döneminde Başbakan olarak yaptığı kimi önemli girişimlerine de aykırı düşüyordu.
Eğitim seferberliği için köy enstitülerini yaşama geçirilip toprak sorununu çözüme ulaştıracak Toprak Yasası çıkaran İnönü, bu girişimlere beklenmedik bir biçimde son veriyor ve o güne dek yaratılmış değerleri yok ediyordu.
Örneğin, 1937 yılında Altıok anayasa maddesi yapılırken, on yıl sonra devletçilik ve devrimcilikten vazgeçiliyordu. Projeleri hazırlanmış olan Demir-Çelik, Genel Makina ve Elektrolitik Bakır gibi alanlardaki yatırımlar izlenceden çıkarılıyor, sanayileşmeyle bağdaşmayan yeni kalkınma planları yapılıyordu.

Çelişkili Dönem

1939-1950 arasındaki 11 yıl, Kemalist atılımların durdurulduğu, geri dönüş sürecinin başladığı, çelişkilerle dolu bir dönemdir. Bu dönemde, gerek henüz etkisini yitirmemiş olan devrim ilkeleri ve gerekse geri dönüş uygulamaları varlığını sürdürmüştür. Batı’yla uzlaşma ve giderek emperyalizmin etkisine girmekle sonuçlanan bu süreç; İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü Bağlaşma Antlaşmasıyla başlamış, değişik aşama ve yoğunluklardan geçerek günümüze dek sürmüştür.
İsmet İnönü 1960’larda, Abdi İpekçi ile yaptığı bir konuşmada şöyle söylüyordu; “Demokratik rejime karar verdiğimiz zaman, büyük otorite ile büyük reformların hemen yapılabileceği dönemin değiştiğini, değişmesi gerektiğini kabul etmiş oluyorduk”.9
Değerlendirmedeki dikkat çekici yan, “büyük otorite ile büyük reformların yapılması döneminin” yalnızca değişmiş olması söylemek değil, “değişmesi gerektiği” yönündeki kabuldür. Burada devrimci dönemin, nesnel koşullar nedeniyle sona erdiği söylenmiyor, devrimcilikten vazgeçildiği kabul ediliyor. Oysa, Kemalist düşünce ve eylem; “sürekli devrim” anlayışı üzerine oturuyor ve “hiçbir gerçek devrim, gerçeği görenlerin dışında çoğunluğun oyuna başvurularak yapılamaz” 10 “devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur” diyordu.11
Görüşler arasındaki niteliksel karşıtlık, dünya görüşlerine dayanan yapısal bir ayrım mı, yoksa zaman içinde yeni koşulların neden olduğu düşünce değişikliği miydi? Bu sorunun yanıtını, İsmet İnönü’nün, Mustafa Kemal’e 1919 yılında, henüz İstanbul’dayken yazdığı mektupta aramak gerekir; “Bütün memleketi parçalamadan ülkeyi bir Amerikan denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek uygun çare gibidir”.12

1945 Sonrası ve ABD

1945 sonrasında artan ABD etkisi ve girişilen seçim yarışı, Atatürkçülükten verilen ödünlerin nicelik ve kapsam olarak artmasına yol açtı. 1930 Serbest Fırka girişimini kendine örnek alan DP ve CHP, bu konuda birbirleri ile yarışır duruma geldi. Yönetimdeki parti olarak CHP’nin eylemleri,  uygulandığı için daha etkin ve kalıcı oldu. DP, “ödün verme yarışının”  bayrağını, 15 Mayıs 1950 de devraldı.
Devrimcilik ve Laiklik ilkelerine bağlılıkları tartışma konusu olan bir küme CHP milletvekili 1946 ve 1950 seçimlerinde, DP’nin en güçlü yanının; “halkın dini hislerini okşamak” ve “milli ahlaka uygun hareket etmek” olduğunu ileri sürerek, bu silahların artık kendileri tarafından kullanılacağını açıkladılar.
Bu anlayış en üstten en alta dek hemen tüm CHP örgütlerini sardı. Milli eğitime din dersleri sokuldu, köy enstitüleri kapatıldı. Köy aydınlanmasını amaçlayan ilköğretim devinimine son verildi. Medrese eğitimini örnek alan İmam hatip ve sübyan okulları açılıp yaygınlaştırıldı. Devlet okullarında din dersleri okutulması için yasa çıkaran CHP hükümeti, ödün sınırını, Ticani Tarikatı’yla işbirliği yapmaya dek götürdü. Cumhuriyet tarihinde tarikatlarla ilk kez işbirliği yapıldı.
Verilen ödünler zaman zaman Celal Bayar’ı bile rahatsız ediyordu. Seçimler öncesinde iki parti başkanı bir araya gelerek parti çalışmalarında din sömürücülüğü yapılmaması konusunda anlaşmıştı. Ancak, bu anlaşma hiçbir zaman yaşama geçmemişti. Örneğin, Celal Bayar Bursa’da yaptığı bir seçim konuşmasında, ağırlığı laikliği savunan görüşlere vermiş ve bu yüzden Sebilürreşad adlı şeriatçı bir dergi tarafından dinsizlikle suçlanmıştı. CHP bu dergiden binlerce satın alarak, tüm Türkiye’ye dağıtmıştı. Celal Bayar konuyu İnönü’ye ilettiğinde aldığı yanıt; “ne yapalım bizim arkadaşlar senin bir zaafından istifade etmişler” olmuştur.13

DİPNOTLAR

1      “İkinci Adam” Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Yay., 2.Cilt, sf.45
2      “Tarihe Tanıklık Edenler” Arı İnan Çağdaş Yay., sf.364
3      a.g.e. sf.364
4      a.g.e. sf.365
5      “Tarihe Tanıklık Edenler” Arı İnan, Çağdaş Yay., 1957, sf.373
6      a.g.e. sf.336
7      “Atatürkçülük Nedir ?” Falih Rıfkı Atay Bates Yay., sf.44-45
8      “Bayrak” Falih Rıfkı Atay Bates Yay., sf.121
9      “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cil sf.696
10   “Atatürk Antolojisi” Yusuf Çotuksöken, İnkilap ve Aka Yay., sf.36
11   “Atatürk İlkeleri ve Türk Devrimi” Hacı Angı, Angı Yay., sf.93
12   “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt, sf 1696
13   “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cil sf.697





2 yorum:

  1. Doğru tarafta onursal yerini almak isteyen birinin illâ Sn.ERDOĞAN'a biât etmesi gerekmemektedir. Şu Marx-bilimsel gerçekliğin tam idrâki içinde İSMET İNÖNÜ'e biât etmesi de yeterlidir: Neo-Tanzimatçılık yolunu 1946 yılında İnönü açmıştır. Yola bilahare Menderes ve Ecevit'in döktükleri molozlar da KEMAL DERViŞ buldozeri ile kaldırılmıştır. Sn.Derviş Pembeköşk Sitesi'nde ikamet ederdi. Sn.ERDOĞAN'ın yürümekte olduğu nurlu-füruğlu yol İNÖNÜ yoludur.

    YanıtlaSil
  2. Hamfendi, anti-faşistlerden, “(…) siyasal İslamcılığa çanak tuttukları için hazzetmiyormuş”. Demek ki, “anti-faşist” dediğin kimin gibi olmalıymış? Sir Winston Churchill gibi, İSMET İNÖNÜ gibi olmalıymış! Noam Chomsky gibi değil, Daniel John-Bendit gibi değil. Charlottesville'de o küçük kıyamet kopmasa, bu inciler ortaya hiç dökülmeyecekti (hayatını kaybedenlerin toprakları bol olsun). Mille grazie mio Signora Karan [bkz: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/804206/Keser_doner_sap_doner.html ].

    YanıtlaSil