"Sorun,
Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk
ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir.
Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını
Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında
görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler,
sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler bilinmez.”
Alman Doğu
Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach,
15 Eylül 1998
Amerika
Birleşik Devletleri
ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un (1856-1924)
isteği üzerine ve 1917’de yayınlanan Bağlaşık (Müttefik) bildirisinde, Türkler
için şunlar söylenmiştir: “Uygar dünya
bilmelidir ki bağlaşıkların temel amacı herşeyden önce, Türkler’in kanlı
despotluğuna düşmüş halkların kurtarılmasını ve Avrupa uygarlığına kesinlikle
yabancı olan Türklerin Avrupa dışına atılmasını içerir”.1
Amerikalı Senatör Upshow 1927 yılında Senato’da yaptığı
konuşmada şunları söylüyordu: “Lozan
Antlaşması, Timurlenk kadar hunhar, müthiş İvan kadar sefil ve kafatasları
piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatör’ün zekice
yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir
dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik anlaşmayı kabul
ettirmiştir. Buna her yerde Türk zaferi dediler...”2
Bir başka Amerikalı, Senatör King, aynı yıl senatoda yaptığı
konuşmada, Türkiye’de kapitülasyonların kaldırılmış olmasının, uluslararası
anlaşmalara aykırı olduğunu söyleyerek; “Türkler
cahil, fanatik ve nefret dolu insanlardır” diyordu.3
Harvard Üniversitesi Siyasi Bilgiler Fakültesi
Profesörlerinden Albert B.Hart,
öğretim üyeleri arasında topladığı 107 imzalı bir metni, senatörlere ve hükümet
yetkililerine göndermişti. Bu metinde şunlar yazılıdır: “Türklerin Avrupa ve uygar uluslar çerçevesinde yeri yoktur. Kemalist
rejim mutlaka çökecek ve milliyetçi Türk Hükümeti’nin amaçları asla gerçekleşmeyecektir”.4
İngiltere
İngilizlerin çok saygı duydukları,
yaşlı Başbakanları Gladstone,
19.yüzyıl sonlarında Türkler için şunları söylüyordu: “İnsanlığın tek insanlık dışı tipi Türklerdir”.5 1919
yılında İngiltere Başbakanı Lloyd George’un
görüşleri ise şöyleydi: “Türkler, ulus
olmak bir yana, bir sürüdür. Devlet kurmalarının ihtimali bile yoktur...
Yağmacı bir topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri
toprakların etine işlemiş bir yaradır”.6
Tarih, Avrupalıların “yok etme” örnekleriyle doludur. William Barry, “yok etmeyi”, Türklere uygulamak isteyen Batılılardan biridir.
1920’de yazdığı Constantinople adlı
kitabında açıkça dile getirdiği düşünceleri, yalnızca kişisel duygular değil,
Avrupa’da yaygın olan bir anlayış ve yerleşik bir politikadır.
Barry,
sözkonusu kitapta şunları yazar: “Türkleri
sistemimize katmak ve asimile etmek için yapılan girişimlerin tümü başarısız
olmuştur ve ilerde de başarısız olacaktır. Onlar Orta Asya platolarından yola
çıkmış ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun sonunu hazırlamışlardır. Er ya da geç
geldikleri yere dönmelerini sağlamak, uygarlığın üzerimize yüklediği bir
zorunluluktur. Ben, Hıristiyan halklarının birgün birleşip Anadolu’yu bin yıl
öncesi gibi, süt ve bal taşan şehirlerle dolu hale getirmesini istiyorum”.7
Almanya
Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye
Danışmanı, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman Doğu Enstitüsü’nün
Müdürü Udo Steinbach, 15 Eylül 1998
günü Lingen Akademisi’nde verdiği konferansta şunları söyledi: “Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla
yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve
Kemalizmin ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay
Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt,
Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu
Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri
bugüne dek neden yok etmediler bilinmez”.8
Udo
Steinbach’ın, olaylara “insanları
yok etme” anlayışıyla bakması doğal olarak yetiştiği toplumun değer
yargılarıyla ilgili bir sorundur. Gelişkinlikle ilkelliği en uç noktalarda
birlikte yaşatmayı “başaran” Almanya,
dünya siyasetine Hitler’i, “toplama kamplarını” ve “gaz odalarını” armağan etmiş bir
ülkedir.
İnanılmaz gelebilir ama kimi Alman
kuruluşları, Hitler’in işlediği
suçların sorumluluğunu, Türklerin üzerine yıkmaya çalışıyor. Hitler’in, “insanları yok etmeyi” ve “gaz
odalarını”, Türklerden öğrendiği söyleniyor.
“Alman Parlamentosu
Bilimsel Çalışma Servisi” adlı örgütün, 3 Nisan 2000
tarihli raporunda şunlar yazıyor: “1915
yılındaki soykırımda, Alman Nasyonal Sosyalistlerinin 25 yıl sonra
gerçekleştirdikleri toplu yok etme metotları önceden uygulandı... Türkiye’de,
çalıştırarak yok etme, kurbanların hayvan vagonlarında taşınması ve insafsız
tıbbi deneyler yapıldı. Ermeni askerlere ve sivillere tifo virüsü aşılandı,
Trabzon’da Ermeni çocuklar hamam süsü verilmiş odalarda zehirli gaz ile
öldürüldü. Görünen o ki, Adolf Hitler, Türklerin soykırımı hakkında çok iyi
bilgi sahibi olmakla kalmamış, bunu bir örnek olarak da almış”.9
Fransa
1918’de, “Türkiye Hıristiyanlar’ın Soykırımı”
adlı bir kitap yazan Fransız K.D’Any,
kitabını “Türk barbarlığının kurbanı 2
milyon Ermeni’ye” adar ve önsözünde şunları söyler: “Genel insan uygarlığı açısından bakıldığında, Türkler’in Batı
kültürüne korkunç bir darbe vurduğu görülür. Yaptıkları soykırımlarla, soylu ve
üstün bir ırkın, aşağılık ve soysuz bir ırk tarafından yokedilmesine neden
olmuşlardır. Bugün tanık olduğumuz, soykırımların en yeni biçimidir”.10
19.Yüzyılda C.G.Bello, “Türkiye Üzerine Notlar ve Düşünceler” adlı kitabında Türkler
hakkında yazılmış olumsuz görüşleri biraraya getirir ve Avrupa’da yaygın olan
ne kadar sapkınlık varsa bunları Türkler’e yakıştırır: “Türkler, tüm varlıklarıyla kendilerini en aşağılık zevklere
adamışlardır. Fuhuş, oğlancılık, ahlaksızlık ve ensest ilişkiler batağında
yuvarlanarak, kendilerini sadist bozukluklara vermişlerdir”.11
C.G.Bello, savlarını bu
görüşlerle sınırlı bırakmaz ve tam bir ırkçı yaklaşımla Türk çocuklarını da
içine alan akıl dışı savlar ileri sürer. Türkler’in sahip olduğu ne kadar
kişisel ya da toplumsal olumlu özellik varsa, bunların tümünü karşıtına
dönüştürerek Türkler’e yakıştırır.
Ona göre, “Türk
çocuğunun zeka yapısı ırksal özelliğinden dolayı geridir; Avrupalı çocuktaki
ilerleme ve uygarlık yaratma yetisi onda yoktur. Bu nedenle Türklerde,
başkasının hakkına saygı, kişisel sorumluluk duygusu, dostuna içini dökme, aile
yuvası sıcaklığı ve fedakârlık duygusu gibi kavramlar bulunmaz”.12
Yaptığıyla
Suçlama
C.G.Bello’nun bunları söylediği
dönemlerde, Avrupa’da çocuklar tam bir sahipsizlik içindedir. Ve çok sayıda
çocuk ailelerince sokağa bırakılmaktadır. 18.Yüzyıl Avrupası, tarih içinde
çocuğun en sahipsiz olduğu ve acı bir insanlık dramının yaşandığı bir dönemdir.
1772’de Paris’te, bir
yıl içinde doğan tüm çocukların yüzde 43’ü sokağa bırakılmıştı. D’Alembert adlı yazara göre bu
çocuklar, manastır yakınlarına ya da kilise avlularına bırakılıyordu. Çocuk
bırakmak, yalnızca Fransa’da değil, hiçbir Latin ülkesinde suç değildi.13
Avrupa’da bu denli
çocuk sokağa bırakılırken, Türkiye’de sokağa çocuk bırakmak bir yana, aile
bireylerinin tümünü yitiren çocuk bile sahipsiz kalmıyor, onun eğitim ve
gelişimi, akrabalık gelenekleri içinde sağlanıyordu.
Molte Brun, “Evrensel Coğrafya” kitabında, Bello’nun
savlarını bir başka açıdan geliştirir ve Türkleri dünya olaylarına “ilgisiz”, “uyuşuk”, “bilgisiz”
insanlar olarak gösterir. Türkler, insancıl yaşam biçimlerine karşın aşağılanır
ve şunlar söylenir; “Vurdumduymaz Türk,
toplumların içinde bulunduğu çalkantıları bilmez. O rahat sedirindeki
yastıklarının üzerinde yatar. Suriye tütünü ve moka kahvesi içer, dans eden
köleleri izler. Birkaç afyon tohumu onu Cennet’e, ‘ölümsüz güzelliklerin olduğu
yere’ götürür”.14
V.Marac adlı Fransız yazar “Türk Sorunu” adlı kitabında, İtalyan Bello’nun ırkçı savlarını geliştirir ve
son derece ilkel yeni görüşler ileri sürer. Ona göre Türkler, “Anadolu’ya geldiklerinde yanlarında hiç
kadın yoktu. Anadolu’nun güzel kadınlarıyla evlendiler ve çirkin ırklarını
güzelleştirdiler”.15
Birçok insana inanılmaz gibi gelebilir ama Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra 27 Şubat 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’na sunulan
bir raporda, V.Marac’ın görüşlerinin
hemen aynısı yineleniyor ve şunlar söyleniyordu: “Türkler savaşlar ve katliamlarla sürekli kan döktüler. En güzel ve en
gürbüz kadınlarla evlendiler, Müslüman olmayan erkek çocukları askere aldılar;
bu nedenle Yunan nüfusu önemli ölçüde azaldı. Konstantinopolis’in (İstanbul
y.n.) alınmasıyla birlikte yavaş yavaş Yunan ırkıyla karıştılar. Türk ırkı
giderek ilkel Türk-Moğol tipinden kurtulup, Ari tipe yaklaştı”.16
İtalya
İtalyan yapıtlarında
ileri sürülen görüşler, Almanya’dakilerin hemen aynısıdır. “Müslüman Türk” imgesini tanımlayan İtalyan yaklaşımı şu savları
içerir; “Türkler; güdülmeye muhtaç,
yağmacı, küfürbaz, tembel, askerlik ve savaştan başka bir yeteneği olmayan,
saldırgan, haşhaş tüketicisi, kadın düşkünü, bıyıklı, suçluları kazığa oturtan,
gülünç bir dil konuşan, zevksiz, güzel sanatlardan anlamayan, cahil, kolay
kandırılabilen, kadın satan, okumaz-yazmaz, belgeye ve yasaya değer vermeyen,
yalnız kaba güçten anlayan, ezberci, değişmeye direnen, koca gövdeli ama küçük
beyinli, kızılderililer gibi insanlardır”.17
Türk düşmanlığının Batı’da hala sürdüğünü gösteren en
açık belge, Katolik Kilisesi’ne bağlı İtalyan piskoposlarının yayın organı
olan, L’Avvanire Gazetesi’nde yazılanlardır. Bu gazete, 3 Ocak 2000 tarihli sayısında,
Türkiye’nin AB’ne üyeliği konusunda görüşlerini açıklarken şunları
söylemektedir: “Müslüman Türkiye’nin
AB’ne girmesi kimliğimize gölge düşürür. Bu üyelik, yan yana büyüyen Hıristiyan
gelenekleri ile şekillenen Avrupa medeniyetlerinin temelindeki ittifakları
sarsar. Unutmamalı ki ‘Avrupalı Fikri’, başlı başına ‘Düşman Türklere’ ve
Türkiye’nin başını çektiği İslam dünyasına karşı gelişti. Ankara ile yakın
ilişkiler geliştirmeye evet. Ama
farklı tarihi ve kültürel gerçekler farklı kalmalıdır”.18
Yunanistan
Yunan yazarı Moskopulos, 1920’de yazdığı Tarihleri Tarafından Mahkûm Edilen Türkler
adlı kitabında, Türkler’in bulundukları yerlerde oturmaya haklarının
olmadığını, geldikleri yere yani Orta Asya’ya gitmeleri gerektiğini ileri sürer
ve şunları söyler: “Tarih hükmünü
vermiştir. Bu yağmacı ve katiller milletinin Avrupa’da oturmaya hakları yoktur.
Atalarının yaşadığı yere gitmelidirler”.19
Moskopulos’un
sözlerini Türkiye’nin aynı 1920’deki gibi güçsüz düştüğü 20.yüzyıl sonunda
Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodoros
Pangolos yinelemiştir. Moskopulos’tan
77 yıl sonra, 1997’de, üstelik bir devlet yetkilisi olarak Türkiye ve Türkler
için söylediği sözler şunlardı: “Türk
askeri ve diplomatik düzeninin bir bölümü, Ege’deki sınırlarımızın ve egemenlik
haklarımızın tartışmalı olduğunu söylüyor. Bizim bu konuda Türklerle görüşme
yapmamız mümkün değildir. Hırsızla, katille, ırza geçen tecavüzcüyle görüşmemiz
olanaksızdır”.20
Kanıtsız
Yargılar
Türklerin, “uygarlıktan uzak”, “yıkıcı” ve “talancı” barbarlar olduğu yönündeki
Batı görüşü, sanılandan ve bilinenden çok daha yaygın, dizgeli ve eskidir. Batı
tarihçilerinin çok azı dışında hemen tümünün ortak görüşü olan bu yaklaşım,
aynı zamanda devlet politikalarında yansımalarını bulan, resmi görüş konumundadır.
Barbarlık
ya da talancılık türünden bilinen
görüşler; veriye dayanmadan, kanıt göstermeden sürekli yinelenerek kaba bir
propaganda durumuna getirilir ve bu konu, fazla bir incelemeye gerek
duyulmayacak kadar açık bir gerçek izlenimi yaratılarak ele alınır. İnceleme ve
belge bulma değil, kanıtsız yargı öne çıkar.
DİPNOTLAR
1 “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, İst. Mat.-1974, sf.34
2 “Amerika, NATO ve Türkiye” Prof.Dr.Türkaya
Ataöv sf. 172 ak. Emin Değer
“Oltadaki Balık” Çınar Araştırma 5. Bas., sf.182
3 “Amerika, NATO
ve Türkiye” Prof.Dr.Türkaya Ataöv sf. 172 ak. Emin Değer “Oltadaki Balık” Çınar
Araştırma 5. Bas., sf.182
4 a.g.e. sf.183
5 “Devrim
Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Tarık Zafer Tunaya Arba Yay., 3.Baskı, sf.141
6 a.g.e. sf. 141 ve
“Çanakkale Olayı” David Walder, İst. 1971, sf. 287 ak. D.Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İst. Mat. 1. Cilt sf.35
7 “Constantinople”, William Barry, Nimeteenth Century and After, Londra, 1920, sf. 728;
ak. Stephane Yerasimos, “Türkler”
Doruk Yay., 2002, sf.49
8 “Türkiye’de
Alman Vakıflarının Marifetleri” Tamer Bacıoğlu, Cumhuriyet 06.07.1999
9 “Naziler
Soykırımı Türklerden Öğrendi” Aydınlık 11.02.2001
10 “L’Extermination des chretiens de
Turquie. Ala memoire victimes de la barbarie turque”, K.D’Any Lausanne, Imprimerie La Concorde, 15 Juillet 1918, p.25;
ak. httb: // www.tetedeturkck.com/prejuges / Prejuges. htm
11 “L’Angleterie, La France et le
Probleme de Constantinople Notes et Reflections surla Turquie”C.G. Bella, Paris Librairie des Sciences et Sociales, 1920,
P-15–17; ak. http: // www. tetedeturc . com/prejuqes/prejuges.htm
12 L’Angleterre, la France et le probleme de Constantinople. Notes et
reflexions sur la Turquire” C.G.Bello 1920, sf.35-37; ak. S.Yerasimos “Türkler” Doruk Yay., 2002,
sf.42
13 “Cinsel İlişkiler Tarihi” Andre Daninos Gelişim Yay., 1774, sf.
144; ak. Hüseyin Kılıç, “Batıda Kadın”
Otopsi Yay., 2002, sf.237
14 “Geographie Universelle” Malte-Brun, 1860, Paris, Geme Edition; ak.
httb: // www. tetedeturc . com / prejuges.
15 “La Question de Turquie”, V.Marc, La Liquidation de la dette
Publique Ottomane, Paris, L’Orient İllustre, 1919 sf.7-8; ak. a.g.e. sf.40
16 “Le Role Economique des Grecs en Thrace” Alexandra Antoniades, 27
Şubat 1919’da 19191 Barış Konferansına Sunulan Rapor, Paris, 1919, sf. 5; ak.
a.g.e. sf.41
17 “Türk Kimliği” Prof.Bozkurt
Güvenç, Remzi Yay., 6.Bas.2000, sf.290
18 “Kilise,
Türkiye’nin AB Adaylığına Karşı” Nilgün Cerrahoğlu Milliyet 10.01.2000
19 “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk
ve Atatürkçülük” Prof.T.Z.Tunaya, ARBA Yay., 3.Basım-1994,
sf.42
20 “Pangolos Türkiye’ye Hakaret
Yağdırdı” Cumhuriyet, 25.09.1997
Elinize sağlık. Çok faydalı bilgiler paylaşıyorsunuz. Bende kendimce bir blog hazırladım inceleyip yorum yapmanız mümkün mü teşekkürler. http://huzurkaynagi.blogspot.com
YanıtlaSilBana göre Türkiye on numara bir ülke olabilirdi deniz güneş sörf Rakı kış turizmi vs. Yazıda bahsettiğiniz diğer milletler ile de hiçbir sorunu olmadan saygı duyularak ve sevilerek parlak bir geleceğe ilerleyebilirdi. Asıl dini olan Şamanizmi bırakıp arabın dinini kabul ederek en büyük hatayı yapmıştır. Hayır ya kendi dinin Şamanizmi bırakma yada burnunun dibindeki Urum kağanın dini Hristiyanlığı kabul et. Yapılmış en büyük yanlışlık islamı kabul etmektir. Esasında Hristiyanlık kabul edilmiş olsaydı bugün bütün Avrupa ve dünyadan destek görürdük güçlü bir millet olarak ortadoğunun kafasına çekiç gibi inerdik. Yunanistan nasıl el bebek gül bebek seviliyor destek görüyorsa Türkiye daha çok sevilirdi. Avrupa Birliğinin ortadoğu denen lağım çukuruna sınır olan en güçlü Hristiyan devleti olurdu. Ben olaya öyle bakıyorum prestijli kimsenin vize istemediği bir pasaport ile kız arkadaşınla gider İbiza İspanyada kalırsın istersen dönmezsin ne güzel alkol komasına girersin :) Bakın Kıbrıs Rum kesiminin pasaportundan ne Avustralya nede Kanada vize istiyor al sırt çantanı istediğin yere git. Ben islamı sorumlu tutuyorum keşke hiç bulaşılmasaymış. Yaşanacak ne güzel hayatlar varken islam denen dünyanın en gereksiz şeyi bulmuş bu ülkeyi. Tarihin en büyük hatasıdır.
YanıtlaSilSayın Adsız: Sunduğunuz kuram gerçekleşmiş olsa, neticeleri belki tahmin ettiğiniz gibi Türkiye icin gayet olumlu olabilirdi (tabii bu denkleminiz Hiristiyanların kendi aralarındaki geçimsizlikleri hesaba katmıyor o başka, örneğin Dünya Savaşları, vs). Fakat galiba unuttuğunuz husus, din seçiminin sadece siyasi veya jeopolitik çıkarlar hesabı ile değil, kişisel veya toplumsal inanca dayalı olduğu. Dolayısıyla bazı kişiler, bir insan olan Hz. İsa’nın Hiristiyanların MS 325 yılında toplanan Birinci İznik Konsilinde karara varıldığı gibi peygamber’den öte Tanrı’yla aynı öze sahip olduğunu kabul etmeyi veya Şamanizm gibi genelde çok tanrılı bir inancı makul bulmayabilirler. Yani Türklerin İslamı kabul etmiş olmalarının nedeni sadece Arapların etkisinden değil, o devirdeki diğer dinlere nazaran içeriginden dolayı seçilmiş olma olaşılığı daha muhtemel.
SilAdsız haklı. Osmanlının yayılmasında İslam'ın, yani, Müslüman olmayanların mallarını, canlarını zor kullanarak almak, onları İslama yöneltmek görevdir anlayışı(gaza) çok çok önemli olmuştur. Talan, hırsızlık ''gaza'' lafı altında meşrulaştırılmıştır. Osmanlı bu anlayışla, önce, zenginliği cezbedici olan Hıristiyan Batı Anadolu ve Rumeli'ye yönelmiştir. Bu topraklara durup dururken saldırılmış, bu toprakların zenginliklerine, üzerlerinde yaşayan masum insanlara kılıç yoluyla hakim olunmuştur. 15. yüzyıldan itibaren dünya koşulları değişmeye başlamıştır. Hristiyan Avrupa, coğrafi keşifler, Rönesans, dinde reform/aydınlanma sayesinde müthiş biçimde değişir ve ilerlerken Osmanlı, bunlardan hiç habersiz olmasının yanında, Araplaşmaya, yani gerçek dünyadan, realiteden daha da fazla kopmaya başlamıştır.(Prof. Halil İnalcık hocanın bunu dile getiren videosu You Tube'da var.) Bu durumda, sözünü ettiğimiz tarihi atılımlar sayesinde güçlenen Avrupa karşısında zayıf pozisyona düşen, Hıristiyan ülkelerini soyup talan etme imkanını kaybeden Osmanlı gerilemeye başlamış ve kaçınılmaz akıbete uğrayarak çökmüştür. Neden gerilediği/ zayıfladığı, neden Batı ülkelerinin oyuncağı(yarı sömürge) haline geldiği ve sonunda neden çöktüğü sorularına gelince....Bu soruların hepsine verilecek cevapların dayandığı temel, Osmanlı Devletinde hem yöneticilerin hem millet-i hakime denilen Müslüman Türklerin İslam/Arap dininin esiri olmalarıdır. Bu esaret bağlantısı, her türlü yaratıcılığa, yenileşmeye, çağdaşlaşmaya,yani Kafir Batı'ya uyum sağlayarak ayakta kalmaya engel olmuştur. Son bin yıl içinde kurulmuş bulunan en büyük İslam imparatorluğunun, esas itibarıyla, dayandığı din yüzünden gerilediği ve çöktüğü söylemine karşı çıkanlar olacaktır. Onlar, bugün, 21. yüzyılda, ülke içinde ve dışında başı belada olmayan, uluslararası muteber kuruluşların başarı, itibar, gelişme düzeyi, hukuk, insan haklarına saygı vb derecelendirmelerinde en sonlarda yer almayan İslam ülkesi bulunup bulunmadığına baksınlar. Ayni şekilde, devlet işlerinde yolsuzluk/hırsızlık, keyfi yönetim, iltimas,kadınların statüsü,her türlü ayırımcılık vs konulara ilişkin derecelendirme listelerinde İslam ülkelerinin en başlarda boy gösterip göstermediğinie nazar atfetsinler. Bütün bu olumsuzlukların neden hemen hemen bütün İslam ülkelerinde ortaya çıktığını düşünsünler. Bu çok garip bir tesadüf müdür? Yoksa, hepsinde ortak ve belirleyici olan bir faktör mü etkili olmaktadır?
SilSorun İslam değil, senin bakış açın.
YanıtlaSilHata tarihin değil, Türklerin devşirilmiş (sizin gibi) kişileri başa getirmesindeydi ve bu hata da ısrar etmeye devam etmesindedir.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBatı’nın tümünde Türk imgesi hakkında bir genellemede bulunamam, fakat 28 Ocak – 1 Şubat 2017 tarihleri arasında ABD’de YouGov şirketi tarafından yapılan ve 7,150 kişiyi kapsayan bir ankette kendilerine 144 ülkenin ismini içeren bir liste gösterilip “Bu ülkeleri ABD’nin dostu mu, düşmanı olarak mı algılıyorsunuz?” diye sorulduğunda Türkiye ile ilgili neticeler şöyle:
YanıtlaSilABD’ye Düşman: 4% / Dost değil: 24% / Dost: 29% / Müttefik: 12% / Emin değilim: 31%
Kaynak: https://today.yougov.com/news/2017/02/02/americas-friends-and-enemies/
Ayrıca, ABD’nin en tanınmış gazetelerinden New York Times’da 3 Şubat 2017 tarihinde yayınlanan bir anketin neticesi, 134 ülkenin isimlerinin yer aldığı “Dost-Düşman” çizelgesinde Türkiye halen 74. sırada. Fakat bu algılama, ülkemizde ve dünyada yer alan olaylar tarafından büyük ölçüde etkileniyor çünkü 2014 yılında yapılan daha önceki ankette aynı çizelgede Türkiye o tarihte 47. sırada bulunuyormuş. Yani son üç yılda itibarımız 27 ülke düşmüş.
Kaynak: https://www.nytimes.com/interactive/2017/02/03/upshot/which-country-do-americans-like-most-for-republicans-its-australia.html?_r=0
Bir insan ya da bir toplum, eğer başkalarınca beğenilmeyi istiyorsa, buna asla ulaşamayacaktır, zorla güzellik olmaz, olsa da birşeye yaramaz; öz özüyle var olmanın tek onurlu yolu kendi olmaktır.
YanıtlaSilBir insan ya da bir toplum, eğer başkalarınca beğenilmeyi istiyorsa, buna asla ulaşamayacaktır, zorla güzellik olmaz, olsa da birşeye yaramaz; öz özüyle var olmanın tek onurlu yolu kendi olmaktır.
YanıtlaSil1844'de yayınlanmış Fransızca bir kitap okuyorum. Yazar seyyah ve tarihçi...1840 'ların başında Osmanlı ülkesine geliyor, Istanbuldan itibaren Anadoluyu, Mezopotamyayı, Lübnanı at, eşek, katır sırtında dolaşıyor(o günün koşullarında delilik). Parise dönünce 400 küsur sayfalık kitabı yazmış. Diyor ki, ''Bu İslam dini sayesinde bazı insanlar dürüst ve ahlaklı olabilir. Ama hiç kimse uygar ve çağdaş olamaz.''
YanıtlaSilLaiklik Türkiye gibi bir ülke için hayat memat meselesidir. Sağ ol Baba Atatürk.