11 Ocak 2017 Çarşamba

KÜRESELLEŞME: 21.YÜZYIL EMPERYALİZMİ



Küreselleşme, tekelci şirket egemenliğidir. Gelişmiş ülkelerde, tekelci büyük şirketler, özellikle mali sermaye şirketleri, yalnızca ekonomiye değil; siyasetin temel gücü olan devlet örgütlerine de egemen olmuştur. Bu nedenle gelişmiş ülkelerdeki devlet etkinliğinin belirgin özelliği, şirket istem ve gereksinimlerine göre yürütülmesidir. Rockefeller 1950’li yıllarda Başkan Eisenhower’a gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: “Standart Oil için iyi olan Birleşik Devletler için de iyidir.” General Motors’un Başkanı Charles E.Wilson’da aynı şeyi başka tümcelerle anlatıyordu: “Şirketim için neyin iyi olduğunu biliyorum, dolayısıyla Birleşik Devletler için de neyin iyi olduğunu biliyorum”.

Örgüt Ağı

Ülkelerin, kentlerin ve insanların; küresel ekonominin basit ve uyumlu parçası yapılarak, yaygın bir örgüt ağı içinde birbirlerine bağlanması, günümüzün en belirgin özelliğidir. Tecimsel (ticari) ilişkiler, tarihin hiçbir döneminde, birbirinden bu denli uzak yörelere bugünkü kadar kolay yayılmadı. İnsanlar hiçbir zaman bu yoğunlukta birbirleriyle ilişkili kılınmadı.
Mal ve para, dünyayı hiçbir zaman bugünkü kadar hızlı ve yoğun bir biçimde dolaşmadı. Dünya hiçbir dönemde bugünkü kadar, küçük bir azınlığın egemenliği altına girmedi. Hiçbir dönemde bugünkü kadar “küçülmedi”.

Dünya Küçüldü Ancak Bütünleşemedi

Ülkeler ve insanlar, küresel düzenin, silik ve umarsız parçaları olarak birbirlerine bağlandı ancak bütünleşemedi. Evrensel ortak değerler onları yakınlaştırıp, içten ve özgür bir beraberliğe ulaştırmadı. Tersine, değişik yöntemlerle bireyselleştirdi; birbirlerinden uzaklaştırılarak yaşama ve topluma yabancılaştırdı. Küçük bir azınlık varsıllaşırken çoğunluk yoksullaştı.
Değişik araç ve yöntemlerle gerçeklikten kopuk sanal bir dünya yaratıldı. Kitle iletişim araçları, etkili yayınlarıyla milyarlarca insanı köklerinden kopararak yozlaştırdı. Yeğinlik (şiddet), güçlüler için dilediği zaman kullanabileceği bir hak durumuna geldi.

Çıkarın Egemenliği

Gerçekleştirilen küresel örgüt ağı, insanlığın gelişip ilerlemesine uygun düşen, doğal ve ilerici bir yapılanma değil. Teknolojik olanaklar ona sahip olanların elinde çekinceli silahlar durumunda. Bilim, büyük oranda, çıkarın ve egemenliğin aracı olarak kullanılıyor.
Üretim alanında 19.yüzyılda yaşanılan üretken ve devimsel (dinamik) gelişme yerini, asalak ve tutucu bir düzene bıraktı. Kurulup yaygınlaştırılan uluslararası örgütler, bu düzenin ayakta kalmasının dayanakları olarak görev yapıyor ve insanlığın genel gelişimi önünde aşılması gereken engel durumunda.
Ülkeler arasındaki; gelişmiş-azgelişmiş, güçlü-zayıf, büyük-küçük ayrımı, varlığını etkin olarak sürdüren temel çelişki olarak ortada duruyor. Küresel örgütler bu çelişkiyi güçlüler yararına çözmek amacıyla kuruldu. Günümüz dünyasında her şeyi mal ve para satmak belirliyor. Satacak malı olan, malını satacak pazarı bulmak zorunda. Kimseye kendi pazarı yetmiyor. Sınır ötesi ülkeler, en az üretimin kendisi kadar önem kazanıyor ve gelişmiş ülkeler varlıklarını sürdürebilmek için bu ülkelere yöneliyor. Kıran kırana süren ekonomik rekabet, askeri çatışmaya zemin hazırlıyor.

Dünyayı Küçültmek

İkinci büyük savaştan sonra, gelişmiş ülkeler arasında ekonomik çelişkiler askeri eylemden uzak tutulmaya çalışıldı. Bunu başarmanın tek yolu, dünyayı açık pazar durumuna getirerek küçültmek ve onu ortaklaşa kullanmaktı. Bu yönde elde edilecek başarı, silahlı çatışmayı en azından geciktirebilirdi.
Ya yoksul ülkeler daha çok sömürülecek ya da, ayakta kalabilmek için çatışılacak. Büyüklerin önündeki seçenek budur. Bu nedenle, uluslararası anlaşmalar büyük ülkeler için yaşamsal bir önem taşıyor. Gelişmekte olan ülkeler, bağlayıcı kararlarla tek ve büyük bir dünya pazarının küçük ve uyumlu at birimleri durumuna getiriliyor. Anlaşmaların sayıları ve adları artıyor, etkileri yayılıyor. Ekonomiyi ilgilendirmeyen konular dahil, anlaşmalar dışında kalmış hemen hiçbir konu yok artık. Bu anlamıyla küreselleşme, dünyayı küçülten bir uluslararası anlaşmalar düzenidir.

Dışa Açılma

Gelişmiş ülkelerin dış pazarlara bağımlılığı öyle bir düzeye vardı ki artık birçok üretim dalında, ülke dışı satış ciroları metropol gelirlerini, büyük oranda aşmıştır. NESTLES A.Ş’nin satışlarının yüzde 98’ini kendi ülkesinin dışında yapmaktadır.1 Mc Donalds’ın dünyanın her yerinde 100 binden fazla şubesi var2, Coca Cola’nın işletme gelirlerinin yüzde 80’i ABD dışından geliyor3 ve Philip Morris 170 ülkede 160’dan çok markayla sigara üretiyor.4 Japonya’nın 1997’de dış ticaret fazlası 101,6, Almanya’nın 71,8 milyar dolar.5
Dünyadaki ölçülebilen ekonomik etkinliğin yüzde 80’i en varsıl on iki ülkeden kaynaklanıyor. Dünyanın en büyük 200 şirketinin neredeyse tümü bu ülkelere ait.6 Birleşmiş Milletler, 1989 yılında yapılan 196 milyar dolarlık denizaşırı özel yatırımların yüzde 83’ünün, varlıklı 24 ülke tarafından gerçekleştirildiğini söylüyor.7

“Kabileselleşmek”

Amerikalı gelecek bilimcisi ve küreselleşme savunucusu John Naisbitt’in sözleri, küresel anlaşmaların temel mantığını özetler gibidir: “Kabilecilikle evrensellik arasında denge kurma isteği hep içimizdeydi. Günümüzde ise demokrasi ve telekomünikasyon devrimi, kabilecilikle evrensellik arasında denge kurma gereksinimini yeni bir boyuta taşıdı. Demokrasi kabilelerin hak taleplerini büyütüyor ve arttırıyor, baskı ise tam tersini yapıyor. Kabilecilik, insanın etnik köken, dil, kültür, dine ait inançlarını geliştiriyor. Elektronik gelişme bizi küreselleştirirken aynı zamanda kabileleştiriyor”.8
‘Demokrasi’ ile ‘telekomünikasyon devriminin’ kabilecilik ve evrensellik arasında bugün kurmaya çalışılan dengenin karmaşık yapısı, kapsamlı bir teknolojik gelişmeyi içermektedir. Ancak bu yöntem, yöneliş olarak eskiye dayanan bir uygulamadır. Uluslararası sermaye dolaşımı ile azgelişmiş ülkelerin kabileleştirilmesi arasında etkileşim ve bu etkileşimin politik sonuçları, 20.yüzyılın yazılı tarihi gibidir.

Korumacılık

Gelişmiş ülkelerde merkezi devlet yetkesi, yalnızca ülke içinde değil uluslararası düzeyde de yüksek tutulur. Dışarda desteklenen ayrılıkçı eğilimlere yurt içinde kesin olarak izin verilmez. Azgelişmiş ülkelere serbest ticaret önerilirken, gelişmiş ülkelerde, özellikle yüksek teknoloji alanında deliksiz biçimde korumacılık uygulanır.
Devletin ekonomideki etkinliğinin belirgin bir biçimde sürdüğü Japonya’da; uluslararası pazara açılıp küresel bir güce ulaşacak kadar gelişmemiş olan sanayi dallarında, dışalım yasağı vardır ve bu yasak, devlet örgütleri aracılığıyla etkin biçimde uygulanmaktadır.9
Fransa, İngiltere ve Almanya’da stratejik sanayi dalları, devletten büyük oranda destek alan üretim alanlarıdır. ABD Avrupalıları; desteğin GATT koşullarına göre yasal olmadığını belirterek suçlamaktadır ancak aynı uygulamaları kendisi yapmaktadır.
Amerika’nın dışalımladığı malların yüzde 25’i gümrük bildirmelikleri (tarifeleri) dışındaki engellerden etkilenmektedir.10 Uluslararası düzeyde çalışan işadamları; Japonya’yı dünyanın en haksız rekabet uygulayan ülkesi olarak görüyor ancak ABD’ni de (Kore’den sonra) Japonya’nın hemen arkasına yerleştiriyor.11
Avrupa Birliği 1991 yılında, ABD’nin serbest ticarette yüzlerce kez uymadığını gösteren bir belge yayınladı.12

Darbe “Özgürlüğü”

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleştirilen uluslararası örgütlenme, ‘verimli’ sonuçlarını 1980’den sonra vermeye başladı. Bu yıllarda, etki altına alınmamış azgelişmiş ülke, hemen hemen kalmamıştı. Ülkelerin yönetim biçimlerine, ekonomik önceliklerine, kültürel değerlerine dolaysız bir biçimde karışılıyordu.
Brezilya’da ulusçu bir politika yürüten Goulant Hükümeti bir askeri darbe ile devrildiğinde, ABD Dışişleri Komitesi Başkanı, Temsilciler Meclisinde şöyle konuşmuştu: “Dış yardımlarımızı eleştiren herkesin karşısına, Brezilya Silahlı Kuvvetlerinin Goulant Hükümetini devirdiği ve bu güçlerin demokrasi ilkeleri (seçilmiş hükümeti devirme demokrasisi-y.n.) ve ABD yandaşı olma yönünde koşullandırılmasında ABD askeri yardımının temel unsur olduğu gerçeği dikilmektedir. Bu subaylardan birçoğu, AID (Amerikan Yardım Teşkilatı y.n.) programı çerçevesinde, Birleşik Devletlerde eğitilmişlerdi. Demokrasinin komünizmden daha iyi olduğunu biliyorlardı”.13
Şili’de seçilmiş Devlet Başkanı Allende’ye karşı yapılan askeri darbe hakkında, dönemin CIA başkanı şöyle konuşuyordu: “Planımıza göre... Birleşik Devletlerden yana olan bütün Şili’li subay ve generalleri tek tek elde ettik. Bekledik. Öteki bütün yollar tıkanınca Ordu’nun harekete geçirilmesinden başka çare göremedik”.14

Küresel Anlaşmalar ve Tekelleşme

Küreselleşme demek, tekelci şirket egemenliği demektir. Gelişmiş ülkelerde, tekelci büyük şirketler, özellikle mali sermaye şirketleri, yalnızca ekonomiye değil; siyasetin temel gücü olan devlet örgütlerine de egemen olmuştur. Bu nedenle gelişmiş ülkelerdeki devlet etkinliğinin belirgin özelliği, şirket istem ve gereksinimlerine göre yürütülmesidir. Ya da bir başka deyişle devlet politikasını şirket çıkarlarının belirlemesidir.
Rockefeller 1950’li yıllarda Başkan Eisenhower’a gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: “Standart Oil için iyi olan Birleşik Devletler için de iyidir”.15 General Motors’un Başkanı Charles E.Wilson’da aynı şeyi başka tümcelerle anlatıyordu: “Şirketim için neyin iyi olduğunu biliyorum, dolayısıyla Birleşik Devletler için de neyin iyi olduğunu biliyorum”.16
Günümüz dünya siyaseti, 20.yüzyılı belki de en iyi anlatan bu sözler üzerine kuruludur. Gerek iç gerekse dış politika, bu sözlerde anlamını bulan anlayışa uygun olarak yapılır. Bu nedenle uluslararası anlaşmalar giderek; devletlerarası anlaşmalar olmaktan çıkar ve eylemsel olarak, tekelci büyük şirketlerle azgelişmiş ülke devletleri arasındaki anlaşmalar durumuna gelir.

Şirket Etkinliği

Gelişmiş ya da azgelişmiş ülkelerin devlet yetkilileri artık, kariyerleri şirket çıkarlarını gözetmedeki başarıya bağlanmış basit görevliler durumuna gelmiştir. Gerçek söz ve karar iyeleri (sahipleri) artık devlet değil, şirket yönetim kurulu başkanlarıdır.
Sermaye dışsatımlanan şirket yöneticileri kendi devletlerinin destek ve koruması yanında yerel hükümetlerden de ayrıcalıklı yatırım garantileri almıştır. Ancak, süreç içinde bu tür garantilerle de yetinmemişler ve yerel yasalardan tümden kurtulmak için, denetim yetkilerinin hemen tümünü, küresel örgütlere devretme çabası içine girmişlerdir. Ulusal hukuk düzenlemelerini ortadan kaldırmayı amaçlayan, MAİ gibi uluslararası girişimler bunların son örnekleridir.

Şirket Şubeleri

Uluslararası Şirketlerin tüm dünyada açmış olduğu üretim amaçlı şube sayısı, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 498 iken, bu sayı 1945’de 1984’e, 1970’de ise 10 909’a çıktı. 1990 yılında her alanda etkinliği olan uluslararası şirket şube sayısı ise 206 bine yükselmişti.17
Şirket şube sayılarının artması; kimi iş çevrelerinin durmadan yineledikleri gibi, yeni bir liberal dalganın dünyaya yayılması değildi kuşkusuz. Satınalma ve birleşmelerle sayıları azalıp güçleri artan büyük şirketler, kendilerine bağlı; devinim yeteneği yüksek, az işçi çalıştıran ve denetimi kolay şirket şubeleri açıyordu.
Bilinçli seçime dayalı küçük ölçekli örgütlenme biçimi, alt birim şirketlerinin sayısını arttırıyordu ancak dünya piyasalarını denetim altında tutan ana şirket sayısını arttırmıyor tersine şirket evlilikleriyle azaltıyordu. Küreselleşmenin sorunlarıyla ilgili araştırmalar yapan Economist’in 27.03.1993 günlü yayınında şunları söylüyordu: “Dünya ekonomik sistemini gerçekleştirenler, merkezleri ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İsviçre, Hollanda ve İngiltere'de olan bir avuç dev şirkettir. En tepedeki 300 şirketin toplu varlıkları kabaca, tüm dünyadaki üretim varlıklarının yüzde 25’ini oluşturmaktadır”.18

DİPNOTLAR

1       “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh Sabah Yay., 1995 sf.175
2       a.g.e. sf.187
3       “New York Times” 21.11.1991 ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh Sabah Yay., 1995, sf.131
4       “Here’s One Tough Cowboy’s” Trachtenberg, sf.110, ak. a.g.e. sf.146
5       Devlet Planlama Teşkilatı Verileri ak. Cumhuriyet 22.Şubat.1999
6       “Küresel Düşler” R.J.Barnet-J.Cavanagh Sabah Yay., 1995, sf.225
7    “World İnvestment Report” UN.Centre on Transnational Corportions New York United Nationas, 1991 sf.9 ak. a.g.e. sf.225
8       “Global Paradoks” John Naisbitt Sabah Yay., 1994, sf.12-13
9       “Soğuk Barış” Jeffry E.Garten Sarmal Yayınevi, 1994, sf.134
10     “Mercantilist in Houston” The Economist 07.07.1990 sf.13 ak. Lester Thurow “Kıran Kırana” Afa Yayınları 280, 1994 sf.316
11     “Japon Viewed As World’s Most Unfair Trading Nation” William Dullforce Financial Times 13.03.1990 sf.20 ak. a.g.e. sf.316
12     “Report on Unidet States Trade Barriers and Unfair Practices 1991 European Community” ak. a.g.e. sf.316
13     “Congressional Record”, May. 24.1965 sf.10840, ak. Harry Magdoff “Emperyalizm Çağı” Odak Yayınları, 4, 1974 sf.155-156
14     Le Monde 02.11.1973 ak. Doğan Avcıoğlu “Milli Kurtuluş Tarihi” İstanbul Matbaası, 1974, 3.Cilt, sf.1693
15     “Petrol İmparatorluğu” H.O.Connor, Almanca Baskı, sf.275-280 ak. Emin Değer “Oltadaki Balık Türkiye” Çınar Araştırma sf.87
16     “Küresel Düşler” R. J.Barnet-J.Cavanagh Sabah Kitapları, sf.317
17 “Curhan-Vaupel (1973)”, sf.74-103 ak.Nuri Yıldırım “Uluslararası Şirketler” Cem Yay., 1979, sf.83-“Centre on Transnational Corporations” Araştırması B.M. ak.Ergin Yıldızoğlu “Globalleşme ve Kriz” Alan Yayıncılık, 167, 1996 sf.12
18     “A.Survey of Multinationals” Economist, 27.03.1993 sf.5-6 ak. R.J.Barnet-J.Cavanagh “Küresel Düşler” Sabah Yay., 1995 sf.2






3 yorum:

  1. Enderi az bulunan, büyük resmin anlatıldığı kıymetli bir metin
    Sizi kutlarım herkesin okuyup bilgilenmesi dileğiyle

    YanıtlaSil
  2. “İşçi Sınıfının Beynelmilel Kardeşliği” temelinde gelişen XIX.yy küreselleşmesi, sınır-ötesi akışkanlık, sermaye ve işgücünden ziyade emtiaya (ing. commodities) kazandırmıştı. Daha telgraf bile yokken gerçekleşen bu mucize, bugün INTERNET'le mümkün olamamaktadır.

    YanıtlaSil