2 Mart 2017 Perşembe

HİLAFETİN KALDIRILMASI


TBMM, 3 Mart 1924 günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşının verdiği; Hilafeti kaldırılması ve Osmanlı soyundan olanların yurt dışına çıkarılması hakkındaki önergeyi kabul ederek yasalaştırdı. Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din inancıyla ilişkili, dörtyüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmesiydi. Atatürk yeniliğin öncüsü olarak, güçlü ve duruma hakim görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı, köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel Başkanı’ydı. Ordu başta olmak üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi. Ancak, konu Halifeliğin kaldırılması olduğunda, toplumu yönlendirecek gerçek gücün kimde olduğu, belirsizleşiyordu. Bu işe girişildiğinde nelerle karşılaşılacağı belli değildi. 500 yıllık Hilafeti ortadan kaldırmak kolay bir iş değildi.

 

Tehlikeli Girişim


Saltanat kaldırılarak Cumhuriyet ilan edilmiş, yönetim biçimini netleştirecek ana sorun, Hilafet sorunu, gündeme gelmişti. Devlet işleyişini din kurallarından ayırmayı amaçlayan yönetim için, gerekli adım atılmalı ve Hilafet Kurumu ortadan kaldırılmalıydı. Amacın gerekli kıldığı böyle bir girişim, Vahdettin’in kaçışıyla başlayan siyasi gerilimi arttıracak, Türkiye’yi yeni bir yol ayrımına getirecekti.

Sinsi Yaymaca

Ülke düzeyinde sürdürülen etkili yaymaca; Mustafa Kemal’in “Halife’yi sürerek İslamı yıkacağını”, yerini sağlamlaştırdığında “birçok Müslümanı asacağını” ve Ankara’daki yöneticilerin “menfur dinsizler” olduğu yönündeydi.1
Yaymaca, birbirine eklenen dedikodular halinde, dükkanlara, pazar yerlerine yayılıyor; “bildiriler ve broşürlerle” okullara dek giriyordu.2 Köy ve kasabaları dolaşan kimi “hocalar”; ibadet yerlerini, tarikat örgütlerini ya da evleri dolaşıyor, doğrudan onu hedef alan ve halkı hükümete karşı kışkırtan konuşmalar yapıyordu.
Yeraltına çekilen gericiliğin yarattığı tehlikeyi biliyor, gücünü saptamaya çalışıyordu. Ülkedeki yenilik karşıtı unsurların tepkisini, “bir mıknatıs gibi”3 kendisine çekiyordu. Padişahçılar, tarikat şeyhleri, hocalar işsiz kalan eski yöneticiler, “başkent olma ayrıcalığını yitiren İstanbul’un” iş çevreleri, ister istemez Hilafete sahip çıkıyor, onu savunma adına biraraya geliyordu.

Hazırlık

Halifeliği kaldırma kararını yıllarca önce vermişti. Şimdi uygulama için harekete geçecekti. 1923 yılında yaptığı yurt gezilerinde, Hilafet Kurumu’nun dinsel ve tarihsel gelişimini ortaya koyan kuramsal açıklamalarda bulunmuş, halkı aydınlatan konuşmalar yapmıştı.
İki yıl önce Saltanattan ayrılarak gücünden koparılan bu kurum, şimdi görüntüden ibaret varlığıyla da ortadan kaldırılacak, yaşanan gerçekliğin “adı konacaktı”.

Bilimsel Tavır

Halifelik Kurumu’nu, ortaya çıktığı 7.yüzyıldan başlamak üzere; din, tarih ve toplumbilim (sosyoloji) açısından, kaynağa dayalı bilimsel verilerle araştırmıştı. Tarih ve toplumbilim, askerlik dışındaki özel ilgi alanıydı. İslam dinini derinlemesine incelemişti. İslamiyet onun gözünde; “mantık, muhakeme, bilim ve bilgiyle uyumluluk içinde ‘doğal’ bir dindi”.4 Tüm gücüyle karşı olduğu yobazlık ise onun gözünde “milletin kalbine yöneltilmiş, zehirli bir hançer” di.5 Çağdaş kurum ve düşüncelerin, “İslamiyete aykırı olduğunu ileri sürenleri” şiddetle eleştiriyordu.6
Hilafeti, çıkış koşullarıyla birlikte ve Hz.Muhammed’in hadislerine dayanarak ele aldı. Onüç yüzyıllık evrim sonunda uğradığı değişiklikleri, tarihsel boyutunu ortaya koyarak inceliyor, incelemesini 20.yüzyıla dek getiriyordu.
Halifeliğin ortaya çıkışı ve gelişimi konusunda şunları söylüyordu: “Yüce Peygamber, ‘benden otuz yıl sonra Hilafet olmayacak, sultanlıklar olacak’ demişti. Bu konuda kuvvetli hadis-i şerif vardır. Hz.Ömer, halife seçildikten sonra kendisine Tanrı’nın Halifesi (Halife-i Resulullah) dendiğinde, ‘ben Tanrı’nın Halifesi olamam, sizin emiriniz olabilirim’ dedi.. Bu da gösteriyor ki, Hilafet Makamı’nın korunması, İslam dünyasında daha sonra ortaya çıkan bir siyasettir”.7
Kişisel araştırmalarını, din bilginlerinin görüşleriyle birleştiriyor; yanlış düşünce ve boş inançlardan arınmış, gerçeği yansıtan bilimsel saptamalar yapıyordu. Hz.Muhammed, dini görevleri yanında, kurduğu devletin her türlü işini de yönetiyordu. Yani, hem bir peygamber, hem de devlet başkanıydı. Ölümüyle devlet başsız kalmış ve işleri yürütebilecek yetkili bir yönetici gerekli olmuştu. Arap büyükleri toplanarak devletin başına Hz.Ebubekir'i seçtiler. Böylece devlet başkanına Halife denmeye başlandı.

Ruhani Değil Siyasi

Halifeler, Peygamber'in yalnızca yöneticilik sıfatına vekil olmuştu. Çünkü Hz.Muhammed son peygamberdi, yani Tanrı bir başkası aracılığıyla insanlara seslenmeyecekti. Nitekim, ilk dört halife, tam bir toplum (cumhur) başkanı gibi davranmışlardı. Mutlak kişi egemenliğine yönelen Emevi, Abbasi ve Sasani'lerde de durum farklı değildir. Yani halife onlarda da ruhani değil, siyasi bir kişidir. Dinsel bakımdan Tanrıyı temsil etmezler. Hükümdarlar, iktidarını güçlendirip sürdürmek için, zaman içinde kendilerine dinsel sıfatlar yakıştırdılar; halka böyle gösterdiler. Hilafeti bir iktidar kurumu haline getirdiler.8
Hilafet siyasileştikçe, Müslümanların değişik kesimleri, örneğin Şiiler, onu tanımadılar. Peygamber’den sonra Hz.Ali’nin Halife olması gerektiğine inanan Şiilik, Halifelik kurumuna duyulan tepki nedeniyle ortaya çıkmıştı. Hilafet, artık yalnızca Sünniliğin saygı duyduğu bir simgeydi.

Türklerin Durumu

Çok farklı yönetim geleneklerine sahip Türklerin, Hilafet işleyişiyle bir ilişkisi yoktu ve olamazdı. Kurdukları devletler, güçlerini ruhanî dayanaklardan değil, yaşamın içinden ve katılımcılıktan alıyordu. Ancak, Fatih’ten sonra Türk yönetim geleneklerinden uzaklaşmaya başlayan Osmanlılar, yayılma ve daha büyük iktidar gücü peşine düşmüşlerdi. Güçlenme adına, dini devlet işlerine soktular ve yarı teokratik bir devlet haline geldiler. Geçmişleriyle çelişen bu eylem, devleti güçlendirmediği gibi, bozulmasının başlangıcı oldu.
Yavuz Sultan Selim, 1517’de Mısır’ı alınca, orada, elinde Kutsal Emanetler (Emanat-ı Mukaddese) (Hz.Muhammed ve sahabilerine ait eşyalar) bulunan Mütevekkil adında bir Halife buldu. Onu, “siyasi değeri büyük” emanetlerle birlikte İstanbul’a getirdi; Halifeliğine dokunmadı ve kendisi Halife olmadı.
Mütevekkil öldükten sonra da, padişahlar yine de kendilerini Halife saymadılar. Kureyş soyundan olmadıkları için böyle bir hakları yoktu. Devlet güç yitirdikçe, iktidarlarını manevi güçle beslemek zorunda kaldılar ve Halifeliği üstlenerek dini devlet işlerine soktular. Bu yolla, içerde din adamlarına dayanarak halkın desteğini alacaklarını düşündüler. Dışarda ise halifeliğin evrenselliğini kullanarak İslâm dünyasında etkin olacaklarını sandılar.
Ancak, düşündükleri, sonuca ulaşamadılar. Halifelik, içte ve dışta, somuta dönüşmeyen bir inanç sorunu olarak kaldı ve İmparatorluğun yalnızca Sünnî uyruklarını ilgilendiren Osmanlı Halifesi kavramını aşamadı.9

Yoğun Uğraş

Hilafet sorunu, 1924 başında gündemin ilk maddesiydi ama pek çok sorunla daha uğraşıyordu. “Amansız bir coşkuyla, şafaktan gece geç saatlere dek, çalışma odasının üstündeki yatak odasında ve yalnızca birkaç saatlik uykuyla yetinerek”10 çalışıyordu. Onun için, “ne geriye dönmek, ne de kötüyle uzlaşmak”11 olanaklı değildi. Türk ulusunu “olmayacak bir hayâl peşinde” koşturmayacak, onu kesin olarak güçlü ve özgür bir ulus yapacaktı. “Uğrunda yaşamaya ve ölmeye değecek tek gerçek, birbirine sarılmış ve özgür Türk milletidir”diyordu.12
Hilafetin korunmasını isteyen kimi ılımlı kişiler, ondan halife olmasını, dünya Müslümanlarına önderlik yapmasını istediler. “Hindistandan, Mısırdan gelen kurullar bu dileği iletiyordu”.13 Hilâliahmer (Kızılay) adına Hindistan’a giden Rasih (Kaplan) Hoca, “İslam dünyasının, yani ‘ehli İslam’ın, onun Halife olmasını istediğini” ve kendisini, bu ortak dileği “iletmekle görevlendirdiğini” söylemişti.14
Önerileri hemen reddetti. Bilimsel görüşleri olan, belirlenmiş hedeflere sahip gerçekçi bir insandı ve “büyüklüğü, kendisinin ve ülkesinin sınırlarını bilmesinde yatıyordu”.15

Halkla İlişki

1923 boyunca yaptığı yurt gezilerinde, düşüncelerini halkla paylaştı. Soru sorma, görüş bildirme ve karşılıklı tartışmaya dayalı toplantılar; tarih ve toplumbilim dersleri gibi geçiyor, herkesin katıldığı canlı söyleşiler yapılıyordu. Eskişehir, İzmit, Bursa ve İzmir’de uzun süren kalabalık halk toplantılarında, pek çok konuya ve elbette Hilafet sorununa da değindi; aydınlatıcı açıklamalar yaptı. Balıkesir Paşa Camisi’nde “mimbere çıkıp cemaatle konuştu, burada 20’den fazla soruya yanıt verdi”.16
Eskişehir ve İzmit’te yaptığı konuşmalarda, Hilafet’in yönetim biçimiyle ilgili bir sorun olduğunu, söylendiği gibi “İslam dünyasının tümünü” temsil edemeyeceğini, böyle bir temsilin hiçbir zaman gerçekleşmediğini söyledi. Farklı yönetim biçimlerine sahip ülkelerin, kendilerini milli özelliklerine göre yönetmeleri gerektiğini açıkladı.17

Hilafet Kaldırılıyor

23 Şubat 1924’te yurt gezisinden Ankara’ya döndü. Kararlarını “gereken kişilere bildirdi”.18 Hilafet Makamı, Şeriye ve Evkaf (Din ve Vakıflar) Vekâleti, bunlara bağlı eğitim kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırılacaktı. Bu sorun bütçe görüşmeleri sırasında, Meclis işleyişine bağlı teknik bir ayrıntıyla çözüldü. Gösterişsiz, ancak sağlam ve köklüçözümle, yalnızca Halifelik Kurumu değil, ona yaşam veren vakıf ve eğitim kurumları da ortadan kaldırılıyordu.
1 Mart 1924’te, Meclis’in 5.Çalışma Yılı’nı açarken yaptığı konuşmayla, Halifeliğe son verecek yasal süreci başlattı. Yaptığı konuşmada; Cumhuriyet’in “sonsuza dek korunması”nı sağlamak için, “doğruluğu kanıtlanmış ilkelere dayanmak”, “eğitim ve öğretimi birleştirmek” ve “Müslümanlığı, siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarmak ve yüceltmek gerekir” dedi.19
Din inancının çıkar amacıyla kullanılmasının önlenmesi gerektiğini vurgulayarak şunları söyledi: “Kutsal tanrısal inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve karışık, her türlü çıkar ve ihtirasa açık olan siyasetten bir an önce ve kesin olarak kurtarmak, milletin dünyevî ve uhrevî mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. İslam dininin yüksekliği ancak bu biçimde ortaya çıkar”.20
Konu, 2 Mart’ta Halk Fırkası gurup toplantısında karara bağlandı. Bir gün sonra 3 Mart’ta, Meclis oturumunda üç ayrı önerge verildi. Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşı, hilafetin kaldırılması ve Osmanlı soyundan olanların yurt dışına çıkarılmasını; Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve elli arkadaşı, Şeriye ve Efkaf Vekalati’nin kaldırılmasını; Manisa Milletvekili Vasıf Bey ve elli arkadaşı, eğitim ve öğretimin birleştirilmesini (tevhid-i tedrisat) isteyen önergeler vermişlerdi. Sekiz saat süren görüşmelerden sonra önergeler oylandı ve kabul edildi.
Türkiye’nin üzerinde beş yüz yıldır büyük bir yük ve sorun olan Hilafete son verilmiş, yeniliğe ve gelişmeye kararlı Ankara, önündeki büyük bir engeli kaldırmıştı. Saltanatın kaldırıldığı 17 Kasım 1922 ile hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 arasındaki 14 ay içinde, olağanüstü bir mücadele ile büyük bir iş başarılmış, birkaç yıl önce, düşünülmesi bile olanaksız tasarılar gerçeğe dönüştürülmüştü.
Halk, hilafetin kaldırılmasına karşı herhangi bir tepki göstermedi ve kolayca kabullendi. Türkiye’nin herhangi bir yerinde, “ne bir gösteri, ne de bir karşı çıkış ya da direniş oldu”.21 Oluşabilecek olaylar için, “ülkenin başlıca merkezlerine gönderilmiş olan İstiklal Mahkemelerine”22 hiç iş düşmedi.

DİPNOTLAR

1      “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.171
2      a.g.e. sf.172
3      “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.172
4      “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar, 12.Basım, İst.-1994, sf.451
5      a.g.e. sf.451
6      a.g.e. sf.451
7      “Mustafa Kemal’in Eskişehir İzmit Konuşmaları” Kaynak Yay., sf.71
8      “Tarih Açısından Türk Devriminin Temelleri ve Gelişimi” Prof.Dr.Ahmet Mumcu, İnkilap Kitabevi, 12 Baskı, İst.-1992, sf.113
9        a.g.e. sf.114
10    “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.139
11    “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.258
12    a.g.e sf.258
13    “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.175-176
14    “Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük” Prof. Dr.Tarık Zafer Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, İst.-1994, sf.93
15    a.g.e. sf.176
16    “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.
17    “Atatürk’ün Bütün Eserleri” Kaynak Yay., 14.Cilt, İst.-2004, sf.254 ve 337
18    “Nutuk”, M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK, 4.Basım, Ank.-1999, sf.1127-1129
19    a.g.e. sf.1131
20    “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi 1918-1938” Prof. Utkan Kocatürk, TTK, 2.Baskı, Ank.-1988, sf.409
21    “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.177
22     “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.B., 1994, sf.60






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder