11 Nisan 2018 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞ’INDA İÇ SAVAŞ



Vahdettin, Kurtuluş Savaşı’nı bastırmak için; hükümet olanaklarını, fetvaları ve işgalci devletlerin desteğini kullandı. Manevi dayanağı Halifelik ve buyruğu altındaki fetva makamı Şeyhülislam, siyasi dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır suçlamalar içeren çok sayıda fetvada; Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir, milli güçlere karşı savaşanların ise gazi ve şehit olacağı söyleniyordu. “Halifeliğe karşı gelenlerin dinden çıktıkları” bunların şâki sayıldığı, “Kuran hükümlerine göre öldürülmelerinin vacip olduğu” bildiriliyordu. Fetvalar; İngiliz ve Yunan uçakları, müttefik torpidoları, konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesi’nin papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali İslam adlı bir hocalar örgütü, yayınladığı bildiride, Yunan ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini söylüyordu.

“İç Ayaklanmalara Önem Vermeliyiz”


İngiltere’nin İstanbul Büyükelçiliği’nde görevli, Baştercüman Ryan Londra’ya 23 Eylül 1920’de gönderdiği raporda; “Yunanlılar ölçüsüz ödünler istiyor, millicileri ezmek için bu ödünleri vermek yerine, iç ayaklanmalara daha çok önem vermeyiz” diyor ve önerisine gerekçe oluşturmak üzere şu düşünceleri ileri sürüyordu: “Milliyetçi liderlerle mücadele için üç yol vardır: Müttefiklerin doğrudan harekete geçmesi, Yunanlılar’ın daha çok kullanılması ya da Sevr’i olduğu gibi kabulden yana Türklerin kullanılması. Müttefiklerin doğrudan askeri harekata girişmesi söz konusu olamaz... Anadolu içlerindeki bir macera için para ve asker harcamaya hükümetler niyetli değildir. Yunanlılar’ın daha çok kullanılması da mümkün görünmemektedir. Bu durum karşısında Sevr Anlaşması’nın olduğu gibi kalmasını istiyorsak, bunun için tek yol, gönüllü Türk unsurlarını kullanmaktır. Aslında İstanbul Hükümeti de bizden bunu istemektedir”.1

“Kediyle Dövüşmek İçin Bir Kedi Bul”

Baştercüman, görüşlerinde kendi açısından haklıydı. Büyük Savaştan yeni çıkan Anlaşma Devletleri, savaşacak durumda değildi. Yunanlıların Batı Anadolu’dan başka, İstanbul’dan Pontus’a dek uzanan istekleri bitmek bilmiyordu. İşbirlikçileri harekete geçirerek Türkler’i birbirine kırdırmak ’ucuz ve zahmetsiz’ bir yoldu. Sömürgeciliğin ilk dönemlerinden beri kullanılan ve “bir kediyle dövüşmek için, bir kedi bul!”2 diye tanımlanan yöntem, yüzyıllardır denenmiş en sağlam ve güvenilir yoldu.
Türkiye’de, para ve silahla desteklenen bir çatışma ortamı yaratılmalı, iç savaşa dönüştürülecek bu çatışmayla, ulusçu önderlerin önü kesilmeliydi. Bu iş için, Padişah büyük bir olanaktı. Çünkü, İstanbul’da; “umutlarımı, Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım” diyen bir padişah vardı.3

İç Savaş

Öneri kabul gördü ve Anadolu’yu kan gölüne çeviren acımasız bir ayaklanma başladı. “Kurnaz ve korkak, ama aptal olmayan”4 Vahdettin; millicilerle uzlaşıyor görünerek İstanbul’da meclis toplama girişiminde olduğu gibi, adını ve makamını doğrudan ortaya koymadan, halifelikle somutlaşan manevi gücünü kullanarak iç savaşı başlattı.
Ulusçuları, kendisinin siyasi rakipleri gibi değil; “devlete ve Allah’a düşman inançtan yoksun başkaldıranlar” olarak gördü. Onları halka böyle tanıttı ve halktan, “öbür dünyadaki yaşamlarını sonsuza dek kurtarabilmeleri için”,“başkaldıranlarla”  savaşmalarını istedi.5
Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah, fetvasında: “Suçlu Mustafa Kemal’dir. Sevgili Padişahı ile sadakatli milletin arasına giren odur. O olmasa galip devletler de, devlet ve milletimizden merhamet ve lütuflarını esirgemeyeceklerdir. Mustafa Kemal’i yok edin, Kuvayı Milliyecileri katledin. Bu bir cihattır. Din ve Padişah yolunda ölenler şehit, kalanlar gazidir...” diyerek halkı ayaklanmaya çağırıyordu.6

Bilgisizlik ve Bağnazlık

Olaylar, başlangıçta İngilizler’in ve Padişah’ın umduğu gibi gelişti. Ulusal direniş, ülkenin tümünde kabul görüp güçlenirken, Türkiye birdenbire denetimsiz bir şiddetin içine girdi. Bilgisizlik ve bağnazlığa dayanarak din adına yapıldığı söylenen öldürme eylemleri, işgalcilere yarar, ülke savunucularına büyük zarar verdi.
Gazi olduğunda para alan, şehit olursa cennete gideceğine inanan toplumun en geri unsurları, kendilerini güçlü gördükleri her yerde; vurdular, kırdılar, öldürdüler ve işkence ettiler. Güçten düşmüş askeri birlikleri tutsak ediyor, genç subayları taşlayarak öldürüyor ya da linç ediyorlardı.7
Aynı işi yapan Yunan Ordusu ilerlerken, Fransızlar Güney’i kan gölüne çevirirken, yerli Rumlar Batı’da, Ermeniler Doğu’da yakıp yıkarken, İngilizler kimi Kürt aşiretlerini kışkırtırken; kendisine Hilafet Ordusu diyen gericiler, ölçüsüz bir saldırganlıkla, soydaşlarını ve dindaşlarını, gözünü kırpmadan öldürüyor, ulusal direnişi bitirmeye çalışıyordu.8

Öldürmeler

Atatürk’ün Nutuk’ta, vicdani görev olduğunu söyleyerek bilgi verdiği, İzmit’in ünlü direnişçisi Yahya Kaptan, 10 Ocak 1920’de, (sarıldığı köyün yakılma tehdidi üzerine) teslim olmasına karşın, Padişahçı birlikler tarafından öldürüldü.9
Bu cinayet, Kuvayı Milliye’ye karşı başlatılacak genel saldırının ilk işaretiydi.10 İki ay sonra, 13 Mart 1920’de, Mustafa Kemal’in Nutuk’ta “yiğit bir arkadaşımız” diye tanımladığı11 ve Akbaş cephaneliğini basarak büyük miktarda silahı Anadolu’ya gönderen Edremit Kaymakamı Köprülü Hamdi Bey, Biga’da işkence edilerek öldürüldü. Aynı gün, 21 Kuvayı Milliyeci şehit edildi.12
İngiliz-Padişah yönlendirmesinde Hilafet adına ayaklananlar, bilinçli bir biçimde, Kuvayı Milliye’yi örgütleyerek ulusal direnişe yön veren öncü subayları hedef almıştı.
TBMM’nin açılmasından bir gün önce 22 Nisan’da 24.Tümen Komutanı Albay Mahmut Bey13, Kurmay Subay Yakup Sami, Levazım Başkanı Rıfkı Bey, Hendek’te Abaza çeteleri tarafından şehit edildiler.14 Düzce’de; Teğmen Ruhsar, Binbaşı İhsan, Yarbay Rahmi ve Yarbay Arif Beyler, aynı biçimde yaşamlarını yitirdiler.15
Bolu’da hastanede yatan yaralı subaylar yataklarından sürüklenip sokakta “başları taşla ezilerek” öldürüldü.16 Ankara’nın dibine, Ayaş Beli’ne dek gelen ayaklanmacılar, halkla görüşmeler yapmak için gönderilen iki subayı taşladılar, yarı ölü vaziyette hapishaneye sürüklediler daha sonra idam edilmek üzere İstanbul’a gönderdiler.17
Konya’da Delibaş Mehmet’in adamları, Mustafa Kemal’in yolladığı bir subayın önce tırnaklarını söktüler, sonra kol ve bacaklarını kestiler.18 İzmit-Bandırma bölgesinde etkili olan ve kendilerine Muhammet’in Ordusu (Kuvayı Muhammediye) adını veren Ahmet Anzavur güçleri, yakaladıkları Kuvayı Milliyecilerin tümünü öldürüyordu. Çerkez asıllı, okuma yazma bilmeyen Anzavur koyu bir Müslüman olduğunu ileri sürüyor, koynundan Kuran’ı eksik etmemek ve din düşmanlarını diri diri incir ağaçlarına astırmakla övünüyordu.19

Ayaklanma Yayılıyor

1919’un son aylarından 1921 kışına dek geçen yaklaşık bir yıl içinde ve 34 bölgede20, ulusal direnişi hedef alan 60 ayaklanma ortaya çıktı.21 Bu ayaklanmalardan Marmara’nın Güneyinde; Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmasti (Mustafa Kemal Paşa), Karacabey ve Biga: Doğu Marmara’da; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu ve Gerede: Ankara’nın hemen Batısında Nallıhan ve Beypazarı: Ankara’nın Güneyinde; Konya, Ilgın, Kadınhan, Karaman, Seydişehir ve Koçhisar: Ankara’nın Kuzeyinde; Ümraniye, Refahiye, Zara, Hafik ve Çorum: Ankara’nın Doğusunda; Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile ve Erbaa en önemli ve tehlikeli olanlarıydı.
Atatürk, gerici ayaklanmalar için Nutuk’ta şöyle söyler: “Kargaşa ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hıyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün vatan semalarını koyu karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları, Ankara’da karargahımızın duvarlarına kadar çarptı. Karargahımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye kadar varan, kudurgan bir saldırış karşısında kaldık”.22

İdam Cezaları

Ülkelerini kurtarmak için öne atılan bir avuç yurtsever, kudurgan bir saldırı karşısında kalmıştı. Karargah olarak kullanılan Ankara dışındaki Ziraat Mektebini koruyacak bir askeri güç yoktu. Millici önderlerin hemen tümü, İstanbul 1. Sıkıyönetim Mahkemesi’nce idama mahkum edilmişti.
Önce, 11 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal ve sonraki 15 gün içinde; Fevzi (Çakmak), Ali Fuat (Cebesoy), İsmet (İnönü), Ahmet Rüstem, Bekir Sami, Celalettin Arif, Kara Vasıf, Yusuf Kemal, Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi), Fahrettin (Altay), Adnan (Adıvar) ve (Türk tarihinde ilk kez bir kadın) Halide Edip (Adıvar) idam cezasına çarptırıldılar.23

Sarılmışlık

Ayaklanmalar Ankara’ya yaklaşmış, silah sesleri Mustafa Kemal’in kararagahı Ziraat Mektebi’nden duyuluyordu. Ülkenin her yerinden gelen haberlerin tümü, çok kötüydü. Yunanlılar geçtikleri yerleri yakarak, insanları katlederek24 ilerliyordu. Fransızlar Ermenilerle birlikte Güney’i kan gölüne çevirmişti. İngiliz ajanlar Padişah’ın adamlarıyla birlikte Kürtleri ayaklandırmaya çalışıyordu. İç savaş, her yanı sarmış, onları yutmak üzereydi”.25 Telgraf ve telefon hatları kesilmişti. Sivas’a gidilmesi düşünülüyordu.26

“En Sıkıntılı Günler”

Mustafa Kemal, hayatının en sıkıntılı günlerini27 yaşamaktadır. Ayaklanmalarla çevrili Ankara’ya sıkışmıştır; elinde ciddi bir güç yoktur. Karşı çıktığı emperyalist ittifak, onu ve yaratmak istediği ulusal hareketi ezmeye kararlıdır. Saray başta olmak üzere tüm işbirlikçiler, ayrılıkçı azınlıklar ve Batı’nın parası harekete geçirilmiş, Ankara hedefe konmuştur. Anzavurlar, Gavur İmamlar, Saray’a cariye satan Gürcü, Abaza, Çerkez beyleri ayaklanmışlardır. Yerli-yabancı casuslar ortalıkta kol gezmekte, her taşın altında bir yılan kaynamaktadır. 1909’da ‘mektepli keseceğiz’ diyen 31 Mart kaçkını Kör İmam, ‘millici keseceğiz’ diyerek yine sahnededir. Ankara Ziraat Mektebi’ne dört yandan, azgın bir kin ve düşmanlık dalgası gelmektedir.28

Yalnız ve Kararlı

Umutsuz gibi görünen koşullara karşın, belirlediği yolda yürüdü. Komutası ve ordusu olmayan bir paşa, parası ve gücü olmayan bir örgüt önderiydi. Ülkeyi, yabancıların boyunduruğundan kurtarmak ve bağımsızlığını kazandırmak için29 büyük bir işe girişmişti; ancak, şu anda sarılmış durumdaydı. İnanç ve kararlılığından başka bir şeyi yoktu.
En güç koşulda bile, ertesi gün zafere ulaşacakmış gibi çalıştı. Ziraat Mektebi’nin koridorlarında her zaman hareket, odalarında sabaha dek ışık vardı. Zamanının çoğunu telgraf odasında geçiriyordu.
Yüksek bir irade gücüne sahipti; her zaman canlı ve çalışkandı. Ondaki canlılık, sanki görünmez aktarımlarla, ülkenin her yanında direnen millicilere yayılıyor, onlara güç ve kararlılık veriyordu.

“Soylu Kurt”

Armstrong’un söylemiyle, köşeye sıkışmış soylu bir kurt gibi’30 dövüşüyordu. Yapılan hiçbir ihaneti unutmuyor, zamanı geldiğinde hesabı sorulmak üzere bir kenara yazıyordu. Türk tarihinden gelen devlet geleneklerine bağlı kalarak, vatana ihaneti asla affetmiyor, ulus düşmanlarına acımanın ‘insanlık değil, insanlık değerlerini yitirmek’31 anlamına geldiğini söylüyordu.
Düşünce ve eyleminde başarısızlığa hiç yer yoktu. Başarısız olursa ne yapacağını soran yabancılara, başarısızlık gibi bir sonucun söz konusu olamayacağını söylüyor; “Yaşamı ve bağımsızlığı için kendini adamayı göze alan bir ulus yenilemez” diyordu.32

Direnç

Önce, Ankara’yı çevresindeki asi kıskacından kurtardı. Çerkez Ethem'in hızlı davranan, vurucu gücü yüksek milis güçlerine ve elde kalan askeri birliklere dayanarak bunu başardı. Başarıyla birlikte, paraya ve yabancı desteğe dayanan Halife Ordusu, özellikle Sevr’in imzalanmasından sonra kendiliğinden dağılmaya başladı.
Padişahın isteğiyle millicilere karşı çıkmak için biraraya gelen eşraf, gerçek durumu gördü ve ayaklanmacılarla ilişkisini kesti. Hilafet Ordusu’ndaki birçok birlik savaşmayı reddetti; kimi yerlerde ‘gerçekleri kendilerinden gizledikleri için’ üstlerini öldürdüler.43 Padişah’ın derleme ordusu kısa bir süre içinde yok olup gitti.

“Gizemli Bir Destan Kahramanı”

Mustafa Kemal adı, subayların gözünde, saygı ve sevgi duyulan bir komutandan çok öte, sanki Türk ulusunu kurtarmak için yaratılmış gizemli bir destan kahramanı, boyun eğdirilmesi olanaksız bir irade gücüydü. Savaşı mükemmel yönetiyor, aynı zamanda bizzat kendisi büyük bir dirençle savaşıyordu.
Sözkonusu savaş olduğunda, ‘bütün şansların hepsi’ ondan yana oluyor, korku nedir bilmeyen bilinçli ataklığıyla girdiği her savaşı kazanıyordu. Bu özelliğini, yalnızca kendi subayları değil, düşman subayları da biliyordu.
Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz Ordusu’nda istihbarat subaylığı yapan ve doğal olarak ulusal savaşıma karşı olan H.C.Armstrong, anılarında, Ankara’nın ayaklanmalarla sarıldığı günleri anlatırken, onun savaşçılığını da ele alır ve şunları söyler: “Mustafa Kemal sırtını duvara vererek dövüştü. Sık sık hasta oluyordu. Böbreklerindeki sorun zaman zaman büyük acılar çekmesine, sık sık ateşlenmesine yol açıyordu. Yaşamı sürekli tehlike altındaydı. Ankara çevresindeki köyler birer birer Hilafet Ordusu’na katılmaya başlamıştı. Ziraat Mektebi’nin her an basılma olasılığı vardı. Bu durumda kuşkusuz linç edilerek öldürülecekti. Nöbetçiler geceleri çevrede kuşkulu kişiler görüyordu. Bekçi köpeği Karabaş zehirlenmişti. Mustafa Kemal ve Albay Arif giysilerini çıkarmadan uyuyordu. Arif akşamları uyuyor, daha sonra Mustafa Kemal’in uyuduğu sabah saatlerine kadar nöbet bekliyordu. Avluda, dizginleri hazır, eyerlenmiş ve yalnızca kolonlarının sıkıştırılmasını bekleyen atları, bir mahmuz darbesiyle Sivas’a doğru yola koyulmak üzere hazır bekliyordu. Halide Edip, silah kullanmayı öğrenmişti; Adnan, yanında zehir bulunduruyordu. Padişahın adamlarının, yakaladıkları millicilerin tümüne yaptığı işkenceyle karşılaşmaktansa, zehiri kullanmayı yeğleyeceklerdi... Mustafa Kemal köşeye sıkışan soylu bir kurt gibi dövüştü. Ne sordu, ne merhamet gösterdi...”44

DİPNOTLAR

1              “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat.,-1974, sf.151-152
2              “Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları” Orhan Duru, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul-2001, sf.34
3       “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.100
4              “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ank.-1997, sf.189
5              a.g.e. sf.189
6               “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.234
7              “Mustafa Kemal” B.Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.190
8              “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.100
9              “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
10         a.g.e sf.437
11         a.g.e. sf.525
12         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.301
13         “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas.,1994, sf.122
14         “Milli Mücadele Anıları” A.F.Cebesoy, Temel Yay., İst.-2000, sf.401
15         “Milli Mücadelede Ayaklanmalar” General Kenan Esengin, Kamer Yay., 3.Bas., İstanbul-1981, sf.231
16         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.231
17         “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.102
18         “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.190
19         “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.271
20         a.g.e. sf.271
21         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.293
22         “Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, T. T. K. Yay., 3.Bas., 1989, sf.595
23         Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., İst-1994, sf.114; “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas.,1981, sf.289-290 ve “Atatürk” L. Kinross, Altın Kit.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.267
24         “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.101
25         a.g.e. sf.101
26         “Türkün Ateşle İmtihanı” H.E.Adıvar, Atlas Kit., II.Bas., 1994, sf.125
27         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.219
28         a.g.e. sf.219-220
29         “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.194
30          “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İstanbul-1996, sf.101
31         “Milli Kurtuluş Tarihi” D.A., I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.1732
32         “Atatürk” L.Kinross, Altın Kit. Yay., 12. Bas., İst.-1994, sf.230
33         “Mustafa Kemal” B. Mechin, Bilgi Kit., Ankara-1997, sf.196
34         a.g.e. sf.104






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder