5 Kasım 2018 Pazartesi

ATATÜRK, TANZİMAT VE BATICILIK



Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2000 yılında Ankara’da düzenlediği, “AB’ne Giriş Sürecinde Din–Siyaset İlişkileri Şurası” toplantısında konuşan Hollanda Leiden Üniversitesi Profesörü Alexander de Groot, şunları söyledi: “Atatürk dürüst bir devlet adamı bir Türktü. O da süper bir tanzimatçıydı; tek başına tanzimatçı odur. Yaptığı rehberlikte tanzimatçılık yolunu izlemiştir. Türkiye’nin trajik kaderi tanzimatçılıktır, başka bir çıkışı yoktur. Çıkış yine tanzimatçılıkla olacaktır”. Alexander de Groot’un, yargısı yalnızca, Atatürk ve Tanzimatçılık konularında bilgisi olmayan bir Batılının çarpık görüşleri değildir. Bu sözler, Batı’da ve Türkiye’de uzun yıllar sürdürülen bilinçli ve tasarlı bir tutumun en özlü anlatımıdır. Bilinen bir gerçektir ki Atatürk, Türk Devrimi’ni, Batı’yla çatışarak ve Batıy’a karşın gerçekleştirmiştir; kurtuluştan sonra ödün vermeden yaptığı ilk iş, Tanzimat dönemi uygulamalarını tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak ve bunu Lozan’da Batılılara kabul ettirmek olmuştu.

Batıcılık

Türkiye’de Kemalizme karşıtlık, Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve Batı’yla dolaysız ilişkisi olan bir süreçtir. Batı’ya bağlanma Kemalizm’den kopuşu, Kemalizm’den kopuş da Batı’ya bağlanmayı hızlandırmıştır. Birbirini etkileyen bu ikili sürecin kaçınılmaz sonucu, Kemalizm’in; politikadan ekonomiye, yönetim işleyişinden kültüre, dilden tarihe dek uygulamadan kaldırılması olmuştur.

Batının Tutumu

Batı’ya karşı gerçekleştirdiği anti–emperyalist devrimle, dünyanın hemen tüm yoksul ülkelerine örnek olan Kemalizmin, tanzimatçılık düzeyine indirgenerek; düşünsel yapısının, devrimci özünün ve ulusal ereklerinin çarpıtılması, kalıcılığı olan bir Batı politikasıdır. Bu politika Türkiye’de de, başta devlet kurumları olmak üzere toplumsal yaşamın her alanında uygulanmış ve Kemalizm içi boş bir kavram durumuna getirilmiştir.
Atatürk’ü, “yüzünü Batı’ya döndüren kararlı bir Batılılaşmacı”, “AB oluşumunu hedef alan bir reformist” olarak gösteren açıklamalar; Batı’daki sahte Atatürk “övgüleri”, kişilere bağlı, nedensiz ve kendiliğinden dile getirilmiş sözler değildir. Alexander de Groot, Atatürk’ü bilmediği için onu tanzimatçı olarak gösteren, bilgisi eksik bir kişi değildir. Atatürk ve Atatürkçülük, küreselleşme çöküntüsünün yaşandığı özellikle bugün, Batı için önem verilen bir tehlikedir. Onlara göre, örgütlenmesine ve eyleme dönüşmesine asla izin verilmemelidir, bu nedenle çarpıtılmalıdır.

Kasıtlı Çarpıtma

Atatürkçülüğü düşünce ve eylem olarak, Batı’yla bütünleşmeyi amaçlayan bir devinim olarak görmek ve göstermek, bilgisizlikten kaynaklanmıyorsa kasıtlı bir amaç taşıyor demektir. Atatürk, Batılılaşmak gibi bir tanım kullanmamıştır. Bu tanım, Atatürk’ün anlayış ve eylemiyle yapısal bir uyumsuzluk içerir. Atatürkçülüğü Batılılaşmacı bir devinim olarak görmek, varlığı Batı’yla savaşım içinde oluşan ve 20.yüzyıl dünyasına biçim veren bu devinime yapılabilecek büyük haksızlık ve düşüngüsel (ideolojik) hakarettir.
“Muasır medeniyet” (dönemin uygarlık düzeyi) olarak tanımlanan ilerleme anlayışı, “Batılılaşmak” değil, Batı’ya karşın kalkınmak ve güçlenmektir. Atatürk’ün uygarlaşma anlayışı, Türklerin tarihsel ve toplumsal değerlerinin korunması ve yeniliğe her zaman açık bu değerlerin yaşatılıp geliştirilmesi üzerine kuruludur. Bu amaç için, yalnızca Batı’dakiler değil onunla birlikte, dünyanın her yerindeki bilimsel nitelikli gelişmelerdir. Bu gelişmeler izlenecek ve bunlardan yararlanılacaktır. Nutuk’ta bu anlayışını açıkça dile getirir ve şunları söyler: “Biz Batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz”.1

Batı’yı Bilmek

Mustafa Kemal Atatürk, Batı’nın ne olduğunu, ne yapmak istediğini ve Türkiye için ne anlama geldiğini iyi bilir; bu nedenle ölene dek onunla bağımlılık doğuracak herhangi bir ilişki kurmaz, anlaşma yapmaz.
Ulusal bağımsızlık konusunda ödünsüzdür. “Çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve geçmek” olarak dile getirdiği anlayış, uygarlığı ve toplumsal gelişmeyi tanımlar. Çağdaşlaşmadan yanadır, “Batıcı” değildir. 10.Yıl Nutkunda; “Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız”2 der (Tümcenin başındaki “ulusal kültürümüz” sözcüğü özellikle günümüzde hep atlanır).
Tam bağımsızlık dayalı anlayışını, yaşadığı sürece, Devlet politikası durumuna getirmiştir. Batı’yla ilgili görüşleri çok açıktır. Büyük Taarruz’un hazırlıklarının sürdüğü günlerde, 3 Mart 1922’de Batı’nın saldırgan devletleri için şunları söylüyordu: “İstilacı ve saldırgan devletler yerküresini kendilerinin malikhanesi ve insanlığı kendi hırslarını tatmin için çalışmaya mecbur esirler saymaktadırlar. Sonuç olarak Dünya iki guruba ayrılmaktadır. Birincisi Doğu ki, kendi varlığını, bağımsızlığını artık kavramıştır, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir gurup daha var ki bunlar, sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Bunların amacı zulüm ve baskı olduğu için, onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz”.3

Emperyalizme Karşıtlık

Kemalizm, gerçekleştirdiği anti–emperyalist savaşımla yoksul uluslara kurtuluş yolunu göstermiş, bu ülkeleri sömürge durumuna getiren Batılı devletlere büyük zarar vermiştir. Bu nedenle Batı, bir ulusal bağımsızlık düşünce ve eylemi olan Kemalizmi kendisi için her zaman tehlike olarak görmüş, Kemalizmin etkisini başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
Ezilen ulusların kurtuluş yolunu gösteren Kemalizm’le, varlığı bu ulusların sömürülmesine bağlı olan Batı emperyalizmi arasında yapısal bir karşıtlık vardır ve bu gerçeği en iyi kuşkusuz Mustafa Kemal biliyordu. Şunları söylüyordu: “Biz Batı emperyalizmine karşı, yalnızca kendi kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda batılı emperyalistlerin, bütün güçleri ve bilinen bütün imkanlarıyla, Türk ulusunu emperyalizmin aracı olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz. Bununla bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz”.4
Bu sözlerden bir yıl sonra 1921 yılında, silah gereksiniminin üst düzeye çıktığı savaş günlerinde ise şunları söylüyordu: “İlkbahara kadar üç ay içinde bu silahları elde edemezsek, diplomasi kanallarıyla bir çözüm yolu aramak zorunda kalacağız. Bunu arzu etmiyorum. Biliyorum ki Batı ile uyuşma Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelecektir”.5
Mustafa Kemal, önderlik ettiği devinimin; kapsamını, tarihsel derinliğini, yoksul uluslar üzerindeki etkisini ve bu etkinin Batı için taşıdığı önemi bilmektedir. Bu nedenle Batı’yla kurulan ilişkilerde hep ölçülü davranmış ve onunla bağımlılık doğuracak bir ilişkiye girmemiştir. Olanaksızlıkların çaresizliğiyle, Batı’nın manda ve himayesini kabul etmek isteyenler için 1919 yılında; “Ahmaklar memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar”6 deyip manda önerilerini kesin bir biçimde reddediyordu.
Atatürk, Türkiye-Batı ilişkilerini nasıl ele aldığını ve nasıl değerlendirdiğini pek çok konuşmasında açıklamıştır. Bu açıklamaların en çarpıcı olanlarından birini, 29 Ekim 1930 yılında Ankara Türk Ocağı’ndaki Cumhuriyet Bayramı kutlamasında yapmıştır. Amerikan Associated Press Muhabiri Miss Ring, Atatürk’e; Türkiye’nin ne zaman Batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca özleşecektir”.7

Tam Bağımsızlık

Kemalizmde tam bağımsızlık ulus devlet varlığının temel koşuludur. Tam bağımsız tutum ve davranış, yalnızca Kurtuluş Savaşı süresince değil, zaferden sonra da ödünsüz sürdürülmüştür. Gerçek bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlığa bağlı olduğu ve bu işi başarmanın, askeri başarıdan çok daha güç olduğu bilinciyle hareket edilmiştir. Ulusal bağımsızlık konusunda, ortalama çözümler, ödün vermeye dayalı uzlaşmalar hiçbir koşulda kabul edilmez. Sorun, sürekli devrim anlayışı ve bu anlayışa uygun yöntemlerle ele alınmış ve çözülmüştür.
Tam bağımsızlığa gösterilen duyarlılık, dar kapsamlı bir ulusçuluğa değil, Batı egemenliğine ve onun kaynağı kapitalist emperyalizme olan karşıtlığa dayalıdır. Emperyalist işleyiş, özünden kavranmış ve bu kavrayış, uygulanabilir izlence (program) ve eylemlerle somut gerçekliğe dönüştürülmüştür.
Mustafa Kemal, 1921 yılında Meclis’te şunları söylüyordu: “Toplumsal doktrin açısından biz yaşamını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emekçileriz, yoksul bir halkız. Efendiler! Halkçılık, toplumsal düzenini emeğine, haklarına dayandırmak isteyen bir toplumsal doktrindir. Efendiler, biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı güven altına almak için, Meclisçe, Milletçe bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşı uygun gören bir doktrini izleyen insanlarız”.8
Atatürk, Türk toplumunun yapısını, sınıfsal özelliklerini ve kitlelerin gelişme isteklerini, bilime ve gerçeklere uygun olarak incelemiş ve savaşımını bu incelemenin sonuçlarına dayandırmıştır. Evrensel değerlerden yararlanmasına karşın, Türk toplumunun özgün yapısı ve tarihsel özelliklerini hiçbir dönemde gözden uzak tutmamış ve başka ülkelerdeki uygulamaları öykünmeye çalışmamıştır. 1923 yılında; “Hiçbir ulus, başka bir ulusun taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir ulus, ne taklit ettiği ulusun aynısı olabilir; ne de kendi dahilinde kalabilir. Bunun sonucu kuşkusuz ki hüsrandır”9 derken kuracağı yeni devletin hangi anlayış ile örgütleneceğini açıklamış oluyordu.
Atatürk, özdeğerlerden ödün vermeden kalkınıp güçlenmek ve ileri bir uygarlık düzeyine ulaşmakla; “Avrupa’yı taklit etmek”, “Avrupalılaşmak” ya da “Avrupalı olmak” gibi boyuneğici (teslimiyetçi) davranışlar arasına, net bir çizgi çizmiştir. 6 Mart 1922 günü TBMM’nde şunları söylüyordu: “Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir”.10

Kemalist Düşünce ve Eylem

Kemalist düşüngü (ideoloji) ve eylem; ülkeyi ve halkı tanıma, ona güvenme, dünya siyaseti ve bölgesel sorunları kavrama, bağımsız düşüngü, kararlı anti–emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta ödünsüzlük, ulusal birliği sağlama becerisi, askeri ve siyasi örgütlenme yeteneği ile oluşmuştur. Temelinde sömürgeciliğe ve emperyalizme karşıtlık vardır. Kapsamı ve niteliğinin zorunlu bir sonucu olarak tanzimatçılık, Batıcılık gibi yaklaşımlarla birlikte olması mümkün değildir; Kemalizm, tanzimatçılığın anti–tezidir.
1919–1938 arasındaki 19 yıllık Atatürk döneminin öncesi ve sonrası, “Batı’ya yanaşma”, “Batı’yla birlikte olma” ve “Batı’ya bağlanma” anlayışının belirleyici olduğu bağımlılık dönemleridir. 1923–1938 arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti; gümrüklerinin sahibiydi, deniz ve limanlarına egemendi; gümrük dizgesi ulusaldı, vergilerini ve resimlerini ulusal çıkarlara göre saptayabiliyordu yatırımlarını özgürce belirleyebiliyordu, iç ve dış siyasette hiçbir ülkeye bağımlılığı yoktu; ülke yabancılar için açık bir pazar olmaktan kurtarılmıştı.11
Fransız tarihçi Jean–Poul Roux, Atatürk dönemindeki Türk Devleti için şu saptamayı yapmıştır: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk budununa (boy, kavim, millet) dayanan, Türk kalmak isteyen, kendini Türk hisseden, Türkler tarafından Türkler için yönetilen bir devletti”.12
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türk halkı için taşıdığı anlamı, 1923 Ocağı’nda yaptığı konuşmada şöyle dile getirmişti: “Bu devlet sizin. Devlet sizsiniz. Bu devletin geleceğine ne sultanların, ne halifelerin, ne de başka hiçbir kimsenin müdahaleye hakkı yoktur. Bütün yetki sizindir. Biz, sonuçta sizin iradenizi yerine getirmekle, sizin çıkarlarınıza hizmet etmekle görevli olan kişileriz”.13

Kemalist Yöntem

Kemalist uygulamalar, ulusal yapıya uyumlu izlencelerle olağanüstü başarılar elde etti. Gerek izlenceler gerekse uygulamalar Türkiye’ye özgüydü, Batı’yla bir ilişkisi yoktu. Söylev ve demeçlerinde dile getirdiği ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı, 1923–1938 arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel politikası oldu.
Kemalist politika şu temel yaklaşımlar üzerine kurulmuştur.
1.Tam bağımsızlık ve ulusal bağımsızlık, asal ilke yapıldı; hiçbir biçimde ödün verilmedi. Yönetim işleyişinde, ekonomide, maliyede, kültürde, dilde, dinde ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında; bağımsızlığa dayalı bir düzen kuruldu, bağımsız ve bağlantısız bir dış siyaset izlendi…
2.Ulusal bağımsızlık ve toplumsal gönenci sağlamak için, Türk toplumunun özellikleri, somut durum ve halkın özlemlerini temel alan izlenceler uygulandı. Devrimler, bir kararlılıkla sürdürüldü ve sürekli devrim anlayışı her aşamada geçerli kılındı. Her devrim başka bir devrimin başlatıcısı oldu.
3.Uluslaşma sürecine engel oluşturan feodal yapılar, tutucu gelenekler kaldırıldı, Türkiye topraklarında yaşayan insanların tümü, eşit haklara sahip yurttaşlar durumuna getirildi. Etnik ve dinsel ayrımlar ya da azınlık sorunları, ulusal varlığın bütünleştirici işleyişi içinde çözüldü.
4.Ekonomik büyüme ve kalkınma atılımında, ülke kaynakları esas alındı.   , Enflasyonsuz ve borçsuz bir kalkınma yöntemi bulunarak hızlı bir kalkınma sağlandı. Devletin öncülük ettiği ve ulusal nitelikli özel girişimciliğe yer veren kalkınma yönteminde; başarılı olan KİT’ler kuruldu, özelleştirme değil devletleştirme yapıldı. Yeraltı ve yerüstü varlıklar, madenler, ormanlar, limanlar, göller, doğal ve tarihi varsıllıklar kesin ve saltık (mutlak) biçimde koruma altına alındı.
 5.Batılı devletlerle, bağımlılık doğuracak ilişkiye girilmedi, borç alınmadı, tersine Düyun-u Umumiye borçları ödendi. Sınırlı düzeyde alınan dış kredi demiryollarının devletleştirilmesinde ve kibrit tekelinin kurulması gibi ulusal amaçlarla kullanıldı.
6.Karşılıksız para basılmadı, 15 yıl boyunca denk bütçe gerçekleştirildi. Her yıl ortalama yüzde 9 büyüme sağlandı, 1936 yılında dış ticaret fazlası sağlandı, ulusal kambiyo uygulamasından ödün verilmedi.
7.Parçalı ve dağınık bir yapı içinde olan hukuksal düzen tümüyle yenilendi, değişik adlarla çalışma yürüten mahkemeler kapatıldı, merkezi işleyişe bağlı Cumhuriyet Mahkemeleri kuruldu...
8.Mahalle mektepleri, maarif okulları, medreseler, tarikat okulları, misyoner mektepleriyle değişik türde insan yetiştiren eğitim karmaşasına son verildi, bu okullar kapatılarak ulusal eğitim üzerinde birlik sağlandı.
9.Yerli üretime önem verildi, ulusal pazar gümrük koruması altına alındı; sermayesi, işçisi, mühendisi Türk olan ulusal fabrikalar açılmış ve ulaşım, iletişim, enerji yatırımları yapıldı.
10.Ulusal tarımın gerilik ve olanaksızlıklardan kurtulması için sınırlı olanaklara karşın üretici köylü desteklendi, makinalı ve sulu tarıma geçildi, tarım kredi olanakları kolaylaştırdı, üretim kooperatifçiliği teşvik edildi, tohum iyileştirme istasyonları ve devlet üretime çiftlikleri açıldı. Topraksız köylüye toprak dağıtıldı, tarım okulları ve köy eğitmen kursları açıldı.

Yaratılan Yeni Düzen

1919–1938 arasındaki Kemalist uygulamalarla; kendine yeten, sorun ve gönenci paylaşmayı amaçlayan, bağımsız ve özgür olarak barış içinde yaşayan ve geleceğe umutla bakan bir toplum yaratılmıştı. Atatürk döneminin gerçeği, Tanzimat ya da AB–IMF Batıcılığından çok başka bir şeydi. Atatürk bu gerçeği 1935 yılında şöyle açıklamıştı: “Akdeniz’i Karadeniz’e demirle bağladık. Anadolu’da özel şirketler elindeki bütün demiryollarını satın aldık. Birçok ülke dünya ekonomik bunalımı karşısında sarsılmış ve umutsuzluğa düşmüşken, biz bu kapsamlı yıkım karşısında asla irkilmedik. Yurdun ekonomisini yeni bir düzene yöneltmiş bulunuyoruz. Ulusal ticareti düzenleyerek iç pazarı harekete geçirip, kendimizi korumayı başardık. Asıl önde tuttuğumuz iş, geniş bir endüstri programını gerçekleştirmeye başlamak oldu. Görüyorsunuz ki yepyeni bir planlı ekonomi düzeni kurmakla uğraşıyoruz”.14

DİPNOTLAR

1    “Nutuk II”, sf. 700, ak. Suat İlhan, “Avrupa Birliğine Neden Hayır”, Otüken Yay., 2000, sf.95
2    “Cumhuriyet Bayrağı Altında” C.Atuf Kansu, Bilgi Kit., Kasım 1998, sf.91
3    “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleyişleri” Kaynak Yay., sf.144
4    “Reis Paşa Doğru Görmüştü”, Atilla İlhan Cumhuriyet, 18.02.2002
5    “Milli Kurtuluş Tarihi”, Doğan Avcıoğlu, İstanbul Matbaası ,1974, 2.Cilt, sf.846
6    “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 1.Cilt, sf.265
7    “Türkiye; 29 Ekim 1930, Türkiye; Mart 2002” Turgay Tüfekçi, Orkun Dergisi, Mart 2002, Sayı 49, sf.4
8    “Milli Kurtuluş Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 2.Cilt, sf.731
9   “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 2.Cilt, ak. Hüseyin Cevizoğlu, “Atatürkçülük” , Ufuk Ajans Yay., sf.59
10  “Uyanın Artık”, Prof.Dr. Ç.Yetkin, Gazete Müdafaa-i Hukuk, 15.12.2000, Sayı: 31
11  “Atatürk’le Bir Ömür” Sabiha Gökçen, Altın Kitapları, sf.179
12  “Başlangıçtan Atatürk’e Türk halkı Eylemleri ve Devrimler” Prof.Dr. Çetin Yetkin, Ümit Yayıncılık, 1996, sf.354
13  “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları”, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1982, sf.8
14  “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi”, Bilsay Kuruç, Bilgi Yay., 1987, sf.18–19





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder