19 Haziran 2019 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞI VE TÜRK GERİLLA KURAMI



Mustafa Kemal’in gerilla savaşı anlayışı, her konuda olduğu gibi özgündür ve Türk toplumunun ekonomik-siyasi yapısı, gelenekleri ve tarihsel birikimiyle bütünleşmiştir. Bağımsızlık ereğiyle (hedefiyle), emperyalizme karşı başarılan ilk ulusal kurtuluş savaşında geliştirilmiş olduğu için, örnek alma değil, örnek olma konumundadır. O güne dek, başka ülkelerde gerilla savaşı olarak tanımlanan yerel çatışmaların hiçbiri, ulusal bağımsızlık için emperyalizmle çatışmayı kapsayan bir strateji oluşturamamıştı. Sömürge dünyasında, siyasi izlenceye (programa) bağlı olarak silahlı direniş eylemde değil, düşüncelerde bile yoktu.


Halk Savaşı

Mustafa Kemal, 25 Ocak 1920’de, Kolordu Komutanlıklarına ve yerel direniş örgütleri önderlerine, Fransız işgaline karşı silahlı savaşımın (mücadelenin) başlatılmasını isteyen bir telgraf buyruğu gönderir. Kurtuluş Savaşı tarihinde önemli yeri olan bu buyruk; “işgal altındaki ülkenin geri alınmasını” sağlayacak silahlı savaşımı ordusuz başlatan, bu nedenle savaşımı yalnızca halkın oluşturduğu direniş birimlerine dayandıran bir bildirimdi; bir tür “gerilla yönetmeliğiydi.”1
Düzenli ordu kurulana dek, Kurtuluş Savaşı’nın, genelgelere dönüştürülen yazılı buyruklarla ve halk savaşı yöntemleriyle yönetildiği bilinen bir konudur. Ancak, Atatürk öldükten sonraki resmi ya da özel yayınlarda, bu konuda çok az bilgi ve belge vardır. Yazışmaların “çok gizli ve kişiye özel” olması2, bilgi ve belge eksikliğinin gerekçesi yapılmış olabilir. Ancak, gerçek neden herhalde; Kurtuluş Savaşı’nın gücünü halk direnişinden alan devrimci özünü, Batılı devletlere karşı yürütülen savaşımın gerçek niteliğini ve bu savaşımda kullanılan yöntemleri gizleme çabası olmalıdır.
25 Ocak 1920 tarihli buyrukta şunlar yazılıdır: “Fransızlara karşı Kuvayı Milliye’nin harekete geçmesini daha fazla geciktirmekte, yarar değil zarar vardır. Barış görüşmelerinin sonuçlandırılmaya çalışıldığı şu sırada, işgal altındaki ülkemizi geri almak için, bütün gücümüzü kullanacağımızdan Avrupalılar kuşku duymamalıdır. Bu kuşkunun yok edilmesi, ancak harekete geçmekle mümkündür... Maraş’taki Fransız harekatına, her yerde fiilen yanıt vermek zorundayız... Fransızlara karşı ayaklanmanın biçimi; Fransız birliklerinin hepsini ayrı ayrı ve birdenbire bulundukları yerde kuşatmak, daha sonra büyütülecek Kuvayı Milliye kitlelerini değişik yerlerde toplamak ve küçük garnizonlardan başlayarak düşmanı esir ve imha etmek biçiminde olacaktır. Kuşatma önlemleri; demiryollarındaki köprüleri, tünelleri atmak, yolları otomobil işletmeyecek hale getirmek, her Fransız birliğinin her türlü ulaşım yolunu, geçici müfrezelerle (askeri amaçla kullanılan bağımsız küçük birlik y.n.) kesmek ve Fransız kuvvetlerini, ne kadar az olursa olsun bir Kuvayı Milliye birliğiyle çatıştırmaktan ibarettir. Bu ayaklanma biçiminde kesin olan başarının sırrı, ulaşımın sürekli kesilmesidir. Cephe oluşturmak gibi, bizim için düşmandan daha çok fedakarlık gerektiren ve siyasi sakıncalar taşıyan, düzenli savaş yöntemlerinden de, bu yolla mümkün olduğu kadar kaçınılmış olur. Gerilla hareketinin dönemleri, art arda ve sürekli olarak belirlenecektir. Birinci devre Urfa ayaklanması olup buna derhal başlanacaktır. 13.Kolordunun görevi, Fırat’ın doğusunu boşalttırmaktır. Bunun için demiryolu durmadan tahrip edilecek, Fransız birliklerinin bulunduğu binalar, çadırlar her gece ateşe verilecek, bağlantı birlikleri oluşturulacaktır. Bu birlikler, işgal bölgesi içindeki yerel unsurlardan sağlanamazsa, işgal bölgesi dışından getirilecektir. Birliklerin gidip geleceği yol ve zamanı iyi belirlemeli, görev değiştirmek için değişim noktaları tesbit etmeli ve birliklerin emniyetsiz köylerde yatmak zorunda kalmaması için, yiyeceği yanına verilmelidir. Eğer iyi düzenlenirse, her biri yaklaşık on kişiden oluşan yirmi müfrezeyle Fırat’ın doğusunda bulunan bütün Fransızları kuşatmak mümkündür. Ayrıca bu harekat sırasında, Kuvayı Milliye birlikleri her taraftan Urfa bölgesine sevk edilmelidir. Kesin hücumlar, Fransızların en zayıf bulundukları yerlerden başlayacak, ancak Urfa’dan hücum yapılmayacaktır... Urfa ayaklanması döneminde, Maraş cephesinin ne biçimde gelişeceği şimdilik malum değildir. Fransızlar, Maraş’tan işgal bölgesini genişleterek ilerlemeye kalkışırlarsa 13.Kolordu buna, resmi ve resmi olmayan bütün silah ve kuvvetiyle karşılık verecektir... Antep Fransız bölgesi aleyhine de faaliyete geçilecektir... Maraş Pazarcık’a ulaşım ve temas müfrezeleri gönderilecektir. Kozan bölgesine dahi, en yakın Fransız garnizonu gerisine müfreze sevk olunacaktır...”3

Gerilla Savaşına Dayanan Halk Direnişi

25 Ocak 1920 buyruğunun önemi, hazırlığı önceden yapılan ve gerilla savaşına dayanan halk direnişinin, vatan savunması anlayışıyla kapsamlı ve yaygın biçimde uygulamaya geçilmesiydi. Mustafa Kemal, kuramsal temelini Harp Akademisi’nde oluşturduğu, Trablusgarp’da uygulayarak sınadığı ve 7.Ordu komutanıyken hazırlığını yaptığı (1918) gerilla savaşını şimdi Anadolu’yu kurtarmak için devreye sokuyordu.
Bu konuyu; çok düşünmüş, katılarak uygulamadan geçirmiş ve elindeki son olanakları kullanarak hazırlığını yapmıştı. Olası bir işgale ya da halktan kopuk “baskı rejimlerine” karşı, küçük ve gezici müfrezelerle (askeri amaçla, belirli bir kuruluşa bağlı olmaksızın oluşturulan küçük silahlı birim), “düzenli ordulara karşı büyük sonuçlar”4 alınacağını, Harp Akademisi’nde kavramış ve bu konu Kurtuluş Savaşı’nda, ulusal orduyu kurana dek ilgi alanında kalmıştı.

Özgünlük ve Örnek Olma

Mustafa Kemal’in gerilla savaşı anlayışı, her konuda olduğu gibi özgündür ve Türk toplumunun ekonomik-siyasi yapısı, gelenekleri ve tarihsel birikimiyle bütünleştirilmiştir. Bağımsızlık ereğiyle (hedefiyle), emperyalizme karşı başarılan ilk ulusal kurtuluş savaşında geliştirilmiş olduğu için, örnek alma değil, örnek olma konumundadır.
O güne dek, başka ülkelerde gerilla savaşı olarak tanımlanan yerel çatışmaların hiçbiri, ulusal bağımsızlık için emperyalizmle çatışmayı kapsayan bir strateji oluşturamamıştı. Sömürge dünyasında, siyasi izlenceye (programa) bağlı olarak silahlı direniş eylemde değil, düşüncelerde bile yoktu. 19.Yüzyılda Doğu Avrupa ve Balkanlarda görülen milliyetçi eylemler, emperyalizme karşı savaşıma değil, genellikle emperyalizmin denetiminde gelişen devinimlerdi (hareketlerdi).
Dünyanın hiçbir yerinde, Türk Kurtuluş Savaşı’na dek, tümüyle kendi gücüne dayanarak emperyalizmle savaşan bir halk devinimi, henüz ortaya çıkmamıştı. Bu nedenle, “kitle desteğiyle gerilla birlikleri arasındaki ilişkinin niteliği siyasal olarak çözülmemiş, gerilla savaşı kuramını geliştirecek bir ulusal uygulama henüz yaşanmamıştı.”5

Kuramsal Birikim

Mustafa Kemal, Trablusgarp’daki savaş deneyimlerini, 1914’de, “Subay ve Kumandanla Konuşmalar” adıyla yazılı duruma getirmiştir. Küçük bir kitapçık olan bu yazıda, başka askeri konularla birlikte düzensiz savaş sorununu da incelemiş, uygulama içinde edindiği bilgilere dayanarak, gerilla konusunu kuramsal bir bütünlüğe kavuşturmuştur.
Ona göre, amacın ve olanakların değişkenliğine bağlı olmak üzere, silahlı savaşım her koşulda verilebilir. Ulusal varlığın korunması söz konusu olduğunda, düzenli ordu asaldır; düzenli ordu yoksa ya da düşmana karşı çok güçsüzse, “gezici küçük birliklerle” savaşılmalıdır. Karar verme yeteneğine sahip, “girişkenlikleri ezilmemiş” kararlı savaşçılardan oluşursa, bu birlikler, cephe savaşı yapan güçlü ordulara önemli zararlar verebilir.
Ancak, kendisi ordu olmadan kesin sonuca ulaşamaz. Bu durumda, ya oluşturduğu ulusal ordu içinde eriyerek yok olur, ya da yapısına uygun görevleri, ordunun buyruğu altında yerine getirmek için varlığını sürdürür.
Gerilla birlikleri, koşullar gerekli kılıyorsa düzenli orduyla birlikte aynı savaş içinde de yer alabilir. Bu bir çelişki değil, tersine koşullar zorunlu kıldığında başvurulacak bir girişimdir. Hiçbir komutan kendini, önceden belirlenen kuralların katılığıyla sınırlamamalı, yaratıcı ve girişimgücü (inisiyatif) sahibi olmalıdır.
Trablusgarp’tan (1911), Kurtuluş Savaşı’nın sonuna dek (1922), 11 yıl boyunca, içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak, her tür savaş yöntemini kullandı. Trablusgarp’ta ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk dönemlerinde gezici müfrezelerle gerilla, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nın ileri döneminde düzenli orduyla cephe, Doğu cephesindeki Bitlis ve Muş savaşlarında ise her iki yöntemi birlikte uyguladı.
Tobruk ve Derne’de, Libyalı Araplardan oluşturduğu küçük birliklerle, işgalci İtalyan ordusuna karşı savaştı. Bu savaş, Harp Akademisi’nde öğrendiği gerilla savaşı yöntemlerini, uygulama içinde sınamasını sağladı; kuramını olgunlaştırdı.
Savaşın her aşamasını kısa notlarla yazıya döküyor, aynı işi buyruğunda subaylara da yaptırıyordu. 12 Ağustos 1912’de verdiği günlük buyrukta; “bütün subaylar savaşa katıldıkları günden bugüne kadarki gözlem ve izlenimlerini, kısa ve yaşanmış olaylara dayalı olarak bir deftere yazacaklardır” demişti.6 Bir yıl süren savaş sonunda, konuyla ilgili bilgisini her yönüyle geliştirmiş ve gerilla savaşı konusunda, yerli ya da yabancı, belki de hiçbir subayda bulunmayan bir uzmanlaşma sağlamıştı. Gerek nitelikli bir kuramcı, gerekse iyi bir uygulamacı durumuna gelmişti.

“Düşünce ve Kişiliklerini Ezdirmemiş” Üstün Savaşçılar

“Subay ve Kumandan ile Konuşmaların” savaşta girişimgücü (inisiyatif) konusunu işlediği 5.Bölümünde, Libya notlarından aktarmalar yapar. Burada; “Hareket serbestliklerini, düşünce ve kişiliklerini ezdirmemiş” gençlerden oluşan Derne birliklerinin, düşmanı haber aldığında “emir beklemeksizin” hemen toplandığı, “emrin gecikmesi durumunda” kendiliğinden harekete geçtiğinden söz eder. İlerleme ya da gerileme, “nereden gitmek, nasıl gitmek, nerede ateşe başlamak ve nerede durmak gerektiğini” bilen bu inanmış insanlara, “genel doğrultu ve düşünceler isabetle gösterilirse”, yenilmelerinin çok güç olduğunu belirtir.7
“Derne’de İtalyanları bir yıl boyunca yenen”, onları “istihkamlarında hapseden” ve “Osmanlı gücünü oluşturan” insanlar, ona göre, “İtalyan ordusunu oluşturan insanlardan” daha üstün savaşçılardır. Böyle olmasa, “sayı, top, tüfek, donanım ve tekniğin sağladığı üstünlükleri” ortada olan ve “yüzyılın bütün gelişmelerinden pay almış bir ordu” karşısında, “Derne’nin Orta Çağ’dan kalma küçük kuvvetlerinin” bir gün bile dayanamaması gerekirdi.8
Trablusgarp’daki çarpışmalardan, askerlik mesleğinde olduğu kadar sivil yaşamında da temel alacağı önemli bir sonuç daha çıkaracaktır: Savaşta ve toplum yaşamında esas olan, özdeksel (maddi) güç ya da teknik üstünlük değil, insandır. İnanç ve girişkenlik, teknikten önce gelir ve bilinçle donanmış kararlı insanı yenmek olanaksızdır. Bu sonucu, notlarında şöyle dile getirir: “Bir kuvvetin erleri, bilinçli ve girişken bir tutum içinde, durumun gereklerini kavrayarak, adım başında bir emre ihtiyaç duymadan kendiliğinden iş görebiliyorsa ve karşısındaki güç, eğer bu özelliklerden yoksunsa; (bu kuvveti y.n.), dünyadaki bütün gelişmelerin nimetleriyle donanmış bile olsa, hiçbir ordu yenemez.”9
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaş’ına başlarken, telgrafı yoğun biçimde kullandı. Ancak, girişimini, telgraf ya da genelge bildirimleriyle sınırlamadı. Güvendiği ve vatan savunması için her şeyi yapmaya hazır subayları, küçük birimler olarak Anadolu’nun değişik bölgelerine gönderdi. Bu subaylar, kent ve kasabalara dağıldılar, telgraf merkezlerine el koydular. Asker-sivil yöneticiler ve halkla konuştular; onları örgütleyip savaşıma hazırlamaya ve temsilcilerini kurultaylara göndermeye çağırdılar.
Kuvayı Milliye adıyla milis birlikleri kurdular; kurulu olanlara yön verdiler. Çalışmalarında, subaylarından yardım gördükleri Jandarma örgütünü, önemli oranda, ulusal direnişin parçası durumuna getirdiler.10 Böyle bir olay, Türk tarihinde o güne dek görülmemişti. Çete ve çeteci tanımı, özellikle Adana bölgesinde, millicilikle bütünleşerek “şerefli bir sıfat” durumuna gelmişti.11
Milli mücadeleyi örgütleyen subaylar; büyük güçlükler, ihanetler ve tuzaklarla karşılaştılar; padişah yanlılarıyla ve yabancı gizmenlerle (ajanlarla) boğuştular. Yalnızca “vatanı kurtarmak için” uğraşıyor, hiçbir güçlükten yılmıyor, umutlarını yitirmiyorlardı.
Kastamonu’ya gönderilen Albay Osman Bey, padişahçılar tarafından tutuklanmış, ancak tutukevinden ilişkiye geçtiği başka subayların yardımıyla aynı gün kurtularak, kendisini tutuklayan Alay Komutanı’nı, Vali Vekili’yle birlikte tutuklamıştı.12
Soma’ya gönderilen Yüzbaşı Kemal (Balıkesir) Bey, Bergama’da padişahçılar tarafından tutuklanıp Yunanlılara teslim edilmişti.13
Batı Anadolu’daki direnişi örgütlemek üzere Akhisar-Manisa bölgesine giden Albay Kazım (Özalp) Bey ve Albay Bekir Sami Bey’e yardım edilmediği gibi, “Manisa işgal edildi, halkın morali bozuk, hemen buradan gidin” denmişti.14
Bekir Sami Bey’in Akhisar’da karşılaştığı olumsuz davranışlar, umut ve kararlılığını hiç etkilememişti. Arkadaşlarına söylediği şu sözler, millici subayların o günlerdeki konumunu çok iyi anlatır: “Vatanlarında vatansız kalanların, vatan yapma mücadelesi içinde geçirdiğimiz şu günler, acı olduğu kadar da yücedir.”15

Direniş Örgütçüleri

Batı Anadolu’da, Albay Refet, Albay Bekir Sami, Albay Osman, Binbaşı İsmail Hakkı, Yüzbaşı Kemal, Teğmen Halit, Binbaşı Hüsnü, Teğmen Fikret, Teğmen Zeki (Doğan, sonra Hava Kuvvetleri Komutanı); Güney ve Güneydoğu Anadolu’da Binbaşı Kemal (Doğan, sonra Korgeneral), Yüzbaşı Ratip, Yüzbaşı Asaf (Kılıç Ali), Yüzbaşı Ali Sait, Yüzbaşı Ali Şefik (Özdemir), Yüzbaşı Kamil, Teğmen Sait, direniş örgütleyen subayların önde gelenleridir.16
Bunların oluşturduğu silahlı halk milisleri, işgal güçlerinin el koyduğu silah depolarına saldırdılar, el koydukları silahları Anadolu’ya gönderdiler. İşgalcilerin yol boylarındaki koruma garnizonlarına, “yabancı sermayenin önemli ekonomik, tecimsel ve akçalı (ticari ve mali) kurumlarına saldırılar düzenlediler”17 İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan subay ve erleri, bu saldırılarda “büyük kayıplar verdiler.”18
Ulusal direniş kısa sürede ülkenin hemen her yerine yayıldı. İşgal güçleri, özellikle Batı Anadolu, Adana, Maraş, Gaziantep ve Trakya’daki ulusal başkaldırıyı bir türlü bastıramadı.19 İşgalciler, yalnızca milis güçleriyle değil, adeta bir ulusla savaşmak zorunda kalmıştı.
Burhaniye-Edremit bölgesinde, yöre köylülerinden Mehmet Ağa ve Nazmi Ağa ile Kaymakam Köprülü Hamdi Bey; Soma-Kırkağaç-Bergama bölgesinde köylü Mehmet Emin Ağa ve Hulusi Ağa; Akhisar-Palamut-Kayışlar bölgesinde Dramalı Rıza Bey ve Osman Bey; Salihli-Alaşehir bölgesinde Pehlivan Ağa, Çerkez Ethem Bey; Tire-Ödemiş-Beydağ’da Tahir Bey, Halil Efe, Gökçen Efe; Aydın’da Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Ali Efe cepheyi tutan direniş önderleriydi.20
Kocaeli bölgesinde Yahya Kaptan, Hacı Necati ve Hafız Mustafa, Karadeniz kıyılarında İpsiz Recep, Topal Osman, Zonguldak’ta Yüzbaşı Cevat, Rıfat Bey ve Emin Bey çeteleri etkiliydiler. Zonguldak’ta çoğunluğunu maden işçilerinin oluşturduğu 5 bin savaşçı bulunuyordu.21 Adana-Gaziantep-Urfa-Maraş bölgesi; Şahin Bey, Özdemir Bey, Nuri Bey, Kılıç Ali Bey adındaki subaylarla, Yörük Selim, Sadi Ağa, Hüseyin Ağa ve Kara Yusuf’un emrindeki müfrezeler tarafından korunuyordu. Trakya’da Şeref Kaptan, Burhan Kaptan, Şakir Kaptan ve Enver Kaptan (Şapolyo) etkiliydiler.22 (Kaptan sözcüğü yörede yüzbaşı ya da başkan anlamında kullanılıyordu.)

Kadın ve Çocuklar

Milli Direniş’e, çeteler kurarak ya da kurulmuş çetelere girerek, kadınlar, hatta çocuklar da katıldı. Kadın önderler, kimi zaman erkekleri de içlerine alarak kurdukları milis güçleriyle, ‘erkeklerden aşağı kalmayan’ bir dirençle savaştılar, birliklerini yönettiler. İzmit ve çevresinde Fatma Seher, Gördes’te Makbule Hanım, Mudurnu’da Fatma Kadın, Aydın’da Ayşe Hanım, Adana’da Tayyar Ramiye Hanım, Osmaniye’de Rahime Hanım, Gaziantep’te Yirik Fatma Hanım; çetesi olan kadın savaşçılardan bazılarıydı.23
Kadınların ve çocukluktan henüz çıkmamış gençlerin düşmanla çatışmaya girmesi, üstelik büyük bir atılganlıkla savaşması, toplumu derinden etkiliyor, çekimser yetişkinleri harekete geçirerek direnişe katılmalarını sağlıyordu.
Örneğin, Osmaniye cephesinde çarpışan Rahime Hanım, savaşçılığıyla bölgede büyük üne ulaşmış ve halkın gözünde bir destan kahramanı olmuştu. Vurulduğunda, vücudunda sayısız mermi yarası vardı. Yörenin milis güçleri, “Rahime Hanım’ın kefenini bayrak yaptılar”24 ve direngenlik kazanarak düşmana büyük zarar verdiler. Rahime Hanım’ın şehit olmasından kısa bir süre sonra, Dörtyol’da Yusuf adında çok genç bir köylü, yeni bir kahraman olarak sivrildi. Halk, “Fransızlar için kabus haline gelen” bu gence, Yusuf Paşa adını verdi ve ona gerçek bir paşa gibi saygı gösterdi.25

Silahlanma

Milis güçleri, silah ve donanımlarının büyük çoğunluğunu, düşman birliklerinden ele geçirme yoluyla kendileri karşılıyordu. Köylüler silah satın alırken, çeteler silah gereksinimlerinin büyük bölümünü, “düşmanın savaş ağırlıklarına” el koyarak, “silah depolarını basarak” sağlıyorlardı. Bu işe girişenler öyle korkusuz ve atılgandı ki, işgal güçleri ne önlem alırsa alsın ellerindeki silahları koruyamıyordu.
İyi düşünülmüş ve ustalıkla uygulanan silah deposu baskınları, kısa bir süre içinde İstanbul’dan Erzurum’a, Antep’ten Çanakkale’ye ülkenin her yanına yayıldı ve kurtuluşa dek sürdü.
Milli mücadele içindeki, silah edinme ve edinilmiş silahları cepheye taşıma eylemlerinin her biri, başlıbaşına birer kahramanlık öyküsüdür; benzeri herhalde pek yoktur.

Denetimin Önemi

Mustafa Kemal gerilla “erlerinin” karar verme ve girişimgücü yeteneğine önem verirken; bunun merkezden kopuk, başına buyruk davranışlara yol açmaması gerektiğini söyler; ortaya çıkacak böylesi bir durumun çok sakıncalı sonuçlar doğuracağını açıklar. “Astların bağımsız hareketleri, keyfi hareket halini almamalıdır. Savaşta başarının esası olan bağımsız faaliyet, gerekli sınırlar içinde kalmasını” bilen çalışmalardır, der ve şunları ekler: “Bir ordunun parçalarından her birinin, her işi ayrı ayrı düşünme ve kendiliğinden harekete geçme derecesi aşırıya kaçarsa, ciddi olarak endişe etmek gerekir. Olumlu sonuç veren kendiliğinden harekete geçme yeteneği, ne kadar istenir ve takdir edilirse, genel amaca uymadığı durumlarda da o kadar eleştirilmelidir.”26
Mustafa Kemal, ulusal direnişi başarıya ulaştırmak için, düzenli ordunun bir an önce kurularak cephe savaşına geçilmesi gerektiğini biliyordu. Gerilla savaşı, ne denli başarılı yürütülürse yürütülsün; ulusal direniş, düzenli orduyla başarıya ulaştırılabilirdi. Küçük müfrezeler, ordusuz dönemlerde yararlıydı ancak iyi yönetilemezse savaşıma yarardan çok zarar verebilirdi. Nitekim Batı Anadolu ve Karadeniz’de, milliciliği kullanan başıbozuk girişimler, denetimsiz para toplama ya da kuralsız cezalandırma olayları yaşanmış, halk rahatsız edilmişti. Başlangıçta yararlı işler yapan Çerkez Ethem, kendinde büyük güçler görerek söz dinlemez duruma gelmiş, sonunda Yunanlılar’a sığınmıştı.
Kuvayı Milliye birimleri, gönderilen subaylar aracılığıyla denetim altına alındı ve merkeze bağlanarak bütünlüğü olan ulusal bir örgüt durumuna getirildi. Erzurum’a gelene dek, ilişki kurduğu tüm komutanlardan, milli örgütlerin desteklenmesini, yoksa kurulmasını ancak kesinlikle denetlenmesini istiyordu.

Gerilla Tüzüğü

Sivas’ta, gerilla savaşımı yürütecek Milli Kuvvetler’in; kuruluş, çalışma ve merkezle ilişkilerini düzenleyen yarı-gizli bir tüzük hazırladı ve Kongre’ye onaylattı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Teşkilat Nizamnamesi’ne eklenen bu tüzükte; “İstiklalin korunması için kurulmuş olan Milli Kuvvetlerin”, “her türlü mücadele ve tecavüzden masun” olduğu, “milli örgütle ordu arasındaki işbirliğini” Heyeti Temsiliye’nin kuracağı söyleniyor ve “milli müfrezeler; Askere Alma Dairesinin subayları ve mıntıka komutanlarının yardımıyla, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Yönetim Kurulları ve merkez heyetleri tarafından kurulur” deniyordu.27
Tüzüğün 5 ve 6.başlamları (maddeleri) şöyleydi: “Milli müfrezeler sabit ve gezici olmak üzere iki türlüdür... Ordunun harekatını kolaylaştırmak amacıyla gezici müfrezeler kurulur. Eşkiya saldırılarından ve İslam olmayan unsurların ihtilal ve saldırılarından kasaba ve köyleri korumak için mahalle, köy ve mıntıkalarda sabit müfrezeler meydana getirilir. Gezici müfrezeler, silah altında olanların dışında, bütün milletin eli silah tutan gençlerinden kurulur. Bir tehlike anında, yapılacak davet üzerine, orduda savaşacak olanlar orduya katılır. Kalan kuvvet, yerel tehlikelere karşı durur, bunlara gerektiğinde makineli tüfek ve top dahi verilir. Komutanları disiplin kurabilen yetenekli müfrezeler, haydut kuvveti olmayıp vatanın ve milletin selametine kendini adamış, azla yetinen dirençli kimselerden kurulmalıdır. Müfrezelerin teşkili, emir ve kumandası aynı askeri manga, takım ve bölük gibidir. Ödüllendirilmeler ve cezalandırılmalar tıpkı askerlikte olduğu gibi olur.”28

Gerilladan Düzenli Orduya

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1921 başında, milis müfrezeleri’ne dayanan Kuvayı Milliye döneminin sona erdiğini açıkladı. Bir üst aşamaya ulaşmış olan ulusal savaşım, artık düzenli orduyla sürdürülecek ve cephe savaşına geçilecekti. Bu karar, gerilla yöntemlerinin kullanıldığı ordunun oluşum döneminin tamamlandığını ve askeri stratejinin yeni duruma göre değiştirildiğini gösteriyordu.29
Cephe savaşına geçildi ancak milis müfrezeleri tümüyle ortadan kaldırılmadı; kimi yörelerde yenileri kurularak varlıklarını sürdürdüler. Ancak bu kez, tümüyle orduya bağlandılar ve “cephe savaşlarının bir yan kuvveti olarak görev üstlendiler.” Demirci Akıncıları adı verilen birlikler, bu tür örgütlerden biriydi ve zaferin kazanıldığı 1922 Eylülüne dek varlığını sürdürdü.30
Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem tarafından TBMM adına kurulan Demirci Müfrezeleri silahlı çatışma yanında “Düşmana karşı yoğun bir psikolojik savaş” yürüttü. Dağıttığı bildirilerle, köy ve kasabalarda halka güven ve bilgi verdi; kamuoyu oluşturmadaki başarılarıyla, halkın direncini canlı tuttu.

“Demirci Müfrezeleri”

Demirci Müfrezeleri için hazırlanan yönetmelik, Türk gerilla savaşımının özelliklerini ortaya koyan, müfrezelerin görev ve yetki alanlarını belirleyen özgün belgelerdir. Yirmi yedi başlamdan oluşan yönetmeliğin ilk on iki başlamı genel kuralları, diğerleri ise savaşın amaç ve yöntemini açıklar. İlk bölümde şunlar yazılıdır: “Akıncı müfrezeleri 25-30 kişiden oluşur. Bölgeye göre, piyade ya da süvari olabilirler. Akıncıların başlarında fes ve sarık değil, kalpak ya da başlık bulunur. Her manga, dört er ve bir çavuştan, her takım iki manga ve bir çavuştan, bir müfreze iki takımdan oluşur, bunlara bir karargah mangası eklenir. Her müfreze gizli olmalı ve elemanları, yalnızca düşmana saldırı ya da baskın yapılacağı zaman müfrezeye katılmalı, bunun dışında evinde ya da işinde bulunmalıdır... Eylem halindeki müfrezenin beslenmesi, konuk etme biçiminde yöre halkınca karşılanacak olsa da, hiçbir zaman yemek ve yatak için beğenmemezlik gibi uygunsuzluklar yapılamaz. Müfreze, yaz ise kesinlikle köylerde ev içinde yatamaz. Kışın soğuk nedeniyle yatmak zorunda kalırsa, çok dikkatli olur. Önce cami civarında toplanır. Müfreze komutanı, muhtarı ve azaları çağırır. Kaç kişi yatacak ise o kadar yer için heyete o rica eder. Rica, uygun bir yumuşaklıkla (mülayemetle) söylenir... Yer bulunamazsa ısrar edilmez, hava çok bozuksa camide kalınır... Hiçbir neden ve bahane ile bir şahıstan, köy ve kasabadan para istenmez. Yalnızca yardım yapılmak istenirse, kabul edilir. Yardım yapanların isim ve yapılan yardımın miktarı, teşekkür edilmek üzere merkeze bildirilir.”31
Görevler başlığı altında toplanan on beş başlamda, savaşa yönelik şu kurallar getirilir: “Akıncı müfrezelerinin görevi herşeyden önce; demiryolu köprülerini tahrip etmek, telgraf ve telefon tellerini keserek düşmanın haberleşmesini bozmak, nakliye ve posta kollarına saldırmak, düşman karakollarını basmak, düşman askerine pusu kurmak, Müslüman halka zulüm yapılmasına karşı çıkmak ve halka güleryüz ve ağır başlılıkla yaklaşarak onların sevgi ve dostluklarını kazanmaktır... Akıncılar, halk arasındaki çekişmelere, alacak verecek, tarla, karı koca gürültülerine kesinlikle karışmaz... Akıncı müfrezeleri kendi bölgesinde düşman hareketi görürse, hemen kuryeler, postalar aracılığıyla ve köyden köye ileterek, diğer müfrezelere haber verir... Müfrezeler; halkın kasabalarda Hıristiyanlarla alış veriş yapmaması için gereken öğütlerde bulunmalı, milletin kanını emen vurguncuların köylüleri dolandırmasına izin vermemeli ve halkın malını pazarda serbestçe satmasını sağlamalıdır. Müfreze erleri, halkın adetlerine ve din emirlerine uymayı unutmamalı, dinine sadık olmayan, manevi değerleri bozuk askerlerin, zafere ulaşmalarının zor olduğu bilinmelidir... Düşmanın müfrezelere yazdığı mektuplar bana gönderilecektir... Bir olay olursa hemen, olmazsa her hafta rapor verilecektir.”32

 

DİPNOTLAR

1     “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Ve Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” S.Borak, Kaynak Yay., 2.Bas., İstanbul-1997, sf.335
2     a.g.e. sf.332
3     a.g.e. sf. 335-336 ve “Atatürk’ün Bütün Eserleri”, 6.Cilt, Kaynak Yay., İstanbul-2001, sf. 225-226
4     “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları-1899-1919” S.Borak, Kay. Yay., 2.Bas. 1988, sf.40
5     “Atatürk ve Gerilla Savaşı” O.B.Kuruca, Teori Dergisi, Ağustos-2004, S.175, sf.25
6     “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof. U.Kocatürk, T. İş Ban. Yay., sf.17
7     “Atatürk’ün Bütün Eserleri”, I.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2001, sf.171
8     a.g.e. sf.171
9     a.g.e. sf.171
10   “Kurtuluş Savaşı’nda Türk Milliyetçileri”, B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-1999, sf.80
11   “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.169
12  “Milli Mücadele Hatıraları” A.F. Cebesoy, Temel Yay., 2000, sf.226
13   “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst. Mat., 1974, sf.1247
14   a.g.e. sf.1242
15   a.g.e. sf.1242
16   “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.160-173
17   “Ulusal Sorunlarla İlgili Halk Komiserliğinin Türkiye’deki Olaylar Konusundaki Görüşleri” J.Natsionalnostey, 1919; ak. A.M. Şamsutdinov, "Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923”, sf.125
18  a.g.e. sf.125
19  “Milli Mücadele Hatıraları” A.F.Cebesoy, sf.176; ak. a.g.e. sf.125
20  “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923”, A.M. Şamsutdinov, Doğan Kitapçılık, İstanbul-1999, sf.126
21  “Kuvayı Milliye Tarihi” E.B.Şapolyo, sf.136; ak. A.M. Şamsutdinov ”Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923”,  sf.126
22  a.g.e. sf.127
23  “Kurtuluş Savaşında Kadın Askerlerimiz”, Fevziye Abdullah Tansel, Cumhuriyet Kitapları, Aydınlanma Dizisi, No:190, sf.11-75
24  “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, II.Cilt, Remzi Kit., 8.Bas., 1981, sf.160-173
25  a.g.e. sf.178
26  “Atatürk’ün Bütün Eserleri”, I.Cilt, Kaynak Yay., İst.-2001, sf.171
27  “Belgelerle Türk Tarih Dergisi” Eylül 2001, Sayı 56, sf.21; ak. Osman B.Kuruca Teori Der., Ağustos 2004, Sayı 175, sf.31
28  a.g.e. sf.31
29   “Atatürk ve Gerilla Savaşı” O.B.Kuruca, Teori Der., Ağustos-2004, S:175, sf.40
30  a.g.e. sf.40
31  “Demirci Akıncıları” Yeni İst.Kül.Yay., 1970, sf.77-78; ak. O.B.Kuruca, a.g.d. sf.40-41
32   a.g.d. sf.41-42

1 yorum:

  1. Yüreğinize sağlık Metin Aydoğan öğretmenim.Ne kadar duygulandım anlatamam.çok yaşayın.

    YanıtlaSil