23 Ağustos 13 Eylül arasında 22 gün 22 gece süren ‘Sakarya
Meydan Savaşı’, bir gün farkla dünyanın en uzun meydan savaşıdır. Kurtuluş
Savaşı’nın dönüm noktasını oluşturan bu savaş, yoksul bir ulusun birliğini
sağladığında neleri yapabileceğini gösteren evrensel boyutlu bir olaydır. Sakarya
Savaşı’nda askerler üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde
yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Beslenmesi
yetersizdir. Açlığını gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. ‘Askeri
otlatmaya çıkardım’ sözcüğü, subayların günlük emirleri içine girmiştir. Ön
safta çarpışan subayların yüzde sekseni, erlerin yüzde altmışı şehit olmuştur.
Eskişehir
ve Kütahya savaşları sonunda Yunanlılar, strateji ve taktik bakımından başarı
sağlamış görünüyordu. Kral Constantine, ‘Türklerin işini bitirdik’ diye
açıklamalar yapıyor, Yunanistan’da şenlikler düzenleniyordu. Ancak önlerinde,
kutlanacak bir yengiyle sonuçlanması çok zor bir savaş vardı. Türk Ordusu’nun ne
tümünü ne de bir parçasını yok edebilmişlerdi. Koskoca ordu çabucak gözden
kaybolmuş Anadolu yaylasının uzun ve yorucu yollarında ülkenin canevine, Ankara’ya
doğru çekilmişti.
Meclis’te,
geri çekilmenin yarattığı bir hoşnutsuzluk vardı. Kimi milletvekilleri, onun
Başkomutanlığı üzerine almasını ve savaşı cepheden yönetmesini istiyordu. Hem
kendine yakın olanlar, hem de eleştirenler aynı kanıdaydı. Milletvekillerinin
tam desteğini alarak Başkomutanlığı kabul etti. Ancak, Meclis’in sahip olduğu
yetkinin tümünü, ‘üç aylık geçici bir süre için’ üzerine almak ve
kullanmak istedi ve önerisi, kimi karşı çıkışlara karşın kabul edildi. Vereceği
buyruklar, artık yasa sayılacaktı. Bir meclis, hiçbir zorlama altında kalmadan,
kendi özgür iradesiyle, üstelik oybirliğiyle, yetkisini tek bir kişiye
devrediyordu.
Yunan
Ordusu, 23 Ağustos 1921 günü sabaha karşı saldırıya geçti. Constantine,
savaş parolasını ‘Ankaraya’ diye belirlemiş ve İngiliz istihbarat
subaylarını daha şimdiden, Mustafa Kemal’in
şehrinde, Ankara’da, zafer yemeğine çağırmıştı. Atina basınında, Büyük İskender’in ‘Doğu seferinden’ söz eden yazılar çıkıyordu. Constantine,
Helen ordusuyla birlikte, onun 2300 yıl önce yaptığını 20. yüzyıl’da yapacak, bir
kez daha Gordion düğümünü keserek Asya’da yeni bir imparatorluk
kuracaktı. Gelişkin silahlarına, mükemmel donanımına ve arkasındaki büyük güce,
İngiltere’ye güveniyordu.
Mustafa
Kemal ise; sayısı az, donanımı eksik ve esas gücünü inanç ve
kararlılığın oluşturduğu yoksul ordusuyla, düşmanını bekliyordu.
Karargah olarak kullandığı bina, Alagöz Köyü’nde Ali Çavuş adlı köylüye
ait, yarım kalmış kerpiç bir evdi.
Kara
giysili Karadenizli koruyucularını bile cepheye sürmüştü. Rütbelerini Erzurum’da
çıkardığı ve Meclis de kendisine resmi bir rütbe vermediği için sırtında bir er
üniforması vardı. Kaburgasındaki kırık akciğeri için sakıncalı olmasına karşın,
göğsünü sargılatmış cepheden ayrılmıyordu. Savaşı, geceli gündüzlü hiç ara
vermeden bizzat yönetti ve 22 gün boyunca hiçbir gece düzenli uyumadı.
Sakarya
Savaşı, 100 kilometrelik bir cephe üzerinde sıradışı bir şiddetle sürdürülen sözcüğün
gerçek anlamıyla tam bir meydan savaşıydı. Yunanlar, Türklere karşı duydukları
kinle ve varsıl bir ülkeyi ele geçirmek için; Türklerse yüzyıllarca uyruk yapıp
içlerinde yaşattıkları Rum ihanetine duydukları öfkeyle, vatanlarını savunmak
için savaşıyordu.
Yunan
Ordusu’nun önemli bir bölümünü oluşturan Osmanlı uyruğu yerli Rumlar, savaşı
yitirdiklerinde vatan haini sayılacaklarını ve Helen İmparatorluğu kurmak
yerine, varsıllıklarını borçlu oldukları Anadolu’yu tümden yitireceklerini
biliyordu. Bu nedenle, büyük bir dirençle savaşıyorlardı.
Sakarya
Savaşı önemliydi ancak onun için yitirilse bile son değildi. Mücadele, her
koşul altında, yeni yöntem ve araçlarla sürdürülecek, düşman tümüyle yok
edilinceye dek savaşılacaktı. ‘Her parça toprak, üzerine basılan her yer
savunulacaktır’ diyordu.
Ordusuna
verdiği ve savaş tarihinde örneği olmayan kesin emir şuydu: “Hatt-ı müdafaa
yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış
toprağı yurttaş kanıyla ıslanmadıkça terkedilemez”.
Mustafa
Kemal Sakarya Savaşı’nı subay savaşı olarak tanımlar.
Yengiden altı gün sonra, 19 Eylül 1921’de, Meclis’te yaptığı uzun konuşmanın
sonunda, “subaylarımızın kahramanlığı hakkında söyleyecek söz bulamam.
Ancak, doğru ifade edebilmek için diyebilirim ki, bu savaş bir subay savaşı
olmuştur” diyecektir.
Sakarya
Savaşı’na ön safta katılan subayların yüzde 80’i, erlerin yüzde 60’ı şehit oldu.
42.Alay’ın bütün rütbeli subayları şehit olduğu için Alay’ın komutasını bir
yedek subay üstlenmişti. 4.Tümen’in hücum taburunda yalnızca bir subay kalmıştı.
Yalnızca Çal Dağı çarpışmalarındaki süngü savaşında; 3 alay komutanı, 5 tabur komutanı,
82 subay ve 900 er şehit olmuştu. Karadağ tepesini almak için, yarım tümen
şehit verilmişti.
Sakarya Meydan Savaşı 13 Eylül’de sona erdiğinde, birkaç
gün içinde Ankara’ya gireceği söylenen Yunan Ordusu çökertilmişti. Bitkin
durumda, Anadolu yaylasının başlangıcındaki harekat noktalarına doğru tersyüzü geri
çekiliyor, çekilirken geçtikleri her yeri yakıp yıkıyordu.
Ankara
kurtarılmış, parlak bir zafer kazanılmıştı. Türkiye coşku, dünya şaşkınlık
içinde, Sakarya’daki Türk başarısını konuşuyordu. Ezilen uluslar, Türk halkına
duyduğu yakınlığı Ankara’ya gönderdikleri kutlama telgraflarıyla gösteriyordu.
Rusya ve Afganistan’dan, Hindistan ve Güney Amerika’dan, hatta Fransa ve
İtalya’dan bile kutlama geliyordu.
Sakarya
Meydan Savaşı, içte ve dışta önemli gelişmelere yol açtı; Mustafa Kemal’in gücünü ve saygınlığını arttırdı. Büyük Millet
Meclisi O’na, 19 Eylül’de ‘Gazi’ ünvanıyla
Türk askeri rütbelerinin en yükseği olan
Mareşal rütbesini verdi.
Sakarya’dan
30 gün sonra, 13 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği’nin aracılığıyla artık birer
sosyalist cumhuriyet durumuna gelen Kafkasya Devletleri; Azerbeycan, Ermenistan
ve Gürcistanla, Kars Anlaşması
imzalandı. Hemen bir hafta sonra 20 Ekim 1921’de Fransa’yla Ankara Anlaşması, 3 gün sonra 23 Ekim’de
İngiltere’yle Tutsak Değişim
anlaşması yapıldı. Bu anlaşmalarla Ankara, savaş galibi emperyalist ülkeler
tarafından tanınmış oldu. 2 Ocak 1922’de Ukrayna Halk Cumhuriyeti ile Dostluk Anlaşması imzalandı. İtilaf Devletleri
22 Mart 1922’de Ankara’ya mütareke önerisinde bulundu.
Ne mutlu bizlere ki Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dünya liderimiz var.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil😔
SilNe yazık ki; yıllar sonra bile O'nu hala anlayıp hayatta tutmuş değiliz. 😔 Sadece anıyor ve anlatıyoruz.
YanıtlaSil👏👏👏👏👏👏teşekkürler
YanıtlaSil