MHP, adını 9 Şubat 1969’da Adana’da yapılan CKMP Kurultayında aldı. 12
Eylül darbesinin kapattığı bu parti, 24 Ocak 1993’de yeniden bu adı aldı. MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla
partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti
çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün
medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır. Yıllarca savunduğu Türk
milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede tehlikelerle dolu bir dönem
yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi
olağan dışı bir edilgenlikle yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren
kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve
zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi
sayılmaktadır. AKP’nin yedek gücü haline gelen MHP bugünkü yapısıyla Türk
ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti
olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.
İlk Dönem ve Dokuzışık
MHP’nin ortaya çıkışı, yeni bir parti olarak kurulmayla
değil, Alparslan Türkeş’in arkadaşlarıyla birlikte, başka bir partinin
yönetimine gelmesiyle başlar. Türkeş’in ele geçirdiği bu parti, Osman
Bölükbaşı’nın uzun yıllar genel başkanlığını yaptığı Cumhuriyetçi Köylü
Millet Partisi’dir (CKMP).
CKMP’nin eylem ve ideolojisine her zaman Genel Başkan Alparslan
Türkeş yön verdi. Türkeş
1965’de, daha sonra niteliği önemli oranda değişerek kitaplaştırılan Dokuz
Işık İlkesi adlı bir broşür çıkardı. CKMP’nin programına temel oluşturan bu
broşürde; Milliyetçilik, Ülkücülük, Ahlakçılık, İlimcilik,
Toplumculuk, Köycülük, Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik,
Girişimcilik, Endüstri ve Teknikçilik başlıklarıyla
partinin temel görüşleri ortaya konuyordu.
Dokuzışık İlkesi temel alınarak
hazırlanan parti programında, “Kemalizmin partiye yol gösterdiği”
açıklanıyor, CKMP’nin “Milliyetçi, demokratik, laik ve yasalara saygılı”
bir parti olduğu söyleniyordu. “Özgürlük, milliyetçilik, ahlakçılık,
toplumculuk, gelişme ve halkçılık, köycülük ve sanayileşme” partinin temel
ilkeleriydi. İlkeleri açıklayan bölümlerde “milliyetçilik” ilkesine özel
vurgu yapılıyor ve şunlar söyleniyordu: “Türk milliyetçiliği
anti-emperyalist, barışçı, özgürlükçü ve demokratik bir görüştür. Bu nitelikler
Türk tarihinden, Türk halkından ve Atatürk’ün düşüncelerinden alınmıştır”.1
Adana
Kongresi: Türkçülükten İslamcılığa
1965 yılında kabul edilen program, 1969’a dek, parti
eylemine yön veren belge olarak önemini korudu. Ancak, 1969 Adana Kongresi’nde
alınan kararlarla, yeni bir yöneliş içine girildi ve parti politikası önemli
oranda değiştirildi. Yeni yönelişle; milliyetçilik, Türkçülük, laiklik,
devletçilik gibi temel konularda, içeriğe yönelik anlayış değişikliği
yaşanıyor ve Atatürkçülük artık anılmıyordu. Türkçülüğün yerini
önemli oranda İslamcılık alıyor, etnik yapıyla dini inancı birbirine
karıştıran Türk İslam Sentezi gibi bilimselliği olmayan ve Türk etnik
kimliğiyle çelişen yeni bir kavram getiriliyordu.
Adana Kongresi’nde Partinin adı, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak değiştirildi. Amblem, Osmanlı’nın üç hilalli bayrağı oldu. “Tanrı
Türkü korusun” sloganının yerine, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı
kadar Müslümanız” sloganı getirildi. Bu tür sloganlar daha sonra “Kanımız
aksa da zafer İslam’ın”, “Çağrımız İslam’da dirilişedir” ve “Ya
Allah bismillah Allah-ü ekber” biçimini aldı.2
Değişiklikler, doğal olarak sancısız olmadı. Nihal
Atsız başta olmak üzere birçok eski Türkçü, değişime tepki gösterdi
ve partiden ayrıldı.3 Ancak, tepki ve ayrılmalar sonucu değiştirmedi
ve MHP giderek artan biçimde “İslamcı” yanı ağır basan bir parti
durumuna geldi.
Türkeş’in
Değişimi
Alparslan Türkeş, 1961 yılında
Cumhuriyet gazetesinden Cevat Fehmi Başkurt’la yaptığı görüşmede şunları
söylemişti: “Atatürk devrimleri yerinde saymadı, aksine geriledi. Din,
kıyafet ve en önemlisi anlayış olarak geriledi... Son zamanlarda Anadolu’yu hiç
dolaştınız mı? Çarşafın nasıl kapkara bir yangın halinde bütün yurdu sardığını
gördünüz mü? Gerileme yalnız bu alanlarda olmadı. Örneğin Türkçecilikte oldu.
Türkçecilik Atatürk’ün bu millete en yararlı armağanlarından biriydi. İhaneti
önce, ezanı Arapça okutmakla başlattılar... Türk camilerinde Türkçe Kuran
okunur, Arapça değil”.4
Ülkücü kesimden Hakkı Öznur, Ülkücü Hareket
adlı yapıtında, Dündar Taşer ve Ahmet Er gibi “milli-İslami
hassasiyetleri olan kişiler”in, “Türkeş’i de yönlendirerek”, CKMP’yi “Kemalist
yapıdan milli ve manevi ağırlıklı bir siyasi çizgiye” getirdiğini söyler.
Bu savın doğruluk payı yüksektir. Çünkü Alparslan Türkeş, 1969 Adana
Kongresi’nde yaptığı konuşmada, eski düşüncelerini değil, Ahmet Er’in
bir yıl önce açıkladığı ve “üçüncü yol” adını verdiği görüşleri
yansıtmıştı. Ahmet Er, 1968’deki İstanbul İl Kongresi’nde şunları
söylemişti: “İslam, kişi ve toplum hayatında olduğu gibi, dünya ve kainatta
da dengeyi hedef almaktadır. İslam bir ideoloji değil, bir hayat nizamıdır.
Kaynağı İslam ve hak olmayan bir hareket başarıya ulaşamaz. Bizim milli
hareketimizin kaynağı ve anlayışı da Kuran ve sünnete dayanmaktadır”.5
Ahmet Er’in dile getirdiği
görüşlerle, o dönemde ve daha sonra Washington’dan yapılan açıklamalar ve
Türkiye’ye önerilen politikalar arasında büyük benzerlikler vardı. Temelinde Atatürk’e
karşıtlığa dayanan “ılımlı İslam” anlayışının bulunduğu bu politika,
bugün artık toplumsal yaşamın hemen her alanını etkisi altına almıştır. CIA
Ortadoğu Direktörü ve ABD Ulusal İstihbarat Konseyi Başkanı Graham Fuller’ın
yaptığı şu değerlendirmeyle, Ahmet Er’in sözleri arasında büyük bir benzerlik
vardır: “Kemalizm bitti. Dünyadaki bütün liderler gibi o da sonsuza dek
yaşayacak ürün veremedi. Oysa İncil ve Kuran hala veriyor. Bu nedenle, kendisine
entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını
yeniden düşünmelidir”.6
Kimi ülkücü yazar, 1969’daki değişimin ideolojik
kaynağının, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ve Anadoluculuk
Akımı adı verilen düşünsel devinim olduğunu söyler. Bu yargı yanlış değil,
eksiktir. 1969 değişimine yön veren temel etmen yerel düşünsel akımlar değil,
küresel politikaların Türkiye’ye yaptığı etkidir. “İslamcı” görüşlere
dayanan Anadoluculuk Akımı, yapılmak istenen politik değişime uygun
düştüğü için ideolojik bir araç durumuna getirilmiştir.
Nurettin Topçu, Anadoluculuk
Akımı’nın önemli isimlerinden biridir. Topçu, ülkücü yazar Hakkı
Öznur’a göre; ‘İslamın sınırları ve ölçüleri içinde, İslam’a mecz olmuş
(bağlanmış, erimiş, içine çekilmiş) bir Türk milliyetçiliği anlayışını
ortaya koyan’ düşünce adamıdır.7 Nurettin Topçu, Hareket
dergisinde şunları yazar: “İslam’la mecz olmuş Anadolu milliyetçiliğinin baş
düşmanı Kemalizmdir. Altıok milliyetçiliği; kaba, bozuk, maddeci bir realizmdir.
Halkçılığı gerçekte halka düşmanlıktır. Köycülüğü, köylünün üzerinde kurduğu
saltanattır. Devrimciliği ilkesizliktir. Laikliği ise din düşmanlığıdır”.
12
Eylül ve MHP
Milliyetçi Hareket Partisi,
12 Eylül’den sonra tüm partilerle birlikte kapatıldı (16 Ekim 1981) ve
mallarına el kondu. Alparslan Türkeş başta olmak üzere parti
yöneticileri tutuklandı; binlerce parti üyesi gözaltına alındı, işkence gördü;
Türk Ceza Yasası’nın ‘149 ve 146. maddelerindeki cürümleri işlemek’ suçundan
dava açıldı ve Türkeş 11 yıl hapse mahkum oldu. Beş kişiye idam, dokuz
kişiye ömür boyu, iki yüz yirmi bir kişiye de 10 ayla 36 yıl arasında çeşitli
hapis cezaları verildi. Karar, Yargıtay Birinci Ceza Dairesince onaylandı
(1995).8
Yıllarca devleti savunmuş olan MHP, devlet tarafından,
üstelik ağır biçimde cezalandırılmıştı. Bu durum, MHP’liler için hapisten daha
ağır bir cezaydı. Yönetici ve üyeler, hiç hak etmedikleri bir davranışla
karşılaştıklarına inanıyor ve kullanılmışlığın ezikliğini yaşıyordu. Uzun
yıllar savaşmışlar, acı çekmişler, buna karşın ceza evlerine doldurulmuşlardı.
Sıkıyönetim iddianamesinde şöyle suçlanmışlardı: “Anayasal
düzenin Cumhuriyetçilik ve demokrasi ilkelerine aykırı olarak, devletin tek
kişi tarafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine zor yoluyla
kalkışmak, Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlandırarak toplu kıyıma
yönlendirmek, toplu kıyıma neden olmak, bu cürümlere katılmak, TCK’nın 149 ve
146. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı örgüt oluşturmak”.9
12 Eylül’ün, kendilerini “Komünizm tehlikesine karşı
devleti koruma” gibi bir özgörevle (misyon) tanımlayan MHP’yi mahkum
etmesi, tabanda yaygın bir kimlik bunalımına yol açtı. Parti yönetimine
güvenerek ülke yararına olduğuna inandığı ağır bir savaşım içine giren üyeler,
özellikle genç olanlar, büyük bir düş kırıklığı yaşayarak siyasetten
çekildiler.
Alparslan Türkeş ve parti
yöneticileri, mahkemedeki savunmalarında kendilerini, “düşüncesi iktidarda,
kendisi zindanda bir kadro”10
olarak tanımlıyordu. “Komünizmi ezmek” adına, politik malzeme olarak
kullanılmışlar, yıprandıkları anda da bir kenara konmuşlardı. Başını ABD’nin
çektiği küresel merkezler, Türkiye’de artık, başka amaçlar için başka güçlerle
çalışacaktı. Tabanında milliyetçilerin bulunduğu MHP’nin, bu çalışma içinde
şimdilik yeri yoktu.
Bugünkü MHP
MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla
partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti
çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün
medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır.
Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği saldırı
altındayken, ülkede çekincelerle (tehlikelerle) dolu bir dönem yaşanırken,
parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi olağan dışı
bir edilgenlikle (pasiflikle) yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren
kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve
zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi
sayılmaktadır.
MHP bugünkü konumuyla AKP’nin yürüttüğü politikaya kritik
dönemlerde yaptığı katkıyla dikkat çekmektedir. CHP, R.Tayip Erdoğan’ın
milletvekili olmasının yolunu açarken; MHP 2002 erken seçim kararının
alınmasına ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine olanak sağlamıştır.
Yönetime geldiğinde, Kemal Derviş’in programını uygulamıştır. Bugün, AKP’nin
yan kuruluşu gibi davranmaktadır.
MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine
yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan çok uzaktır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması
kaçınılmazdır.
DİPNOTLAR
1 “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur,
Akik – 1996, sf.148, 149
2 “Ülkücü hareket – I”, Hakkı Öznur,
Akik – 1996, sf.156 ve 227
3 “Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi” İletişim Yay., 8.Cilt,
sf.2115
4 “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur,
Akik – 1996, sf.147
5 a.g.e.
sf.154
6 “12 Eylül’de İrtica”, Prof.Dr.Çetin
Yetkin, Ümit Yay., Ank.– 1994, sf.43
7 “Ülkücü Hareket – I”, Hakkı Öznur,
Akik – 1996, sf.106
8 “Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi” İletişim Yay., 15.C.,
sf.1276
9 Büyük Larousse, Gelişim yayınları,
13.Cilt, sf.8185
10 “Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi” İletişim Yay., 15.C.,
sf.1276
GERÇEK BİR KREDİ ŞİRKETİNDEN KREDİMİ NASIL ALDIM.
YanıtlaSilÇevrimiçi birçok sahte kredi verenin bir aldatmaca kurbanı oldum, yaratıcıma o kadar çok teşekkür ediyorum ki, nihayet bana bu yıl yüzüme bir gülümseme koyan bu yeni borç verene yönlendirerek beni gülümsedi ve ayrıca aldatmadı ancak aldatarak ya da yalan söylememekle birlikte, adı STEVE WILSON olan bu borç veren bana% 2 kredi verdi, bu miktar şirket şart ve koşullarını kabul ettiğimden sonra 350.000 dolarlık ABD doları ve bu kredi şirketi hakkında sevdiğim önemli bir şey çok hızlılar
Kredi veren ile iletişime geçebilirsiniz
EMAIL: stevewilsonloanfirm@gmail.com veya whatsapp: +16673078785