Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan 6
Mayıs 1972 günü idam edildi. 1968’den beri süren öldürmeler dönemi, en üst
noktaya taşınacak, anti-emperyalist gençliğin üç önderi, halka gözdağı vermek
için asılacaktı. Daha önce, 21 Mayıs 1971’de İbrahim Öztaş, İzmir’de sarıldığı evde öldürülmüştü. On gün sonra,
31 Mayıs’ta; Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özüdoğru Nurhak dağlarında; bir gün sonra da 31 Mayıs’ta,
Hüseyin Cevahir İstanbul’da Mahir Çayan’la sarıldıkları evde
öldürüldü. 19 Şubat 1972’de Ulaş
Bardakçı, 4 Mayıs 1972’de Niyazi
Yıldızhan sarıldıkları evde öldürüldü. 30 Mart 1972’de; Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin,
Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin
Kurt, Ömer Ayna, Saffet Alp Kızıldere’de katledildi. Resmi şiddet, yalnızca
örgüt önderlerine değil, üniversite gençliğinin tümüne yönelmişti. Öğrenciler
fakültelerinde teker teker değil; gruplar, hatta sınıflar halinde
tutuklanıyordu. Türkiye açık hapishane haline getirilmiş, o güne dek görülmemiş
bir insan avı başlatılmıştı. Sokaklar, aranan öğrencilerin resimli afişleriyle
donatılmış, ihbar edilmeleri isteniyordu. Binlerce öğrenci, sığınıp saklanacağı
yer arar hale gelmişti. ODTÜ’nde, gözaltıların çokluğu nedeniyle öğrenciler
stadyumda toplanmış, orada sorgulanıyordu.
1970, kitle eylemlerinin doruğa ulaştığı bir yıldı.
Türkiye, bu yıla dek bu denli yaygın ve yoğun, bu denli örgütlü bir toplumsal
dirençle karşılaşmamıştı. Üniversite gençliği ve işçiler başta olmak üzere
toplumun her kesimi, değişim ve gelişimi amaçlayan bir devingenlik içindeydi.
Devrimci Öğrenci hareketi, Mustafa Kemal
ve Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist niteliğini kavramış, savaşımını
yükseltiyordu. Bağımsızlık ve demokrasi istemi, siyasi bir güç haline gelerek
halk kitlelerine yayılıyordu. ABD ve yerli işbirlikçileri bu sürece sessiz
kalamazdı, kalmadı da. 12 Mart, 1971 günü verilen bir muhtırayla devreye
sokuldu.
Muhtıraya gerekçe oluşturacak kışkırtma girişimleri, kimi zaman devlet görevlilerinin de katılımıyla, üç yıldır sürdürülüyordu. Gençlere yönelen ve Vedat Demircioğlu’yla başlayan öldürme süreci; Mehmet Büyüksevinç, Battal Mehetoğlu, Mehmet Cantekin, Taylan Özgür, İlker Mansuroğlu, Turgut Aytaç, Duran Erdoğan, Atalay Savaş, Mehmet Doğankıran, Koray Aydın ile sürmüştü. Bu arada; Ruhi Kılıçkıran, Süleyman Özmen, Yusuf İmamoğlu, Dursun Özkuzu adlı ülkücü öğrenciler de art arda öldürülmüşlerdi.
Sinsi Plan
Gençliğe yönelen sinsi plan başarıyla uygulandı ve
öğrenci olayları birdenbire yön değiştirdi. Şiddetli ve sürekli silahlı bir
çatışma, ülkenin her yerine yayıldı. Kim olduğu, nereden geldiği, kime bağlı olduğu
belirsiz silahlı kişiler; gençlere saldırıyordu. Keskin sözlerle çatışmayı öne
çıkaran kişiler gençlik içinde etkin konuma geliyor, saldırıya dayalı siyaset
geçerli yöntem oluyordu. Akademik-demokratik istemler ortadan kalkmış, halkın
kaygıyla izlediği kanlı bir çatışma yayılmıştı.
Bu ortamda, gençliğin halktan koparak yalnız kalmaması olası değildi. Halktan koptukça ezilip örselendiler, tutuklandılar ve ard arda öldürüldüler. Halkın, çatışmaların bitmesi için her şeyi kabullenir duruma gelmesi kaçınılmazdı. Amaç da buydu zaten. Çatışmalarla, hem ülkenin genç aydınları yok ediliyor hem de toplum, önlem adına her türlü müdahaleye razı duruma getiriliyordu. Bir taşla birden çok kuş vuruluyordu. Aynı yöntem, 12 Eylül’de daha kapsamlı olarak uygulanacaktır.
Devlet ve CIA’nın Rolü
12 Mart Aydın Kırımı’nın amaç ve kapsamını gösteren
kanıtlar, yalnızca yaşanan olaylar değildi. En yetkili kişiler, zaman zaman
durumu ortaya koyan açıklamalar yapıyordu. CIA Başkanı Helms, 12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, ‘Evet, 12 Mart’ı hazırlayan çatışmaları, ajanlarımızın aracılığıyla biz
düzenledik’ diyordu.
12 Mart’ın temel amacı, Türkiye’de bağımsızlığa yönelen
toplumsal uyanışı önlemekti. Bunun için Atatürk
yoğun biçimde kullanıldı. Muhtıra’da; ‘anarşi,
kardeş kavgası, ekonomik ve sosyal huzursuzluklardan’ söz ediliyor, ‘Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine ulaşma
ümidinin yitirildiği’ ve ‘anayasanın öngördüğü reformların yapılmadığı’
söyleniyordu.
Radyoda okunan bildiri, tasarlı bir çalışmaya son noktayı koyan bir kandırma girişimiydi. Türkiye’de, CIA’nın uzmanı olduğu bir program uygulanmış; ulusal direncin dayanağı aydınlar ezilmişti.
Hedef Atatürk
Kardeş kavgasından söz ediliyordu ancak bu kavgayı
çıkarıp yaygınlaştıran kendileriydi. Atatürk’e
sözde sahip çıkılıyor ama yükselen Atatürkçü dalganın durdurulması için,
sistemli baskı uygulanıyordu.
Atatürk’ün çağdaş uygarlık hedefine ulaşma ümidinin yitirildiği söylenip müdahale yapıldı ama ordudan yüzlerce Atatürkçü subay atıldı. Atatürkçü generaller gözaltına alındı, işkenceden geçirildi. Anayasanın öngördüğü reformlar yapılmadı dendi ama 1961 Anayasasına sahip çıkıp uygulanmasını isteyen aydınlar gözaltına alıp tutuklandı. Ekonomik huzursuzluktan söz ettiler ama huzursuzluğun yaratıcısı olan Dünya Bankası’ndan teknokrat getirdiler.
Aydınlara Saldırı
Gözaltı ve tutuklama salgını, işkenceyi de içine alarak;
öğretim üyelerine, gazetecilere, yazarlara ve generallere dek yayılmıştı. Çoğu Atatürk çizgisinde çok sayıda aydın,
hiçbir yasal gerekçe gösterilmeden gözaltına alındı.
Prof.Tarık Zafer Tunaya başta olmak üzere, Prof.İsmet Sungurbey, Prof.Mümtaz Sosyal, Prof.Muammer Aksoy, Prof. Bahri Savcı, Asis.Bülent Tanör, Asis.Uğur Mumcu, Yazar Doğan Avcıoğlu, Yazar İlhan Selçuk, Samim Kocagöz, Yaşar Kemal, İlhami Sosyal, Demirtaş Ceyhun, Sinema Sanatçısı Yılmaz Güney, Korgeneral Cemal Madanoğlu, Tuğgeneral Celil Gürkan, Albay Osman Köksal, Yarbay Talat Turhan, Hava Üsteğmen Mehmet Balaban, Deniz Teğmen Alp Kuran, DİSK Başkanı Kemal Türkler, Genel Sekreteri Kemal Sülker, Maden-iş Genel Başkan Yard.Şinasi Kaya, Gıda-iş Genel Başkanı Kemal Nebioğlu, Mimarlar Odası Genel Sekreteri Yavuz Önen, TİP Genel Başkanı Behice Boran, Genel Sekreterler Tarık Ekinci ve Şaban Erik, Dr.Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gözaltına alınan ya da tutuklanan aydınların yalnızca bir bölümüydü.
12 Mart’ın Yok Ettiği
12 Mart, uyguladığı terörle
yalnızca devrimci gençleri ve aydınları değil, ülkenin aydınlık geleceğini yok
etti. Toplumun doğal dengesini bozdu. Devrimciler ezildikçe tutuculuğun önü
açıldı, gericiler güçlendi. Dini siyasete alet eden geniş bir kitle yaratıldı.
Uygulamaların sorumluluğunu taşıyan Orgeneraller; Memduh Tağmaç, Faik Türün
ve Memduh Ünlütürk; Türk tarihine
birer kara leke olarak geçtiler. Bunlar emekli olunca, holdinglerde yöneticilik
yaptılar. Yaptırdığı işkencelerle ünlü Faik
Türün, Nakşibendi Tarikatı üyesi bir gericiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder