BU YAZI METİN AYDOĞAN’IN KENDİ OLUŞTURDUĞU ARŞİVİNDEN
ALINARAK YAYINLANMIŞTIR.
Erzurum
Kongresi’ni, Anadolu’da kurulacak bir hükümetin ilk adımı olarak görüyordu. Bu
görüşü, ‘milletin güveneceği bir hükümet yaratmak için, önce o hükümetin
dayanacağı bir kuvvet yaratmak gerekir. Bu da Doğu İlleri Kongresi’nin ve ondan
sonra Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasıyla olacaktır’ diyerek dile
getirdi. Temelini Amasya’da attığı, ‘yeni hükümet düşüncesini’ Erzurum’da
karara dönüştürdü. Kongre’yi açış konuşmasında; ‘geleceğine egemen bir milli
iradenin, müdahaleden korunmuş olarak ortaya çıkışı, ancak Anadolu’dan
beklenmektedir’ diyerek dile getirdi. Erzurum Kongresi’nde, devrimin iki
temel ilkesi ortaya çıktı. Milli mücadele, iktidar gücünü birkaç kişinin elinde
toplayan tepeden inmeci ve salt askeri bir hareket olmayacaktı. Mücadeleye halk
iradesi egemen kılınacak ve ulusun içinden çıkan bir çoğunluk yönetimi
oluşturulacaktı. Erzurum’dan Anadolu’ya gönderilen ileti buydu.
Mustafa Kemal, 3 Temmuz 1919’da
Erzurum’a geldi. Amasya’da milli direnişin askeri temelini atmıştı, şimdi
Erzurum’da (ve Sivas’ta) bu temelin siyasi karşılığını yaratacaktı.
Paşalık yetki ve
ünvanından ayrıldığı için, işi daha güç ve tehlikeli bir duruma gelmişti. Türk
toplumu, meşru yetkiye önem veren, özellikle orduyu yöneten paşalara saygı
duyan bir geleneğe sahipti. Emekli olan yönetici, çok yetenekli bile olsa,
belki saygınlığını korur ancak yaptırım gücünü koruyamazdı. ‘Hizmet’ dışı
kalan her unsur, etkisini kısa süre içinde yitirirdi.
Yetkisizliğin yol
açacağı her türlü olumsuzluğa hazırlıklıydı. ‘Bir kenarda sıkıştırılacak
olursa, ölene dek çarpışacak ve asla sağ ele geçmeyecekti’. Her şeyi göze
almıştı. Halkın desteğini örgütlü bir güce ulaştıracak ve sonuna dek gidecekti.
Erzurum’da ilk
toplantıyı, 10 Temmuz 1919’da Erzurum ve Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeleriyle yaptı ve görüşlerini kapsamlı bir
biçimde açıkladı. Açıklamaları, durumu belirlemekle kalmıyor, gelecekteki
gelişmeleri büyük bir isabetle önceden görüyordu.
Masaya serdiği
haritada elini Avrupa üzerine koyarak ve karşısındakiler sanki ‘Erzurumlu
beş dernek yöneticisi değil de, yeni ordunun kurmaylarıymış gibi’ büyük bir
ciddiyetle askeri-siyasi görüşlerini anlattı. ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun
dağılabileceğini, ancak Türk milletinin ölmeyeceğini’ söyledi. Avrupa
devletlerinin güçlü ve güçsüz yanlarını ele aldı. Batı’daki savaş yorgunluğunun
milli mücadele için uygun koşullar yarattığını, İngiliz ve Fransız ordularının
savaşacak durumda olmadığını söyledi. ‘Üç yıl dişimizi sıkarsak, düşmanı
yurdumuzdan atarız’ dedi.
Dört saat süren
konuşmasında, değişik sorulara inandırıcı yanıtlar verdi ve bu toplantıyı; “görüyorsunuz
ki; bu koşullar altında karşımızda yalnız Yunan kuvvetleri kalacaktır. Eğer,
Türk milletini tek bir direniş cephesinde birleştirebilir ve ordumuzu kısa
zamanda düzenleyip güçlendirirsek, çok sürmeden Yunanlıları denize döker,
ülkeyi işgalden kurtararak bağımsızlığımıza kavuştururuz” diyerek bitirdi.
*
Kongre henüz
başlamadan Kurtuluş Savaşı’nın dayanacağı stratejiyi belirlemişti. Bu
belirlemeyi, Erzurum’da başlayarak Yunan ordusunun denize döküldüğü 9 Eylül
1922’ye dek aldım adım uyguladı. Erzurum Kongresi’ni, 23 Temmuz 1919 günü
görüşleri içeren güçlü bir söylevle açtı.
Resmi görevlerinden
ayrıldıktan sonra, bir başka önemli toplantıyı, aynı günlerde karargah
subayları ve yakın arkadaşlarıyla yaptı. Burada kararlılığını ortaya koyarken
şu anlamlı uyarıyı yaptı: “İstanbul Hükümeti ve yabancılar, ulusal amaçlarla
ortaya atılanları yoketmeyi düşünecektir. Önder olacaklar, her ne olursa olsun
amaçtan dönmeyeceklerine, ülkede barınabilecekleri son noktada son nefeslerini
verene dek, amaç uğrunda fedakarlığa devam edeceklerine, işin başında karar
vermelidir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi
olur… Yürüyeceğimiz yol tehlikelerle, hatta ölmek ve öldürmek ihtimalleriyle
doludur. Sarp ve haşin bir yoldur. Bu tehlikelere göğüs germeye kendisinde güç,
azim, imkan ve cesaret görmeyen arkadaşlarımız varsa, şimdiden aramızdan
ayrılabilirler. Ancak, saydığım bu tehlikeleri, ihtimal ve
yorgunlukları göze alabilenlerdir ki, benimle birlikte çalışmayı kabul etmiş
olurlar... Her arkadaş vicdanıyla baş başa kalarak serbestçe düşünmeli, karar
almalıdır”.
Kongre, beş ilden
gelen 54 delege ile toplandı. Delegelerin 17’si çiftçi ve tüccar, 5’i emekli
subay, dördü emekli memur, 5’i öğretmen, 4’ü gazeteci, 5’i hukukçu, 4’ü
mühendis, biri doktor, 6’sı din adamıydı.
Kongre çalışmaları
uzun, yorucu, tartışmalı ama beklenenin de ötesinde verimli oldu. Birbirinden
değişik düşünce ve anlayışta olan farklı kültür ve dünya görüşüne sahip
insanlar bir araya gelmiş, ortak kararlara ulaşmaya çalışmışlardı. Düşünsel
ayrılıklar, çoğu kez uzlaşmaz karşıtlıklar içeriyordu. Örneğin, Trabzon,
Sürmene, Giresun ve Tirebolu’dan gelen delegeler Prens Sebahattinci’ydiler.
Kongre’ye verdikleri 22 maddelik raporda; “Türk ırkının yaratılış olarak en
kolay kabul edeceği uygarlık Anglo-Sakson uygarlığıdır. Doğu Anadolu’da, bu
uygarlığı temsil eden milletlerin yol göstericiliği kabul edilmelidir” diyorlardı.
Erzurum Kongresi,
bölgesel niteliğine karşın ulusal bağımsızlığı ve halkın birliğini amaç
edinerek, mücadele ilkelerini belirleyen önemli kararlar aldı. Siyasi, idari ve
hukuki saptamalarda bulundu. Müdafaa-i Hukuk örgütlerini, Sivas’ta
yapılacak ulusal kongrede bir merkezde toplamak ve ülke geneline yaymak için
gerekli olan düşünsel ve örgütsel temeli oluşturdu. İki kongre arasında yetkili
olacak bir Temsil Heyeti seçti. ‘Milletin birliğini tüm dünyaya
gösteren’ bir eylem yarattı.
Mustafa Kemal, Erzurum’u Anadolu’da kurulacak bir hükümetin ilk adımı olarak görüyordu. Bu
görüşü, ‘milletin güveneceği bir hükümet yaratmak için, önce o hükümetin
dayanacağı bir kuvvet yaratmak gerekir. Bu da Doğu İlleri Kongresi’nin ve ondan
sonra Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasıyla olacaktır’ diyerek dile
getirdi.
Erzurum’daki
çalışmaların bir başka önemli sonucu, temeli Amasya’da atılan, ‘Anadolu’da
yeni bir hükümet kurma düşüncesinin’ kesin bir karara dönüştürülmesidir. Mustafa
Kemal, bu kararı kongreyi açış konuşmasında; ‘geleceğine egemen bir
milli iradenin, müdahaleden korunmuş olarak ortaya çıkışı, ancak Anadolu’dan
beklenmektedir’ diyerek dile getirmişti.
Erzurum’da,
devrimin iki temel ilkesi ortaya çıktı. Milli mücadele, iktidar gücünü birkaç
kişinin elinde toplayan tepeden inmeci ve salt askeri bir hareket olmayacaktı.
Mücadeleye halk iradesi egemen kılınacak ve ulusun içinden çıkan bir çoğunluk
yönetimi oluşturulacaktı. Erzurum’dan bütün Anadolu’ya durmadan gönderilen
ileti buydu.
Kongre’de, Misakı
Milli anlayışı bir bildiri haline getirildi ve yabancı temsilcilikler de
içinde olmak üzere ülkenin tümüne gönderildi. Doğrudan kendisinin kaleme aldığı
Misak’ı Milli Bildirisinde, Türk unsurunun çoğunlukta olduğu
İmparatorluk topraklarının sonuna dek savunulacağı ve bu sınırlardan hiçbir
koşulda ödün verilmeyeceği açıklanıyordu.
Erzurum
Kongresi’nin milli mücadele’ye yaptığı bir başka önemli katkı, direniş
örgütlerinin bağlı kalacağı bir tüzüğün ve bu tüzükte somutlaşan mücadele
anlayışının bir bildiri halinde belirlenmesiydi. Bildiride şu görüşler yer
alıyordu: “Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan bir bütündür; birbirinden
ayrılamaz... Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, ulus birleşerek
direnecek ve kendini savunacaktır... Kuvayı Milliye’yi etkin ve ulusal iradeyi
egemen kılmak, temel ilkedir... Hıristiyan azınlıklara siyasi üstünlük ve
toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez... Manda ve himaye kabul
olunamaz... Ulusal meclisin derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin meclis
denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır”.
Erzurum Kongresi,
on dört gün süren yoğun çalışmalardan sonra, 7 Ağustos 1919’da 10 maddelik bir
bildiri kabul edilerek son buldu. Son gün, içinde Mustafa Kemal’in de
bulunduğu dokuz kişilik bir Temsil Kurulu (Heyeti Temsiliye) seçildi.
Kongre’de kabul edilen tüzüğe uygun biçimde seçilen kurul, Cemiyetler Kanunu’na
bağlı olarak 24 Ağustos’ta Erzurum Valiliğine bildirildi. Kurul üyeleri, hiçbir
zaman biraraya gelmedi ama bu girişim Heyeti Temsiliye Başkanı olarak Mustafa
Kemal’e çok değerli meşru bir unvan kazandırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder