23 Temmuz 2022 Cumartesi

ERZURUM KONGRESİ

 


BU YAZI METİN AYDOĞAN’IN KENDİ OLUŞTURDUĞU ARŞİVİNDEN ALINARAK YAYINLANMIŞTIR.

 

Erzurum Kongresi’ni, Anadolu’da kurulacak bir hükümetin ilk adımı olarak görüyordu. Bu görüşü, ‘milletin güveneceği bir hükümet yaratmak için, önce o hükümetin dayanacağı bir kuvvet yaratmak gerekir. Bu da Doğu İlleri Kongresi’nin ve ondan sonra Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasıyla olacaktır’ diyerek dile getirdi. Temelini Amasya’da attığı, ‘yeni hükümet düşüncesini’ Erzurum’da karara dönüştürdü. Kongre’yi açış konuşmasında; ‘geleceğine egemen bir milli iradenin, müdahaleden korunmuş olarak ortaya çıkışı, ancak Anadolu’dan beklenmektedir’ diyerek dile getirdi. Erzurum Kongresi’nde, devrimin iki temel ilkesi ortaya çıktı. Milli mücadele, iktidar gücünü birkaç kişinin elinde toplayan tepeden inmeci ve salt askeri bir hareket olmayacaktı. Mücadeleye halk iradesi egemen kılınacak ve ulusun içinden çıkan bir çoğunluk yönetimi oluşturulacaktı. Erzurum’dan Anadolu’ya gönderilen ileti buydu.

 

Mustafa Kemal, 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a geldi. Amasya’da milli direnişin askeri temelini atmıştı, şimdi Erzurum’da (ve Sivas’ta) bu temelin siyasi karşılığını yaratacaktı.

Paşalık yetki ve ünvanından ayrıldığı için, işi daha güç ve tehlikeli bir duruma gelmişti. Türk toplumu, meşru yetkiye önem veren, özellikle orduyu yöneten paşalara saygı duyan bir geleneğe sahipti. Emekli olan yönetici, çok yetenekli bile olsa, belki saygınlığını korur ancak yaptırım gücünü koruyamazdı. ‘Hizmet’ dışı kalan her unsur, etkisini kısa süre içinde yitirirdi.

Yetkisizliğin yol açacağı her türlü olumsuzluğa hazırlıklıydı. ‘Bir kenarda sıkıştırılacak olursa, ölene dek çarpışacak ve asla sağ ele geçmeyecekti’. Her şeyi göze almıştı. Halkın desteğini örgütlü bir güce ulaştıracak ve sonuna dek gidecekti.

Erzurum’da ilk toplantıyı, 10 Temmuz 1919’da Erzurum ve Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeleriyle yaptı ve görüşlerini kapsamlı bir biçimde açıkladı. Açıklamaları, durumu belirlemekle kalmıyor, gelecekteki gelişmeleri büyük bir isabetle önceden görüyordu.

Masaya serdiği haritada elini Avrupa üzerine koyarak ve karşısındakiler sanki ‘Erzurumlu beş dernek yöneticisi değil de, yeni ordunun kurmaylarıymış gibi’ büyük bir ciddiyetle askeri-siyasi görüşlerini anlattı. ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılabileceğini, ancak Türk milletinin ölmeyeceğini’ söyledi. Avrupa devletlerinin güçlü ve güçsüz yanlarını ele aldı. Batı’daki savaş yorgunluğunun milli mücadele için uygun koşullar yarattığını, İngiliz ve Fransız ordularının savaşacak durumda olmadığını söyledi. ‘Üç yıl dişimizi sıkarsak, düşmanı yurdumuzdan atarız’ dedi.

Dört saat süren konuşmasında, değişik sorulara inandırıcı yanıtlar verdi ve bu toplantıyı; “görüyorsunuz ki; bu koşullar altında karşımızda yalnız Yunan kuvvetleri kalacaktır. Eğer, Türk milletini tek bir direniş cephesinde birleştirebilir ve ordumuzu kısa zamanda düzenleyip güçlendirirsek, çok sürmeden Yunanlıları denize döker, ülkeyi işgalden kurtararak bağımsızlığımıza kavuştururuz” diyerek bitirdi.

*

Kongre henüz başlamadan Kurtuluş Savaşı’nın dayanacağı stratejiyi belirlemişti. Bu belirlemeyi, Erzurum’da başlayarak Yunan ordusunun denize döküldüğü 9 Eylül 1922’ye dek aldım adım uyguladı. Erzurum Kongresi’ni, 23 Temmuz 1919 günü görüşleri içeren güçlü bir söylevle açtı.

Resmi görevlerinden ayrıldıktan sonra, bir başka önemli toplantıyı, aynı günlerde karargah subayları ve yakın arkadaşlarıyla yaptı. Burada kararlılığını ortaya koyarken şu anlamlı uyarıyı yaptı: “İstanbul Hükümeti ve yabancılar, ulusal amaçlarla ortaya atılanları yoketmeyi düşünecektir. Önder olacaklar, her ne olursa olsun amaçtan dönmeyeceklerine, ülkede barınabilecekleri son noktada son nefeslerini verene dek, amaç uğrunda fedakarlığa devam edeceklerine, işin başında karar vermelidir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi olur… Yürüyeceğimiz yol tehlikelerle, hatta ölmek ve öldürmek ihtimalleriyle doludur. Sarp ve haşin bir yoldur. Bu tehlikelere göğüs germeye kendisinde güç, azim, imkan ve cesaret görmeyen arkadaşlarımız varsa, şimdiden aramızdan ayrılabilirler. Ancak, saydığım bu tehlikeleri, ihtimal ve yorgunlukları göze alabilenlerdir ki, benimle birlikte çalışmayı kabul etmiş olurlar... Her arkadaş vicdanıyla baş başa kalarak serbestçe düşünmeli, karar almalıdır”.

Kongre, beş ilden gelen 54 delege ile toplandı. Delegelerin 17’si çiftçi ve tüccar, 5’i emekli subay, dördü emekli memur, 5’i öğretmen, 4’ü gazeteci, 5’i hukukçu, 4’ü mühendis, biri doktor, 6’sı din adamıydı.

Kongre çalışmaları uzun, yorucu, tartışmalı ama beklenenin de ötesinde verimli oldu. Birbirinden değişik düşünce ve anlayışta olan farklı kültür ve dünya görüşüne sahip insanlar bir araya gelmiş, ortak kararlara ulaşmaya çalışmışlardı. Düşünsel ayrılıklar, çoğu kez uzlaşmaz karşıtlıklar içeriyordu. Örneğin, Trabzon, Sürmene, Giresun ve Tirebolu’dan gelen delegeler Prens Sebahattinci’ydiler. Kongre’ye verdikleri 22 maddelik raporda; “Türk ırkının yaratılış olarak en kolay kabul edeceği uygarlık Anglo-Sakson uygarlığıdır. Doğu Anadolu’da, bu uygarlığı temsil eden milletlerin yol göstericiliği kabul edilmelidir” diyorlardı.

Erzurum Kongresi, bölgesel niteliğine karşın ulusal bağımsızlığı ve halkın birliğini amaç edinerek, mücadele ilkelerini belirleyen önemli kararlar aldı. Siyasi, idari ve hukuki saptamalarda bulundu. Müdafaa-i Hukuk örgütlerini, Sivas’ta yapılacak ulusal kongrede bir merkezde toplamak ve ülke geneline yaymak için gerekli olan düşünsel ve örgütsel temeli oluşturdu. İki kongre arasında yetkili olacak bir Temsil Heyeti seçti. ‘Milletin birliğini tüm dünyaya gösteren’ bir eylem yarattı.

Mustafa Kemal, Erzurum’u Anadolu’da kurulacak bir hükümetin ilk adımı olarak görüyordu. Bu görüşü, ‘milletin güveneceği bir hükümet yaratmak için, önce o hükümetin dayanacağı bir kuvvet yaratmak gerekir. Bu da Doğu İlleri Kongresi’nin ve ondan sonra Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasıyla olacaktır’ diyerek dile getirdi.

Erzurum’daki çalışmaların bir başka önemli sonucu, temeli Amasya’da atılan, ‘Anadolu’da yeni bir hükümet kurma düşüncesinin’ kesin bir karara dönüştürülmesidir. Mustafa Kemal, bu kararı kongreyi açış konuşmasında; ‘geleceğine egemen bir milli iradenin, müdahaleden korunmuş olarak ortaya çıkışı, ancak Anadolu’dan beklenmektedir’ diyerek dile getirmişti.

Erzurum’da, devrimin iki temel ilkesi ortaya çıktı. Milli mücadele, iktidar gücünü birkaç kişinin elinde toplayan tepeden inmeci ve salt askeri bir hareket olmayacaktı. Mücadeleye halk iradesi egemen kılınacak ve ulusun içinden çıkan bir çoğunluk yönetimi oluşturulacaktı. Erzurum’dan bütün Anadolu’ya durmadan gönderilen ileti buydu.

Kongre’de, Misakı Milli anlayışı bir bildiri haline getirildi ve yabancı temsilcilikler de içinde olmak üzere ülkenin tümüne gönderildi. Doğrudan kendisinin kaleme aldığı Misak’ı Milli Bildirisinde, Türk unsurunun çoğunlukta olduğu İmparatorluk topraklarının sonuna dek savunulacağı ve bu sınırlardan hiçbir koşulda ödün verilmeyeceği açıklanıyordu.

Erzurum Kongresi’nin milli mücadele’ye yaptığı bir başka önemli katkı, direniş örgütlerinin bağlı kalacağı bir tüzüğün ve bu tüzükte somutlaşan mücadele anlayışının bir bildiri halinde belirlenmesiydi. Bildiride şu görüşler yer alıyordu: “Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan bir bütündür; birbirinden ayrılamaz... Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı, ulus birleşerek direnecek ve kendini savunacaktır... Kuvayı Milliye’yi etkin ve ulusal iradeyi egemen kılmak, temel ilkedir... Hıristiyan azınlıklara siyasi üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez... Manda ve himaye kabul olunamaz... Ulusal meclisin derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır”.

Erzurum Kongresi, on dört gün süren yoğun çalışmalardan sonra, 7 Ağustos 1919’da 10 maddelik bir bildiri kabul edilerek son buldu. Son gün, içinde Mustafa Kemal’in de bulunduğu dokuz kişilik bir Temsil Kurulu (Heyeti Temsiliye) seçildi. Kongre’de kabul edilen tüzüğe uygun biçimde seçilen kurul, Cemiyetler Kanunu’na bağlı olarak 24 Ağustos’ta Erzurum Valiliğine bildirildi. Kurul üyeleri, hiçbir zaman biraraya gelmedi ama bu girişim Heyeti Temsiliye Başkanı olarak Mustafa Kemal’e çok değerli meşru bir unvan kazandırdı.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder