BU YAZI METİN AYDOĞAN’IN KENDİ OLUŞTURDUĞU ARŞİVİNDEN ALINARAK YAYINLANMIŞTIR.
Sağlığı, 1935’ten sonra bozulmaya başladı. Bu
kez görülen, eski hastalıklarından birinin depreşerek onu yeniden rahatsız
etmesi değil, dış görünüşüne yansıyan genel bir çöküntüydü. Kendini güçsüz
hissediyor, çabuk yoruluyor ve eski verimiyle çalışamıyordu. Ten rengi hızla
solmuş, yüz hatlarında derin kırışıklıklar oluşmuştu. Onda pek görülmeyen bir
yorgunluk ve bu yorgunluğa bağlı bir bezginlik görülüyordu. Ancak, belirtilere
karşın, rahatsızlığının nedeni karaciğer hastalığı bir türlü saptanamıyordu.
Tanı gecikmesini ve yanlış tedaviyi anlamıştı. İsviçre’de okuyan Afet İnan’a gönderdiği mektupta, “bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri
nedeniyle hastalık durmamış, ilerlemiştir” diyor; İsmet İnönü’ye “İsmet, hastalığım çok daha önce bana bütün
ağırlığıyla anlatılsaydı, o zaman işin başında, tam başında önlemini alırdım.
Bu noktaya getirmezdim. Bana yeterince anlatılmadı, gerçekler gizlendi” diye
serzenişte bulunuyordu. Fransa’dan getirilen, Prof. Dr. Frank Fiessinger, kendisini hayrete uğratan bir gerçekle
karşılaşıyor, “Atatürk’e o güne dek
hiçbir kan tahlili yapılmadığını” görüyordu.(x)