BU
YAZI METİN AYDOĞAN’IN KENDİ OLUŞTURDUĞU ARŞİVİNDEN ALINARAK YAYINLANMIŞTIR.
‘Eğitim seferberliği’nde eğitim düzeyi
ne olursa olsun okul görmüş herkes göreve çağrıldı. Emekli devlet
memurları, mesleği bırakmış öğretmenler, konumu ne olursa olsun okuma yazma
bilen herkes, öğretmen olmaya davet edildi. Askerdeki ‘uyanık’ çavuşlara
önce okuma yazma, sonra okuma yazmayı öğretme öğretildi. Bunlar terhisle
birlikte, maaş bağlanarak, köylerine eğitmen olarak gönderildiler.
Başkasına bir şey öğretebilecek her insan, değerlendirilmeye çağırılıyor, aydını
olmayan bir ülkede aydınlığa doğru gidiliyordu. Ülkenin herkese ve her
şeye, üstelik yakıcı bir biçimde, gereksinimi vardı. Milli Eğitim
Bakanlığı Müsteşarı Kemal Zaim Sunel, şunları söylüyordu: “Hangi
ülke, çocuklarına bizim ülkemiz kadar muhtaçtır? Hangi millet bizim kadar
fakirdir? Öyle bir işin içine girdik ki, herkes dağarcığında ne varsa ortaya
dökmelidir.”(x)
Darülfünun
Cumhuriyet yönetimi,
giriştiği eğitim atılımında, o dönemin üniversitesi olan Darülfünun’dan
(Sözcük anlamı: fenler evi ya da bilimler kapısı) hemen hiçbir destek görmedi,
tersine engellemelerle karşılaştı. Tutucu yapısı ve saltanata bağlılığı
nedeniyle, Osmanlı hükümetleri Darülfünun’a pek karışmamış, onu serbest
bırakmıştı. Sözkonusu ‘serbestlik’, günümüzdeki üniversite özerkliği
kavramından çok farklı bir anlayışın ürünüydü ve tutuculukta serbestlik
anlamına geliyordu. Darülfünun, yeniliğe kapalı bilim dışı yapılanmayla, bilimin
değil siyasi tutuculuğun etkili olduğu çağdışı bir kurum durumundaydı.
Darülfünun’un iyileştirilmesi
(reformu) için önce İsviçreli Profesör Albert Malche’ye bir rapor
hazırlatıldı. Raporla birlikte Hükümetin yaptığı araştırmalar, köklü bir
değişime gitmeden iyileştirmenin olanaksız olduğunu ortaya koyuyordu.
1933 tarih ve 2252
sayılı yasayla Darülfünun tümüyle ortadan kaldırıldı, Maarif Vekaleti’ne
1933’ten başlamak üzere İstanbul Üniversitesi’ni kurma görevi verildi.
Yeni üniversitenin öğretim kadrosu yurtdışında okutulan gençler, Darülfünun’dan
üniversiteye geçebilecek nitelikteki öğretim üyeleri ve yabancı profesörlerle
karşılanacaktı. 1927-1930 arasındaki üç yılda, yurtdışına, üniversite yenileşmesinde
görevlendirilmek amacıyla 501 öğrenci gönderilmişti.1 Okullarını
bitiren öğrenciler, 1932-1933’te dönmeye başladılar. Üniversite yenileşmesi, bu
nedenle, 1933’te başlatıldı.
1934 yılında çıkarılan 2467 sayılı yasayla, İstanbul Üniversitesi’nin, yönetim yapılanması ve işleyiş biçimi belirlendi. Darülfünun’dan Üniversite’ye alınacak öğretim üyeleri saptandı. 240 öğretim üyesinden 157’si görevden alındı, geri kalan 83 öğretim üyesi Üniversitede görevlendirildi.2 Yurt dışından, birçoğu alanında dünya çapında ün yapmış 70 yabancı bilim adamı getirildi.3 Cumhuriyet Hükümeti, kısa bir süre içinde, yenileşmeyi sürekli kılan bir anlayışla, yüksek öğrenimi sağlam temeller üzerine oturttu. Bilimden ödün vermeyen, halka açık parasız bir yüksek öğrenimi, Türk Milli Eğitiminin temel unsurlarından biri haline getirmeyi başardı.
Üniversite Yenileşmesi ve Alman Bilim Adamları
Üniversite
yenileşmesinde görev alan yabancı bilim adamları konusu, eğitimin sınırlarını
aşan ve örneği olmayan uluslararası boyutlu ilginç bir olaydır. İkinci Dünya
Savaşı öncesinde Avrupa’da, acılarla dolu bir insanlık dramı yaşanıyor, Hitler
Almanyası siyasi görüşüne katılmayan hemen her örgüt ve kişiyi yok ediyordu. Nazizme
karşı çıkan, bu nedenle yok edilmeyle karşı karşıya kalan çok sayıda bilim
adamı, sığınacak ülke arar duruma düşmüştü. Ancak, Hitler’in güç ve
tepkisinden çekinen, en “demokratik!” olanları da dahil hemen hiçbir
ülke, bu insanlara yasal sığınma hakkı vermek istemiyordu.
Atatürk, kaçtıkları
İsviçre’de biraraya gelip örgütlenmeye çalışan bu tür bilim adamlarıyla ilişki
kurdurdu. Değişik din ve siyasi inançtan birçok Alman profesörü, girişilen
üniversite yenileşmesinde görev almak üzere Türkiye’ye çağrıldı. Güç koşullar
altında yaşam mücadelesi veren bu insanların; ekonomik, akademik ve sosyal
sorunlarını çözdürerek, İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere, Yüksek
Mühendis Mektebi (sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi) ve İstanbul
Güzel Sanatlar Akademisi’nde görev verdirdi.
Alman bilim adamlarıyla ilk kez 1933 yılında ilişki kurulmuştu. Önce, Yurt Dışındaki Alman Bilim Adamları Yardımlaşma Derneği Başkanı Prof. Philipp Schwatz çağrıldı ve Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’le, profesörlerin, Türkiye’de çalışma koşullarını belirleyen genel bir anlaşma imzaladı. Anlaşmaya göre; yabancı profesörler, Üniversite’de tam gün çalışacaklar ve yan bir iş yapmayacaklardı. Öğrenciler için çevirmenler aracılığıyla Türkçe ders kitapları hazırlayacaklar ve en geç üç yıl içinde, Türkçe ders vermeye başlayacaklardı.4 Günümüzdeki ‘yabancı dilde eğitim’ çarpıklığı göz önüne getirilirse, Cumhuriyeti kuranların Türkiye ve Türkçe’ye gösterdikleri duyarlılığın değeri daha iyi anlaşılacaktır.
Koşullar
Milli Eğitim
Bakanlığı, yabancı bilim adamlarına hizmetlerinin karşılığı olarak yüksek maaş,
sağlık sigortası, taşınma ve yol giderlerini ödeyecekti. Çalışma ekibini
Türkiye’ye getirip görevlendirme hakkı tanıyacak ve devlet himayesi garantisi
verecekti. Türkiye’de bir profesör 150 lira aylık alırken, yabancı profesöre
500-800 lira aylık verildi. Bu miktar, milletvekili maaşlarının üç katıydı.5
Yoksul bütçeye karşın bu denli yüksek ücret ödenmesi, o günkü yöneticilerin
bilime ve aydınlanmaya verdikleri önemin bir göstergesiydi.
Üniversite yenileşmesi
gibi zor bir görevi başaran Dr. Reşit Galip, Prof.Philipp Schwatz’la
çalışma koşulları ve ücret konusundaki anlaşmayı imzalarken yaptığı konuşmada
şu anlamlı sözleri söylemişti: “Biz fakir bir ülkeyiz. Sizlere layık
olduğunuz ücretleri veremiyoruz. Ancak Mustafa Kemal’in kurduğu genç Türkiye
Cumhuriyeti’nde sizler yeni bir bilimsel uyanış açacaksınız. Burada doğacak
yeni bilimin feyizli ışıkları bütün dünyayı aydınlatacaktır.. Bilim ve
yöntemlerinizi getirin, gençlerimize bilginin yollarını gösterin...”6
Üniversite yenileşmesiyle 1933’ten sonra Türkiye’ye gelen bilim adamları, Türk bilimine büyük katkı yaptılar. Birçok meslektaşları savaşın acımasız koşulları içinde yok olup giderken, onlar, Türkiye’de öğrenci yetiştirdiler, mesleklerini geliştirdiler. Türkiye’de gördükleri ilgi ve saygıdan çok etkilendiler. Prof. Philipp Schwatz anılarında, Türkiye için; “Batı’nın pisliğinin bulaşmadığı harika bir ülke keşfediyorum”7 diyordu. Bu sözler, Türkiye’de çalışan diğer tüm bilim adamlarının ortak görüşü gibiydi.
Bilimde Sıçrama
1933’ten sonra
Türkiye’ye, içlerinde mesleklerinin dünyada en iyisi olanlar dahil, pekçok ünlü
bilim ve sanat adamı geldi. Türk tıbbı, bu değerli “beyin göçü”nden en
çok yararlanan bilim dalıydı. Türkiye’den ayrıldıktan sonra, ününü ABD’de daha
da arttıracak olan Operatör Rudolf Nissen, jinekolojinin dünyadaki ilk
öncülerinden Wilhelm Liepman, ensülini bulan Erich Frank, deri
hastalıkları uzmanı Alfred Marchionini, göz hastalıkları uzmanı Joseph
Igersheimer, Türkiye’de ders veren ünlü hekimlerdi. Sosyalist düşünceleri
nedeniyle toplama kampına atılan ve oradan kaçarak Türkiye’ye gelen Alfred
Kantorowicz, İstanbul Dişçilik Fakültesi’ni kurdu ve bilim tarihimizde,
çağdaş Türk dişçiliğinin temelini atan bilim adamı olarak geçti.
İstanbul Hukuk Fakültesi’nde;
medeni hukuk ve Roma Hukuku’nda uzman Prof.Andreas Schwarz, karma hukuk
uzmanı Prof.Richard Honig, uluslararası hukuk uzmanı Prof.Karl Strupp
ve ticaret hukuku Profesörü Ernst Hirsch ders verdiler. Özellikle Hirsch,
Türkiye’deyken yazdığı kitaplarıyla, ününü tüm dünyaya yaydı. İstanbul
İktisat Enstitüsü’nü kuran Türk gelir vergisi düzeninin mimarı Maliyeci
Prof.Fritz Neumark, neo-klasik ekonominin son büyük kuramcısı Wilhelm
Röpke, “Günümüzün Yeri” adlı dev yapıtın yazarı Alexander Rustow
ve Türkiye’de çağdaş işletme biliminin kurucusu Alfred Isaac, dünya
çapında ünleri olan bilim adamlarıydı.
Bunlardan başka; modern mantığın kurucularından Filozof Hans Reichenbach, Edebiyat Kuramcısı Leo Spitzer, Felsefe Tarihçisi Ernst von Aster, Psikolog Wilhelm Peters, Asurolojinin büyük ismi Benno Landsberger, Hititolog Gustov Güterbock, Matematikçi Richard von Mises, Kimyacı Fritz Arndt, Fizikçi Harry Dember, Manyas Kuş Cennetini bulan Zoolog Curt Kosswig, Ankara’da TBMM binasını yapan Avusturyalı ünlü Mimar Clemens Holzmeister, Kent Plancıları Gustov Oelsner ve ErnstReuter, Türkiye’ye gelip ders veren bilim adamlarıydılar...8 Kent planlaması ve belediyecilik alanında döneminin en ünlülerinden olan Ernst Reuter, Alman parlamentosunda Komünist Parti milletvekiliyken tutuklanıp toplama kampına atılmış, oradan kaçarak Türkiye’ye sığınmıştı. İktisat ve Ulaştırma Bakanlığı’nda uzmanlık ve Mülkiye’de kent yönetimi profesörlüğü yapan Reuter, 1945’ten sonra Almanya’ya dönmüş ve Batı Berlin Belediye Başkanı seçilmişti.
Nereden Nereye
Cumhuriyet’in
kuruluş dönemlerinde, yalnızca üniversitelerde değil eğitimin her alanında,
yapılanların gerçek boyutunu kavramak için girişilen işin başlangıç koşullarını
bilmek, ortamı ve olanakları tanımak ve sağlanan gelişmeyi bu bütünlük içinde
ele almak gerekir. Geçmişi öğrenip ondan ders çıkarmak isteyenler için önemli
olan, nereye gelindiği değil, nereden nereye gelindiği’dir. Geçmişteki
olaylara bu biçimde bakılmadığı sürece, başarı ya da başarısızlık olarak ileri
sürülecek görüşler nesnel bir değer taşımayacak, havada kalacaktır. 1920’ler
Türkiyesi nasıl bir ülkeydi? Ülkeyi ileriye götürmek isteyen insanlar nasıl
yaşıyor, neler düşünüyor ve neler yapıyordu? Yöneticilerin elindeki olanaklar
nelerdi? Hangi iş kiminle, nasıl yapılıyordu? Bu sorulara yanıt verilmeye
kalkılınca, yoksunluklarla dolu, acıklı bir durumla karşılaşılacaktır.
1923 yılında 4894
olan ilkokul sayısı, 1938’de 10596’ya çıkarıldı ve yüzde 217 oranında bir artış
sağlandı. 1923’te 72 olan ortaokul sayısı 283’e, 23 olan lise sayısı
82’ye çıkarıldı. Artış oranları yüzde 393 ve yüzde 357’ydi. Bu okullarda okuyan
öğrencilerin artış oranı, okul artışlarından çok daha yüksek oldu. 1923-1938
arasındaki 15 yıllık dönemde; ilkokulda okuyan öğrenci 336 binden 950
bine, ortaokulda okuyan öğrenci 5900’den 95 bine, lisede okuyan
öğrenci ise 1241’den 25 bine çıktı. Öğrenci artış oranları; ilkokulda
yüzde 283, ortaokulda yüzde 1609, lisede yüzde 2015 olmuştu.
Sayısal artış büyük boyutluydu ama eğitimin niteliğindeki yükseliş sayısal
artışlardan da daha ilerdeydi.
Yüksek öğrenimde
sağlanan başarı, orta öğrenimde de sağlanmıştı. 1923’te tüm ülkede, biri
Darülfünun toplam 9 yüksek okul varken, bu sayı 1938’de 20’ye çıkarılmıştı. 3
bin olan öğrenci sayısı 13 bin olmuştu. 1923 yılında okuma yazma oranı, yüzde
6’yken, 1938’de yüzde 22,4’e yükselmişti.9
Cumhuriyet’in ilk döneminde eğitim atılımında görev alan eğitimciler, gecelerini gündüze katarak bir mucize gerçekleştirdiler. Şevket Süreyya Aydemir ‘Suyu Arayan Adam’ adlı yapıtında, bu mucizeyi şöyle dile getiriyordu: “Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışanlar için zamanın gecesi gündüzü yoktu. Asıl çalışma akşam saatinden sonra, tüm dairelerin kapıları kapanınca başlardı. Müdürlerin, genel müdürlerin lambaları geç saatlere kadar yanardı.. Laik öğretim, karma öğretim gibi, ileri ülkelerin hala tartışmasını yaptıkları cesur ve ileri hamleler, bu mütevazi Bakanlığın devrimci eğitimcileri tarafından başarılıyordu..”10
DİPNOTLAR
X “Suyu Arayan Adam” Ş.S. Aydemir, Remzi
Kitapevi, İstanbul, sf.445
1 “Bilim Cumhuriyetinden Manzaralar” Osman
Bahadır, İzdüşüm Yayınları, İstanbul-2000, sf.408; ak. Prof.Metin Özata,
“Mustafa Kemal Atatürk Bilim ve Üniversite”, Umay Yayınları, İzmir-2005
2 “Mustafa Kemal Atatürk Bilim ve Üniversite” Prof.Metin
Özata, Umay Yayınları, İzmir-2005, sf.147
3 “Cumhuriyet Dönemi Türk Ansiklopedisi” İletişim
Y., 3.C., İst., sf.654
4 “Atatürk ve Üniversite Reformu”Horst Widman, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul-2000, sf.114-115; ak. Prof.Metin Özata “Mustafa Kemal
Atatürk Bilim ve Üniversite”, Umay Yayınları, İzmir-2005, sf.154
5 a.g.e.
sf.154
6 “Yılların İçinden” Uluğ İldemir,
T.T.K.Yay., Ank.-1991, sf.82; ak. Prof. Metin Özata, “Mustafa Kemal Atatürk
Bilim ve Üniversite”, Umay Yay., İzmir-2005, sf.156
7 “Atatürk ve Üniversite Reformu” Horst Widman, Kabalcı
Yay., İst.-2000, sf.114-115; ak. Prof.Metin Özata “Mustafa Kemal Atatürk
Bilim ve Üniversite”, Umay Yayınları, İzmir-2005, sf.155
8 “Cumhuriyet Dönemi Türk Ansiklopedisi” İletişim
Y., 3.C., sf.664-665
9 “Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak
Yay., 3.Bas., İst.-2001, sf.250 ve “Cumhuriyet Dönemi Türk Ansiklopedisi”
İleti-şim Yay., 3.Cilt, İstanbul, sf.666
10 “Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri” Yalçın Kaya, 1.Cilt,
Tiglat Matbaacılık A.Ş., İstanbul-2001, sf.65
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder