2 Aralık 2013 Pazartesi

BATILILAŞMA SERÜVENİ- 2 (MALİ YETMEZLİK VE BORÇLANMA)



1838 yılında İngiltere’yle imzalanan Serbest Ticaret Antlaşması, günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolüne; 1839 da başlayan Tanzimat uygulamaları ise, Avrupa Birliği uyum düzenlemelerine denk gelir. Konu incelendiğinde, tarihin yüzyetmişbeş yıl sonra bu denli yinelenmiş olması çoğu kimseye şaşırtıcı gelecektir. Tarihten ders alınmadığı için, yaşananlar yeniden yaşanmıştır. Tanzimat Osmanlıyı çökertti, Avrupa Birliği Türkiye’yi yok oluşa götürüyor. Bu gerçeğin görülmesi gerekir. Bu amaçla, Tanzimat uygulamalarıyla Avrupa Birliği ilişkilerini içeren çalışmayı üç bölüm olarak ard arda yayınlayacağız. Okuyunuz ve değerlendiriniz.


Borçlanma Başlıyor

Tanzimat dönemiyle başlayan ve “mali reformlar” olarak adlandırılan “yenileşme” uygulamalarının kaçınılmaz sonucu; ödeme sınırlarını aşan borçlanma, mali açıdan dışa bağlanma ve siyasal bağımsızlığın yitirilmesi oldu. Borçlanma dışa bağımlılığı, dışa bağımlık da içerde yönetim gücünün yitirilmesini getirmişti. İmparatorluğu dağılmaya götüren süreç hız kazandı.
İlk dış borç 1854’te alındı. Ancak, bu ilk borç girişimi değildi. Mustafa Reşit Paşa, 1850’de Hariciye Nazırı olarak Londra’da bir borç anlaşması imzalamış, ancak bu anlaşma Padişah Abdülmecit tarafından, ağır koşullar içeriyor gerekçesiyle onaylanmamıştı. Osmanlı Devleti, anlaşmayı tek taraflı bozması nedeniyle, almadığı borca karşılık 2,2 milyar frank tazminat ödemek zorunda kalmıştı.1
Mustafa Reşit Paşa, 4 yıl sonra, 1854’te, Osmanlı İmparatorluğunu, İngiltere ve Fransa yanında Rusya’ya karşı savaşa (Kırım Savaşı) sokan anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmayla birlikte, siyasi konumu güçlendi, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Stratford Canning’in girişimiyle sadrazamlığa getirildi.2 O dönemde, büyük devlet büyükelçilerinin, bu tür atamalarda büyük etkisi vardı. Örneğin Sadrazam Ali Paşa Fransızların, Mahmut Nedim Paşa Rusların adamı olarak tanınıyorlardı. Mustafa Reşit Paşa Sadrazam olunca, 1850’de yapamadığı borç anlaşmasını 1854’te imzaladı ve Kırım Savaşı nedeniyle paraya gereksinimi olan Osmanlı İmparatorluğu dışarıya ilk borcunu yaptı.

İlk Borç: 1854 Borçlanması

1854 borçlanması, 3 milyon sterlin tutarında ve yüzde 6 faizliydi. Osmanlı İmparatorluğu bu borca karşılık, Mısır’dan elde ettiği cizye vergilerini (Müslüman olmayan Osmanlı tebaasından alınan vergi), Suriye ve İzmir gümrük gelirlerini güvence olarak göstermişti.3
1860 yılında yeniden dış borç alınmak istendi. Ancak daha önce borç vermek için her yolu deneyen İngiltere bu kez, borç koşullarını ağırlaştıran yeni koşullar ileri sürdü ve bilinçli bir “isteksizlik” gösterdi. Ödeme gücünü aşan borçlanmanın, zorunlu olarak yeni borçlanmalar getireceğini biliyordu. Bu nedenle, önceki borçlanma koşullarını kabul etmedi ve borç vermedi.
Osmanlı Devleti, bu kez Fransa’ya başvurdu. Mirés adında bir banker, devlet yetkilileriyle temas kurarak 400 milyon franklık bir borç verme önerisinde bulundu. Mirés bunun karşılığında 6 milyon frank komisyon istiyordu. Osmanlı Devleti Mirés ile anlaştı; karşılık olarak da birçok yerin gümrük gelirini, tuzlu balık resmini, Filibe gülyağı gelirini, Bursa’nın ipek öşürünü gösterdi. Ancak, Mirés Osmanlı Devleti’ni dolandırdı. Borç tahvilleri Avrupa borsalarında satılamadı. Fransa Hükümeti Mirés’yi tutukladı ve mali piyasada satılan tahvillerin bedeli, Osmanlı Hükümeti’ne verildi.

Akçalı (Mali) Bunalım ve Yeni Borç

Yaşanan akçalı bunalım, 1862 yılında yeni bir borçlanmayla aşılmaya çalışıldı. 1863 yılında Osmanlı Bankası’na “Devlet Bankası” statüsü verildi ve aynı yıl bir devlet bütçesi yapıldı. Ancak yapılan bütçenin ne kendisine ne de yapanlara bir yararı oldu. Çünkü bu bütçe, daha sonra yapılacak olanlar gibi bir borç ödeme bütçesiydi. 12 yıl sonra 1875’te, bütçenin 17 milyon gelirine karşılık 13 milyon lira dış borç ödemesi vardı.4 Osmanlı bütçesi 1875 yılında, aynı bugünkü Türkiye Cumhuriyeti bütçesi gibi, gelirlerinin yüzde 76’sını dış borç ödemesine ayırmıştı.
Osmanlı Devleti’nin dış borç toplamı ise; 150 milyonu anapara, 61 milyonu faiz olmak üzere 211 milyon İngiliz Sterliniydi. Borç anlaşmalarının çarpıklığı nedeniyle, bu borcun yalnızca yüzde 53’ü Osmanlı hazinesine girmişti. Borcun büyük bölümü, Avrupalı banker ya da bankalardan alınmıştı. Düyunu Umumiye’nin kabul edildiği 1881’de devlet borçlarının; yüzde 40’ı Fransa, yüzde 29’u İngiltere, yüzde 8’i Hollanda, yüzde 5’i Almanya, yüzde 3’ü İtalya’ya yapılmıştı.5

İflas ve Muharrem Kararnamesi

Osmanlı Devleti, 6 Ekim 1875’te yayımladığı bir kararname ile borçlarını ödeyemeyeceğini tüm dünyaya duyurdu. Alacaklılar durumu protesto etti ve sorunu siyasi baskı yoluyla çözmeye çalıştılar. 1881 yılında İstanbul’da yapılan toplantıda, Osmanlı Devleti, borçların, alacaklılar tarafından seçilen bir kurul tarafından yönetilmesini kabul etti. Bu anlaşmaya Muharrem Kararnamesi adı verildi.
Üst yönetimi İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Avusturyalı, Hollandalı ve Osmanlılardan oluşan ve Muharrem Kararnamesi’nin bir gereği olarak kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi; borç ödemelerine ayrılan devlet gelirlerini alacaklılar yararına yönetmek üzere kurulmuştu; uluslararası niteliği olan siyasal ve diplomatik bir kurum değil, bir anlamda özel bir şirketti.
Osmanlı Hükümeti, Muharrem Kararnamesi’nin 8. maddesi gereği; tahsil edilmesi kolay bazı devlet gelirlerini, “mutlak ve değişmez” bir biçimde borç ödemelerine ayırıyordu. Bu gelirler şunlardı: tütün ve tömbeki (nargile tütünü) rüsumatı (vergileri), ipek öşürü (ondalık vergi), pul ve ispirto resimleri (harçlar), tütün ve tuz inhisarları (tekelleri), İstanbul ve civarı balık avı vergisi, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs gelirleri, Doğu Rumeli vergisi, gümrük resimlerinde ve gelir vergisinde oluşacak gelir fazlalıkları.

Türk Tütünü ve Reji İdaresi

Bu gelirlerin en önemlilerinden olan tütün gelirleri için, Avrupalıların baskısıyla tekel oluşturmak üzere Tütün Rejisi adıyla bir şirket kuruldu. Bu şirket kurulduktan sonra, tütün üreticisi köylülerin karşısına tek alıcı olarak çıktı ve çok düşük fiyatlarla tütün almaya başladı. (Reji, tütünü 10 kuruşa alıyor, yüzde 250 karla 35 kuruşa satıyordu) 6 Reji İdaresi, daha sonra aldığı tütünün işlemesini de kendisi yapmaya başlamıştı.
Yetiştirdikleri tütünle geçinemez hale gelen köylüler, Reji İdaresi ile ilişkiye geçmeden kaçak tütün ekmeye başladılar. Reji, bunun üzerine, hükümete bir yasa kabul ettirerek tütün ekimini denetimi altına aldı ve kendi silahlı gücünü (Reji kolcuları) oluşturdu; yasadan aldığı güçle köylüler üzerine şiddet uygulamaya başladı. Çatışmalarda binlerce Türk köylüsü öldürüldü. Abdülhamit, Reji uygulamalarına son vermek istedi, ancak başaramadı. 1913 yılında Balkan Savaşı sırasında paraya gereksinim duyan hükümet, 1,5 milyon lira karşılığı, Reji’nin sahip olduğu ayrıcalıkları 1928 yılına dek uzattı. Reji İdaresi ancak, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan Cumhuriyet Hükümeti tarafından ortadan kaldırıldı.
Reji dönemi uygulamalarıyla, IMF isteğiyle çıkarılan ve bugün uygulanmakta olan Tütün Yasası arasında büyük bir benzerlik vardır. Türkiye’de tütün dışalımı serbest bırakılmışken, 57. DSP, MHP ve ANAP Hükümeti’nin çıkardığı 59. AKP Hükümeti’nin uygulamasını sürdürdüğü bu yasa; tütün ekim alanlarını sınırlamış, bu sınırlar dışında ekim yapan köylüye ve ekimi ihbar etmeyen muhtara ceza getirmiştir.

İşbirlikçiliğin ‘Kuramcısı’: Daniel Ducoste

Daniel Ducoste, Fransa Maliye Bakanlığı Müşavirliği ve Osmanlı Devleti’nden alacağı olan devletlerin Hesap Komisyonu Başkanlığını yapmış döneminin etkili bir ismidir. Tanzimat dönemi uygulamalarına yön veren ve Osmanlı borçlanmasının sonuçlarını irdeleyen araştırmalar yapmıştır. 1889 yılında yazdığı kitapta, yalnızca o dönemde değil, bugün de uygulanmakta olan önermelerde bulunmuştur: “Şimdi Türkler hızla borçlanmaktadırlar. Ancak yirmibeş yıl sonra Osmanlı toplumunda borçlanmaya karşı muhalif unsurlar ortaya çıkacaktır. İşte o zaman, gerek alacaklarımız ve gerekse bunların faizleri tehlikeye düşecektir. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin maliyesi, ekonomisi ve servetleri üzerindeki çıkarlarımızı koruyabilecek Türk yöneticilere ihtiyacımız olacaktır. Ben, bu ‘yerli misyonerlerin’, bizden ve yapacağımız siyasi baskılardan çok daha yararlı olacağı kanısındayım. Bunlar, Türk halkına kendi dilleri, kendi ikna yöntemleri ile yaklaşma olanaklarına sahiptirler. Bu ‘yerli misyonerler’ alacaklarımızın, bir ya da birkaç yüzyıl, teminat unsurlarının en önemlilerinden biri olacaktır.” 7

İdari ve Hukuksal Teslimiyet: Islahat Fermanı

1838 Balta Limanı Anlaşması ile önü açılan, borç anlaşmalarıyla yerleşen ve Gülhane Hattı Hümayunu ile süren Batı’ya bağlanma süreci, 18 yıl sonra, Islahat Fermanı adı verilen bir başka “yenileşme programını” ortaya çıkardı. Batılı devletlerin telkin ve zorlamasıyla, Padişah Abdülmecit 18 Şubat 1856’da Bab-ı Ali’de; nazırlar, yüksek dereceli memurlar, şeyhülislam, patrikler, hahambaşı ve etnik toplulukların temsilcileri önünde, Islahat Fermanı adı verilen bir “program” açıkladı. Bu açıklama hiç zaman yitirilmeden, istenilenleri yerine getirmenin göstergesi olarak; sürmekte olan Paris Anlaşması görüşmelerinde büyük devletlerin bilgisine sunuldu. Bu davranış, ABD gezilerine gitmeden önce, kendisinden istenen yasaları acele olarak çıkaran politikacıların bugünkü tavrıyla hemen aynı anlayışın ürünüydü.
Islahat Fermanı, Batıya bağlanma sürecini tamamlayan üçüncü girişim oldu. 1838 Ticaret Anlaşması, Osmanlı sanayi ve ticaretini Avrupa’nın denetimi altına sokmuştu. 1854’te başlayan borçlanma süreci aynı işi mali alanda yapmıştı.8 Şimdi, idari ve hukuksal düzenlemeler yapılacak ve Osmanlı İmparatorluğu tam olarak yarı–sömürge haline getirilecekti.

Hukuksal Düzenlemeler: Ayrıcalıklar

Islahat Fermanı’yla batılılara verilen sözler, üstlenilen yükümlülüklere göre: Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Hıristiyan uyruklara, Fatih zamanında tanınmış olan eski hak ve ayrıcalıklar yeniden uygulanacak, sosyal haklar, vergi yükümlülüğü, askerlik, eğitim ve devlet memurluğuna atanma gibi konularda, Hıristiyan tebaaya onları Müslümanlarla eşit kılan yeni haklar tanınacaktı. Bu haklar ek bir fermanla ilan edilecekti. Din ve mezhep farkı gözetilmeksizin Osmanlı tebaasının tümünden, eşit olarak vergi alınacaktı. İltizam sistemi (vergi miktarının ve toplanmasının mültezim denilen kişilerce belirlendiği Osmanlı vergi sistemi) ortadan kaldırılacak ve bir daha uygulanmayacaktı. Yabancı uyruklulara, Osmanlı ülkesinde mülk edinme ve arazi satın alma hakları tanınacak, bu hak kutsal yerler (Hicaz) dışında, ülkenin her yerinde geçerli olacaktı. Ceza hukukunda; işkence yasaklanıp önlenecek, suçluların mülklerine devletin el koyması yöntemi kaldırılacak ve cezaevlerindeki yöntem ve kurallar insan haklarına uygun hale getirilecekti. Ceza davaları için karma mahkemeler kurulacak ve bu mahkemelere özgü yeni ceza yasaları çıkarılacaktı. Patrikhanenin ve müslüman olmayan dini kuruluşların, hukuksal ayrıcalıkları daha da genişletilecek, Patrikhane ve Müslüman olmayan dinsel kuruluş temsilcileri, il ve ilçe meclisleri ile Ahkam-ı Adliye (Hukuk Kuralları) kurumlarında temsilci bulundurabileceklerdi. Batı kültürüne önem verilecek, Batı’dan öğretmenler getirilecek ve eğitim yatırımları için Avrupa’dan yardım alınacaktı. 9

Azınlık Ayrıcalığı

Islahat Fermanı’nın kaçınılmaz sonucu, İmparatorluk içinde yaşayan Müslüman olmayan uyruklar içinde, milliyetçi hareketlerin yükselmesi oldu. Türkler, kendi ülkelerinde ekonomik ve sosyal yetmezlik içinde ümmet olarak yaşarken, ekonomik ve kültürel gelişkinlik içindeki azınlık milliyetleri adeta bir “anayasaya” kavuşmuşlardı. Değişik etnik ve dinsel unsurları “Osmanlılık” ideolojisi çerçevesinde birleştirmeyi amaçlayan Ferman, İmparatorluğu değil, azınlık milliyetleri kendi içinde birleştirmişti.
Osmanlı Hıristiyanları, her geçen gün güçlenip daha ayrıcalıklı duruma gelirken, Türk halkı, yoksulluğun ve ezilmişliğin ağır baskısı altındaydı. Çaresizlik içinde kabuğuna çekilen Anadolu halkının sığınacağı tek şey, elinden alınamayan inançları ve dini oluyordu.
Islahat Fermanı’nın açıklanmasından, Tanzimat döneminin sona erdiği kabul edilen 1876 yılına dek geçen 20 yıl içinde, ülkenin birçok yerinde ayaklanmalar çıktı ve toprak kayıpları meydana geldi. 1856 yılında Eflak ve Boğdan’a (Romanya) özerklik tanındı, beş yıl sonra Lübnan Sancağı özerkleşti, 1862’de Karadağ ayaklanması ortaya çıktı, dört yıl sonra Mısır Valisi İsmail Paşa’nın isteği doğrultusunda valiliğin babadan oğula geçmesi kabul edildi, bir yıl sonra Girit’deki ayaklanmalar, Girit’e yeni ve özel bir yönetim biçimi verilmesine neden oldu, 1875’te Hersek’te ayaklanma çıktı ve 1876 yılında Bulgarlar bağımsız devlet kurmak için ayaklandılar. 1918 Mondros Anlaşması’na dek geçen süre içinde İmparatorluk dağıldı ve 1920 Sevr’iyle, Türk egemenliği, Anadolu’nun ortasında 120 bin kilometrekarelik bir alana sıkıştırıldı.

Cumhuriyet’in Devraldığı

1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti; Tanzimatla başlayan 84 yıllık ağır sömürü döneminin, sürekli savaşların ve ekonomik çözülmenin tükenme noktasına getirdiği bir toplum içinden çıktı. Kurtuluş Savaşı bittiğinde azalan nüfusuyla Türkiye; toprakları ekilemeyen, sanayi ve ticaretten yoksun, yıkıntı halinde bir ülkeydi. Bütün gelir kaynakları, doğal varlıkları, madenleri ve en iyi toprakları, yüz yıl boyunca yabancılar tarafından sınırsızca kullanılmıştı. Sömürü, o denli ağır ve yaygındı ki, yer altı-yerüstü değerleriyle dünyanın en varsıl bölgelerinden biri olan Anadolu, dünyanın en yoksul insanlarının yaşadığı bir bölge haline gelmişti. Tarım çökmüş, ticaret durmuştu. Sanayi üretimi yoktu. İnsanlar kendini besleyemiyordu. Eğitimsizlik yaygın, hastalıklar çok fazlaydı. 1838 Türk-İngiliz Serbest Ticaret anlaşmasıyla başlayan Tanzimat dönemi ülkeyi mahvetmişti. Cumhuriyet’in, geçmişten aldığı miras buydu.

DİPNOTLAR

1         “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, Belge Y., 2.C., 7.Bas, sf.73-74
2         “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”, İletişim Y., 6.C. sf.1793
3         “Büyük Larousse” Gelişim Yay. Sf.3469
4         a.g.e. sf.3469
5         “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi”, İletişim Y., 6.C., sf.1794
6         “Büyük Larousse” Gelişim Yay., sf.9754
7         “Militan Atatürkçülük” Vural Savaş, Bilgi Yay. 2001, sf.35
8         “Azgelişmiş Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, Belge Yay., 7.Baskı 2001, sf.96

9         “Büyük Larousse” Gelişim Yay. Sf.5494 ve “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Stefanos Yerasimos, Belge Yay., 7.Baskı 2001, Sf. 96–128

1 yorum:

  1. Bir kredi bir yeni faiz oranları %3, proje finansmanı başlatmak ve faturaları ödemek için hızlı ve kolay bir yol olduğu için uygulama adresten bize ulaşın: co.operateloanservice@gmail.com
    Bu para bizim en az $ 1,000.00 seçimdir kredi borç kredi teklif alır.
    Ben sertifikalı borç veren Legit ve kayıt,
    Bir kredi edinmekle ilgileniyor benimle daha fazla bilgi co.operateloanservice@gmail.com için iletişim

    YanıtlaSil