17 Mayıs 2014 Cumartesi

ÖZELLEŞTİRME İDEOLOJİSİ


Günümüz dünyasında endüstriyel üretimi düşük, ekonomik ve mali yapılanması yetersiz gelişmekte olan ülkelerde, devletin ekonomik gücünü büyük oranda Kamu İktisadi Kuruluşları (KİT) oluşturur. KİT yatırımlarının artması ve bu yatırımların verimli bir işleyiş içinde geliştirilmesi, azgelişmiş ülkelerin kalkınabilmesi için tek şanstır. Dünyada, devletin ekonomik destek ve katılımı olmadan kalkınabilmiş bir ülke yoktur. Batının gelişmiş ülkelerinin kalkınması ekonomik devletçilik olarak tanımlanan Merkantilizme dayanır. Devlet kalkınmada öncüdür ve bu görevi yaptığı oranda güçlenmiştir. Bugün, azgelişmiş ülkelerde devletin ekonomik dayanaklarının özelleştirme adıyla yokedilmesi gerçekte ulus devletin yok edilmesidir. Bu nedenle, özelleştirme uygulamaları ekonomik değil, emperyalizmi anlatan ideolojik bir girişimdir. Azgelişmiş ülkelerin varlığını sürdürebilmesi için tek dayanağı olan ulus-devletin yok edilmesidir.

Karar Merkezi: Dünya Bankası

Devlet Planlama Teşkilatı, 1986 yılında Dünya Bankası aracılığıyla Amerikan şirketi Morgan Bank’a Özelleştirme Master Planı diye bir plan hazırlattı. Türkiye’ye gelen Morgan Ekibi, yüksek düzeyde görevlilerle geniş çaplı görüşmelerden sonra; Türkiye’deki özelleştirme uygulamaları konusunda, “Türk Hükümeti’nin hedeflerini doğrudan yansıtan” ondört hedef belirledi. Master Planda, özelleştirmenin amacı şöyle özetleniyordu: “Özelleştirme Programının en önemli amacı, endüstriyel etkinliği arttırmak ve bu yolla ekonomide gerçek büyüme yaratmaktır.”1
Morgan Bank Ekibi’nin, “Yüksek düzeyde görevlilerle” görüşerek hazırladığı, Türkiye’deki KİT’lerin özelleştirme izlencesinde yer alan gerekçeler; uzun ve etkili medya yaymacasıyla halka duyuruldu ve Çimento sektöründen başlamak üzere satış uygulamalarına geçildi. En sağından, en soluna dek hemen tüm siyasi partiler, Morgan Bank Ekibi gibi düşünmeye başladı ve KİT satışlarını ayrımlı söylemler kullanarak kabul ettiler. Bu kabul bugün de sürüyor.

Uydurma Gerekçeler

Özelleştirmecilerin belli başlı savları şunlardır: KİT’lerin devlet mülkiyetinden çıkması piyasa güçlerinin (özel sermayenin) ekonomiyi canlandırmasını sağlayacaktır.
KİT’lerin verimliliği ve etkinliği düşüktür, istihdam fazlalığı vardır.
KİT’ler zarar etmekte ve hazineye yük olmaktadır; KİT satışları mal ve hizmet üretiminde nitelik, nicelik ve çeşitliliği arttıracaktır.
KİT’ler ekonomide tekel yaratmaktadır, serbest piyasanın gereği olarak tekelcilik önlenmelidir; KİT’ler geri teknolojiyle çalışmaktadır bu nedenle elden çıkarılmalıdır.
KİT’ler satılarak mülkiyetin halka yayılması sağlanacaktır; özelleştirme gelirleriyle hazine açıkları kapatılacak ve denk bütçe amaçlayan yeni bir başlangıç yapılacaktır...
Bu savlar doğru mudur? 1980’lere dek kamu gücüyle kurulan ve kurulması için dışarıya borçlanılan bu kurumlar, Türk ekonomisine bu denli zarar veriyor mu? Veriyorsa neden yapıldılar? Dünya Bankası, IMF ve yerli yöneticilerin özelleştirme gerekçelerinde haklı bir yan var mıdır? Bu sorulara bir avuç bilimadamı ve yurtsever aydından başka yanıt arayan ve araştırma yapan çıkmadı. KİT’ler gerçeklere uymayan gerekçelerle, kabul edilmesi olanaksız bir biçimde teker teker satıldı.

A- “Piyasa Güçleri” Ekonomiyi Canlandıramadığı İçin KİT’ler Kurulmuştur:

KİT sorunu, esas olarak bir azgelişmiş ülke sorunudur. Dünyanın her yerinin her yönden paylaşıldığı bir dünyada azgelişmiş bir ülkenin; yaşam biçimine, ulusal varlığına ve geleceğine sahip çıkabilmesinin tek yolu, en alt düzeyde de olsa kendine yeter duruma gelmektir. Bunun kısa adı; gerçekleştirilmesinin, istemekten çok daha güç olduğu, ulusal kalkınmadır.
Herhangi bir alanda devlet öncülüğünün sona ermesi o alanda yüksek düzeyli bir gelişmenin sağlandığını gösterir. Özel girişimin kamusal düzeni aksatmayacak düzeye gelmesi bir gelişkinlik göstergesidir. Bu gelişkinlik, yaşamın her alanında ve toplumun tümünü kapsayarak bir başka gelişime yol açacaktır. Kamusal iyelik (mülkiyet), ekonomik ve toplumsal gelişmeye bağlı olarak yeni ve başka bir toplumsal aşamada yeniden gündeme gelecek ve bu süreç aynı zamanda devletin sönüme gittiği süreci oluşturacaktır. Devletin sönüme gitmesi, sınıfsız bir düzeni sağlayan uygarlık sorunu olarak, insanlığın önüne o zaman gelecektir.
Ancak kurtlar sofrası durumundaki günümüz dünyası bu düzeyin çok gerisindedir. İnsanlar ve ülkelerin birbirleri üzerinden çıkar sağladığı ve gücün belirleyici olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir ortamda azgelişmiş ülkelere devletin küçülmesini önermek ya da bu öneri yönünde uygulamalarda bulunmak, gücün egemenliğini kabul ederek, güçsüzlere yaşam hakkı tanımamak ve uygarlığı yok etmek anlamına gelecektir.
Kalkınma amacındaki ülkeler, gelişmiş ülkelerin kalkınmayı gerçekleştirdiği dönemlerdeki olanaklara bugün sahip değildir. Az sayıdaki Batı Avrupa ülkesi, bakir ve heryanı keşfedilmemiş bir dünyada, yalnızca birbirleriyle yarışarak (rekabet ederek) dünyaya yayıldı ve onu özgürce kullandı; elde ettiği varsıllığın tümünü ülkesine taşıdı. Ancak, bugün dünya onu kullananlar için çok küçüldü ve azgelişmiş ülkeler ağır bir emperyalist sömürü altında. Her yer paylaşılmış. Her şeyi güç ve şiddet belirliyor.
Bu nedenle azgelişmiş ülkelerin varlıklarını koruyup kalkınabilmeleri için devlete ve onun her alandaki öncülüğüne şimdi çok daha fazla gereksinimleri var. Batılılar kalkınmak için başarıyla kullandığı yöntemi, azgelişmiş ülkelerde uygulatmak istemiyor. Gelişimlerini borçlu olduğu ve kendi ülkelerinde güçlendirmeyi sürdürdüğü devleti, azgelişmiş ülkelerde etkisizleştirmek için onlara yanlışı öneriyorlar.
Gelişmiş ülkelerde, toplumsal yaşamın temel alanları ve kilit sektörler devlet mülkiyeti ya da denetimi altındadır. Japonya’da değil devletin, birçok özel şirketin bile hisseleri serbestçe alınıp satılamaz. Yabancı şirketlerin, herhangi bir üretim dalında etkinlik sağlayacağı bir şirket alımını gerçekleştirebilmeleri olanaklı değildir. İngiltere’de yabancılar şirket hisselerinin yüzde 10’undan, Fransa’da yüzde 20’sinden fazlasını alamaz. Almanya’da Lufthansa’nın yüzde 52’si devletindir. Demiryolları ve iletişimin büyük bölümü devlet mülkiyetindedir. Bir kamu kuruluşu olan Resolution Trust Corporation, ABD’nde en büyük mal varlığına sahip şirket durumundadır. Fransa’da bünyelerinde 1.5 milyon işçi çalıştıran 2498 devlet şirketi vardır (1995). Bu şirketlerin 17’si tarım, 341’i endüstri ve 2140’ı ticaret, ulaşım, finansman, sigorta ve hizmet sektöründe faaliyet göstermektedir.2
Bu ülkeler gelişmiş zengin ülkelerdir. Ulusal geliri kişi başına 35 bin dolardan çoktur. Ekonomileri güçlüdür. Oysa azgelişmiş bir ülke olan Türkiye’nin durumu bu ülkelerden çok farklıdır. Ekonomisini geliştirmesi için, bir zamanlar bu ülkelerin yaptığı gibi, kilit sanayi dallarına, stratejik alanlara ve sosyal güvenlik kurumlarına yeni kamusal yatırımlar yapması, eldekileri koruyup geliştirmesi gerekmektedir. Ekonomik büyümeyi gerçekleştirmenin, bölgeler arası eşitsizlikleri gidermenin ve ulusal kalkınmayı sağlamanın başka bir yolu henüz bulunmadı. Bu nedenle Morgan Bank ekibi’nin önerdiğinin tam tersi yapılmalı ve “Ekonomiyi hareketlendirmek için eldeki KİT’leri piyasa güçlerine devretmek” yerine, onları koruyup geliştirmeli ve ülkenin her yerinde yenileri açılmalıdır.

B- KİT’lerde Verimlilik Düşük, İstihdam Fazla Değildir:

KİT’lerin; kötü yönetildiği, çok adam çalıştırıldığı ve verimliliklerinin düşük olduğu sıkça dile getirilmektedir. İşin ilginç yanı bunları söyleyenlerin önemli bölümü, ülkeyi bağlı olarak da KİT’leri bugüne dek yöneten hükümet yetkilileridir. Siyasi erki elinde bulunduranlardır. Bunlar düne kadar, kendilerine yakıştırdıkları “sanayileşme öncüsü” gibi ünvanlarla övünüyordu şimdi, kurmakla övündükleri KİT’leri sattıkları için övünüyorlar.
KİT’lerin kötü yönetildiği bir gerçektir (hem de çok kötü yönetilmiştir). Özal döneminden sonra kasıtlı olarak kötü yönetildikleri ise bir başka gerçektir. Bu o denli açıktır ki; birçok büyük ve güçlü KİT, özelleştirilecek kuruluşlar kapsamına alınarak yönetim yetkileri, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na verildi. Bu uygulama, öldüreceği adama dua okumak ya da kediye ciğer emanet etmek gibi bir şeydir.
KİT’lerin, (her şeye karşın) çok değerli kadroları vardı. Bu kuruluşlar kendi kadrolarını yetiştirmekle kalmamış birçok özel kuruluşa üst düzeyde nitelikli eleman vermiştir. Türkiye’nin kısa sanayi tarihinde özel kesimin (sektörün) hemen tüm başlangıç kadrosu kamu kaynaklıdır. Sanayi işletmelerinden özel televizyonlara dek bu hep böyledir.
Erdemir’de Yılmaz Argüden adında bir Genel Müdür, kendi deyimiyle “ülke yararına” işler yapıyor ve Erdemir Demir-Çelik İşletmesi’nde Toplam Kalite Yönetimi anlayışını yerleştirerek, büyük başarılar sağlıyordu. Argüden, ereklerinin üretim kapasitesi arttırarak Avrupa’nın ilk 10’una girmek olduğunu ve buna da az kaldığını söylüyordu. Yılmaz Argüden, 26 Mart 1999 günü görevinden ayrıldı ve şu açıklamayı yaptı: “Erdemir’in dünya çapında bir şirket olması için iki yıl çalıştık. Klasik kamu şirketi anlayışından ‘müşteri odaklı’ şirket yönetimi anlayışına geçmek için çaba sarfettik. Son bir yılda bütün ihaleleri şeffaf bir biçimde yaptık. Ve Erdemir’i belli bir yere getirdik. Çok fazla yorum yapmak istemiyorum ama birilerinin benden rahatsız olduğu bir gerçek. Siyasilerin ne düşündüğü beni pek ilgilendirmiyor. Ancak bir süredir siyasilerin de etkisi ile bize karşı bir muhalif grup oluştu. Dünya çapındaki bir tesise muhalefet yakışmıyor.” 3
KİT’lerde çok adam çalıştırıldığı ve özel kesimin KİT’lerden daha üretken bir yapıya sahip olduğu hemen her platformda ileri sürülen, bu nedenle de pek çok insanın inandığı bir söylemdir. Ancak, incelemeler ve somut verilere dayanan araştırmalar gerçeğin böyle olmadığını açıkça ortaya koyuyor.
Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı’nın (KİGEM) saptamalarına göre Türkiye’de KİT çalışanlarının toplam çalışan içindeki payı geleneksel olarak yüzde 4’dür. Ancak, bu oran 1985-1995 arasında yüzde 30 azalarak yüzde 2.8’e düştü. Çalışan sayısının azalması sanayi KİT’lerinde daha çok oldu ve aynı dönemde yüzde 11.9’dan yüzde 6,4’e düşerek neredeyse yarı yarıya azaldı. KİT’lerde çalışan sayısının düştüğü aynı dönemde KİT dışı sektörlerde istihdam, Türkiye genelinde yüzde 3.67 oranında artış gösterdi ve Türkiye ekonomisinin yıllık ortalama iş yaratımı yüzde 1.85 oldu.
Veriler ilginç bir gerçeği ortaya koyuyor. Sanayi KİT’lerinde emek payındaki düşüş toplam katma değerdeki düşüşten daha büyük olduğundan, dönem boyunca çalışan başına üretkenlik yüzde 98.4 oranında artmıştı.4 Üretim endüstrisinde yer alan KİT’lerde verimlilik, özel sektördeki verimliliği geçmişti. Türkiye’de katma değer artışı, özel sektörün istihdam artışından az, KİT istihdamından çoktu. Bunun açık anlamı, KİT’lerde daha az işçiyle daha çok üretim yapılması, ya da bir başka deyişle, emek üretkenliğinin özel işletmelerden daha yüksek olmasıydı.
Dikkat çeken bir başka nokta, KİT’lerde sağlanan emek üretkenliğinin; keşmekeşliğe varan bir personel düzeni içinde kilit kadrolar dahil çalışanların tümünün kolayca gözden çıkarıldığı bir kıyım ortamında gerçekleştirilmiş olmasıdır. 1985-1995 arasında 125 bin çalışanın işine konumuna ve eğitim düzeyine bakılmaksızın son verilmişti. Kalanlar ise ücret düşüklüğü ve yetersiz sosyal güvenlik koşullarında çalıştırılıyordu.
KİT’lerdeki verimliliğin özel kesim işletmelerinden daha yüksek olduğuna yönelik bir başka çalışma İktisat Dergisi’nin Eylül 1993 sayısında yayınlandı. “Verim Artışında KİT’ler Önde” başlıklı yazıda şunlar söyleniyor: “Son yıllarda devlet eliyle sürekli işlenen ‘kamu kesiminin verimsiz’ olduğuna ilişkin iddia bir devlet kuruluşu tarafından çürütüldü. Güvenirliğine hiç kimsenin itirazı olmayan Milli Prodüktivite Merkezi'nin (MPM), Devlet İstatistik Enstitüsü'nin (DİE) İmalat Sanayi Yıllık Anket Sonuçları üzerinde yaptığı araştırmaya göre, kamunun verim artış hızı özel sektörden daha fazla.” 5
MPM’nin imalat sanayiinde, aralarında gıda maddeleri, içki; tütün, ayakkabı, ana kimya, petrol rafinerileri, plastik ürünleri, elektrik makinaları ve metal eşyanın bulunduğu toplam 29 sanayi kolunda yaptığı araştırmaya göre, 1987-1990 arasında kamu kesiminde çalışan her işçinin yarattığı katma değer yüzde 28,6 artarken, özel kesimdeki artış yüzde 15,9 da kaldı. Bu oranlar gıda maddelerinde yüzde 36,8-yüzde 20,8, içki sanayiinde yüzde 78,7-yüzde 38 oldu.6
Kötü yönetimlere karşın özel sektörlerden daha verimli çalışan KİT’ler, özelleştirildiklerinde büyük verimlilik kayıplarına uğramaktadır. Et ve Balık Kurumu’nun (EBK) özelleştirilen on bir kombinasından dokuzunda, bir yıl içinde üretime son verilmiştir. İstihdam yüzde 88, üretim yüzde 94 düşmüştür. Özelleştirilen Süt Endüstrisi Kurumu’nda (SEK), istihdam yüzde 57 üretim ise yüzde 33 düşmüştür. Orman Ürünleri Sanayi Kurumu’nda (ORÜS) özelleştirme uygulaması yapılan sekiz işletmeden yedisinde üretim son bulmuş, toplam istihdam yüzde 78 azalmıştır.7

C- KİT’lerin Zarar Ettiği İddiaları Doğru Değildir:

Özelleştirme uygulamalarına gerekçe arayanlar uzun süre, KİT’lerin zarar ettiğini, devlet bütçesine yük oluşturduğunu ve kamu açıklarına yol açtığını söyledi (artık gerekçe açıklamaya gerek bile görülmüyor). Parti başkanları ve onların ekonomik kurmayları, zararın niceliğini (miktarını) katıldıkları toplantıların heyecanına göre diledikleri gibi yükseltiyordu. Tansu Çiller, zararı günde 5 milyon dolar’a dek çıkarmıştı.8 Oysa gerçek, söylenenlerin tam tersiydi. KİT’ler siyasi yönetimin bütün engellemelerine, bütün planlı ve kasıtlı kötü yönetim girişimlerine karşın şaşırtıcı bir biçimde kâr ediyordu.
Uzun süre kilit görevlere, yetkisiz yetersiz ve çoğu kez başarısızlığı amaçlayan kişiler atandı. Üst düzeydeki nitelikli kadro değişik yöntemlerle görevlerinden alındı. KİT ürünlerinin rekabet olanaklarını ortadan kaldıracak her türlü önlem geniş bir biçimde uygulandı. Mesut Yılmaz hükümeti, enflasyonu önlemek için, KİT ürünlerine enflasyonun yüzde 80 olduğu günlerde 6 ay zam yapmama kararı aldı. KİT’ler bilinçli bir biçimde iç ve dış borç sarmalına sürüklendi. Geçmiş yıl kur farkları ve faizleri gider olarak kâr-zarar hesaplarına geçirilmeğe başlandı ve bilanço oyunlarıyla oluşturulan zararlar yüksek gösterilmeye çalışıldı. KİT yönetimleri, ÖİB aracılığıyla Dünya Bankası’nın yönetimine bırakıldı.
Bütün olumsuz koşullara karşın; KİT’lere bağlı işletmelerde yapılanma, işleyiş ve özellikle verimlilik araştırması yapan araştırmacılar, ilginç sonuçlarla karşılaştı. Bütün olumsuz koşullara karşın KİT’ler kâr ediyordu. Hazineye yük getirmiyor tersine katkı sağlıyorlardı. Bu gerçek hiçbir bilanço oyununun örtemeyeceği kadar açıktı.
Kamu işletmeleri, ulusal geliri düşük ve toplumsal örgütlenmesi yetersiz azgelişmiş ülkelerde, halk kesimlerinin temel gereksinimlerinin karşılanmasına katkı koyan görevler üstlenir. Üstlenmek zorundadır. Bu nedenle gerek kuruluş amaçları ve gerekse kazanç erekleri, kapsam ve içerik olarak, kazancı tek gerçek sayan özel şirketlerden ayrımlıdır. Ekonomik büyümeyi, toplumun genel gelişimiyle bütünleştirerek zarar etmeden gerçekleştirmek gibi zorlu bir sorumluluk altındadırlar. Bu nedenle bu işletmeler özen gösterilmesi ve iyi yönetilmesi gereken kamusal kuruluşlardır.
Türkiye’de KİT’ler, tarımsal kalkınma politikalarının uygulanmasında, üretici ve ürün desteklerinde, ulaşım, enerji, haberleşme ve madenciliğin geliştirilmesinde, özel girişimciliği özendirme (teşvik) politikalarında, devlete dolaylı vergi olanakları yaratmada, kurumlar vergisi olarak doğrudan vergi ödemelerinde, geri kalmış yörelere yatırım götürmede, askeri amaçlı stratejik yatırımlarda, son derece yararlı hizmetler yapmıştır.
Bu hizmeti yaparken, siyasi erkin bilerek ve isteyerek kabullendiği ve görev zararları denilen zararları yüklenirler. Kötü yönetim ve yolsuzluğun neden olduğu yitikler bunların dışındadır. Bakanlık örgütlerinden belediyelere, okullardan kışlalara dek pek çok devlet kuruluşu TEK’e, PTT’ye, TPAO’ya borçlarını ödemez. KİT’ler vergi kaçırmaz, kaçak işçi çalıştırmaz, sigorta primlerini tam öder, zor işlerin “düzeltilmesi” için rüşvet vermez, devletten teşvik alıp bunları repo’ya yatırmaz. Bütün bunlara karşın kâr ederler, üretimi arttırırlar ve ne yazık ki, politikacılar tarafından satılırlar.
Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre KİT’ler 1998 yılında 10 katrilyon 559 trilyon lira gelir elde etti. 376,4 trilyon liralık görev zararları ve tüm giderler düşüldükten sonra 1998’de 1 katrilyon 144 trilyon 339 milyar lira net kâr elde etti. Hazine Müsteşarlığı 1999 yılı için, 16 katrilyon 133 trilyon lira toplam gelir ve 1.6 katrilyon lira kâr öngürüyor.9 1997 yılında TEAŞ 11 trilyon 610 milyar, TEDAŞ 148 trilyon 78 milyar, TMO 17 trilyon 215 milyar, TEKEL 15 trilyon 215 milyar lira kâr etti.10 1998 yılında Türk Telekom 111.5, Petrol Ofisi 15.7, TKİ 12.8, DHMİ 8.4, Türkiye Şeker Fabrikaları 6.3 trilyon lira kurumlar vergisi ödedi.11
KİT’ler yalnızca kâr etmekle kalmadı aynı zamanda, şaşırtıcı bir biçimde üretimlerini de arttırdı. Katma değer olarak sanayi KİT’leri, Türkiye’deki toplam sanayi sektörü içindeki payını 1985’deki yüzde 26.6 orandan 1995’te yüzde 29’a çıkardı. KİT’lerin hem toplam hem de sınai GSYİH içindeki payı 1991 yılından bu yana kesintisiz olarak arttı.12

D-Özelleştirme Tekelleşmeyi Önlemez Tersine, Gerçek Tekeller Yaratır; Sermaye’yi Tabana Yaymaz:

Özelleştirme savunucularının belki de en aykırı savı, özelleştirmenin tekelci yapıları kıracağı ve sermayenin halka yayılacağı yönündeki görüştür. Bu görüşü ileri sürenler söylediklerinin doğru olmadığını elbette bilirler. Ancak, iletişim olanaklarının tam olarak tekelci sermayenin eline geçtiği, örgütsüz ve tepkisiz bir toplumda bu tür söylemler, kavram kargaşası yaratılarak doğrularla yanlışları birbirine karıştırmak için bolca kullanılır. Bu kargaşayla gerçekler halkın gözünden kaçırılır.
Azgelişmiş ülkelerin, kalkınmak ve gelişmek için kamu tekellerine ileri düzeyde gereksinimleri vardır. Kamu tekelleri, özel şirketlerin oluşturduğu anlamda tekel olmadıkları gibi bunlar, tekelleşmeyi önleyen toplumsal kurumlardır. Bu nedenle azgelişmiş ülkelerde, devlet tekeli durumundaki KİT’lerin özel kişi ve kuruluşlara devredilmesi; Batıda 19.yüzyıl liberalizmiyle yarışma sonucu oluşan özel tekellerin, devlet tarafından yapay olarak, yukarıdan aşağıya kurulması demektir. Özelleştirme tekelleşmeyi önlemediği gibi, denetimsiz ve doyumsuz gerçek tekeller yaratır. Bu nedenle, özelleştirme uygulamalarıyla satılan, yalnızca işletmelerin maddi varlıkları değil, onlarla birlikte o üretim dalındaki tekel haklarıdır.
KİT satışlarının tekelleşmeyi önleyeceğine yönelik savın gerçeklere uymayan bir başka yanı, günümüz dünyasında liberalizmin artık yaşamaması ve 20.yüzyılın tekel egemenliği çağı olmasıdır. Dünyadaki tüm çatışmalar, tekel egemenliğinin sürdürülmesi ya da el değiştirmesi savaşımıdır. Böyle bir ortamda tekelciliği önlemenin yolu, Kamu İşletmelerinin özelleştirilmesi değil tam tersi; var olanların korunması ve yenilerinin kurulmasıdır.

E-Özelleştirmeler Sermayeyi Tabana Yaymaz, Güçlüleri Güçlendirir

Özelleştirme uygulamalarının, sermayenin tabana yayılması yani, halkın işletmelerde hissesi olan sermayedarlar durumuna gelmesi savı, ekonomik görüşten çok, bir kara mizah örneğidir. Nüfusun en zengin yüzde 3’ünün ulusal gelirin yüzde 30’unu en yoksul yüzde 20’inin ise yalnızca yüzde 4.9’unu aldığı, en zengin yüzde 3’le en yoksul yüzde 3 arasındaki gelir ayrımının 48 kat olduğu, yüzde 26 işsizlik oranına sahip, toplam nüfusun yüzde 21’inin yoksulluk sınırı altında yaşadığı ve hemen tüm özelleştirme ihalelerine mafyanın karıştığı bir toplumda sermayenin tabana yayılmasından söz etmek, Türk halkıyla alay etmektir.
Türk Halkı varsıl ve birikimi olan bir halk olsa bile, özelleştirme satışlarından pay alması olanaklı değildir. Satışlar blok satışlar biçiminde yapılmaktadır ve bu satışlara başbakanlardan yurt dışındaki mafya şeflerine dek pek çok etkin kişi, yakın ilgi göstermektedir. Halkın değil satışlara katılması olanlardan haberi bile olmamaktadır. Kamu varlıklarının özelleştirme adıyla özel kişi ve kuruluşlara devredilmesi, sermayeyi tabana yaymadığı gibi, servet dağılımındaki eşitsizliğin hızlı biçimde artmasına neden olmaktadır.

F- Özelleştirme Uygulamalarının Amacı Ekonomik Değil İdeolojiktir:

KİT satışlarının, mal ve hizmet üretiminde nicelik ve niteliği arttıracağı, teknolojik yenilikler getireceği, bütçe açıklarını kapatacağı, yapısal reformlar için kaynak sağlayacağı gibi savlar da ileri sürülmektedir. Ancak bu savlar da doğru değildir. Özelleştirilen işletmelerde ürün kalitesi yükselmemekte tersine düşmektedir.
ORÜS’ün arsaları TIR parkı olmuştur. Sümerbank’ın fabrikalarının tümü kapanmıştır. Elektrik dağıtım şebekelerinin faturaları denetlenememektedir.
KİT’lerin eski teknolojiyle çalıştıkları doğrudur. Ancak, bunun sorumlusu KİT’ler değil onları satma gayreti içinde olan siyasi erk sahipleridir.
Yeni teknoloji sorunu azgelişmiş ülkelerin temel sorunlarındandır. Çünkü bu ülkeler teknoloji üretemezler, dışarıya bağımlıdırlar. Bu nedenle teknolojik yenilenme; bilgi, istek, çaba ve maddi güç gerektirir. Alıp yerine koyulmazsa teknoloji kendiliğinden yenilenmez.
Ülkeyi ‘yönetenler’ ulusun varlığı ve geleceğiyle dolaysız bağları olan bu denli olumsuz kararları nasıl ve niçin almaktadır? Yalnızca bugünün insanlarını değil, alınan kararlarda hiçbir sorumluluğu olmayan gelecek kuşakların, yaşam biçimlerini, toplumsal tercihlerini ve özgür iradelerini ipotek altına alma yetkisini kendinde görebilen bu tür yöneticilerin varlığı neyle açıklanabilir? İçinde yaşadığı topluma bu denli ağır zararları bu denli kolayca verebilmenin nedeni nedir?
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’un son sayfasında şunları söylüyordu: “... Memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri kişisel çıkarlarını müstevlilerin siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Millet yokluk ve yoksulluk içinde harap ve bitap düşmüş olabilir...”

DİPNOTLAR

1      “KİT Sisteminin İktisadi Değerlendirmesi, Nicel İrdeleme, Özelleştirme Sorunları ve Politika Seçenekleri” Özet Rapor KİGEM 1997, sf.13
2        I.N.S.E.E. 95, sf.137, Tablo 14.5
3       “Yaptıklarımız Birilerini Rahatsız Etti” Hacer Gemici Cumhuriyet 03.04.1999 ve Hürriyet 03.04.1999
4     “KİT Sisteminin İktisadi Değerlendirilmesi Nicel İrdeleme, Özelleştirme Sorunları ve Politika Seçenekleri” Özet Rapor Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı (KİGEM) 1997, sf.5-6
5     “Verim Artışında KİT’ler Önde” İktisat Dergisi 1993 Eylül ak., Arslan Başer Kafaoğlu “KİT Gerçeği ve Özelleştirme” Alan Yay., 2.Bas., sf.115
6         a.g.e. sf.116
7     “KİT Sisteminin İktisadi Değerlendirilmesi Nicel İrdeleme, Özelleştirme Sorunları ve Politika Seçenekleri” Özet Rapor Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı (KİGEM) 1997, sf.34
8        a.g.e. sf.30
9       “KİT’ler 1 Katrilyon Kar Etti” Cumhuriyet 10.04.1999
10     “KİT’ler Kasalarını Doldurdu” Milliyet 20.11.1997
11     “Telekom Ankara Rekortmeni” Dünya 13.05.1999
12    “KİT Sisteminin İktisadi Değerlendirilmesi Nicel İrdeleme Özelleştirme Sorunları ve Politika Seçenekleri” Özet Rapor Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı (KİGEM) 1997, sf.36

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder