27 Ekim 2014 Pazartesi

CEZAYİR BAĞIMSIZLIK SAVAŞI


1955’te Vietnam’da yenilen Fransa’nın Cezayir’de herhangi bir yenilgiye katlanması düşünülemezdi. Başıboşlardan (serserilerden) ve serüvencilerden (maceracılardan) oluşan paralı askerlerini ve acımasız yöntemleriyle ün yapmış paraşütçü birliklerini, Cezayir’e taşıdılar. Fransız birlikleri, ne ulusal, ne de uluslararası anlaşmalara uyuyor, kendilerini insan öldürmekten sorumsuz kılan bir tutumla toplu kırımlara girişiyordu. Direniş önderleri tutukevlerinde öldürülüyordu. Köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri yakılıyor ve her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere sürülüyordu. Onbinlerce insanın yarı aç yaşamaya tutsak edildiği toplama kampları oluşturuluyordu. 1960 başlarında bu kamplarda tutulan Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştu.


1 Kasım 1954 günü, Cezayir’in yetmiş ayrı yerinde ayaklanan ulusçular, o günkü güçlerini çok aşan ve aralıksız 8 yıl süren bağımsızlık savaşını başlattı. 1.5 milyon Cezayirli’nin öldüğü bu dönem, ulusal savaşımın tümünü kapsamıyor kuşkusuz. Bu savaşımın, acılarla dolu öncesi ve daha da acılı bir sonrası vardır.

Cezayir’de Türk Yönetimi

Türkler’in Kuzey Afrika’da ele geçirdikleri ilk ülke Cezayir’dir. 16.yüzyıl başlarında, Orta ve Doğu Akdeniz’de deniz üstünlüğünü ele geçirmiş olan Barbaros Hayrettin ve kardeşi Baba Oruç, 1514’te Milliana’ya çıktı. Onları, kendilerini İspanyol talancı akınlarından korumak için Cezayirliler çağırmıştı. Yerli halkın desteğiyle hızla yayılan Cezayirde’ki Türk egemenliği, 1830 yılına dek tam 316 yıl sürdü.
1534’ten başlayarak bir Osmanlı eyaleti durumuna gelen Cezayir, 1587 yılına dek İstanbul’dan atanan beylerbeyi tarafından yönetildi. Bunların giderek yarı bağımsız hükümdarlar gibi davranma eğilimi göstermeleri üzerine, bölgeyi üç yıllık sürelerle yönetmek üzere paşalar gönderilmeye başlandı.
Gerileme dönemiyle, tüm eyaletlerde zayıflamaya başlayan Türk yönetim düzeni güç yitirdi ve 1659’dan sonra ağa (1671’den sonra dayı) adı verilen yerel milis reisleri etkinliklerini arttırmaya başladı. Bunlarla yeniçeriler arasındaki yönetim çekişmesi, uzun süreli çatışmalara yol açtı.

Cezayirlilerin “Altın Çağı”

Türk yönetimi belki de en çok Cezayir’de kalıcı etkiler bırakmıştır. Aşiretler ve tarikatlar arasındaki bitmek bilmez çatışmalara son verilerek iç güvenlik sağlanmış, dış saldırılara karşı bölge koruma altına alınmıştır. İç çatışmalara ve dış savunmaya kaynak ayırmayan Cezayir halkı, Türk yönetimi süresince tarım ve tecimde (ticarette) önemli gelişmeler elde etmiş bu nedenle de, Osmanlı’nın topladığı vergi ve askerden rahatsız olmamıştır.
Türk dönemini Fransız dönemiyle kıyaslayan, Fransız araştırmacı François Georgeon, “Cezayir’deki Türk dönemi Cezayirliler için bir altın çağdır, Fransız sömürgeciliği bu altın çağın daha iyi görülmesini sağlamıştır” demiştir.1
Cezayir’deki Türk etkisini inceleyen, Paris Üniversitesi Profösörlerinden Benjamin Stora, konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Cezayir’de 20.yüzyılın başında milyonlarca insan, Türk anısını yaşatmayı hala sürdürüyorsa, bunun nedeni, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu ülkede, bitmek tükenmek bilmez bir düşünce ve polemik kaynağı oluşturmayı sürdürmesidir. Türkler her şeye referans olmuş, yerel halkın kendi bütünlüğü içinde oynadığı rolle, bir esin kaynağı haline gelmiştir.”2
Türklerin, egemenlik altına aldığı topraklarda yerel halkın gelişimine yol açan bir düzen kurması, Cezayir’le sınırlı kalmayan ve tüm İmparatorluk topraklarında geçerli olan bir durumdur. 16.yüzyıl ortalarında Osmanlı topraklarını dolaşmış olan Fransız Gezgin Belon du Mans, yazdığı kitapta, Limmi adasında yaşayan bir Rumun, “Ada, Türk yönetimine dek hiç bu kadar, zengin, ekonomik açıdan bu kadar gönençli (müreffeh) olmamıştı” sözlerini aktarırken şu yorumu yapar: “Daha önceleri sürekli tedirgin edilip eziyet gören bu insanlara, yaşadıkları gönenci sağlayan gücün; uzun süren barış ve güven ortamını geliştiren, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi olduğunu eklemek gerekir.”3

İşgal

Cezayir’deki Türk yönetimi, 1830 yılında Fransa’nın bölgeyi askeri işgal altına almasıyla son buldu ve ülke; tüm varlıklarıyla sömürüldüğü, acılarla dolu baskıcı bir yönetim dönemine girdi. Fransızların işgal için ileri sürdüğü gerekçeler Avrupalı tüm sömürgeci devletlerin ileri sürdükleri gerekçelerin hemen aynısıydı. “Uygar dünyanın çıkarları adına”, “Cezayir korsanlığına (Türk yönetimine) son verilecek ve bölgeye uygarlık götürülecekti”. “İlhak için değil, bölge halkını Türklerden kurtarmak için gidiliyordu.”4
Oysa bilindiği gibi 19.yüzyılda Akdeniz’de korsanlık kalmamıştı ve Cezayirliler Türkleri kendilerini İspanyol ve Fransız korsanlarından kurtarması için çağırmıştı. Askeri karışma (müdahale) gerekçesi de son derece ilginçtir. Cezayir’e buğday satan bir Fransız alacaklı olduğunu iddia etmiş ve Fransa’nın Cezayir konsolosuna başvurmuştur. Konsolos, dönemin Cezayir valisi Hüseyin Paşa’yı bilinçli bir saygısızlıkla aşağılamış, Paşa’nın elindeki yelpazeyle konsolosun yüzüne vurması üzerine Fransa aşağılandığını belirterek Cezayir’i işgal etmiştir. Önceden planlanmış bu işgal tarihe ‘yelpaze olayı’ olarak geçmiştir.

Ayaklanma

Cezayir halkı, kendilerini ‘Türk despotizminden’ kurtarmaya geldiğini söyleyen Fransızlara karşı hemen ayaklandı. Emir Ahmet ve Emir Abdülkadir direnişin öncüleri oldu. 1847’ye dek aralıksız 17 yıl süren ve onbinlerce Cezayirlinin öldüğü başkaldırı, büyük silah üstünlüğü kullanılarak kanlı bir biçimde bastırıldı. 1830’da Fransız işgaliyle başlayan sömürgeciliğe karşı halk eylemi, değişik ara ve yoğunluklarla 1962’ye dek sürdü.
Fransa, Cezayir’in yalnızca egemenlik haklarına değil, doğrudan yaşam kaynaklarına el koymuştur. Kıyı şeridindeki en verimli tarım toprakları, yeraltı zenginlikleri ve dolaysız ülke gelirleri kesin biçimde denetim altına alınmıştır.
Türk yönetiminde kaldığı sürece tarım ve tecimle gelirleri artan Cezayirliler, 100 yıllık Fransız yönetimi sonunda ilkel bir yoksulluk içine düştü. 1930’lu yıllarda kent varoşlarında köylerde; açlık, işsizlik ve hastalık kol geziyordu. Sayıları 1 milyona yaklaşan Avrupa kökenliler, Batı ölçülerini aşan bir varsıllık içinde yaşarken, ilkokul çağına girmiş 2,5 milyon Cezayirli çocuktan, ancak yüzde 12’si okula gidebiliyordu.5 Yarışma (rekabet) gücü yüksek demir cevheri ve kömür yataklarının Cezayir halkına hiçbir getirisi yokken, bu madenlerin Fransa’ya sağladığı gelir 1938’de 5,6 milyar Frank, 1949 da 89 milyar Frank’tı.6

Bilinçlenme

Fransız düşmanlığına dayalı karşı çıkışlar ve örgütlü olmayan dinsel kaynaklı yerel tepkiler, I.Dünya Savaşına dek sürdü. Savaş sırasında Fransa tarafından askere alınıp dünyanın çeşitli yörelerinde cepheye sürülen Cezayirliler, giriştikleri savaşın ne anlama geldiğini görmeye başladı.
Savaşa sürülen 173 bin Cezayirli’den, 25 bini ölmüş, 75 bini cepheden fabrikalara geri gönderilen Fransız işgücünün yerini almıştı.7 İstemeden bulaşılan savaş, Cezayir toplumunun olaylara bakışını ve halkın tinsel (ruhsal) durumunu büyük ölçüde değiştirmişti.
İlk ulusçu eğilimler, düşünce olarak aydınlar, eylem olarak din çevrelerinde ortaya çıkmaya başladı. Ticani topluluğuna (cemaatine) dayanan ve Mısırlı İlahiyatçı Muhammet Abduh’un iyileştirmeci görüşlerinden etkilenen Şeyh Ben Badis önderliğinde bir karşıtçılık devinimi (muhalefet hareketi) başladı. Ben Badis, ‘Dinim islam, dilim Arapça, vatanım Cezayir’ söylemiyle vaazlar veriyordu. Fransızlar, bunun üzerine bir süre tüm camilerde vaaz yasağı koydu. Ancak, Ben Badis 1931 yılında ilkel bir izlenceyle de (programla da) olsa, Ulema Birliği adlı bir örgüt kurmayı başardı.

Örgütlenmeler

Ulusal Bağımsızlığı savunan ilk örgüt, Fransa’da çalışan işçiler ve Fransız Komünist Partisiyle ilişkili aydınlar tarafından 1925 yılında Kuzey Afrika Yıldızı adıyla Fransa’da kuruldu. Örgüt, daha sonra önderi Messali Hac tarafından Cezayir’e taşındı ve ulusçu eylem, Ulema Birliği’ni aşarak, özellikle kentli emekçi kitleler üzerinde etkili oldu.
Gençliğini Fransa’da işçi sendikalarındaki savaşımla geçiren Messali Hac, Cezayir bağımsızlık savaşımının örgütsel temelini kuran ilk etkili önderdir. Ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen bu etkileyici önder, kimilerine göre: “Yüzeysel Marksizm, duygusal ve eskiye özlemli bir Cezayircilik ve kabataslak bir İslamcılıktan” oluşan düşünceleriyle bir sömürge aydını; kimilerine göre de: “Ulusçu inancını toplumcu içeriklerle zenginleştirmiş, çağını aşan” bir bağımsızlık savaşçısıdır.8

Fransa’nın “Komünistleri”

Kuzey Afrika Yıldızı, 1935 yılında Cezayir Halk Partisi’ne (PPA) dönüştü. Aynı yıl Cezayir Komünist Partisi kuruldu. Cezayir Komünist Partisi kurulup, ulusal savaşım içinde yer almaya çalışırken, Fransız Komünist Partisi çok ayrı bir havadaydı. Fransız Komünist Partisi’nin Cezayir’deki ulusçu yükselişe karşı davranışı, Avrupalı tutucuların geri kalmış ülke halklarına bakışının hemen aynısıdır.
Enternasyonal dayanışma” ve “ulusların kaderlerini tayin hakkını” izlencesinin başına koyan Fransız Komünist Partisi, o yıllarda Cezayir Ulusal Kurtuluş Savaşı’na açıkça karşı çıktı ve bu yönde verilen savaşımı ‘çöl vandalizmi’ olarak tanımladı. Komintern’in Cezayir ve Tunus ulusal devinimlerini destekleyen kararlarını kabul etmedi. Parti genel sekreteri Paul Caballero, 1945’de “Cezayir’in bağımsızlığını talep edenlerin, bilerek veya bilmeyerek emperyalizme ajanlık ettiklerini” yazdı.9 FKP, Fransa’nın (doğal olarak kendilerinin) çıkarları söz konusu olduğunda komünist ilkeleri bir kenara itmekten çekinmedi.

Tutulmayan Sözler

1942 Yılında Bağlaşık orduları Cezayir’e çıkartma yaptı. Aynı yıl 300 bin Cezayirli Fransız ordusu tarafından askere alınarak savaşa sokuldu. Savaştan sonra bağımsızlık sözü verilen Cezayirliler canla başla savaştı. Fransızlarla uzlaşmaya eğilimli Ferhat Abbas, bağımsızlık eylemini içten bir çabayla verilen söze uyumlu duruma getirdi.
Ancak, Fransızlar sözlerini tutmadı. Fransa’daki Alman işgaline karşı savaşımı Cezayir’den yöneten General de Gaulle’ün, 7 Mart 1944’de ilan ettiği iyileştirmeler, çocuk kandırır türünden baştan savma değişikliklerdi. Aldatıldıklarına inanan, Ferhat Abbas ve Messali Hac yandaşları, daha etkili savaşım için güçlerini birleştirdi, Özgürlük ve Manifesto Dostları adıyla, 500 bin üyeli büyük bir kitle örgütü kuruldu. Fransızlar bu girişime, bağımsızlık deviniminin simgesi durumundaki Messali Hac’ı tutuklayıp çöle sürerek yanıt verdi.

Setif Kırımı

8 Mayıs 1945 de, Fransız ve Cezayir kentlerinde 2.Dünya Savaşı’nın bitişi kutlanacaktı. Konstantin yakınlarındaki küçük Setif kentinde gösterilere coşkuyla başlanmışken, halkın yeşil-beyaz Cezayir bayrakları açıp “Yaşasın Messali” diye slogan atması üzerine Fransız askerleri kalabalığın üzerine, ateş açtı. Bunun üzerine denetimden çıkan halk kitlesi, asker-sivil ayırmadan Fransızlara saldırdı, 71 kişiyi öldürdü.
Ben Badis’ten beri ilk kez halkın karşı şiddetiyle karşılaşan Fransız ordusu ve ırkçı kolonlar acımasız bir kitlesel kırıma girişti. Fransız kaynaklarına göre 12 bin, bağımsızlıkçı güçlerin kaynaklarına göre 45 bin Cezayirli öldürüldü, bütün partiler kapatıldı, binlerce insan tutuklandı.
Setif Kırımı (katliamı) tarihin gördüğü, en vahşi ve insanlık dışı ırkçı kırımlardan biridir. Kent varoşları ve köylerde evler basılıyor, silahsız ve korumasız her yaştan sivil halk, ordu birlikleri ya da kolon milisleri tarafından öldürülüyordu. Bu kırımı gören Cezayirli yazar, Katip Yasin şunları söylüyordu: “Benim insan duyarlılığım ilk kez 1945’te Setif’de, gösterilen vahşetle karşı karşıya geldi. Ulusçuluğum orada pekişti. Gözlerimi en fazla açan şey, Batılıların söyledikleri her şeyi böylesine inkar edişleri oldu.”10

Silahlı Savaşım

Setif Katliamı, Cezayir ulusal savaşımının dönüm noktası oldu. Bu olaydan sonra, halkın da katıldığı silahlı savaşım dönemi başladı. 1954 yılına dek ufak çaplı çatışmaları içeren bir hazırlık dönemi geçirildikten sonra, 1 Kasım 1954 günü, Cezayir tarihinin en kanlı dönemini başlatan ayaklanma örgütlendi.
Ayaklanma hazırlıkları, Messali Hac’ın Demokratik Özgürlüklerin Zaferi Hareketi’nin silahlı kolu olan ve ondan 1954 Ağustosunda ayrılan (O.S) özel örgütü tarafından hazırlanmıştı. Daha sonra Devrimci Birlik Eylem Komitesi (CRUA) ve Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN)’ni oluşturacak olan bu örgütün yöneticileri arasında, ileride yıldızları parlayacak olan Ahmet Ben Bella ve Muhammet Hıdır da vardı.
1.Kasım ayaklanması 72 yerleşim biriminde, eldeki elli tüfek ve başka ilkel silahlarla donatılmış üç bin kişilik bir güçle başlatılmıştı ve yalnızca 5-6 Fransız askerinin ölümüne yol açmıştı. Fransızlar ayaklanmanın askeri gücüne önem vermedi ancak bir merkezden yönetiliyor olmasından son derece rahatsız oldu. Cezayirdeki 50 bin kişilik asker gücü birkaç gün içinde 80 bine çıkarıldı. Bu sayı 1955’de 200, 1958’de ise 800 bin oldu.

Fransız Vahşeti

1955’te Vietnam’da yenilen Fransa’nın Cezayir’de herhangi bir yenilgiye katlanması düşünülemezdi. Vietnam’daki başıboşlardan ve serüvencilerden oluşan paralı askerlerini ve acımasız yöntemleriyle ün yapmış paraşütçü birliklerini, Cezayir’e taşıdılar. Fransız birlikleri, ne ulusal, ne de uluslararası anlaşmalara uyuyor, kendilerini insan öldürmekten sorumsuz kılan bir tutumla toplu kırımlara girişiyordu. Gözaltına alınanlara ve tutukevlerinde bulunanlara ağır işkence uygulanıyor, direniş önderleri tutukevlerinde öldürülüyordu. Köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri yakılıyor ve her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere sürülüyordu. Onbinlerce insanın yarı aç yaşamaya tutsak edildiği toplama kampları oluşturuluyordu. 1960 başlarında bu kamplarda tutulan Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştu.11
1957 Sonlarında Fransızlar, Akdenizden Büyük Sahranın içlerine dek yüksek voltajlı elektrik verilmiş, dikenli tel hattı çekti. İki milyon kilometrekarelik koskoca ülke ve 9 milyonluk yoksul bir halk, teknolojik olanaklarla ikiye bölünüyordu. Cezayir, 1962 yılında bağımsızlığına kavuştuğunda 1,5 milyon insanını yitirmişti. Bu yitik, toplam nüfusun yüzde 16,5’una denk düşüyordu ve o güne dek bir ulusun gördüğü en yüksek oranlı insan yitiğiydi.

İç Çatışma ve Bölünmeler

Cezayir ulusçuluğunun doğal önderi konumundaki Messali Hac, süreç içinde devrimin etkin unsurları tarafından, düşünsel ve özellikle de askeri yetersizlikle suçlandı ve 1954 yılında kurucusu olduğu partisinden atıldı. 1956 yılında diplomatik ilişkilerde yararlı olacağı düşünülerek, Geçici Cezayir Hükümeti başkanlığına getirilen Ferhat Abbas; 1961’de ılımlı olduğu ve Fransa ile pazarlığa oturduğu gerekçesiyle görevinden alındı.
Cezayir Ulusal Devrim Konseyi’nin, 1962 Mayıs’ında Trablus’ta yaptığı 5.toplantısında örgüt, eylemsel olmasa bile sertler ve ılımlılar olarak ikiye bölünmüştü. Sosyalist bir Cezayir kurulacağını kabul eden Anayasanın, 28 Ağustos 1963’de onaylanmasıyla başbakanlığa getirilen Ben Bella, Bumedyen’in yardımıyla Ferhat Abbas ve diğer reformcuları tasfiye etti. Aynı Ben Bella, 19 Haziran 1965 de Bumedyen tarafından gerçekleştirilen bir darbeyle devrildi.
Cezayir’in “sosyalist” başbakanı Ben Bella daha sonra, radikal islami çizgiyi benimseyecek ve bu akımın güçlenmesine katkı koyacaktır.
Siyasi ve örgütsel çatışmalar, ideolojik ayrılıklar ve bölünmeler; Cezayir Devrimi’nin yazgısı gibidir. Devrime öncülük eden önder kadro, Cezayir halkının özverisine ve sağduyusuna layık olamadı. Ulusal birlik tam anlamıyla sağlanamadı. Siyasi, askeri ve ideolojik yetersizlik gerek savaş öncesinde, gerek savaş süresince ve gerekse savaştan sonra bir türlü aşılamadı.
Oysa Cezayir halkının savaşıma katkısı, katılımı ve gösterdiği sıkıdüzen (disiplin) olağanüstüdür. Örneğin; devrimin son günlerinde Ulusal Kurtuluş Cephesi halktan, Gizli Ordu Örgütü’nün (OAS) (Fransız ordusunun faşist eğilimli gizli kırım organı) kışkırtıcı eylemlerine yanıt vermemesini ve sessiz kalmasını istediğinde; Cezayir halkının bu çağrıya gösterdiği uyum hayranlık verici düzeydedir. Her gün binlerce insanın öldüğü bir ortamda tam dört hafta tüm ülkede bireysel anlamda bile, tek bir karşı çıkış olmamıştı. 1962 Ağustos’unda, Ulusal Kurtuluş Cephesi içinde gerilla güçlerini düzenli orduya katmak istemeyen komutanlarla, cephe güçleri arasında silahlı çatışma çıkmıştı. Cezayir kentinde 20 bin insan “yeter artık, şefler!” söylemiyle çatışan askerler arasında canlı duvar oluşturmuş ve olası bir iç savaşı önlemişti.

Türk Devrimi’nin Cezayir’e Etkisi

Türk Kurtuluş Savaşı ilk yılından başlamak üzere, durumdan kaygı duyan ancak olayları yerli yerine oturtamayan Cezayirlilere geniş ve yeni bir ufuk açtı. Cezayir Kurtuluş Devinimi’nin simge liderlerinden Messali Hac şöyle diyordu: “Türk saygınlığı Cezayir toplumuna derin biçimde damgasını vurdu. Direnen, örnek alınması gereken bir Türkiye, Cezayirliler tarafından sömürge durumundan kurtulmak için bir iç sorun olarak ele alındı.”12
Türk Devrimi’nin Cezayir Devrimi’ne etkisi, başka ulusal kurtuluş devinimlerine evrensel ölçekte yaptığı ortalama etkiden daha çoktur. Türk-Cezayir ilişkilerinin tarihsel gelenekleri Kurtuluş Savaşı’nın yarattığı saygınlıkla birleşince, Türk Devrimi’nin Cezayir ulusçuları üzerindeki tam bağımsızlığa yönelik etki kalıcı oldu.
Messali Hac, Türk Devrimi’nin etkilerini anlattığı ve uzun bölümler içeren anılarında şöyle söylemektedir: “Mustafa Kemal Paşa’nın ilk askeri başarıları, İslam Dünyası’nda büyük yankı, derin bir ferahlama ve muazzam bir yüreklendirme yarattı. Bu benim ve dostlarım için sevinç ve neşe kaynağıydı. Hemen gurubumu astsubayların bir odasına topladım. Gazeteleri de almıştım. Bu gazetelerde son haberler ve Mustafa Kemal’in bazı açıklamaları bulunuyordu. Resimli gazetelerde bulunan Türk askerleri ve Mustafa Kemal’in resimlerine hayranlıkla bakıyorduk. Bu fotografları büyük bir keyifle kesiyor ve bunları üzerimizde tılsım gibi taşıyorduk.”13
Mustafa Kemal’in fotograflarını üzerinde taşımak ya da evlere asmak; o dönemin Cezayir’inde yaygın bir davranış olmuştu. Ancak, ilginçtir ki; 9 Şubat 1957 yılında, bağlantısız ülkelerin güçlükle Birleşmiş Milletlerin gündemine getirdikleri Cezayir Sorununun çözümüne yönelik oylamada, dönemin Türk hükümeti, Cezayir’den değil, Fransa’dan yana oy kullanmıştı.

DİPNOTLAR

1 “Kemalizm ve İslam Dünyası” Français Georgeon, Arba Yay., sf.16
2 “20.Yüzyıl Başında Cezayirlinin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye” Benjamin Stora, ‘Kemalizm ve İslam Dünyası’ Arba Yay., İskender Gökalp-Francois Georgeon, sf.159
3 “Hıstoire De L’Empire Ottoman”, Robert Mantrant ve Ekibi, Fayard Yay., 1989, sf.211 ak. Ali Sirmen, Cumhuriyet 04.05.2002
4 “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi” Gelişim Yay., Sayı 8, sf.170
5 a.g.e. sf.172
6 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 4.Cilt sf.1309
7 “Kemalizm ve İslam Dünyası” İ.Gökalp-F.Georgeon, Arba Yay., sf.173
8 “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi” Gelişim Yay., Sayı 8, sf.174
9 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.1309
10 “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi” Gelişim Yay., Sayı 8, sf.173
11 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.1310
12 “20.Yüzyılın Başında Cezayirlilerin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye” Benjamin Stora ‘Kemalizm ve İslam Dünyası’ Arba Yay., sf.182, İ.Gökalp-F.Georgeon
13 “20.Yüzyıl Başında Cezayirlilerin Bilincinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye” Benjamin Stora, “Kemalizm ve İslam Dünyası” Arba Yay., sf.177, İ.Gökalp-F.Georgeon

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder