29 Ekim 2014 Çarşamba

CUMHURİYET’İN İLANI


Türkiye’de 1923 yılında, yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın zümre yok gibidir. O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu... Ordu ona bağlıydı ve orduyu yenileşmenin örgütlü gücü durumuna getirmişti. Ancak, bu büyük güvenceyle bile yetinmeyen önlemli (tedbirli) bir anlayışı vardı. Giriştiği savaşımın doğruluğuna inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona girişimleri için gerekli olan özgüveni vermektedir. Çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” kuşkusuz boy ölçüşemeyecekti.


Doğru Zaman

Mustafa Kemal Atatürk, utkudan (zaferden) sonraki bir yıllık yoğun çalışmasıyla, Türkiye’yi, düşündüğü yenileşme yoluna sokmuştu. 11 ay içinde; saltanat kaldırılmış, Hilafet varlığına “izin verilen” edilgen bir duruma getirilmiş, Lozan imzalanmıştı. Artık elinde, Müdafaa-i Hukuk örgütlerine dayanan Halk Fırkası, yenilenmiş bir Meclis, önerilerini yapmaya hazır bir halk, güvenilir bir ordu ve dar ancak inanmış bir kadro vardı. Çok önceden karar verdiği ve “vicdanında ulusal bir sır gibi” sakladığı düşüncesini uygulayacak, Devlet’in yönetim biçimini belirleyecekti; Cumhuriyet’i ilan etmenin zamanı gelmişti.
Tüm uğraşılara ve gerçekleştirilen yenileşmelere karşın, bu iş yine de kolay değildi. Halk egemenliğine dayanan yönetim biçiminin, 23 Nisan 1920’den beri eylemsel olarak gerçekleştirilmesine ve sorunun o günkü gerçek durumun ilanından ibaret başka bir şey olmamasına1 geçmişten gelen tutucu alışkanlıklar ve eğitimsizlik, Cumhuriyet girişimini, hala çekince (risk) içeren bir eylem durumuna getiriyordu.
Ülkede; yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, “aydın zümre yok gibidir.”2 O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı “gavurluk” tu.3 Ünlü Hafız, İzmirli İsmail Hakkı Efendi o günlerde, Ayasofya’da, “İslam hükümdarsız olmaz, cumhuriyet olamaz” diyen vaazlar veriyordu.4

Batıdaki Cumhuriyet

Batıda cumhuriyet, Avrupa aydınlanmasıyla bütünleşen uzun ve güçlüklerle dolu bir savaşımın birikimi üzerinde gelişmişti. Fransız Devrimi’ne temel oluşturan bu birikim, cezaevleri ve giyotinlerden geçerek toplum yaşamına girmişti.
J.J.Rousseau’yla başlayan Devrim’le somutlaşan cumhuriyetçilik düşüncesi, sert savaşımlar ve 250 yıllık bir evrimden geçerek bugün Fransa’da beşincisini yaşamaktadır. Soylulara yakınlığıyla tanınan ünlü kimyacı Lavoisier, 1794’de, Devrim Mahkemesi tarafından yargılanırken, yarım kalan deneylerini tamamlamak için süre istediğinde, “Cumhuriyetin bilginlere gereksinimi yok” yanıtını almış ve giyotinle idam edilmişti.5

Kararlılık ve İstenç (İrade) Gücü

Batıda yoğun savaşımlarla birkaç yüzyılda getirilebilen yönetim biçimi, Türkiye’de birkaç hafta içinde gerçekleştirildi. Bu güç işi başarmak için eskiden gelen bir savaşım birikimi yoktu, ancak toplumsal dayanağı kuşkusuz vardı.
Yaşam süresini dolduran kişi egemenliği, çürümüşlüğüyle yönetim işleyişini bozmuş, Türk halkına büyük zarar vermişti. Halk, eskiden kurtulmak, gelişip gönencini arttırmak istiyor, isteğinin eski düzenle gerçekleşemeyeceğini duyumsuyordu. Durumunun düzelmesi için bir şeyler yapılması gerektiğini anlıyor, ancak bu eğilime bir ad koyamıyordu.
Türk halkı, güvendiği yerden gelen ve katılımcı geleneğiyle örtüşen cumhuriyet önerisine karşı çıkmadı, kabullenip sahiplendi. Devrim önderi ne derse yapacak, sonuna dek onunla birlikte olacaktı. Cumhuriyeti ilan ederken dayandığı ana güç, Türk halkındaki bu inanç ve verdiği destekti.

Halka Güven

Ordu ona bağlıydı ve orduyu yenileşmenin örgütlü gücü durumuna getirmişti. Ancak, bu büyük güvenceyle bile yetinmeyen önlemli (tedbirli) bir anlayışı vardı. Giriştiği savaşımın doğruluğuna inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona girişimleri için gerekli olan özgüveni vermektedir.
Çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” elbette boy ölçüşemeyecekti.6

Toplumcu Anlayış

1923 başlarında çıktığı yurt gezilerinde, yönetim biçimi sorununu, cumhuriyet sözcüğünü kullanmadan ancak onu anlatarak dile getirdi. Herkesin anlayacağı dilden konuşuyor, halk egemenliğine dayanan yönetim biçimi konusunda; tarihsel, toplumsal ve dinsel açıklamalarla halkı aydınlatıyordu. Eskişehir’de; “bugünkü gücümüzün kaynağı, milletin ruhuna vicdanına, eğilimlerine dayanmamızdır... İzlenmesi akla uygun siyaset, milletin doğal yeteneklerine ve ihtiyaçlarına uyumlu olandır... Milletler, kendi vicdanlarının eğilimini yerine getirmek ve uygulamak isterlerse, egemenliği elinde tutmak zorundadırlar... Egemenlik artık kayıtsız şartsız milletindir ve milletin kalacaktır. Yönetim biçimi, halkın kendisini bilfiil yönetmesi esasına dayanacaktır” dedi.7

Cumhuriyet ve İslamiyet

Yönetim sorununu irdelemeyi, İslam hukukuna dek genişletti, Hz.Muhammet’in sözlerinden aktarmalar yaparak İslamiyet’in konuyu nasıl ele aldığını anlattı. Halka şunları söylüyordu; “Yüce Peygamber devletlere gönderdiği peygamber bildirimlerinde, ‘Allah birdir, hak din, İslam dinidir, onu kabul ediniz’ buyurmuşlar ve fakat hemen eklemişlerdir; ‘ben size hak dinini kabul ettirmekle sanmayınız ki, sizin milletinize, sizin yönetiminize el koyacağım. Siz hangi yönetim biçimini koyuyorsanız, o hakkınız saklıdır.’... Şimdi şunu açıklamalıyım ki, din esasında yönetimin şu ya da bu biçimde olacağına dair, hiçbir ifade kesin olarak yoktur. Yalnız hükümetin hangi esaslara dayanması gerektiği bellidir, bu açık ve kesindir. Bu esaslardan biri şûrâdır (danışma organı). Danışma en kuvvetli esastır. Bu esas, Yaradan tarafından doğrudan doğruya Muhammet Mustafa’ya da emrolunmuştur. Peygamber olan yüce kişi bile, kendiliğinden iş yapamayacaktır. Danışarak (müşavere) yapacaktır... Diğer bir esas adalet esasıdır. Şûrâ, insanlara ait işleri yerine getirirken adil davranacaktır. Çünkü adaletsiz şûrâ, Allahın emrettiği şûrâ olamaz; adalet dağıtmaya yetkili olabilmesi için de uzman olması, bilgili (vâkıf) olması gerekir. Bilgili olan, uzman kişilerden oluşan bir yönetim, ancak değerli ve saygın olur. Adalet dağıtımında, ancak böyle bir şûrâya inanılır ve güvenilir.”8

İnceleme, Araştırma

Yurt gezilerinden her dönüşünde, çalışma odasına çekilip araştırmalarını sürdürüyor, Türkiye’ye uygulanacak cumhuriyet düşüncesini, kuramsal ve eylemsel boyutuyla olgunlaştırıyor, uygulama hazırlıkları yapıyordu. Önce, kimseye açılmamıştı. Tasarımını bitirip, davranış biçimini belirlediğinde, güvendiği kişilere açılmaya, görüşüp konuyu birlikte irdelemeye başladı.
Oluşumu ve doğurduğu sonuçlarıyla birlikte Fransız Devrimi’ni (bir kez daha) inceledi. J.J. Rousseau’yu okudu. Çankaya’da akşam yemeklerinde, ‘seçilmiş’ konuklarıyla tartıştı, katılımcı yönetim biçiminin adının Türkiye ve Türkçe’deki karşılığının ne olabileceğini araştırdı. Fransızca’da kamusal varlık, toplum (la chose publique) anlamına gelen republique sözcüğünün, Türkçedeki karşılığının cumhuriyet olabileceğini düşünüyordu.9
Eyleme geçeceği günlerin yakın olduğunu çevresindekiler anlamıştı. Uygun zaman ve girişim gücünü arttıracak somut bir olay, bir gerekçe bekliyordu. Neve Freie Presse yaptığı açıklamadan yaklaşık bir ay sonra böyle bir olay ortaya çıktı. Meclis İkinci Başkanlığı ve Dahiliye vekilliği seçimiyle başlayıp, hükümet bunalımına dönüşen siyasi gelişmeler, ona bu fırsatı verdi. Nutuk’ta, “uygulamaya geçmek için uygun zamanın geldiğine karar verdim”10 dediği bu gelişmelere dayanarak harekete geçti.

Hükümet Bunalımı

Halk Fırkası, 25 Ekim’de Meclis İkinci Başkanlığı için Rauf Bey’i, Dahiliye Vekili için de Sabit Bey’i aday göstermişti. O ise bu seçimi uygun bulmuyordu. 26 Ekim’de, Bakanlar Kurulu’nu Çankaya’da toplantıya çağırdı ve “istifa etmeleri zamanının geldiğini, bunun gerekli olduğunu”11 belirten bir öneri yaptı. Meclis yeni Bakanlar Kurulunu seçmeli, ancak çekilen (istifa eden) bakanlar yeniden seçilirse, bunu kabul etmemeliydiler. Önerisi kabul gördü ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa dışında tüm Bakanlar Kurulu üyeleri hükümetten çekildi.
Yeni hükümeti kurma girişimleri, öngördüğü biçimde gelişti. Meclis’in karşıtçı (muhalif) üyeleri, Meclis odalarında, evlerde toplanıyor, “Bakanlar Kurulu listeleri düzenliyordu”. Ancak, hiçbir küme, “kamuoyunun güven duyacağı” Meclis’ten onay alabilecek bir liste üzerinde anlaşamıyordu. Bakan olmak isteyenler o denli çoktu ki, herkes kendini aday gösteriyor, bu nedenle ortak bir liste oluşturulamıyordu. İstanbul basını, karşıtçıları birleştirmeye çağıran destek yayınları yapıyor, ancak girişimleri bir işe yaramıyordu.

Bunalımdan Yengi Çıkarmak

Siyasi tıkanma, 28 Ekim’e dek aşılamadı. “Kargaşa yayılarak sürüyor, içinden çıkılmaz tartışmalarla”12 hükümet kurma çalışmaları, sonuçsuz kalarak tümüyle tıkanıyordu. Halk Fırkası Yönetim Kurulu’nun çağrısı üzerine, önce onlarla toplandı. Yönetim Kurulu da tek başına liste oluşturamıyordu. Çalışmaların sürdürülmesini önererek Çankaya’ya çıktı. Orada kendisini bekleyen arkadaşlarına kararını açıkladı ve “yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” dedi.13
Arkadaşları gittikten sonra, İsmet Paşa’yla birlikte, Cumhuriyet’in ilanı için 1921 Anayasası’nda yapılması gereken değişiklikleri saptadı. Birinci başlama (maddeye), “Türkiye Devleti’nin yönetim biçimi cumhuriyettir”14 sözcüğünü eklediler ve değişiklik yaptıkları diğer üç maddede; kişisel yönetimin tümüyle kalktığı, cumhuriyetin doğal sonucu olarak Meclis’in cumhurbaşkanını seçeceği, cumhurbaşkanının ise başbakanı atayacağını belirttiler.15
Halk Fırkası Meclis Kümesi (Grubu), 29 Ekim sabah 10’da toplandı. Uzun tartışmalardan sonra, “durumun çıkmaza girdiğini ve hükümet işlerinin yüzüstü kaldığını gören birçok milletvekili”, Genel Başkan olarak onun, “soruna çözüm bulmak için” çağrılmasına karar verdi.16 Toplantıya geldi ve çözüm önerisini sunması için bir saat izin istedi. Uygun gördüğü ve kendi deyimiyle, “gereken kişileri”17, Meclis’teki odasına çağırdı. Onlara, önceki gece İsmet Paşa’yla birlikte yaptığı Anayasa değişiklik önerisini göstererek, biraz sonra Genel Kurul’da yapacağı konuşma konusunda bilgilendirdi.
Bir saat sonra” kürsüye çıktı ve önerisini; “çözülmesinde güçlüğe uğradığımız sorun, uygulamakta olduğumuz yöntem eksikliğindendir. Yürürlükteki Anayasamız gereğince, bakanları ayrı ayrı seçmek zorunda kalıyoruz. Bu güçlüğün giderilmesinin zamanı artık gelmiştir. Yüce kurulunuz bu sorunun çözülmesi için beni görevlendirdi. Bilginize sunduğum görüşlerden esinlenerek, çözüm olacağını düşündüğüm bir biçim saptadım. Onu önereceğim. Önerim kabul edilirse, güçlü ve dayanışma içinde olan bir hükümet kurabiliriz” sözleriyle dile getirdi. Hemen ardından hazırladığı dört başlamlık Anayasa değişikliğini okudu.18

Çözüm

Fırka toplantısı akşam altıda bitti ve tartışmalardan sonra öneri kabul edildi. Yapılan konuşmalar içinde, Abdürrahman Şeref Bey’in, “egemenlik sınırsız koşulsuz milletindir dedikten sonra, kime sorarsanız sorunuz, bu cumhuriyettir. Doğan çocuğun adı budur. Bu ad, kimilerinin hoşuna gitmezse, varsın gitmesin”19 sözleri, durumu açıklayan belki de en özlü yargıydı.
Meclis Anayasa Komisyonu tasarıyı ivedi olarak ele aldı ve “Meclis’te hemen görüşülmesini” önerdi. Görüşmeler, saat 20.30’da, “yaşasın cumhuriyet” alkışlarıyla kabul edildi. On beş dakika sonra, 20.45’te Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve milletin ruhunda “zaten çoktan seçilmiş”20 olan Mustafa Kemal, oturuma katılan 158 milletvekilinin oybirliğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 100 milletvekili oylamaya katılmadı.21
Seçim üzerine, teşekkür konuşması yapmak için kürsüye çıktı ve şunları söyledi: “Türkiye Cumhuriyeti dünyadaki yerine yaraşır olduğunu, başaracağı işlerle kanıtlayacaktır. Her zaman milletin güvenine dayanarak, hep birlikte ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”22

Halkın Coşkusu

Türk halkı, Cumhuriyet’i ve ilk Cumhurbaşkanını coşkuyla karşıladı. “Duyulan sevinç her yerde, parlak gösterilerle açığa vuruldu”23 ve Cumhuriyet’in kabul edilmesi, 29 Ekim gecesi ülkenin her yerinde, yüzbir top atışıyla kutlandı. Halk sokaklara dökülmüş sevinç gösterileri yapıyor, Meclis’e ve Cumhurbaşkanı’na telgraflar çekiyordu. 29 Ekim, daha o gece halk tarafından “milli bayram durumuna getirilmişti.”24

Karşıtçılar Cephesi

Halkın sevincine karşın, sayıları az, ancak etkileri az olmayan karşıtlar cephesi, açık ya da örtülü bir hoşnutsuzluk içine girdi, savaşımı sertleştirdi. İstanbul basını ve tutucular açıktan, eski düzen yanlıları ve kimi işbirlikçiler örtülü olarak, Cumhuriyet’e karşı tavır aldı.
Bu, beklenen bir sonuçtu. Beklenmeyen, Kurtuluş Savaşı’na en önde katılan ve o günlerde hem milletvekili hem de orduda üst düzey görevlerde bulunan etkin komutanların, cumhuriyetin ilanına tepki göstermeleriydi. Düşüncelerini genellikle açıkça söylemiyorlar, dolaylı tepkilerini; “cumhuriyetin ilan kararının kendilerine sorulmaması, kararın hızlı verilmesi ve cumhuriyetin ilanının halifeliğin kaldırılmasına yol açacağı ” gibi gerekçelere dayandırıyorlardı. 25
Yazgı birliği yaptığı silah arkadaşlarının karşıkoyuşuna çok üzüldü. Yaşamlarını ortaya koymuşlar ve ülkeyi birlikte kurtarmışlardı. Büyük bir askeri utkudan sonra, bu utkuyu tamamlayacak siyasi eylemde yolları ayrılıyordu.

İstanbul Basını

İstanbul basını, “halkın sevincine” katılmadı ve gizlemeye gerek görmediği sert bir karşıtlıkla saldırıya geçti. Cumhuriyet ’in ilanına öncülük edenleri, doğal olarak en başta onu, isim vermeden hedef almışlardı. “ Sıkboğaza getirilmiş bir durum ”, “ birkaç saatlik Anayasa değişikliği ”, “ Meclis’te bir büyü yapıldı ancak Cumhuriyet bir tılsım değildir” 26 gibi değerlendirmeler yapılıyordu.
Gazetelerde, Ankara’da yapılan iş, “ uygarlık dünyasını anlamış, okumuş, incelemiş, devlet yönetiminde yeterlilik kazanmış kafaların ” 27 yapacağı bir iş değildir; “ dün ilan edilen cumhuriyetin ileri gelenleri ve ona bağlı olanlar, bunu yürütebileceklerine güveniyorlarsa, biz de onlara ‘ öyleyse cumhuriyetiniz mübarek olsun baylar! ’ deriz ” diyerek alaycı yazılar yazılıyordu. 28 Cumhuriyeti ilan edenlere, “ balonu uçurdular, görünüşe bakılırsa ucunu kaçırıyorlar ”, “ birbirine girdiler, dolaplar döndürüyorlar ” biçimdeki “ çirkin ve bayağı ” 29 sözlerle saldırdılar; “ devlete ad koydunuz, işleri de düzeltebilecek misiniz? ” 30 diye küçük gören sorular sordular.

Doğru Bildiği Yolda Yürümek

Suçlama içeren sözlere, düzeysiz karamalara aldırmadı ve doğru bildiği yolda yürüdü. Giriştiği işi, gelecek tepkileri ve alınacak önlemleri önceden düşünmüş, hazırlığını yapmıştı. Gerek saldıranlar gerekse kendisi, gelecek adımın Hilafetin kaldırılması olduğunu biliyordu. Cumhuriyet üzerinden yapılan tartışmanın merkezinde yer alan bu olası girişim, tutucularla devrimcileri ister istemez karşı karşıya getiriyordu.
Tutucular neyi savunduklarının, o neyi kaldıracağının bilincindeydi. O günkü ortamı Nutuk’ta şöyle anlatacaktır: “Bir ülkede, bir toplumda devrim yapıldığında, devrimin gerekçesi kuşkusuz vardır. Ancak devrimi yapanlar, inanmak istemeyen inatçı (anut) düşmanlarını ikna etmek zorunda mıdır? Cumhuriyet’in de yandaşı ve karşıtları kuşkusuz vardır. Yandaşlar, Cumhuriyet’i hangi inanç ve düşüncelerle neden kurduklarını, karşıtlarına anlatarak onlara yaptıkları işin doğruluğunu anlatmak isteseler de, onları bağnaz inatçılıklarından vazgeçirmeleri mümkün müdür? Cumhuriyetçiler kuşkusuz, güçleri yeterliyse inançlarını herhangi bir yolla; ayaklanmayla, devrimle ya da toplumun onaylayacağı başka yollarla gerçekleştirirler. Bu ülkü, devrimcilerin görevidir. Buna karşı direnmeler, yaygaralar ve geriletici girişimler, karşıtların yapmaktan geri durmayacakları devinimlerdir.”31


DİPNOTLAR

  1. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 374
  2. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1983, sf. 142
  3. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 376
  4. Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük”, Prof.T.Z. Tunaya, Arba Yay., 3.Baskı, İst.-1994, sf. 127
  5. Büyük Larousse, İletişim Yay., 4.Cilt, sf. 2505
  6. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, BATEŞ A.Ş:, İst.-1980, sf. 377
  7. Mustafa Kemal Eskişehir İzmit Konuşmaları” Kaynak Y., sf. 59-65
  8. a.g.e. sf. 201-203
  9. Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit, 12 Baskı, İst.-1994, sf. 444
  10. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1063
  11. a.g.e. sf. 1065
  12. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.151
  13. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1069
  14. a.g.e. , II.Cilt, Sf. 1069
  15. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.151
  16. a.g.e. sf. 151
  17. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1077
  18. a.g.e., II.Cilt, sf. 1077
  19. a.g.e., II.Cilt, sf.1081
  20. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.153
  21. Atatürk” P.Paruşev, Cem Yay., İst.-1981, sf.277
  22. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1085
  23. a.g.e. , II.Cilt, sf.1085
  24. Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Y., 3.Bas., 2001, sf.154
  25. a.g.e. sf. 154
  26. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1087
  27. a.g.e. sf. 1087
  28. a.g.e. sf. 1089
  29. a.g.e. sf. 1089
  30. a.g.e. sf. 1089
  31. Nutuk” M.K.Atatürk, II.Cilt, TTK 4.Baskı, Ank.-1999, sf. 1087

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder