30 Temmuz 2015 Perşembe

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE MUSTAFA KEMAL


Mustafa Kemal, 1.Dünya Savaşı çıktığında Sofya’da askeri ateşeydi ve birçok kez başvurmasına karşın, cephe görevine atanmıyordu. Günler geçtikçe öfkesi artmaya ve yerinde duramaz duruma gelmeye başladı. Kanıtlanmış yetenekleriyle iyi yetişmiş bir kurmay subaydı. Görev alacağı birlikleri savaşa hazırlama ve savaştırmada yararlı olacağını biliyordu. Ancak, yaşamsal önemde bir savaş sürerken çatışma dışı bir yerde tutuluyordu. Şam’a sürgünle başlayan bu uygulama, askerlik yaşamının sanki yazgısı olmuş, her zaman edilgen görevlere atanarak, eylemsiz kılınmak istemişti. Cephelerde görev almak için, hep özel çaba harcamak zorunda kalmıştı. İleri niteliklerinden ve bilinçli kararlılığından çekinerek, önce Saray, sonra İttihat ve Terakki, özellikle Enver Paşa, sürekli böyle davranmıştı.


Düzmece Saldırı ve Savaş

Uluslararası haber kuruluşlarının 29 Ekim 1914’de İstanbul’dan geçtiği bir haber, Almanya’yla savaşmakta olan İngiltere ve bağlaşıkları Fransa ve Rusya’da, “bir top gibi patladı”.1 Ortada hiçbir neden yokken, ‘Türk’ savaş gemileri kimi Rus gemilerini batırmış; Odesa, Sivastopol, Novorossisk ve Teodosya limanlarını “topa tutmuştu”.2
Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Savaşı’na katılması anlamına gelen bu eylem, önceden hazırlanmış bir tasarımdı ve çok dar bir kadro tarafından düzenlenmişti. Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi, Çanakkale’yi geçip İstanbul’a gelmiş; Türk Hükümeti, kimsenin inanmadığı bir açıklamayla, bu iki gemiyi satın aldığını ve Yavuz ile Midilli adlarını verdiğini duyurmuştu.
Gönderine Türk bayrağı çekilip, Türk flamalarıyla donatılan” bu iki gemi, “başlarına kırmızı fes takılarak Türk üniforması giydirilmiş”3 Alman askeriyle birlikte ve yanlarına Karadeniz’deki Osmanlı filosunu da alarak, Rus kentlerini bombalamıştı.4 Saldırı emrini, Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığına getirilen Alman Amiral Wilhelm Souchon (1864-1946), Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın yazılı iznine dayanarak vermişti.5

Savaşa Katılım

Türkiye, Dünya Savaşı’nın başlamasından altı gün sonra, 2 Ağustos 1914’te, Almanya’yla gizli olarak bir bağlaşma (ittifak) anlaşması imzalamış ancak aynı gün yaptığı resmi açıklamada savaşta yansız kalacağını duyurmuştu. Türk-Alman yakınlaşmasını bilen ve Türkiye’nin yansızlığına önem veren İngiltere, açıklamanın gerçeği yansıtmadığını biliyordu. Almanya’yla savaşmak zorunda kaldığından beri; yansız kalınması durumunda Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunacağı, tecimsel (ticari) ve tüzel (hukuki) ayrıcalıkların (kapitülasyonların) kaldırılacağı ve parasal yardımda bulunulacağı konusunda hükümete güvenceler veriyordu.
Bunlar, İngiltere’nin yüzyıldır peşinden koşup elde ettiği ayrıcalıklar ve o güne dek sözünü bile duymak istemediği ödünlerdi. Almanya’ya karşı, Türkiye’nin yansızlığına o denli gereksinimi vardı ki, şimdi elindeki son koz olarak bunları öne sürüyordu.
Ancak, Türkiye’nin yazgısını belirleyecek konumda bulunan İttihat ve Terakki yöneticileri, başta Enver Paşa, ülkeyi, ortak bir sınırının bile olmadığı “iki Orta Avrupa ülkesi”, Almanya ve Avusturya’nın yanında savaşa sokmaya karar vermişti. Bu savaş, Osmanlı Devleti’nin yapacağı son savaş olacaktı. Mustafa Kemal, Rus limanlarının bombalandığını Sofya’da haber aldığında, “Enver’den ancak bu beklenirdi, Osmanlı Devleti bu savaştan sağ çıkamaz” demişti.6

İttihat Terakki ve Almanya

İttihat ve Terakki yöneticileri, ülkeyi “Alman sömürgesi” durumuna getirecek süreci Balkan Savaşı’ndan hemen sonra başlattı. Yenilginin yarattığı yılgınlıkla özgüvenini yitiren hükümet; ‘işbirliği’, ‘yeniden yapılanma’ ve ‘teknolojik yenilik’ adına, Almanya’ya önce ordu yönetimini teslim etti. Alman generaller, üstelik rütbeleri yükseltilerek önemli görevlere getirildi. Örneğin Alman Ordusu’nda tümgeneral olan Liman von Sanders (1855-1929) orgeneral yapılarak; Reform Komisyonu Başkanı, 1.Ordu Komutanı ve Yüksek Askeri Şura üyesi yapılmıştı.7
Bu tür ilişkiler, savaşa hazırlanmakta olan Almanya’nın işine geliyor, önemli bir yükümlülük üstlenmeden, büyük bir coğrafyada, savaş için kullanacağı insan kaynaklarına ulaşmış oluyordu. Ordu üzerinden yapılan boyuneğmeye (teslimiyete) dayalı pazarlık, Türk tarihinin belki de en onur kırıcı olaylarından biriydi.
23 Ocak 1913’te Sadrazam olan Mahmut Şevket Paşa, 24 Nisan’da, Alman Büyükelçisi Vangenheim’e, “elimizde usta ve namuslu bir memur sınıfı yok, Ordu tepeden tırnağa yeniden düzenlenmelidir (ıslah edilmeli). Ordunun yeniden yapılandırılması için umudum Almanya’dadır. Bize yardım edin, ıslahatçı heyetler gönderin”8 diyerek adeta yalvarıyordu.
Alman Büyükelçisi’ni bile şaşırtacak düzeydeki boyuneğme tutumu, istek ve söylem düzeyine uygun bir yanıt almakta gecikmedi. Alman Hükümeti’nin kararını, 17 Temmuz 1913’te Sadrazama’a bildiren Büyükelçi, yazısında, “Majeste İmparator (Kayzer y.n.), Osmanlı İmparatorluk Hükümeti’nin ıslah heyeti gönderme isteğini kabul etmek tenezzülünde bulunmuştur” diyordu.9

Mustafa Kemal Gerçeği Görüyor ve Söylüyor

Mustafa Kemal, o günlerde yazışmalarda kullanılan alçaltıcı biçemi (üslubu) bilmiyordu ancak gelişmelerin nereye gideceğini görüyor ve çok rahatsız oluyordu. Her zaman olduğu gibi, orduya yönelik karışmaları ve yabancı subaylara görev verilmesini kabullenemiyordu. “Ordunun yabancı askeri kurulların eline bırakılması kabul edilemez (gayr-i tabii vaziyet)” diyor10, buna yol açan devlet yetkililerini ağır bir dille suçluyordu: “Türk Ordusu’nu aciz ve yeteneksiz sanarak (yabancıların y.n.) ayaklarına kadar gidip rica ile ülkemize davet edenler, bizim devlet başkanımız ve özellikle devlet adamlarımızdır. Türk milletinin yeteneksizliğinden ve beceriksizliğinden açık olarak söz edilerek, yabancılara adeta gelip bizi adam etmeleri önerilmiştir. Böyle bir başvuru ile gelen kurul, katıldıkları çevreyi ve bu çevrede egemen olanları aciz, hatta haysiyetsiz kabul ederlerse haklı görülürler”.11
Ordu yönetimine dışardan yapılan karışmanın, ülkeyi yıkıma götüreceğini de söylüyordu. “Genel savaşın müttefiklerimiz için sonuç vereceğine inanmıyordum” dediği anılarında, o günlerdeki görüş ve çabalarını şöyle aktarır: “Ben ordunun, kayıtsız şartsız, bütün sırlarıyla, Alman Askeri Kurulu’na verilmesine, teslim edilmesine çok üzülüyordum. Henüz karar verilmemişken bir rastlantı sonucu olayı öğrendiğim zaman, sesimin erişebildiği bütün makamlara kadar itirazlarda bulunmayı görev saydım. İtirazlarıma hiç kimse cevap vermedi; cevap vermeye gerek görmedi”.12

İngiliz Öfkesi

İngiltere, İstanbul’daki düzmece gemi alımına ve Karadeniz’deki “korsanlık serüvenine”13, beklendiği gibi sert tepki gösterdi. Bombalama eyleminden bir gün sonra, 30 Ekim’de, Greenwich saatiyle 17:05’te, Londra’dan Kraliyet Donanması’nın tüm birimlerine, “Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan bütün gemilere: Osmanlı Devleti’ne karşı derhal çarpışmalara başlayın. Emri aldığınızı bildirin”14 buyruğu verildi. Bu kısa buyruk, yalnızca bir saldırı bildirimi değil, onunla birlikte, altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun eylemsel olarak ortadan kalkmasına yol açacak çatışmalar sürecinin başlatıcısıydı. İngiltere, Fransa ve Rusya 5 Kasım 1914’de, Türkiye’ye, Türkiye de 11 Kasım’da, bu üç ülkeye resmen savaş ilan etti.
İngiliz basını, savaş duyurusuyla birlikte ve yoğun biçimde, Türkiye karşıtı yayına başladı. Yorum ve haberlerde ya da, hükümet bildirilerinde, düşük düzeyli söylemlerle işlenen konu, “Türkler’in yok edilmesi, Avrupa ve Anadolu’dan kovulması ve Türk pençesine düşmüş halkların özgürlüklerine kavuşturulmasıydı.”
Yayınların yöneldiği ana hedef, İslam dünyası ve Osmanlı uyruğundaki azınlıklardı. The Times, 3 Kasım 1914’te, “Türkiye, müttefik güçlere karşı ahlaksız bir savaşa girerek İslam’ın çıkarlarına ihanet etmiş, bu davranışıyla kendi ölüm fermanını imzalamıştır” derken Daily Mail, 23 Kasım’da, “Avrupa’ya kılıçla gelen Türkler, şimdi kılıçla yok olacak; bundan kimsenin kuşkusu yok” diyordu.15
Başbakan Lloyd George’un (1863-1945) açıklamaları, Türkler’e yönelik aşağılama sözcükleriyle doluydu: “Türkiye, cennet Mezopotamya’yı çöle, Ermenistan’ı mezbahaya çevirmiştir... Avrupa’nın başına her zaman dert açan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır”.16
İstanbul’un Türkler’in elinden alınma zamanının geldiğini söyleyen Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un (1859-1925) görüşleri ayrımlı değildir: “Kozmopolit ve uluslararası bir kent olan İstanbul’un… Avrupa’nın politik yaşantısını yaklaşık beş yüz yıldan beri zehirleyen... Türkler’in elinden alınma fırsatı kaçırılmamalı... Ayasofya dokuz yüz yıl öncesinde olduğu gibi, yeniden Hıristiyan kilisesi yapılmalıdır”.17
Savaş Bakanı Herbert Kitchener (1850-1916), “Türkiye’yi mahvedinceye kadar savaşı sürdüreceğiz” derken18, İçişleri Bakanı Henry Asquith (1852-1928), “büyük hasta ölüm döşeğinde; bu hastanın dünya milletler ailesi ortasında bir şer kuvveti olarak son günlerini yaşadığını umud edelim. Mezarı üzerinde yazılacak kitabenin ne olacağını bilmiyorum, fakat Osmanlı Devleti bir daha dirilmeyecektir” diyordu.19 Düyunu Umumiye Başkanı Sir Adam Block’un, Türkiye’ye yönelttiği sözler ise, aslında gerçeği yansıtan bir yargıyı içeriyordu: “Almanya kazanırsa, Alman sömürgesi olacaksınız; İngiltere kazanırsa mahvoldunuz demektir”.20

Savaşın Yıkımı
Avrupalılar’ın tanımıyla, Türkiye daha savaş bitmeden, “kan kaybından ölmüş”, Anadolu tam anlamıyla “bir yetimler ve dullar ülkesi” durumuna gelmişti.22 Sanayi ve sermayeden yoksun ülkede, “topraklar işlenemiyor, tohumluk ve tarım makinası bulunamıyor, ticaret yapılamıyor, tarlada çalışacak genç nüfus sıkıntısı” çekiliyordu. Winston Churchil (1874-1965), savaşın ilk günlerinde Türkiye için, “kolayca yenilip yutulur, eli ayağı tutmaz ve meteliksiz” demişti.23
Churchil’in yargısı Türkler’i yeterince tanımayıp, dışardan bakan bir göze, doğru bir saptama gibi gelebilirdi. Ancak Türkiye, gerek Dünya Savaşı’nda, gerekse ulusal kurtuluş savaşımında gösterdiği dirençle, belki ‘meteliksiz’ ancak ‘yenilir yutulur’ olmadığını gösterdi. Tek başına genel ve kesin bir yenilgiye uğramamasına karşın, Almanya’nın teslim olması nedeniyle yenik sayıldı. Savaş içindeki Çanakkale ve sonrasındaki Kurtuluş Savaşı’yla, dünya siyasetine yön verdi, 20.yüzyılı derinden etkiledi.

Sofya’daki “Tutsak”

Savaş çıktığında, bir yıldır kışladan uzak, edilgen (pasif) bir konumda bulunduğu Sofya’da tutulmasına katlanamıyordu. Savaş Bakanı’na, Genelkurmay’a ve arkadaşlarına mektuplar yazdı, görüşlerini açıklayıp önerilerde bulundu. Yetkililerden bir cephe görevine atanmasını, arkadaşlarından da bunun için yardımlarını istedi.
Savaş konusunda görüşlerini soran Salih Bozok’a Kasım başında yazdığı mektupta, “Almanlar bu savaşta başarılı olamayacaklar” dedikten sonra, “görevlendirilmem için Harbiye Nazırı’na yazıp, ateşemiliterlikte kalmak istemediğimi; millet ve memleket büyük bir savaşa hazırlanırken, herhangi bir birliğin başında bulunmak istediğimi bildirdim; ancak henüz bir cevap alamadım” diyordu.24 İsteğini sürekli yinelemesine karşın, görev yerine sinirini bozan yanıtlar alıyordu.
Başkomutanlık’tan Aralık başında aldığı yanıtta, “size orduda her zaman görev vardır, ancak ateşemiliterliğinizi daha önemli gördüğümüz için, sizi orada bırakıyoruz” deniliyordu.25
Sonunda, doğrudan Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya yazarak, Sofya’da daha fazla kalmak istemediğini, görev verilmeyecekse açıkça söylenmesini istedi. Aralık başında gönderdiği mektupta şunları yazıyordu: “Vatanın savunulmasına yönelik etkin görevden daha önemli ve yüce bir görev olamaz. Arkadaşlarım cephelerde, ateş hatlarında savaşırken, ben Sofya’da ateşemiliterlik yapamam. Eğer birinci sınıf subay olma yeterliliğinde değilsem, kanınız buysa lütfen söyleyiniz”.26
Günler geçtikçe öfkesi artmaya ve yerinde duramaz duruma gelmeye başladı. Kanıtlanmış yetenekleriyle iyi yetişmiş bir kurmay subaydı. Görev alacağı birlikleri savaşa hazırlama ve savaştırmada yararlı olacağını biliyordu. Ancak, yaşamsal önemde bir savaş sürerken çatışma dışı bir yerde tutuluyordu. Şam’a sürgünle başlayan bu uygulama, askerlik yaşamının sanki yazgısı olmuş, her zaman edilgen görevlere atanarak, eylemsiz kılınmak istemişti. Cephelerde görev almak için, hep özel çaba harcamak zorunda kalmıştı. İleri niteliklerinden ve bilinçli kararlılığından çekinerek, önce Saray, sonra İttihat ve Terakki, özellikle Enver Paşa, sürekli böyle davranmıştı.

Bir Er Gibi”

Enver Paşa’ya yazdığı mektuba yanıt alamadı. Sofya’daki bekleyişi için daha sonra, “o günlerde çektiğim üzüntü ve kederi anlatmak zordur” diyecektir.27 Uzun süre beklememeye ve gerekirse cephede “bir er gibi”28 savaşmaya karar vermiştir.
Eşyalarını toplamış, gelmesinin şart olduğuna inandığı görev bildirimini beklemektedir. Bedeli ne olursa olsun, savaşmak için ülkeye gidecektir. İsteğine eğer olumlu yanıt alamazsa: “sefaretteki ateşemiliterlik görevini bırakacak, elindeki küçük çantayla İstanbul’a gidip, yetkililerin karşısına dikilecektir: İşte, ben geldim, ne yapacaksanız yapın” diyecektir.29

Garip Atama

Beklediği çağrı, son mektubunu yazdıktan yaklaşık iki ay sonra 20 Ocak 1915’de gelir. 3.Kolorduya bağlı olarak Tekirdağ’da oluşturulacak 19.Tümen Komutanlığına atanmıştır. Sofya’dan İstanbul’a “adeta bir kuş gibi uçar”.30 Ancak, İstanbul’da garip bir durumla karşılaşır.
Tümeninin teslim buyruğunu almak için Genelkurmay’a başvurduğunda, hiçbir yetkilinin böyle bir tümenin varlığından haberi olmadığını görür. Girişimleri sırasında kendisini, “19.Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal” diye tanıttığında Başkomutanlık Genelkurmayı’nda herkes ona şaşkınlıkla bakmaktadır, çünkü kimsenin böyle bir tümenin varlığından haberi yoktur. Bu garip durum için anılarında, “düşününüz, adeta sahtekar durumundaydıım” diyecektir.31
Öneri üzerine, Liman von Sanders’in 1.Ordu Komutanı olarak İstanbul’da kurduğu karargahına başvurdu. Ancak orası da bir şey bilmiyordu. Birçok ‘arama’ ve ‘araştırmadan’ sonra, 19.Tümen’in izini buldu. Tekirdağ’da konuşlandırılması tasarlanan, henüz kuruluş aşamasında, adı var kendi yok bir tümendi.
Savaşacağı birliği kendisi oluşturacaktı. Hızla işe koyuldu ve kısa bir sürede tümeni tamamlayarak, buyruğu altındaki subay ve erleri, beden ve ruh olarak savaşa hazırladı. Tümen karargahını, 25 Şubat 1915’te Maydos’a (Eceabat) getirdi. Arıburnu, Anafartalar ve Ece Limanı’nı içine alan bölgenin komutanı olmuştu.32
Sonunda isteği gerçekleşmiş, ülke savunmasında, üstelik en şiddetlisinde, sorumluluk yüklenmiştir. Burada, kendinin ve ülkenin geleceğine yön verecek yaşamsal önemde, çetin ve kanlı bir dönem yaşayacaktır. Her yönüyle hazır olduğu büyük bir çatışmanın eşiğindedir; savaşacak ve savaştıracaktır. 19.Tümen’i birlikte kurup savaşa hazırlayan subaylarına güveni tamdır. 13 Mart 1915’te birliklere gönderdiği yazıda, “bütün subay arkadaşlarımın, girişecekleri ilk çatışmada, en büyük şerefe hak kazanacak kahramanlıklar göstereceklerine inanıyorum” diyecektir.33

DİPNOTLAR

  1. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.216
  2. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 6.Cilt, sf.3441
  3. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.208
  4. Goeben’in Kaçışı ve Türkiye Savaşta” Richard Humble “20.Yüzyıl Tarihi” Arkın Kit., Sayı 18, Mart 1970, sf.349
  5. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 6.Cilt, sf.3441
  6. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.216
  7. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 6.Cilt, sf.7488
  8. Die Grosse Politik der Europaischen Kabinette; 1870-1914”, C.38, Belge 15439; ak. Y.Hikmet Bayur “Atatürk-Hayatı ve Eserleri”, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank.-1997, sf.59
  9. a.g.e. sf.59
  10. Hakimiyeti Milliye, 14.03.1926; ak. Y.Hikmet Bayur, “Atatürk-Hayatı ve Eserleri-I”, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank.-1997, sf.60
  11. a.g.e. sf.60
  12. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi K., 9.Bas., 1983, sf.220-221
  13. a.g.e. sf.212
  14. Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayrılıkçı Arap Örgütleri” Arba Yay., 2. Bas., İst.-1993, sf.103
  15. a.g.e. sf.103
  16. Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.35
  17. a.g.e. sf.37
  18. a.g.e. sf.33
  19. Çankaya” Falih Rıfkı Atay, sf.135; ak. Doğan Avcıoğlu, “Milli Kurtuluş Tarihi” I.Cilt, İst. Mat., 1974, sf.36
  20. Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, I.Cilt, İst. Mat., İst.-1974, sf.33
  21. Birinci Dünya Savaşı’nın Dökümü” “20.Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., 5 Nisan 1970, Sayı 23, sf.451
  22. Komintern Belgelerinde Türkiye-1” Kaynak Yay., sf.102
  23. Goben’in Kaçışı ve Türkiye Savaşta” Richard Humble, “20. Yüzyıl Tarihi”, Arkın Kit., 11 Mart 1970, 18.Sayı, sf.346
  24. a.g.e. sf.26
  25. K.A.M.M.T, sf.117-118; A.H.E. sf.68; A.Y. sf.35; A.B.K.M. 22.XI.1954; ak. U.Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” T. İş Ban., Yay., sf.26
  26. a.g.e. sf.26
  27. Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.223
  28. a.g.e. sf.224
  29. a.g.e. sf.223-224
  30. a.g.e. sf.224
  31. a.g.e. sf.232
  32. a.g.e. sf.232-233
  33. Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof. U. Kocatürk T.İş Ban.Yay., sf.28


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder