Partilerle
siyasi demokrasi arasında, biribirini etkileyip geliştiren ikili bir ilişki
vardır. 19.Yüzyıl Avrupa’sında işçiler, siyasi savaşımın araçları olarak parti
örgütlenmesini bulup yetkinleştirirken, siyasi demokrasinin sınırlarını da
kendilerinden yana genişletmiş oldular. Başlangıçta, emekçilerin partilerde
örgütlenmemesi için her türlü baskıyı kullanan egemenler, istemlerine baskıyla
ulaşamayacaklarını anlayınca, partileri dolaylı yoldan ele geçirmeye ya da
doğrudan kendi partilerini kurmaya yöneldiler. Uzun süre yasakladıkları parti
oluşumlarını meşrulaştırarak onları egemenliklerini korumanın araçları olarak
kullanmaya başladılar. Toplumsal karşıtçılığı (muhalefeti), “demokrasi” adını verdikleri bir düzen
içinde denetim altında tutmayı; olmazsa güç yöntemleriyle ezmeyi yüzyılımızın
geçerli politikası haline getirdiler. “Seçim
olsun ama ben kazanayım” anlayışını, “demokrasilerinin”
değişmez kuralı yaptılar. Bu kural, partilerin evrensel boyut kazanmasıyla
dünyaya yayıldı ve demokrasi denen şey her yerde egemenlerin demokrasisi oldu.
Partiler
Demokratik Savaşımların Ürünüdür
Partilerle
siyasi demokrasi arasındaki ilişki; Batı toplumlarında, sınıf mücadelesine
dayanan ve çatışma içeren bir süreç içinde oluştu. Yönetim gücünü ellerinde
bulunduranlar, örgütlenme hakkını da içeren demokrasiyi, önce devlet gücüne
dayanan baskı yöntemleriyle engellediler. Daha sonra demokratik savaşımın
sonucu olarak, siyasi partilere izin vermek zorunda kaldılar. Denetim altında
tutulmak koşuluyla yeni bir düzen geliştirildi ve bu düzene demokrasi
adı verildi. Yönetim gücünü elinde bulunduranlar, işçi sınıfının mücadelesi
nedeniyle, atanmış seçkinlerle sürdürdüğü egemenliği, artık siyasi partiler
aracılığıyla yürütecekti.
Toplumsal tepkiyi örgütleyerek
yayılmaya çalışan düzen karşıtı partiler, demokratik kazanımları geliştirirken;
düzenin egemenleri, kabul etmek zorunda kaldıkları bu kazanımları, çıkarlarını
savunan partiler kurarak kendileri için kullandılar. Partili yaşam kabul edildi
ama siyaset paraya bağlı bir eylem haline getirildi. Yönetime düzeni savunan
partilerin gelmesi sağlandı. Egemenlik bu partiler aracılığıyla sürdürüldü... Ellerinde
tuttukları akçalı (mali) ve yönetimsel ayrıcalıklar, bu olanağı onlara veriyordu.
Seçime Evet Ama Ben Kazanayım
Toplumsal
karşıtçılığı, “barışçı yöntemlerle” “demokratik sınırlar” içinde tutmak,
olmazsa güç yöntemleriyle ezmek, Batı demokrasilerinin yüzyıldır değişmeyen
özelliğidir. Batı’da önemli olan demokrasinin güçlenip yaşaması değil, düzen
değişikliğine yol açmayacak bir “demokrasinin” varlığını sürdürmesidir.
Bu, gerçekte sınıfsal
çıkarlarının hiçbir koşulda zarar görmemesi demektir. Batı demokrasilerinin
gerçek sınırını, halkın değil şirket çıkarlarının belirlemesi, yalnızca bugünün
değil son ikiyüz yılın çıplak gerçeğidir. ABD Dışişleri Bakanlarından Henry
Kissenger bu gerçeği, Şili’nin seçilmiş Başkanı Salvador Allande’nin
bir darbeyle devrilip öldürüldüğünde şöyle dile getirmişti: “Bir ülkenin
halkı komünizmi seçecek kadar sorumsuzluk gösterirse biz buna demokrasi adına
seyirci mi kalacağız”.1
Benzer görüşleri aradan 30 yıl
geçtikten sonra Venezüela Başkanı Chaves’e karşı darbe örgütleyen bir
başka ABD yetkilisi açıklamıştır. The New York Times haber yazarı Christopher
Marquis’in “Chaves seçilmiş bir devlet başkanı olduğuna göre
meşruluğunun kabul edilmesi gerekmez mi?” sorusuna ABD hükümet sözcüsü şu
yanıtı vermiştir: “Meşruiyet yalnızca seçmenin oy çokluğuyla gelen bir şey
değildir”.2
Batı’da
Parti Savaşımı
Politik
işleyişi şirket çıkarlarının belirler duruma gelmesi, Batı’da demokratik
hakların bulunmadığı anlamına gelmez. Batı demokrasileri, kendi içinde, yoğun
bir demokratik savaşım birikimini de taşımaktadır. Sanayi devriminin bir gereği
olarak, Batı’daki düzen karşıtı partiler, konumları ve amaçları nedeniyle daha
gelişkin ve daha savaşkan olmak zorundaydılar. Bu nedenle, gereksinim
duydukları demokratik ortamı, uzun süren sert çatışmalarla kendileri
yarattılar.
Demokratik
haklar içeren bu ortam karşıtçılar için önemliydi. Friedrich Engels, Alman Sosyal Demokrat Partisi Program Taslağına
1891 yılında yaptığı eleştiride; “Mutlak
olarak kesin olan bir şey varsa, o da, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ve
işçi sınıfının egemen duruma, ancak demokratik cumhuriyet biçimi altında
gelebileceğidir” diyordu.3 Günümüzdeki demokratik cumhuriyetler,
Engels’in düşündüğü demokratik
cumhuriyetten çok ayrımlı bir konuma gelmiş olsa da, bu yargı partiler
açısından önemini bugün de sürdürmektedir.
Kaptalizmin partisiz bir düzenle sürdürülemez duruma gelerek siyasi partilerin yasallık kazanması, politik savaşımla sağlanan demokratik bir gelişmedir ancak bu gelişme, partilere yasallık vermek zorunda kalan her yönetimin demokratik olduğu anlamına gelmemektedir. Yönetim gücünü elinde bulunduran sınıf ya da sınıflar, toplumsal savaşımın yeni koşullarına uyum göstererek siyasi partileri kabullendiler ve hızla partileşerek bu örgütleri, yönetimlerini sürdürmenin yeni ve etkili araçları haline getirdiler. Başlangıçta, tanınmış olan parti yasallığı, kendilerine ait olan ya da kesin biçimde denetlenen birkaç partiyle sınırlıydı ve sürdürülen politik düzen ne özgürdü ne de demokratik.
Denetim Dışı Partiler Ezilir
Denetim dışında
örgütlenip güçlenen partiler, önce, her tür yöntem kullanılarak düzen dışında
tutuldu. Bu dönem, karşıtçı parti eylemleri için; yasaklar, kısıtlamalar, hapis
ve sürgünler dönemiydi. Her şeye karşın politik savaşım sürdü ve birçok ülkede
partiler yasal konum elde ettiler. Ancak bu kez parti içi etkinlik, giderek
artan biçimde halkın sahip olmadığı akçalı (mali) güce dayalı bir eylem haline
getirildi ve elde edilmiş olan ekonomik–demokratik kazanımlar kâğıt üzerinde
kaldı.
Parti kurma ve
örgütlenme özgürlüğü herkese tanınmıştı, ancak bu yalnızca görünüşte böyleydi.
Partileri, akçalı ve yönetimsel gücü olanlar kuruyor ve örgütlenme
özgürlüğünden gerçek anlamda onlar yararlanıyordu. Herkesin parti kurma özgürlüğü vardı ama bu özgürlüğü yalnızca onu
kuracak parası olanlar kullanabiliyordu.
Egemen güç yararına işlese de partili düzenin daha az
tutucu olacağı bir gerçektir. Ancak, bu gerçekten yanlış sonuç
çıkarılmamalıdır. Siyasal etkinliğin azınlık egemenliğine dayandığı
toplumlarda, geçerli düzenin adı ve biçimi ne olursa olsun, düzenin niteliğini
belirleyen temel öğe tutuculuktur. Yönetim erkini elinde bulunduranların,
değişmemeyi savunmaları onlar için bir zorunluluktur.
Gelişmiş
Ülkelerde Partiler
Geçmişten gelen tarihsel birikim, giderek sönümleniyor olsa da,
alışkanlıklar ve toplumsal gelenekler olarak etkilerini uzun süre sürdürürler.
Bireye kalıtımsal bir özellik kazandıran ve binlerce yıllık evrime dayanan gen
oluşumu insan için ne ise, toplumsal bellek için de tarih odur. Bu nedenle;
Batı tarihinin özel bir evresi olan kapitalist dönemin ürünü olan
partiler, bu dönemin yarattığı ekonomik ilişkilerin bir ürünüdür. Ancak, aynı
zamanda, geçmişten gelen toplumsal alışkanlıkları değişik oranlarda içinde
barındıran bir özgünlüğe sahiptir.
Gelişmiş sanayi ülkelerinde partiler arasındaki ayrımlar biçimsel ve
nicelikseldir. Örgütlenme biçimi, yönetim işleyişi, örgüt içi yapılanma, yöntem
ve taktikler değişik olabilir ancak sınıfsal önceliklerin gündemde tuttuğu
savaşım anlayışı değişmez. Her çeşit partinin kurulması serbesttir ama
bu partilerden düzen karşıtı olanların yönetime gelmesi asla serbest
değildir.
Batı’nın parayla
bütünleşen “demokratik!” ortamı, böyle bir değişimi önlemek için gereken
araçları kendi içinde yaratmıştır. Egemenler, ele geçirdikleri yönetimi
koruyacak geniş bir önlemler düzeni geliştirmiştir. İngiliz İşçi Partisiyle, Alman Hıristiyan Birlik Partisi,
Amerikan Demokrat Partisiyle, Fransız
Sosyalist Partisi arasında; kurulu
düzenin korunması ve demokratik de olsa düzene yönelik değişim isteklerine izin
verilmemesi konusunda, en küçük bir anlayış ayrımı yoktur.
Parti ve Siyaset Halka Kapalıdır
Bugün, devlet
ve toplum üzerine etkili bir denetim kurulmuş, halka öncülük edecek partiler
son derece etkisizleştirilmiştir. Halk, siyasetten o denli uzaklaştırılmıştır
ki, toplumsal karşıtçılığa öncülük edebilecek siyasi bir devinim (hareket) ortaya
çıkamamaktadır. Kitleler üzerine kurulan dolaylı/dolaysız baskı ya da etkileme
öylesine yoğundur ki, insanlar kendi hak ve çıkarlarını göremeyen, görse de
birşey yapamayan kalabalıklar haline getirilmiştir.
İngiliz düşünür
Bertrand Russel, Batı toplumlarında yönetimin insanlar üzerinde kurduğu
baskı ve geçerli politik sistem konusunda şu saptamayı yapmaktadır. “Siyasi
iktidar, insanlar üzerinde doğrudan güç uygulayarak, yani hapsedip öldürerek;
kandırma ve yönlendirme aracı olarak ödül ya da ceza vererek, yani iş vererek
ya da işsiz bırakarak ya da düşüncelerini etkileyerek, örneğin en geniş anlamı
ile propaganda altına alarak baskı kurar. Ordu ve polis beden üzerinde
zorlayıcı güç uygular; ekonomik örgütler, esas olarak özendirici ve vazgeçirici
olarak ödüllerle cezalara başvurur; okullar, kiliseler ve siyasi partiler
düşünceleri etkilemeyi hedef tutar...”4
Yönetim gücünü
elinde bulunduran günümüz egemenleri, artık kendilerine hizmet eden partileri
bile atlamakta ve yönetime doğrudan sahip olma eğilimi içine girmektedir.
Küresel işleyişin zorunlu kıldığı bu eğilim, özellikle azgelişmiş ülkelerde,
kararlı bir biçimde uygulanmakta ve bu ülkelerdeki işbirlikçi partilerin bile
güç yitirmesine yol açmaktadır.
Azgelişmiş ülkelerin büyük
çoğunluğu artık, seçim kazanmış partilerce değil, görüntüsü öyle olsa
da, küresel güç merkezlerinin belirlediği “görevliler” tarafından
yönetilmektedir. İşbirlikçi partiler artık, küresel güç merkezleriyle
bütünleşmiş, kuralsız ve devletsiz bir toplum biçiminin yerleştirilmesinde
kullanılan aracı örgütler durumuna gelmişlerdir.
Halkın Partiye Gereksinimi Var
Halkın örgütlenmeye en çok gereksinim duyduğu günümüzde yaşanan parti
bunalımı, aynı zamanda bir demokrasi bunalımıdır. Halk, politik karar
süreçlerinden kesin bir biçimde uzaklaştırılmış, üstelik bu demokrasi adına
yapılmıştır. Oysa demokratik haklar ve örgütlenme özgürlüğü uzun savaşımlar
sonucunda, siyasi demokrasinin ön koşulu haline gelmişti. Şimdi yalnızca
örgütlenme özgürlüğü değil, siyasi demokrasi tümüyle denetim altına alınmıştır.
Maurice Duverger, kitlelerin örgütlenme
özgürlüğüne ve yöneticilerini seçme hakkına sahip olmasını, demokrasinin koşulu
saymış ve 1950 yılında şunları söylemişti: “Demokrasiyi
gelişim süreci içinde, kendi bünyesinde sakladığı zehirlere karşı korumanın
gerçek yolu; onu çağdaş yöntemlerden koparmadan, kitlelerin örgütlenmesine ve
kendi yöneticilerini seçip yetiştirmesine olanak verecek bir düzen haline
getirmekten geçecektir. Bu yapılmadığında, demokrasi boş bir biçim, gerçek dışı
bir görüntü haline gelecektir”.5
“Hapishane
Demokrasisi”
Partileşme önüne çıkarılan görünür–görünmez engelleri aşmayı başararak
halka ulaşabilen düzen karşıtı partiler, yönetime yaklaştıkları oranda yeni
baskı ve engellemelerle karşılaşacaktır. Bu aşamada parti yöneticilerini
bekleyen, artık siyasi demokrasinin ilkeleri değil; gözkorkutma, mahkeme ve
hapishane demokrasisinin karanlık işleyişidir. Buna karşın, yine de siyasi
partiler en sağlıklı gelişme ortamını göreceli olsa da, yararlanmasını bilenler
için demokrasi denilen siyasi denge içinde bulacaktır. Dengenin çarpıklığı bu
gerçeği değiştirmeyecektir.
Yönetim için savaşım,
yönetenlerle yönetilenler arasındaki, güce dayanan bir denge sorunudur. Siyasi
savaşımın üzerine örtülen “demokratik” örtünün türü ve kullanılan
yöntemler ne olursa olsun sonucu, her zaman ve her koşulda güç belirleyecek ve
güçlü olan yönetimi ele geçirecektir. En kısıtlı örgütlenme hakkı bile, onu
kullanmasını bilenler için, sonu yönetim erkine ulaşacak bir savaşımın
başlangıcı olacak ve demokratik haklar örgütlü mücadele içinde gelişecektir. Bu
süreçte parti savaşımı demokratik hakları, demokratik haklar da parti
savaşımını güçlendirecektir. Prof.Dr.Tarık
Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi
Partiler adlı yapıtında bu konuda şöyle söylemektedir: “Hürriyetle siyasetin bulunmadığı yerde,
partinin yaşamasına imkân yoktur. Partilerin doğup yaşayabilmeleri için
demokrasi iklimi gereklidir”.6
DİPNOTLAR
1 “Darbenin
Çatlağından Bakınca” Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet 17.04.2002
2 a.g.y.
3 “Gotha
ve Erfurt Programının Eleştirisi” Karl Marx–Friedrich Engels, Sol Yay., 1
Bas., sf. 108
4 “İktidar”
Bernard Russel sf. 36-38, ak. Prof.Dr.Çetin Yetkin “İktidar” Süreç
Yay., 1987, sf. 61-62
5 “Siyasi
Partiler” Maurice Duverger, Bilgi Yay., 2.Bas., 1974, sf. 542
6 “Türkiye’de
Siyasi Partiler”, Prof.Dr.Tarık Zafer Tunaya, ARBA Araş.Yay., Tic.
Kasım 1995, sf.8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder