İngiltere’de,
ilerde partileşmeye gidecek ilk siyasi kümeleşmeler, 19.yüzyıl başlarında
ortaya çıktı. Kurulu düzenin kral yetkesine (otoritesine) bağlı kalmasını
isteyenlerle (Tory’ler), seçilmiş kurullar aracılığıyla yönetimde pay
almak isteyenler (Whig’ler), kendi aralarında örgütlenmeye başladılar. Tory ya da Whig temsilcilerin oluşturduğu parlamentoyu halk seçmiyordu. Oy
verme hakkı, yüksek gelirlilerle sınırlıydı. Ayrıca, oy verebilenler, varsıllık
düzeyine bağlı olarak değişik sayılarda oy veriyorlardı. Örneğim; yirmi bin
dönüm toprağı olanın oyu 14 oy sayılıyorsa, dört bin dönüm toprağı olanın oyu
dört oy sayılıyordu. 19. Yüzyılın ortasına dek, Burjuvalar bile parlamentoya
giremiyordu.
Örnek
Olmak
İngiltere’de
yönetim işleyişini belirleyen kurumların ve buna bağlı olarak partilerin
geçirdiği siyasi evrim, Avrupa’nın birçok ülkesine örnek olmuş ve dünya
siyasetine önemli bir etki yapmıştır.
Eriştiği
ekonomik düzey ile İngiltere, üretim tekniklerinde olduğu gibi, siyasi düzenin
geliştirilmesinde de öncü rol oynamıştır. Benzer yapıdaki Batı Avrupa
ülkeleriyle Amerika Birleşik Devletleri’ne yön vermiştir.
İngiltere’yi örnek
yapan bir başka özellik, parti örgütlenmesine temel oluşturan siyasi yapının
önce orada ortaya çıkmasıdır…
Cromwel
Egemenliği
17.Yüzyıl
İngiltere’sinde, kral otokrasisine (kişi yönetimi) karşı yürütülen
savaşım, uzun çatışmalar ve iki iç savaştan sonra 1648 ve 1689 devrimleriyle
sonuçlanmıştı. 1648’de Kral I.Charles idam edilmiş ve yönetim Cumhuriyet
adı altında; beysoylular (aristokratlar), Katolikler, ruhban sınıfı ve
kentsoyluların (burjuvaların) çıkarlarını dengeleyen Oliver Cromwell’in
eline geçmişti.
Cromwell’in
askerlerin de desteğini alarak kurduğu yeni siyasi düzenin, cumhuriyet ya da
demokrasi anlayışıyla bir ilişkisi yoktu. Kral despotluğunun yerine bir anlamda
Cromwell despotluğu geçmişti.
Cromwell,
gerek Rump Parlament’in (askerlerin Cromwell’le birlikte belirlediği
atanmış parlamento), gerek Ordu Konseyi’nin, gerekse 41 üyeli Devlet
Konseyi’nin üyesiydi. İdam edilen kralın bile kullanmadığı yetkilerle
donanmıştı.
Kralın idam edildiği
30 Ocak 1649 tarihinde, İngiliz devletinin adı Crommon Wealth oldu ve
yönetim işleyişini belirleyen yasa (İnstrument of Government), 16
Aralık 1653’te kabul edildi. Bu yasayla, Cromwell; İngiltere, İskoçya
ve İrlanda’nın Protectoru adını almıştı. (Protector: Roma İmparatorluğu’nda
subaylar arasından seçilmiş, imparatorun özel koruyucuları). Cromwell önce
1648 Devrimi’yle kurulan parlamentoyu (Rump Parlament), sonra kendi
seçtiği parlamento’yu dağıttı; 40 bin İrlandalı’yı öldürdü ve yerini
oğluna bırakarak 1658’de öldü.1
Parti Öncüleri
Cromwell’in
damgasını vurduğu 17.yüzyıl, İngiltere için; siyasi çatışmalar, askeri
darbeler, iç ve dış savaşlarla dolu bir yüzyıl oldu. Ancak, ekonomik ve
toplumsal gelişmeler, tutucu geleneklere dayanan siyasi yapıyı değişime
zorluyordu. Çatışmalara dönüşen bu zorlama, yeni bir yönetim yapısını ortaya
çıkarıyordu.
Günümüzdeki
iki partili siyasi dizgenin (sistemin) ilk öncüleri, Tory ve Whig
adı verilen siyasi kümelerdi. Bu iki küme, başlangıçta, yönetimin niteliği ve
işleyişi konusunda ayrımlı düşünen karşıt siyasi oluşumlardı. Yönetim yetkisi,
temsil hakları, din ve devlet ilişkileri konularında değişik görüşler savunuyor
ve birbirleriyle çatışıyorlardı.
Ancak, 1685’te Kral
olan II.James’in baskıcı yönetimi, her iki kümeyi de korkutmuş ve
birbirine yakınlaştırmıştı. Bunlar, 1688 yılında Kral’ı tahttan indirerek 1689
iyileştirmelerini (reformlarını) birlikte
gerçekleştirdiler. Karısı II.Mary ile birlikte tahta çıkardıkları III.William’a
Haklar Bildirisi’ni, (Bill of Rights), parlamentoya da Dinsel
Hoşgörü Yasası’nı (Toleration Act) kabul ettiren bu kümeler, o
günden sonra İngiliz siyasi dizgesinin temel unsurları oldular.
“Haklar
Bildirisi”
1689
Haklar Bildirisi, yalnızca İngiltere’de değil tüm Avrupa’da, Batı
demokrasisi ve anayasa tarihinin en önemli metinlerinden biri kabul edilir.
Oysa, bu bildirinin, İngiltere’de geleneksel duruma gelen beysoylu-kentsoylu
çatışmasının, 1689 yılı koşullarında krala karşı sonuçlandığını belgeleyen
sıradan bir amacı vardı. Bu nedenle, tüm dünyayı ilgilendiren ‘evrensel’
bir ‘demokrasi’ çabası değil, kentsoylularla “ruhani ve
dünyevi lordları” ilgilendiren bir girişimdi.
Bildirinin
4, 6. ve 11. başlamları (maddeleri) bunu açıkça ortaya koyuyordu ve şöyleydi: “Veto
hakkı aranedeniyle (bahanesiyle), parlamentonun onayı olmadan tahtın yararına
para toplamak yasadışıdır... Barış zamanında Krallık sınırları içinde
Parlamentonun onayı olmadan sürekli bir ordunun kurulması ve hazır
bulundurulması yasadışıdır... Protestan inancına bağlı uyruklar, mevkilerinin
gerektirdiği ve yasanın izin verdiği ölçüde, kendi güvenlikleri için silah
taşıyabilirler... Yüksek ihanetle suçlanan insanların mahkemesine (siyasi
davalara y.n.) katılan jüri üyelerinin, kendi adlarına mülk sahibi olmaları
gerekir...”2
Haklar Bildirisi,
İngiliz halkının tümünün değil, akçalı ve politik gücü yüksek bir azınlığın
haklarını kapsıyordu. Bildiriyle kabul edilen ve hukuksal dizgenin temeline
yerleştirilen “özgürlük”, çoğunluğu Tory olan büyük mülk ve
toprak sahipleriyle, çoğunluğu Whig olan ticaret kentsoyluluğun
kullanabileceği özgürlüklerdi. Bu işleyiş, gerek İngiliz ‘demokrasisinin’
Magna Charta’ya dek giden siyasi geleneğinde, gerekse başka Avrupa
ülkelerinin ‘özgürlük bildirgelerinde’ yer alan, temel unsur
durumundadır.
Varsılların Parlamentosu
Tory
ya da Whig temsilcilerin oluşturduğu parlamentoyu halk seçmiyordu. Bu
iki küme, oy verme hakkını kendilerine uygun gördükleri yüksek gelirlilerle
sınırlı tutuyor ve halk üzerinde baskı uygulayarak sırayla yönetime geliyordu.
1689’dan 1760’a dek Whigler,
1760’dan 1820’ye dek Toryler
yönetimdeydi. Kaynağını İngiltere’den alan ikili parti dizgesi, temsil ettiği
kesimin çıkarlarını her zaman koruyarak, Amerika başta olmak üzere tüm gelişmiş
ülkelerde, yerleşik siyasi işleyiş olacaktır.
Whig
ve Tory yönetimleri, çıkara dayalı o denli kötü ve baskıcı bir yönetim
gösterdiler ki, İngiliz halkını “halkı düşünen iyi kralları” özleyen ve
“siyasi davranış geliştiremeyen”, sinmiş kitleler durumuna getirdi. Geçerli
olan siyasi düzen, halk için demokrasi değil, tam bir azınlık takımerkiydi (oligarşiydi).
Parlamentodaki
temsilciler, tümüyle mülk sahiplerinin ve şehir tüccarlarının seçtiği
kimselerdi. O dönemde güçlenmekte olan sanayiciler bile parlamentoda temsil
edilmiyordu (bu hakkı 1832’de elde ettiler). Halk perişan duruma düşmüş,
köylüler neredeyse serf durumuna düşmüştü. Katolikler, İrlandalılar sert bir
baskı altında yaşıyordu, en küçük bir hırsızlığın bile halka yönelik cezası
idamdı.
İçinde
Halkın Olmadığı “Halk Kamarası”
Durumun
doğal sonucu, adını halktan alsa da Avam Kamarası’nda tek bir
halk temsilcisi bulunmuyordu. Halkın oy verme hakkı yoktu. 18.Yüzyıl
ortalarında bile İngiltere’de oy verme hakkına sahip insanlar, oy verme
yaşındaki nüfusun ancak yüzde 10’u, tüm nüfusun ise yüzde 5’ydi.
1867 yılında “ileri
bir demokratik reform” olarak kabul edilen yasaya göre, o tarihte 33 milyon
nüfusu olan İngiltere’de, ancak 2,5 milyon kişi oy verebiliyordu. Oy verme
hakkı, 1913 yılında 45 milyonluk nüfus içindeki 15 milyon reşit erkeğin ancak 8
milyonunu yani yarısını kapsıyordu; kadınlar oy veremiyordu.3
İşçilerin Örgütlenmesi
Seçme ve seçilme
kazanımı olmayan ve sayıları giderek artan işçiler, başlangıçta gizli olarak
kurdukları dernek ya da birliklerde örgütlenmeye çalıştılar. Teröre varan bir
siyasi baskı altındaydılar. Hemen hiçbir yasal kazanımları yoktu.
İlk yasal örgütü 1825
yılında; Meslek Birlikleri (Trade Union) adıyla, o da “grev yapmaya
kalkışmama” koşuluyla kurabilmişlerdi. Siyasi bir izlence (program)
çerçevesinde birleşerek savaşım veren ilk girişim, 1837’den 1848’e dek ayakta
kalabilen Chartism adı verilen akım oldu.
Chartist’lerin; “20 yaşını
geçen tüm erkeklere oy hakkı” (kadınlara oy hakkı işçi örgütlenmesinde bile
konu edilemiyordu), “Parlamentonun her yıl toplanması”, “Parlamento üyeliği
için mülkiyet koşulunun kaldırılması” ve “Oyların sözle değil, oy
pusulası ile kullanılması” (İngiltere’de 1872’ye dek oylar, seçim
kurullarının önünde sözle bildiriliyor, bu durum oy verenler üzerinde büyük bir
baskı oluşturuyordu) gibi son derece sıradan istekleri bile kabul edilmedi. Bu
tutum; işçileri, etkisi bugüne dek sürecek biçimde politikadan uzaklaştırdı ve
onları seçimlere ilgi göstermeyen bir eğilim içine soktu.
“Demokrasinin
Beşiği”
Demokrasinin
“beşiği” olarak gösterilen İngiltere’de, örgütlenme hakları üzerinde
kurulmuş olan dizgeli baskı, her zaman var olan ve bugüne dek süren siyasi bir
gelenek durumundadır. Şu anda yürürlükte olan İngiliz ceza yasasına göre, 3
kişiden çok üyesi olan gizli bir örgütün yaptığı toplantıya katılmanın,
katıldığını söylemenin, toplantıyı düzenlemenin ya da yardım etmenin cezası 10
yıl; yasaklanmış eylemlerde kullanılmak üzere para ve mal toplamanın, kabul
etmenin ya da vermenin cezası 14 yıl; düzene karşı işlenmiş suçlarda bilgi
sahibi olmasına karşın bu bilgiyi polise bildirmemenin cezası ise 5 yıl
hapistir.4
1988 yılında çıkarılan
“Kuzey İrlanda Suç Delili Yasası”na göre, ceza davalarında sanığa
yönelik herhangi bir delil olmasa da mahkemenin, sanığın “tutum ve
davranışlarından sonuç çıkararak” ceza verme yetkisi vardır.5
İngiltere İçişleri Bakanı, “suç övücü” ya da “devlet otoritesini
zayıflatıcı” bulduğu bütün radyo, televizyon ve gazete yayınlarını, mahkeme
kararı olmadan 12 ay süreyle yasaklama yetkisine sahiptir.6
Parti
Yapılanması
1850-1860
yılları arasında, Tory’ler ve Whig’lerin politik kalıtı üzerinde
iki yeni parti kuruldu. Yapılan iş gerçekte, yeni partiler kurulması değil,
yönetimi elinde bulunduran egemenlerin ellerindeki politik örgütleri,
gelişmekte olan yeni koşullara uygun olarak yeniden yapılandırmasıydı.
19.Yüzyılda ekonomide, bağlı olarak toplumsal ilişkilerde oluşan gelişmeler,
siyasi dizgenin işleyiş biçiminde yenileşmeyi gerekli kılıyor, bu gereklilik
İngiltere’de iki yeni parti oluşumunu ortaya çıkarıyordu.
Ekonomik
olarak eski güçlerini yitiren beysoyluların azalan desteği yerine, güçlenmekte
olan sanayi kentsoylularının desteğini alan Whig’ler, kendilerine liberal demeye başladılar. Buna karşılık
Tory’ler kendilerine muhafazakâr diyordu.
Bu
iki oluşum, siyasi kümeleşmelerin yeterince kurala bağlanmamış örgüt
ilişkilerini, çağdaş parti işleyişine doğru götürdü. Biçimselliği aşmayan “yeniliği”
yalnızca bundan ibaretti. Parlamentoda temsil edilen sınıflar ve yürütülen
politikalarda niteliksel bir değişim sözkonusu değildi.
Nitekim
bu iki parti, öncesinde olduğu gibi sonrasında da ve bugüne dek (1906 yılında
kurulan ve daha sonra Liberal Parti’nin
yerini alan İşçi Partisi
dâhil), sırayla yönetime gelerek, İngiliz siyasetine yön verdiler. Mülkiyet ve sermaye egemenliğine dayanan ve sömürgecilikten
güç alan kurulu düzeni yönettiler.
Görünüşte, liberallerle
muhafazakârlar iki ayrı partiydi. Seçim yarışı, ‘sert’ tartışmalarla
geçiyor; bu iki eğilim, kendilerini siyasi karşıtlar gibi göstermede son derece
başarılı oluyordu. Ancak, karşıtlık yalnızca görünüşteydi. Maurice Duverger
bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Büyük Britanya’da Liberaller, resmen
Muhafazakar Parti’den ayrı bir parti olmakla beraber, gerçekte bu iki parti
arasındaki ittifak o kadar sıkıdır ki, Liberallerin tümüyle Muhafazakar
Parti’nin bir parçası sayılması gerekir”.7
“İşçi” Partisi
İşçi
Partisi’nin (Labour Party) 1906 yılında kurulup giderek
siyasi bir güç durumuna gelmesi, büyük sanayi ve finans çevrelerinde geçici bir
tedirginliğin ortaya çıkmasına neden oldu. Ancak, bu tedirginlik çabuk ortadan
kalktı. Çünkü adı işçi olmasına karşın bu parti, işçiler için değil, kurulu
düzenin sürdürülmesi yönünde politika yürütüyordu. Yöneticileri işçi sınıfına
önderlik edecek nitelikte değildi. İdeolojik bir yapısı yoktu; sosyalizmden
değil, “monarşiye ve onun geleneklerine sadık kalmaktan” söz ediyordu.
İşçi Partisi, Whig’ler ve liberaller’in siyasi
gereksinimlerine sahip çıkıyor, liberaller’in yumuşak sol kanadı gibi
davranıyordu. Sanayi sermayesinin siyasi temsilcilerinden Lord Grey ve Lord
Haldane’ın İşçi Partisi için söylediği şu sözler, gerçeği
anlaşılabilir biçimde ortaya koymaktadır. “Bu baylar (İşçi Partililer
y.n.) ‘centilmenlerden’ (Muhafazakarlardan y.n.) daha makul ve
anlayışlılar. Bunların idare edilmelerinin daha kolay ve zahmetsiz olduğu
görülmektedir”.8
Liberal Partinin Sonu
Whig
geleneğini sürdüren Liberal Parti, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra
bölündü ve bölünme Liberal Parti’nin sonu oldu.
O
günlerde hem başbakan hem de parti başkanı olan Lloyd George’un, Türk
Kurtuluş Savaşı’nı önleyememesi, İngiliz sömürgeciliğinin sarsılmasına, sanayi
ve ticaret sermayesinin bu partiden desteğini çekmesine neden oldu. 1924
seçimleri sonunda ilk kez hükümete katılan İşçi Partisi, giderek dağılan
Liberal Parti’nin yerini aldı ve iki partili siyasi dizgenin temel
unsurlarından biri oldu. İşçi Partisi, 627 üyeli parlamentoya 1929’da
287, 1935’de 154, 1945’de ise 393 milletvekili soktu.9
17.Yüzyılda Whig’ler
ve Tory’ler aracılığıyla yürütülen iki partili düzen, 20.yüzyılda Muhafazakarlar
ve İşçi Partisi tarafından sürdürüldü. 19.Yüzyıl ortasından günümüze
dek geçen 150 yıl içinde, partilerin yönetimde bulunma dönemleri şöyleydi:
1857-1874 Liberal Parti, 1874-1880 Muhafazakar Parti, 1880-1886 Liberal
Parti, 1886-1892 Muhafazakar Parti, 1892-1895 Liberal Parti,
1895-1906 Muhafazakar Parti, 1906-1918 Liberal Parti, 1918-1923 Muhafazakar
Parti, 1923-1924 Liberal ve İşçi Partisi güçbirliği
(koalisyon), 1924-1929 Muhafazakar Parti, 1929-1931 Liberal ve İşçi
Partisi, 1931-1945 Muhafazakar Parti, 1945-1951 İşçi Partisi,
1951-1964 Muhafazakar Parti, 1964-1970 İşçi Partisi, 1970-1974 Muhafazakar
Parti, 1974-1979 İşçi Partisi, 1979-1995 Muhafazakar Parti,
1995-2003 İşçi Partisi.
Günümüzde
Durum
İngiltere’de
siyasi yaşam, dün olduğu gibi bugün de, akçalı gücü yüksek, büyük mülk ve
sermaye sahipleri tarafından denetim altında tutulmaktadır. Denetim, pek çok
yasal önlem yanında, para ve siyasi rüşvetin belirleyici olduğu ilişkiler
ağıyla sağlanmış ve bu ilişkiler, siyasete yön veren temel unsur yapılarak “meşrulaştırılmıştır”.
İngiltere, bu konuda da diğer ülkelere örnek olan, öncü bir rol oynamıştır.
Parayla siyaset arasındaki etkili ilişki, İngiliz siyasetinin kökleri eskiye
giden bir geleneğidir.
İngiliz
demokrasisinin başlangıç dönemlerinde, krala danışmanlık görevi yapmak
için meclislerde toplanan senyörler, bu görevi para karşılığı kentsoylulara satmakla daha başlangıçta,
parayı siyasetin içine yerleştirmişlerdi. Bu nedenle para, gerek parlamentoyu
oluşturan milletvekillerinin seçiminde, gerekse parlamento içi görüşmelerde her
zaman önemli olmuştur.
İngiliz tarihçi M.Ostrogorski
bu konuda şunları söylemektedir: “Rüşvet, İngiliz parlamento gruplarının
gelişiminde oldukça büyük bir rol oynamıştır. Uzun süre İngiliz bakanları,
parlamento üyelerinin vicdanlarını değilse bile, oylarını satın almak
suretiyle, ‘sağlam’ çoğunluklar sağlamışlardır. Bu yöntem uzun süre yarı-resmi
bir nitelik taşımıştır. Eskiden Lordlar ya da Avam Kamarası’ndaki
milletvekillerinin, verdikleri oyların mükâfatını almak için ‘ziyaret’
ettikleri bir gişe vardı. 1714 yılında, parlamentodaki bu akçalı işleri
üstlenmek üzere ‘Siyasi Hazine Sekreterliği’ adıyla resmi bir örgüt
kurulmuştu. Örgütün sekreteri, hükümet görevlerine yapılacak atamaları, rüşvet
olarak kullanmış; bu nedenle ‘Patronaj Sekreteri’ adıyla anılmaya
başlanmıştı... Daha sonraları parlamento ahlakının gitgide düzelmesine karşın
bu yapı, daha sonra da sürmüştür”.10
DİPNOTLAR
1 “Siyasi Partiler” Niyazi Berkes,
Yurt ve Dün.Yay., İst. 1946, sf.27-31-33
2 “Hürriyet Bildirgeleri”
Belge Yay., İstanbul 1983, sf.61-62
3 "Büyük Larousse”
Gelişim Yay., 4.Cilt, sf.2070 ve 2492
4 "Fazilet Partisi-Esas Hakkında
Görüşler” Vural Savaş, sf.57-58
5 “Civil Liberties : Coses and
Materials” London 1991, sf.261, ak. V.Savaş “Fazilet
Partisi–Esas Hakkında Görüşler” sf.27
6 a.g.e. sf.57-58
7 "Siyasi Partiler” Maurice Duverger,
Bilgi Yay., 2.Bas. 1974, sf.417
8 “Siyasi Partiler” Niyazi Berkes,
Yurt ve Dünya Yay., İst.-1946, sf.37
9 a.g.e. sf.60
10 “Democracy and the Organization of
Political Parties, 2.London 1902”, ak. Maurice
Duverger “Siyasi Partiler”, Bilgi Yay., 2.Bas. 1974, sf.18-19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder