Mustafa Kemal Türk Ordusu'nun İzmir'e girip kurtuluşu gerçekleştirdiği günlerde: "Milli mücadelemizin ilk dönemi kapandı, şimdi ikinci dönemi açacağız... Sanılıyor ki bütün isteklerimizi elde ettik; her şey bitti. Oysa, yapacaklarımız asıl bundan sonra başlıyor; gerçek mücadele şimdi başlıyor" demişti. Kazanılan büyük zaferin coşkusu yaşanırken, ülke işgalden kurtarılmışken, "yeni bir mücadeleden", "ikinci bir savaştan" sözetmek ne anlama geliyordu? Mustafa Kemal ne demek istiyordu? "Muzaffer bir ordunun başkomutanı", özgür bir ulusun önderiydi. Emperyalizmi altetmiş, ezilen uluslardan coşkulu kutlamalar alıyordu. Savaş henüz bitmişken, neden yeni bir "savaştan" söz ediyordu? Bu "savaş", kimler arasında, nasıl olacaktı?
Yengiyle Başlayan Yeni "Savaş”
Mustafa Kemal, Türk Ordusu'nun İzmir'e girişinden dokuz gün sonra, 18 Eylül 1922'de; İkdam Gazetesi yazarı Yakup Kadri'ye (Karaosmanoğlu), "Milli mücadelemizin ilk dönemi kapandı, şimdi ikinci dönemini açacağız" dedi.1 Birkaç gün sonra aynı görüşü bu kez Akşam Gazetesi'nden Falih Rıfkı'ya (Atay) yineledi: "Sanıyorlar ki bütün isteklerimizi elde ettik, her şey bitti. Oysa, yapacaklarımız asıl bundan sonra başlıyor".2 Lozan Antlaşması'nın imzalandığını öğrendiği an, söylediği sözler ayrımlı değildir: "Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ilk bölümü bitti, şimdi ikincisine başlayacağız".3
Yalnızca
İzmir değil, ülkenin tümü kazanılan büyük utkunun (zaferin) coşkusunu yaşarken,
ülke kurtarılıp uluslararası bir antlaşmayla barış sağlanmışken; yeni bir
mücadele döneminden, ikinci bir savaştan söz etmek ne anlama
geliyordu? Mustafa Kemal ne demek istiyordu?
10
Eylül 1922’de Belkahve’den İzmir’e bakarken “bir rüya görmüş gibiyim”
demişti.4 “Muzaffer bir Ordu’nun Başkomutanı”5,
artık özgür bir ulusun önderiydi. Hindistan’dan, Çin’den, Afrika’dan,
Rusya’dan, İran’dan hatta “Hıristiyan Macaristan’dan bile”6
kutlamalar; övgü telgrafları alıyordu. Ezilen dünya ulusları Türk utkusunu,
kendi kurtuluşlarının habercisi saymıştı. “Batıya nefret duyan insanlar”
dünyanın her yerinden, “kendilerine yeni bir savunucu bulduklarına inanarak”7
onu görmek için Türkiye’ye geliyordu.
Savaş henüz bitmişken,
yeni bir “savaş”tan söz etmek ne demekti? Bu “savaş”, kimler
arasında, nasıl olacaktı?
Gerçek Kurtuluş
Uzun savaşların, beden gücünü yok eden çatışmaların, yoksunluk ve sayrılıkların (hastalıkların) içinden geliyordu. 1908'den beri 14 yıldır cephedeydi. Yorgun ve yıpranmıştı. Dinlenmesi ve kendisini toparlaması gerekiyordu. Bu olağan bir sonuç değil, aynı zamanda sağlıkla ilgili bir gereklilikti.
Dinlenmek
bir yana, hiç zaman yitirmeden yoğun bir çalışma içine girmiş, dinlenme
önerilerine; “dinlenme yok yapılacak çok iş var, artık birbirimizle
çatışacağız” diyordu.8 Yurtiçi ve yurdışından gelen övgülerin
parlaklığına, kendini kaptırmayacak; önceden belirlemiş olduğu yolda
yürüyecekti.
Her
şeyi “Türkiye’nin bakış açısıyla” değerlendiriyordu. Ülke gerçekleriyle
uyuşmayan bir serüvene asla girişmeyecek, uluslararası başarıların peşine
düşmeyecekti. “Türkiye’nin kurtuluşu için verilen mücadele, tüm dünya
milletleri için veriliyor demektir” diyor, azgelişmiş ülkelerden gelen
önderlik önerilerini, “Türkiye’de yapılanları izleyin, ondan yararlanın;
bizim mücadelemiz bütün mazlum ulusların mücadelesidir, ancak siz yalnızca
kendi halkınıza, kendi gücünüze güvenin” diye yanıtlıyordu.
Avrupa’ya karşı utku
kazanmıştı ancak “ne Batıya karşı Doğunun, ne de Hıristiyanlara karşı
Müslümanların koruyucusu” olacaktı. Sömürünün her türünden, özellikle
ulusların sömürülmesinden nefret ediyor, “artık ne ezen ne ezilen
var, yalnızca kendilerinin ezilmesine izin verenler var. Türkler izin verenler
içinde değildir” diyordu.9 Türkiye’yi, Misakı Milli
sınırları içinde, tüm ezilen uluslara örnek olacak biçimde; bağımsız, güçlü ve
gönençli bir ülke yapacaktı. Sözünü ettiği ve hemen girişeceği “yeni savaş”
buydu.
Güç Görev
Başarılması, askeri yengiden
daha güç olan bu işin gerçek boyutu, 1938’e gelindiğinde görülecektir. Türkiye,
1923-1938 arasındaki 15 yıl gibi çok kısa bir süre içinde, kendi deyimiyle, “bir
çağdan yeni bir çağa” taşınmış, “Türk milletini son yüzyıllarda geri
bırakmış olan tüm kurumlar zorla yıkılarak, yerine milletin uygarlığa doğru
ilerlemesini sağlayacak yeni kurumlar” kurulmuştu.10 Toplumu
gelişmeye yönelik büyük bir dönüşüme uğratan bu girişime “Türk Devrimi”
adını veriyordu.11 “Asıl mücadele” dediği büyük girişim
buydu.
Halkın
Desteği
Türk
halkı, askeri savaşta olduğu gibi kalkınma savaşında da, onu yalnız bırakmadı.
Gönülborcu duyarak ve içten bir bağlılıkla, çağrısının tümüne katıldı. O da,
halka verdiği sözlerin tümünü yerine getirdi. Halkın desteği, onun bilinçli
kararlılığıyla birleşince yenilmez bir güç oluşturdu. Kendine ve Türk halkına
güveni tamdı.
Ulusal
önder olarak, yetkilerinin ve yapacaklarının sınırını bildi, elinde
bulundurduğu yönetim gücünü, sonucu olmayan girişimler için asla kullanmadı. Ne
gerçekleşmesi olanaksız erekler peşinde koştu, ne de yapabileceğinin azını
yaptı.
Kesin kararlıydı.
Kendisine güven duyarak her iki “savaş” çağrısına da uyan Türk halkını
kalkındıracak, Türkiye’yi güçlü bir ülke yapacaktı. Amacını gerçekleştirmek
için, ulusal bağımsızlığın her alanda ve tam olarak korunması gerektiğini biliyordu.
Bu konuda, hiçbir biçimde ödün vermemişti ve vermeyecekti. Siyasi bağımsızlık,
ekonomik ve akçalı bağımsızlık üzerine oturtulacak, bu temel üzerinde korunup
geliştirilecekti.
Açık
ve Yalın
Anlayışını
ve amaçlarını, söz ve davranışlarıyla, içte ve dışta herkese en açık biçimde
duyurdu. Düşüncelerini, sözcükler içinde yuvarlamıyor çok açık ve net
konuşuyordu. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir... Bence, bir
ulusta; onur, namus, şeref ve insanlığın oluşup varlığını sürdürmesi, o ulusun
kesin olarak özgür ve bağımsız olmasına bağlıdır... Bu niteliklere sahip olduğumu
söyleyebilmem için, ulusumun da aynı nitelikte olmasını ana koşul bilirim. Ben
yaşabilmek için, kesinlikle bağımsız bir ulusun evladı olmalıyım. Bu nedenle,
ulusal bağımsızlık bence bir yaşam sorunudur” diyordu.12
Sözlerinde
hiçbir abartı yoktu, inandığı doğruyu söylüyordu. Bağımsızlık ve ulusal
egemenlik, her aşama ve her koşulda onun için “yaşam sorunu” olmuş,
bir başka deyişle yaşamını her aşamada bağımsızlık savaşımına adamıştı. Bağımsızlığı
uygarlığın koşulu sayıyor, “bağımsız olan uluslar ancak uygar olabilir”
diyordu.
20 Mayıs 1928’de
söylediği sözler, tutkuya dönüşen bağımsızlık istencinin en açık göstergesiydi.
“Bağımsızlık ve özgürlüğün her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa
olsun, sakatlandırılmasına ve sınırlandırılmasına, asla hoşgörü gösterilemez.
Bunun için, gerekirse son bireyinin son damla kanını akıtarak insanlık tarihini
şanlı bir örnekle süslemek; bağımsızlık ve özgürlüğün ne olduğunu, geniş
anlamını ve yüksek değerini vicdanında kavramış uluslar için temel
yaşamsal ilkedir. İnsanlığın sürekli saygısını; ancak bu ilkeyi her türlü
fedakârlığı, her an yerine getirmeye hazır olan ve bunu yapabilen uluslar kazanabilir.
Bağımsızlık ve saygınlığını dünyaya gösterme gücüne sahip olan ulusların,
uygarlık yolunda hızlı ve başarılı adımlarla ilerleme yeteneğinde olduklarını
kabul etmek gerekir”.13
Yoksunluk
ve Yoksulluk
Söylediklerinin
gereğini yapmanın, yıkıcı savaşlardan çıkmış yoksul bir ülkede ne denli güç olduğunu
bilmeyen bir insan değildir. Sanayi, sermaye ve yetişmiş insan gücü yoktur.
Tarım ve tecim (ticaret) neredeyse durmuştur. Halk hasta ve yorgundur. Para
yoktur.
Koşulların tüm
olumsuzluğuna karşın; yaralar sarılacak, yoksulluk giderilecek ve bunlarla yetinilmeyip
“çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkılacaktır”.14 Amaç
yüksek, olanaklar sınırlıdır.
Gerçek
Varsıllık
Özdeksel
(maddi) olanaksızlıkları yoksulluk saymıyor; gerçek varsıllığın, Türk
toplumundaki insanı esas alan anlayış, dayanışmacı gelenekler ve
Türk insanının özgürlük tutkusu olduğunu söylüyordu. Türkiye, her konuda
kendi kararlarını kendi verecek, geleceğini kendisi belirleyecektir. “Türk
ulusunun kurduğu devletin; işlerine, yazgısına ve bağımsızlığına, sanı ne
olursa olsun hiç kimseyi karıştırmayız” diyordu.15
Anlayışını, diplomasi
adına yumuşatmadan ve aynı kararlı söylemle yabancılara da bildiriyordu.
Fransız Kuvvetleri Yüksek Komiseri General Pellé ve beraberindeki
kurula söylediği sözler bu davranışının çarpıcı örneklerinden biridir.
Kişilikli
Tutum
General
Pellé, 18 Eylül 1922’de İzmir’e gelerek, “Fransız hükümetinin
izniyle” ve “yarı resmi olarak”16 görüşme isteğinde
bulundu. Karşısında; “savaş galibi, gösterişli ve belki de hoyrat” bir
insan beklemesine karşın, “şık giyimli, nazik ve alçak gönüllü, ancak çetin
ve kararlı”17 bir kişilikle karşılaştı. Fransız General, “Yunanlıları
koruyan bir dille”, kimi isteklerde bulundu ve Türk Ordusu’nun Çanakkale
Boğazı’ndaki “tarafsız bölgeye girmemesini”, Trakya’da “Yunanlıların
tutacağı hattın” İstanbul’daki Müttefik yetkililerce belirlenmesini ve “Boğazlardaki
özel yönetimin sürmesini” istedi.
Aldığı
yanıt şöyledir: “Görüyorum ki, ev sahibi ile hırsızı bir tutuyorsunuz.
Yaşanan facianın sorumluları müttefikleriniz İngilizler ve siz Fransızlarsınız.
Yunan Ordusu’nu donatıp üstümüze saldınız. Anadolu’ya kundak sokan siz oldunuz.
Şimdi de merhamet ve insaniyet aracılığı yapmak istiyorsunuz”.18
Çevirmenlik yapan Saffet
(Şav) Bey, bu sözlerin kimi yerlerini yumuşatarak iletir. Mustafa Kemal,
“yanlış çeviriyorsunuz, tam aktarın” diye araya girer. Çeviri
düzeltilir. İşgal güçlerinin “mağrur generali” şaşkındır. Mustafa
Kemal yanıtlarını sıralar: “Trakya için herhangi bir pazarlık
yapılmayacaktır. Yunanlılar derhal Meriç’in Batısı’na çekilmelidir. ‘Tarafsız
bölge’ diye bir kavram kabul edilemez. Galip bir orduyu durdurmak nasıl mümkün
olabilir?”19
Kararlılık
Fransız
Generali Pellé ve beraberindeki kurula gösterdiği davranış,
aslında tüm dünyaya, özellikle Batılı büyük devletlere gösterdiği bir kararlılık
iletisiydi. Silahlı güce dayalı gerçek durumun; diplomasi oyunları, sanal
sözvermeler ya da içi boş korkutmalarla değiştirilmesine izin vermeyecekti.
11 Ekim 1922’de
yapılan Mudanya Ateşkes Antlaşması’yla, Yunanlıların Meriç’in Batısı’na
çekilmesini kabul ettirdi; orduyu ‘tarafsız
bölge’ye soktu, Boğazlar’a egemen oldu. Batı’ya açıkça şunu söylüyordu: “Kurtuluş
Savaşı’nın askeri sonuçlarıyla yetinilmeyecek, her yönüyle bağımsız bir devlet
kurulacak; girişimini destekleyecekler dost, karşı çıkanları düşman sayacaktır”.
Pellé’den yaklaşık bir ay sonra, 24 Ekim 1922’de, Amerikan United
Press Gazetesi’ne şunları
söyledi: “Amerika, Avrupa ve bütün Batı dünyası bilmelidir ki; Türkiye
halkı, her uygar ve yetenekli ulus gibi, kayıtsız şartsız özgür ve bağımsız
yaşamaya kesin karar vermiştir. Bu meşru kararı bozmaya yönelik her kuvvet,
Türkiye’nin ebedi düşmanı kalır”.20
Köklü Dönüşüm
Söylediklerine sadık kalarak 1938'e dek 15 yıl içinde, Anadolu'da gerçek bir devrim gerçekleştirdi. Kısa sürede yaşanan dönüşüm o denli köklüydü ki, böylesine bir alt-üst oluşta, yeğin (şiddetli) karşıtlıkların ve iç çatışmaların yaşanmaması olanaksızdı. Girişeceği toplumsal yenileşmenin, kapsamını bildiği için, karşı koyuşun da boyut ve gücünü biliyordu. “Milli Mücadele'nin ikinci aşamasına geçiyoruz; bu yeni bir savaştır” demesinin nedeni buydu.
Fransız yazar Paul
Gentizon, bu “savaşı” yani Türk Devrimi’ni, Fransız ve Rus
Devrimlerinden daha ileri bulur ve şu değerlendirmeyi yapar: “Sürekli devrim
sözü gerçekte, Türkiye’den başka hiçbir ülkede yer tutmamıştır. Fransız Devrimi
siyasi kurumlar alanıyla sınırlı kalmıştı. Rus devrimi, sosyal alanları
sarsmıştır. Yalnızca ve yalnızca Türk Devrimi’dir ki; siyasi kurumları, sosyal
ilişkileri, din kurallarını, aile ilişkilerini, ekonomik yaşam geleneklerini,
hatta toplumun içgücünün (moral) temellerini değiştirmiştir. Her
değişim, yeni bir değişimin nedeni olmuştur. Her yenilik (reform) bir
başka yeniliğin koşulunu oluşturmuş, değişimin tümü, halkın yaşamında
yer tutmuştur”.21
DİPNOTLAR
1
“Vatan Yolunda”
Y.Kadri Karaosmanoğlu, 1952, sf.176;
ak. Prof.Dr.Utkan Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” İş
Bank.Yay., sf.208
2
“Atatürk” Lord
Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12 Baskı, İst-1994, sf.404
3
“Atatürk”
P.Paraşev, Cem Yay., İst.-1981,
sf.251
4
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit.,
8 Baskı, İst.-1983, sf.11
5
a.g.e. sf.11
6
“Bozkurt”
H.C.Armstrong, Arba Yay.,
İst.-1996, sf.152
7
a.g.e. sf.152
8
a.g.e. sf.154
9
a.g.e. sf.153
10
“Atatürk’ten
Yazdıklarım” Prof.A.Afet İnan,
Kül.B.Y., Ank.-1981,sf.119
11
a.g.e. sf.119
12
“Atatürk’le Bir
Ömür” Sabiha Gökçen, Altın Kit.,
Yay., İst.-1994, sf.179
13
“Milli Kurtuluş
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, 3.Cilt,
ist.-1974, sf.1695
14
“Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri” II.Cilt,
Atatürk Araştırma Mer. 5.Bas., 1997, sf.318
15
Doğan Avcıoğlu,
“Milli Kurtuluş Tarihi” 3.Cilt,
ist.Mat.-1974, sf.1615
16
“Atatürk’ün
Bütün Eserleri” Kaynak Yay., 13.Cilt,
İst.-2004, sf.308
17
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Kit.,
8.Baskı, İst.-1983, sf.24
18
a.g.e. sf.24
19
a.g.e. sf.24
20 “Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri” 3.Cilt, sf.48;
ak. Prof.Dr.Utkan Kocatürk, “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü”, İş Bank.Yay.,
sf.217
21
“Mustafa Kemal
ve Uyanan Doğu” Paul Gentizon, Bilgi Yay., 2.Basım, Ank.-1994, sf.164
Thanks for sharing, nice post! Post really provice useful information!
YanıtlaSilAn Thái Sơn chia sẻ trẻ sơ sinh nằm nôi điện có tốt không hay võng điện có tốt không và giải đáp cục điện đưa võng giá bao nhiêu cũng như mua máy đưa võng ở tphcm địa chỉ ở đâu uy tín.