Avrupalılar,
sömürgeciliği; “evrimin üst basamağındaki
gelişmiş beyaz insanın”, “vahşi
ülkelere” uygarlık götürmesi olarak görmüştür. Onlar için, dünyada iki tür
insan vardı; beyazlar ve diğerleri ya da Avrupalılar ve vahşiler.
Asya sarı, Amerika kızıl, Afrika karaydı. Irkçılık, Batı’da en üstteki yöneticiden en sırdan insana
dek, kabul gören bir anlayıştı. Bu anlayışın doğal sonucu, yüzlerce yıl
uygulanarak gelenekselleşen ve neredeyse genlere işleyen şiddet eğilimi ve bu
eğilimin yol açtığı soykırımlardır. Batılılar, dün olduğu gibi bugün de,
çıkarları gerektirdiğinde şiddetin her türünü kullanmaktan çekinmezler. “Uygarlık çağı”ndaki; Hitler vahşetini, Vinetnam ve Irak
kırımını, Hiroşima’yı, Sırbistan’ı, Libya’yı ve Suriye’yi yaşadık, yaşıyoruz.
Sömürgeciliğin Evrimi
Sınıflar ya da ülkeler
arasında, yazılı tarihin her döneminde var olan sömürü ilişkileri, 15.yüzyıldan
sonra özel önem kazandı ve Avrupa merkezli olarak dünyanın her yanına yayıldı.
Sömürgeleştirilen ülkelerde, yalnızca ekonomik kaynaklara değil; yönetim
yapılarına, insan kaynaklarına ve kültürel değerlere de el koyuldu. Avrupa’da
üretim arttıkça sömürgecilik gelişti, sömürgecilik geliştikçe de üretim arttı.
Bu ilişki Batı’yı sürekli olarak varsıllaştırdı.
Sömürgecilik
ve Şiddet
16 ve 20’nci yüzyıllar
arasındaki dörtyüz yıllık dönemi kapsayan Avrupa sömürgeciliğinin sonuçları,
sömürgeler açısından gerçek bir felakettir. Amerika, Afrika ve Asya’da,
toplumlar üzerinde kurulan baskı ve uygulanan şiddet o denli ağırdı ki, bu
kıtalarda yalnızca doğal ve tarihsel servetler değil, insan kaynakları da büyük
ölçüde yok oldu. Uygulanan yaygın soykırım sonunda kimi topluluklar, son
bireyine dek ortadan kaldırıldı.
Sömürgecilik konusuna nesnel
yaklaşan ender Batılı yayınlardan biri olan ve İtalya’da yayınlanan tarih
dergisi Fratelli Fabbri, Avrupa sömürgeciliği konusunda şu saptamayı
yapmıştır: “Avrupalı sömürgeciler, tek yasası zor ve baskı olan
ekonomik-siyasi egemenliğini haklı göstermek için, sömürgelerdeki ırkların
insanlık evriminin aşağı basamaklarında, gelişmemiş yaratıklar olduğu
uydurmacasını ileri sürerler. Liverpool tüccarları, 1792’de,
‘Afrikalılar bütün insanlar arasında en tembelleridir. Onları
karılarının yanından ayırdığımız zaman attıkları çığlıklar, götürüldükleri
ülkelerde eski boş ve uyuşuk yaşamlarını sürdürememek korkusundan ileri geliyordu' diyorlardı”.1
Sömürgeciliğin
Günümüze Etkisi
Sömürgecilik, gerek
sömürgelerde ve gerekse sömürgeci ülkelerde, etkisini bugüne dek sürdüren
sonuçlar doğurdu. Ele geçirdikleri ülkeleri sömürgeleştirerek bağımlı kılan
Avrupalılar, kaçınılmaz olarak bu ülkelere bağımlı duruma geldiler.
Sömürgen konumda da olsa, başkasına
bağımlı olan özgür olamazdı.
Nitekim Batı’nın egemen güçleri, sömürgelere olduğu kadar, kendi halkına ve
Avrupalı başka ülkelere karşı da baskı ve şiddet uygulamaktan geri durmadılar.
Korku ve kuşku, toplumun içine taşındı; çatışmaya hazır güvensiz ve gerilimli
ortam oluştu.
Köle
Ticareti
Avrupalıların
sömürgelere girişi, başlangıçta ticari ilişkileri geliştirmek biçiminde oldu;
öyle gösterildi. Pamuklu ürünler, hırdavat ya da alkollü içkiler satıyor;
karşılığında altın, gümüş, fildişi ya da baharat alıyorlardı. Ancak çok
geçmeden, insanlar, yığınlar halinde yaşadıkları yerlerden toplanarak,
çalıştırılmak üzere, denizaşırı yerlere götürülmeye başlandı.
Toplumsal düzeni parçalayan köle
ticareti, Avrupa için her zaman başvurduğu bir zenginlik kaynağı olurken,
sömürge halklarının geleneklerini ve kültürlerini büyük bir yıkıma uğrattı.
Birçok toplumun nüfusu azaldı, bir bölümü ise tümüyle ortadan kalktı.
Belçika’nın
Kongosu
Almanya, ABD, İtalya
ve Belçika 1885 yılında Berlin’de bir araya gelerek, yeni bir sömürge
paylaşımının koşullarını görüştüler. Tarihe “Berlin Konferansı” olarak
geçen bu toplantıda, sömürgeleştirilecek yeni yerler, buralarda çalışma yapacak
misyonerlerin korunması, “din özgürlüğü” gibi konular karara bağlandı ve
342 bin kilometrekarelik Kongo (Zaire), Belçika Kralı Louis Leopold’un, “kişisel
mülkü” kabul edilerek “bağımsız bir devlet” durumuna getirildi.
Leopold,
Kongo’yu o denli vahşi bir biçimde yönetti ki, bu yönetimden Belçika Hükümeti
bile rahatsız oldu. Parlamento, Kongo’yu 1908 yılında Kral’ın elinden aldığını
ve Belçika devletinin malı durumuna getirdiğini açıkladı. Kral Leopold, “Kongo’mu
elimden alabilirler, ama orada neler yaptığımı hiçbir zaman öğrenemeyecekler” diyerek
bütün belgeleri yaktı.2
Daha sonra ele geçirilen bir takım
belgeler, Kral’ın ve Avrupalı “girişimcilerin” Kongo’da “neler
yaptıklarını” açıkça ortaya koyuyordu. Resmi bir Belçika kurumu olan “Yerlileri
Koruma Komisyonu”, 1919 yılında yaptığı açıklamada; Avrupalıların ele
geçirmesinden sonraki 40 yıl içinde Kongo nüfusunun yarı yarıya azaldığını
kabul ediyordu.3
İspanyollar
ve Küba
Küba, İspanyollar
tarafından 1511 yılında elegeçirildi ve sömürge yapıldı. Kimi tarihçilerin
belirlemelerine göre o günlerde Küba’da, sayıları 1 milyona ulaşan Guanajatuley,
Siboney ve Taino yerlileri yaşıyordu. İşgalden sonraki ilk elli yıl
içinde, yerli sayısı 5 bine düşmüştü.
İspanyollar, Hıristiyanlaştırma
uygulamaları nedeniyle kendilerine karşı çıkan yerlileri öylesine yok
etmişlerdi ki, daha sonra el emeğine gereksinim duyduklarında çalıştıracak
insan bulamadılar ve bu gereksinimi köle ticareti yoluyla Afrika’dan
getirdikleri insanlarla karşıladılar. Öldürülen ya da Küba’dan giden yerlilerin
yerini Afrikalı köleler aldı.4
İnkalar,
Aztekler, Mayalar
Avrupalılar, 15.yüzyıl
sonlarında Amerika’ya geldiklerinde burada; geçimlik tarım ve hayvancılıkla uğraşan,
imalat teknikleri geliştiren, para kullanan ve ileri bir toplumsal düzen kuran
uygarlıklarla karşılaştılar.
Ant Dağları’nda
yaşayan İnkalar; güçlü ve merkezi bir devlet ve gözalıcı kentler
kurmuşlardı. İçinde görkemli taş yapıların bulunduğu kentleri, 15 bin
kilometrelik bir yol ağıyla bağlamışlar, gelişkin bir yönetim ve tecimsel
(ticari) düzen gerçekleştirmişlerdi. Kutsal saydıkları toprakla, hiçbir
uygarlıkta görülmemiş ölçüde bütünleşen İnkalar, en elverişsiz yerleri
bile tarıma açmanın yollarını bulmuşlar, kanallar ve teraslar aracılığıyla
geniş tarım alanları yaratmışlardı.5
Bugünkü Meksika
bölgesinde yaşayan ve eşitlikçi yönetim geleneklerine sahip Aztekler,
kendilerine özgü tarım teknikleri ve mimari biçimler geliştirmişler ve ileri
bir tecimsel düzen kurmuşlardı. Tropikal bölgelerden elde edilen yeşim taşı,
kakao, pamuk, değerli metaller, kuş tüyleri kentlere getiriliyor, burada
işlenmiş ürünlerle değiştiriliyordu. Tarım ve ticaret yoluyla Aztekler,
büyük bir varsıllık ve ileri bir kültür düzeyine ulaşmışlardı.6
Orta Amerika’da yaşayan Mayalar
da, şaşırtıcı bir uygarlık düzeyine ulaşmışlardı. Kalıtımsal seçkinlerin
yönetimi elinde tuttuğu sınıflı bir toplum yapısına sahip olmalarına karşın;
eşitliği amaçlayan toplumsal ilişkiler varlığını sürdürüyordu. Çocuklar
kutsanıyor, kadına önem verilip saygı gösteriliyordu. Hiyeroglif tarzı bir
yazıya sahiptiler. Son derece gelişmiş gökbilim çalışmaları, zaman ve mekân
ölçümleri yapıyorlardı. Sıfır sayısını bulmuş, kullanıyorlardı... Bir yılı 365
gün kabul eden bir takvim geliştirmişlerdi.7
Direniş ve
Soykırım
Sömürgeciler, yüksek nitelikli Güney Amerika uygarlığını insanlarıyla
birlikte yok ettiler; tarihin gördüğü en büyük soykırımı yaptılar. Mayalar,
uysal ve barışçı olmalarına karşın sömürgecilere hiçbir zaman boyun eğmediler.
Ormanlara çekildiler ve günümüze dek süren bir mücadele içinde oldular. 1712,
1847 ve 1860’da Yakatek Mayaları, 1910’da Quintana Roo köylüleri
ve 1994’de Zapatist Kurtuluş Ordusu’yla ayaklandılar. İspanyol
vahşetinden çok acı çektiler ancak asla teslim alınamadılar. Yokedilen
uygarlıkları ve tarihlerine olan tutkularıyla yeraltına çekildiler,
kültürlerini yaşatmaya çalıştılar. Dörtyüz yıllık acıyı, şarkılarda ve sonu
gelmez çatışmalarda dile getirdiler.8
Orta Amerika’da büyük bir uygarlık
ve İmparatorluk kurmuş olan Mayalar’dan, soykırımına ulaşan kırımlar
sonucunda bugün, yoksulluk içinde yaşayan yalnızca 330 bin gerçek Maya
kalmıştır.9
Güney
Amerika’da Yaşanan Dram
Avrupalılar, Güney
Amerika’ya geldiklerinde “dünyanın sonuna geldiklerini sanarak aşağı
düşmekten korkmuşlardı”.10 Amerika’da gerçek bir cennet
köşesi ile top ve baruttan habersiz barışçı ve paylaşımcı bir uygarlık
bulmuşlardı. Avrupa’dan taşınan hastalıklara bağışıklığı olmayan Yerliler
bunlara, “Kireç gibi beyaz vücutlarını sarıp sarmalamış sakallı beyazlar”
diyordu.11
Ö “Sakallı beyazlar”. Özellikle
altın ve gümüş elde etmede son derece hırslı ve acımasızdılar. Kristof
Kolomb, “altın sayesinde ruhları cennete göndermek bile mümkündür”12
diyor, yerli halka görülmemiş bir şiddet uyguluyordu. Karşılaştıkları
acımasızlık karşısında şaşkına dönen yerliler, Kolomb önderliğindeki “beyazlar”
ın uyguladığı vahşetten kurtulmak için çocuklarını öldürüyor, kendilerini
zehirliyordu.13
Tarihçi Howard Zinn’in, “kahraman
değil katil” olarak anılması gerektiğini14 ileri sürdüğü Kristof
Kolomb, Güney ve Orta Amerika’da tarihte benzeri olmayan bir vahşet
uygulamıştır. Kolomb, Haiti Arawak kızılderilileriyle
karşılaşmasını, tuttuğu notlarda şöyle anlatıyordu: “O kadar saf ve mallarını
paylaşmaya o kadar gönüllülerdi ki, bunu gözleriyle görmeyen inanamaz. Onlarda
olan her şeyi istediğimiz zaman asla hayır demiyor, aksine biz istemeden onlar
bizimle paylaşıyordu. Bunlar çok iyi hizmetkâr olabilirler. Elli adamla hepsini
esir alıp onlara istediğimiz her şeyi yaptırabiliriz”.15
Altın Hırsı
Kristof Kolomb,
on dört yaşından
büyük kadın-erkek herkesi, düzenli olarak altın getirmeye zorunlu tutmuştu.
Bunu yapamayanların elleri bileklerinden kesiliyor ve kan kaybından ölüme
bırakılıyordu. Kolomb geldiğinde Haiti’de 250 bin yerli yaşarken, bu
sayı İspanyol vahşetinin ilk elli yılında 500’e düşmüştü. 1650’de artık yaşayan
Arawak kızılderilisi kalmamıştı.16
Kilise
İzniyle Soykırım
Papalık
kararnameleriyle, sömürge toprakları Batılı hanedanlıklar arasında paylaşıldı. “Kutsal”
kilisenin izin ve onayıyla saldırılar tüm acımasızlığıyla sürdürüldü.
İspanyollar, Azteklerin başkenti Tenochtitlan’a girdiklerinde
kentin nüfusu 3 milyondu. Kırım ve talan sonunda onbinlerce insan öldürüldü ve
ortada kent denilebilecek bir şey kalmadı.
Kristof Kolomb’un
Amerika’yı bulduğu 1492’den önce kıtada; Meksika’da 30-35 milyon, And
Dağları’nda 30 milyon, Orta Amerika’da 10-13 milyon olmak üzere 70-78 milyon Aztek
yaşıyordu. Sayıları 70-90 milyon olan Maya ve İnkalar’la birlikte
kıta nüfusu 150-160 milyona çıkıyordu. Bu nüfus, bir buçuk yüzyıl içinde 3,5
milyona düştü ve yerli nüfusun yüzde 97.5’u yok oldu.17 Bugünkü
Arjantin nüfusunun yalnızca yüzde 0,5’i, Şili’nin yüzde 5’i, Venezüela’nın
yüzde 2’si, Nikaragua’nın yüzde 5’i yerlidir.18
İngilizler
ve Kuzey Amerika
Batılıların “ılımlı
sömürgecilik”19 adını verdiği Kuzey Amerika’nın işgali,
ılımlılık bir yana eşine az rastlanır şiddet yöntemleriyle gerçekleştirildi.
Kuzey Amerika yerlilerinin topraklarından sürülmesi ya da yok edilmesi,
Avrupalıların yerleşme koşulu durumuna gelmişti.20
İngilizler 1703’te “bir
yerli kafa derisi getirene” ya da “bir kızılderili tutsak edene” 40
sterlin ödül veriyordu. Bu ödül 1720’de 100 sterline çıkarılmıştı.21
Anglosaksonlar
17.yüzyıl başında Kuzey Amerika’ya geldiklerinde, bugünkü ABD topraklarında
10-12 milyon kızılderili yaşıyordu. 1900’a dek uygulanan soykırımı sonucu
kızılderili nüfusu, 250 bine düşmüştü.22 Sayıları, Amerika Birleşik
Devletleri nüfusunun binde birine düşen bu insanlar, hala rezervasyon
bölgeleri denilen tecrit kamplarında yaşıyorlar. 1990 yılına dek kendi
dillerini konuşmaları yasaklanmıştı.23
15.Yüzyılda, yalnızca Kuzey Amerika’da
2 bin değişik kızılderili kümesi ve bunların kendine özgü dilleri ve kültürleri
vardı.24 20.yüzyıla gelindiğinde Kuzey Amerikalı kızılderililerin
yüzde 95’i ortadan kaldırılmıştı.
DİPNOTLAR
1 “Fatelli Fabbri
Editori” 20138 Milano, Via
Mecenate, 91 İtaly, ak. “Devrimler Ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi”
Gelişim Yay., 1975, 2.Cilt, sf.193
2 a.g.e. sf.198
3 a.g.e. sf.198
4 a.g.e. sf.100
5 “Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 2.Cilt, sf.458 ve “Büyük Larousse” Gelişim Yay.,
9.Cilt, sf.5704
6 “Büyük
Larousse” Gelişim Yay., 2.Cilt,
sf.1147
7 “Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.1148
8 “Mayalar”
Michale D.Coe, Arkadaş Yay.,
Ankara-2002, sf.191
9 “Büyük
Larousse” Gelişim Yay.,
13.Cilt, sf.7884
10 “Sosyalizm ve Toplumsal
Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay.,
sf.458
11 a.g.e. sf.458
12 a.g.e. sf.456
13 a.g.e. sf.456
14 “Legends, Lies
and Cherished Myths of American History” Richard Shenkman; ak. Tim Marshall, “Hükmeden Erkek Boyun Eğen Kadın”
Altın Kit., 1997, sf.45
15 a.g.e. sf.45
16 a.g.e. sf.46
17 “Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., sf.458
18 a.g.e. sf.1427
19 “Kapitalizmin Kökenleri” Jean Suret-Canale; ak. “Kapitalizmin Kara Kitabı” Evrensel Basım
Yayın, 2.Basım-2001, sf.24
20 a.g.e. sf.24
21 “Yerli
Soykırım” Robert Pac; ak. a.g.e.
sf.24
22 a.g.e. sf.24
23 “Ortadoğu
Uygarlık Mirası-2” M.İlmiyeÇığ, Kaynak Yay., İst.-2003, sf.250
24 “W.H. Seeing
With a Native Eye, Harper and Row” Capp 1976, ak. Semra Somersan “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi” İletişim Yay., 5.Cilt,
sf. 1426
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder