Ulus
karşıtlığının güncel politika durumuna getirilmesi, yerelleşmeyi; yerelleşmede
ulusal ayrışmayı gerekli kılmaktadır. Bu gerekirliğe hizmet edecek ideolojik çıkış,
kuşkusuz tarihin çarpıtılması ya da yok sayılmasıyla olanaklıdır. Eğer tarih
bu amaç için kullanılacaksa, her şeyden önce ve kaçınılmaz olarak, Türk tarihinin
çarpıtılması ya da yok sayılması gerekir. Çünkü bu tarih, millet
kavramını her dönemde yaşatmayı başarmanın ve bu başarıyı ayakta tutmanın uygulamalarıyla
doludur. Alman bilim adamı Prof.Fritz Neumark,
bu nedenle; “Türkler tarihten çıkarılırsa,
ortada tarih diye bir şey kalmaz” demiştir.(×)
Tarihe Karşı Sorumluluk
Tarihte hiçbir toplum, Türkler kadar dünyaya açılıp geniş alanlara
yayılmadı; hiçbir toplum kendisini ve ilişki kurduğu toplulukları Türkler kadar
değiştirmedi; hiçbir toplum tarihin akışı üzerinde Türkler kadar etkili olmadı;
dönemine ve geleceğe yön vermedi.
Türkler, tarihin hemen her aşamasında ve çok uzun dönemler boyunca,
sıradışı bir devingenlik içinde oldular; çok uzak yerlere gittiler, gittikleri
yerleri etkilediler ve o yerlerden etkilendiler.
Uygarlıklar içinde eriyerek
ya da onları kendi içinde eriterek, yeni ve ileri birliktelikler,
kaynaşmalar yarattılar; tarihin akışına yön veren devrimci dönüşümlere neden
oldular. İnsanlık tarihinin hemen her döneminde var oldular, tarihle
bütünleştiler.
Yok Saymak
Türkler’in tarihe yaptığı etki ne denli açık bir
gerçekse, bu etkinin yok sayılmak istenmesi de o denli açık bir gerçektir.
Tarih biliminin bugün erişmiş olduğu düzey düşünüldüğünde, birbiriyle çelişen
bilim dışı bu karşıtlığın nedeni, bilgi yoksunluğu ya da araştırma eksikliğiyle
açıklanamaz.
Batılı politikacılar ve kimi “bilim” adamları,
Türk tarihini çarpıtmada kendilerine herhangi bir sınır koymamıştır. Bilimsel
bir kılıfla örtülmek istenen düşünsel düzey, kimi zaman o denli ilkeldir ki,
yalnızca bilim açısından değil, insanlık açısından da acıklı bir durum
(trajedi) yaratmaktadır.
Amerikalı
tarihçi Prof.H.Mc.Neill, Türkleri 11.yüzyıldan önce yok sayar ve “Türkler’in
M.S.1071’de ortaya çıkarak uygar toplumlara sızdığını” söyler. Alman
tarihçi R.Scala’nın “Osmanlı Türkleri’nin Asya’dan yalnızca Karagöz
oyununu getirdiğini, uygarlık konusunda askeri, siyasi ve toplumsal
örgütlenmenin tümünü ele geçirdikleri Bizans’tan aldığını” ileri sürer.1
Türk Karşıtlığı
Eriştiği ekonomik güçle, son iki yüz yılda dünya
egemenliğine yönelen Batı için Türk karşıtlığı, politik gereksinimlerin yol
açtığı bilinçli ve çıkar amaçlı bir eylemdir. Bu davranış, çıkarları için
kuşkusuz yararlı, üstelik kaçınılmaz ancak asla bilimsel değildir; ayrıca
günümüzle de sınırlı değildir.
Batı tarihinin büyük bölümü, Türklerle çatışmanın, çoğu
kez boyun eğmenin tarihi gibidir. Dünyanın birçok yerinde Türklerle uğraşmak
zorunda kalanlar, eskiden gelen duyguların dürtüsüyle, Türk karşıtlığına her
zaman hazır ve isteklidirler.
Dışardan
kaynaklanan, içerde yandaş bulan Türk karşıtlığını önlemek için herşeyden önce;
bilgi sahibi olmak, bilim dışı savlardan, dayanaksız ve isteğe bağlı
yorumlardan kurtulmak gerekir. Bu ise; emek vermek, araştırmak ve incelemek
demektir. Böylesi bir çaba, eğer siyasi çıkar amacıyla yapılmıyorsa; tarihsel
gerçekler görülüp öğrenilecek, bugün kavranarak gelecek tasarlanacaktır.
Devletsizleştirme
Ulus olmadan devlet olmaz. Devlet ise tarihle anlam
kazanır. Bu nedenle sömürgen, kendi devletine ve doğal olarak tarihine
alabildiğine sahip çıkarken; sömürgelerde, devlete ve onun dayandığı tarihe
karşı çıkacaktır. Tarihi çarpıtacak ve giderek yok etmek isteyecektir.
Devletin
ve tarihin etkisizleştirilmesi, ulusal belleğin yok edilmesine bağlıdır. Bu ise
ekonomik çöküntü, örgütsüzlük ve eğitimsizliğin yaygınlaştırılmasıyla
sağlanabilir. Pazar durumuna getirdiği uluslara, anlaşmalar ya da işbirlikçiler
aracılığıyla sızarak içsel bir güç konumuna gelen sömürgen, bu işi başarmak
için gerekli ekonomik üstünlüğe de sahiptir. Adı yerel, düşüncesi yabancı
insanların yönetime gelerek/getirilerek ülkeyi dış isteklere göre yönetmesi,
ulusal devletin ve tarihin yozlaştırılmasına, giderek etkisizleştirilmesine
bağlıdır.
Tarihine Sahip Çıkmak
Sömürü ilişkilerini besleyen tarih yozlaşması; ekonomi kadar güçlü,
siyaset kadar bağlayıcı yıkıcı bir etken olarak, ulusal varlığın tüm alanlarına
yönelmektedir. Ulusal varlığın korunması için; tarihe, bağlı olarak devlete
yönelen girişimlerin, kesin olarak önlenmesi ve ulusal tarihin ortaya çıkarılarak
korunması gerekir.
Binlerce yılda oluşan ve halkın
ortak duygusunu, ruhsal şekillenmesini oluşturan tarihe sahip çıkmadan ulusal
varlık korunamaz. Tarihçi A.W.Gulyga bu gerçeği şöyle dile getiriyor: “Sömürgecileri
tarafından tarihleri yok edilip yadsındığı için, kendi geçmişlerini bilme, özellikle Asya ve Afrika ulusları için önemlidir. Geçmişine sahip çıkmayan bir
toplum ve devlet düşünülemez. Tarih insanlığın belleğidir”.2
“Avrupa Tarihi”
Dünya egemenliğine yönelen Batı için Dünya tarihi,
Avrupa tarihidir. “Avrupa ulusları, tarihî uluslar” diğerleri ise “tarihi
olmayan topluluklardır”. “Uygarlığın merkezi Avrupadır.” Bu
uygarlık; “beyaz Avrupalı ırkın üstünlüğüne”, “Grek ve Roma’nın
mirasçılığına” ve “Hıristiyanlığın yüksek erdemlerine” dayanır.
Öteki uluslar, “uygarlık dışıdırlar”. “Bilime ve akılcılığa kapalı” bu
insanlara “uygarlık götürme”, Avrupalılar’ın “evrensel yükümlülüğü” ve “görevidir”.
Akılcılığın (rasyonalizm) öncülerinden sayılan E.Renan (1823-1892), Doğu
aydınlanması’nda yer alan
Müslüman bilim adamlarının yüksek niteliğini bilmesine karşın; “kafalarını
çeviren bir cins demir çember, Müslümanı kesinlikle bilime kapar; onun herhangi
bir yeni düşünceye açılmasını ve herhangi bir şey öğrenmesini olanaksız kılar”
der.3 İnsanlar arasında eşitliği “savunan” F.Engels
(1820-1895) bile, “tarihi uluslar” kabul ettiği Avrupa toplumları
dışındaki ulusları; “gerici ve yok olmaya mahkum, tarihsiz uluslar” ve “barbarlar”
olarak kabul eder.4
Batılıların
büyük çoğunluğu, evrenin merkezinin Batı olduğuna tartışmasız bir gerçek
olarak inanır. Bu inancı o denli abartır ki, Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya (1886-1973) göre; “evren ne
için yaratıldı sorusuna Batılılar, Batı uygarlığını yaratmak için yanıtını
verirler”.5
Orta
Asya
Uygarlığın çıkış merkezi olarak Orta Asya’nın giderek ağırlık
kazanması üzerine kimi tarihçiler, bilgi ve kültür yoksunu tarih dışı Türkler’in
böyle bir uygarlık gelişimini başlatamayacağını düşünerek, şu yorumu yapmışlardır:
“Çok eski zamanlarda bir grup Avrupalı, Batı
Avrupa’dan yürüyerek (tarihin çok
eski olması için bu yürüyüş, atın ehlileştirilmesinden önceye denk getirilmiştir)
yola çıkmışlar, Orta-Asya’yı çeviren yüksek
dağların vadilerinden Baykal’ın Güneybatısı’ndaki Tamgalı vadisine ve Arios nehri
kenarlarına yerleşmişlerdir. Orta Asya uygarlığını, Avrupa’dan gelen ve adını Arios
nehrinden alan Ari ırktan bu insanlar başlatmışlardır”.6
Düşünsel çılgınlığa varan kendini beğenmişliğin
örnekleri çok, propagandası yaygındır. Gerçeği yansıtmayan zorlama kuramlara ve
bilinçli yanlışlıklara dayanan bu propaganda, çoğu kez bilim ve akıl dışı
savlara dayandırılır; sınır konmayan aşırılıklarla, pek çok insan için
inanılması güç boyutlara vardırılır.
Batılıların
tarih üzerinde yarattığı bozulma o denli yaygın ve kabul edilemezdir ki,
sayıları az da olsa kimi Batılı tarihçiler bile bu davranışa sert tepki
göstermiştir. Herbert Buttenfield, Batı okullarında öğretilen tarihi “kötülerin
en kötüsü” olarak tanımlar ve şunları söyler: “Tarih olarak öğretilenler
övünme, gurur, bağnazlık ve küstahlık getirdi. ‘Bizden başka herkes haksız,
yalnızca biz haklıyız’ inancını yaydı ve besledi. Yapılanlara karşı
önerebileceğim tek çözüm, öğrendiklerimizin tümünü unutmaktır”.7
İçteki Karşıtlar
Türklere ve Türk tarihine karşıtlık, Batı başta olmak üzere yaygın bir
tutumdur, ancak bu tutum dışarıyla sınırlı da değildir. Bilgi ve bilinçten
yoksun olanlardan ayrı olarak, ülke içinde bilinçli, kararlı ve oldukça şiddetli
bir Türk karşıtlığı daha vardır.
Başlangıcı Osmanlıya dayanan ve uzun dönemler boyunca resmi devlet
politikası yapılan bu karşıtlık, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki aradan sonra,
bugün yeniden yürürlüğe sokulmuştur.
Artık isim ve davranış olarak da
Türk kimliğinden uzak Batıcı ya da Arapçı yabancılaşma, o denli yaygınlaşmıştır
ki; siyasi yapılanmalar dâhil, görevlendirilmiş birtakım insanlar, toplumun her
alanında, özellikle yazılı ve görsel basında şiddetli bir Türk karşıtlığını
açıktan yürütmektedirler. Ana sorun ve ulus varlığı için gerçek çekince,
kökleri eskiye giden ve bugün küresel güçlerle bütünleşmiş olan bu iç
karşıtlıktır.
Kendini İnkar
Osmanlı Devleti, başlangıç dönemi dışında, Türk
tarihine sahip çıkmak bir yana, bu tarihe ve mirasçıları olan Türklere yoğun
bir baskı uygulamıştır. Okullarda soyu temiz kavim (kavm-i necip) diye
yüceltilerek yalnızca Arap (ve İslam) tarihi okutulmuş, Türk ve Türkmen sözcüğü
“kaba saba, cahil dağlılar” anlamında
kullanılmıştır.
Osmanlı gözünde Türk, “uygarlık dışı, yağmacı ve
idraksiz (ahmak) göçebelerdir”.8 Mevlana Celaleddin’i Rumi
(1207-1273); “Tanrı’nın Türkler’i yakıp yıkmak için” yarattığını, “dünyanın
yapımının Grekler’e (Yunanlılar’a y.n.), yıkımının ise Türkler’e özgü” bir
iş olduğunu söyler ve Türkler’in “Grek yapıtlarını yıktığını, sonsuza kadar
da yıkacağını” ileri sürer.9
19.Yüzyılda yurtseverlik duygusunu geliştiren Namık
Kemal (1840-1888) bile, Osmanlı toplumunu etnik yapısından ayırır ve
Türkler’e toplum içinde yer vermez; “Osmanlı Ümmetinin millet olarak; İslam,
Hıristiyan ve Yahudiler’den meydana geldiğini” yazar. Ona göre millet, ırkı değil, dinsel
bir topluluğu temsil eder.10
Son Osmanlı vakanüvisi (zamanın olaylarını yazan
devlet tarihçisi) olarak kabul edilen Abdurrahman Şeref’in (1853-1925) Türkler hakkındaki
görüşü, Avrupalılar’ın görüşlerinden farklı değildir ve E.Renan’ın
görüşleriyle örtüşmektedir.
İlerlemiş
yaşında Kurtuluş Savaşı’na katılmış olmasına karşın bu tarihçi, Türkler ve
kültürleri konusunda şunları söylemiştir: “Türkler, nesnel etkinlikleri
ölçüsünde düşünsel etkinlik gösterememişlerdir. Çünkü düşünce olarak
yaratıcılıkları ve tarihte, uygarlıkta ilerleme sağlayacak hiçbir yapıtları
yoktur. Batıda İslam uygarlığına, Doğuda Çin uygarlığına çok kolay mahkûm
olmalarının nedeni budur”.12
DİPNOTLAR
(×) “Dünyanın
Efendisi Avrupa” James Joll, 20. Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitapevi sf.2
1
“Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Prof.Fuat Köprülü, Kaynak
Yay., 5.Bas. 2002, sf.15
2
“Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay.–1995, sf.19
3
a.g.e. sf. 8
4
a.g.e. sf.7-8
5
Cevat Şakir Abasıyanık’tan aktaran D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin
Yay.–1995, sf.8
6
“Ön Türk Tarihi” Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1.Bas.–1998, sf.36
7
“Türk Kimliği”, Prof.Bozkurt Güvenç, Kül.Bak.Yay., 2.Bas., 1994, sf.14
8
“Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt., Tekin Yay.–1995, sf.14
9
a.g.e. sf.157
10
a.g.e. sf.14
11
a.g.e. sf.13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder