2
Temmuz 1932’de Ankara’da, Atatürk’ün
de katıldığı Birinci Türk Tarih Kurultayı toplandı. Öğretim üyeleri,
uzmanlar, araştırmacılar ve tarih öğretmenlerinin katılacağı kurultayda;
bilimsel tartışmalar yapılacak, yeni bir tarih anlayışı oluşturmak için Türk
tarihinin genel esasları belirlenecekti. Sonuçlar, milli eğitim programlarına
yansıtılacaktı. Kurultay, unutulmuş olan Türk tarihini
ortaya çıkaran nitelikli çabanın başlangıcı oldu.
Bilinmeyen Türk
Tarihi-Kendini İnkar
Osmanlı
Devleti’nin Türklere ve Türklüğe karşı tutumu, tam olarak bir kendini inkâr
durumuydu. Fatih ve Yavuz’la yoğunlaşan yabancılaşma, Anadolu
Türklüğü üzerinde, geleneksel bir baskıya dönüşmüş; Türk kimliğini, devlet
değil, büyük bir bedel ödeyerek ve devlete rağmen halk yaşatmıştı. Devlet
kadrolarında Türk unsuruna yer verilmemiş, ümmetçiliğin biçim verdiği siyasi
düzen içinde Türk tarihi ve kimliği ezilmişti.
Osmanlı
Devleti’nin resmi görüşüne göre, “tarihte Türk soyu diye bir şey yoktu.
Yalnızca, ya Müslümanlar ya Araplar vardı. İslam tarihinin uluları Araplardı.
Araplar, Kürtler, Arnavutlar övgüye değer uyruklardı. Padişahların ve Hanedanın
bağını yıllarca önce kestiği Türkler ise, adı bile anılmaya değmez, değersiz ve
kıymetsiz bir topluluktu”.1
Macaristan’da
Türkolojinin kurucusu sayılan tarihçi Arminius Vambert (1831-1913)
Türkiye’de çalıştığı dönemde, “Türklüğün Türkiye’de bilinmediğini gördüğünü”
söylemiş ve “hayret verici bir durum” olarak nitelendirdiği bu gerçeği
şu sözlerle dile getirmiştir: “Türk sözcüğü Türkiye’de, kabalık ve vahşet
anlamında kullanılıyor. Ben Edirne’den Çin Denizi’ne kadar yayılan Türk
ırkının önemine dikkat çektikçe bana, ‘herhalde bizi Kırgızlarla, Tataristan’ın kaba göçebeleriyle bir tutmuyorsunuz’
diyorlardı. İstanbul’da, Türk tarihi ve Türk dili konusuyla ilgilenen birkaç kişi
dışında hiç kimse bulamadım”.2
Atatürk ve Tarih
Atatürk’ün tarihe duyduğu ilgi ve öğrenme isteği, okul
sıralarında başlamıştı. Elde edebildiği her kitabı okuyor, sorgulayıcı
irdelemeler ve yaşamla ilişkilendirdiği yorumlarla, tarih konusunda kendisini
yetiştiriyordu. “Savaş cephelerinde bile”, ara vermediği okumalarını,
bilimsel araştırmaya dönüştürerek ölümüne dek sürdürdü.
Kurtuluş
Savaşı’ndan hemen sonra, 1923 yılında, tarih eğitimi veren tek yüksek eğitim
kurumu olan İstanbul Edebiyat Fakültesi’ne bir yazı gönderdi. Fakülte’den, “ulusal
bağımsızlığın bilim alanında tamamlanması için tarihin incelenmesini”
istedi.3 Doyurucu yanıt alamadı ve konuyla kendisi ilgilenmeye karar
verdi.
Dil ve Tarihe Yöneliş
1924-1928
arasındaki yoğun siyasi çatışmalar ve gerçekleştirilen devrimlerin ağır yükü,
bu dönem içinde tarihe zaman ayırmasına olanak vermedi. İç çatışmaların son
bularak, ekonomi ve kültür alanlarındaki atılımlar için uygun ortamın
oluşmasıyla, Dil Devrimi’yle
birlikte tarih araştırmalarını da gündeme getirdi. Birlikte yürüttüğü bu iki
çalışmaya, büyük zaman ayırdı ve yoğun emek verdi.
Türk tarihiyle
ilgili, aydınlatılmasını gerekli gördüğü sorunları, yıllar önce belirlemiş,
ancak ele alamamıştı. 1928 yılında girişeceği araştırmada, başlangıç olarak şu
sorulara yanıt arayacaktı: “Anadolu’nun en eski yerli halkı kimlerdir?...
Anadolu’da ilk uygarlık nasıl oluşmuş, ya da kimler tarafından getirilmiştir?...
Türklerin dünya tarihi ve uygarlığı içindeki yeri nedir?... Selçuklu ve Osmanlı
İmparatorluklarının kuruluş ve yayılış nedenleri nelerdir?... İslam tarihinin
gerçek niteliği ve Türklerin İslam tarihindeki rolü nedir?...”4
Yoğun Uğraş
Bilinmezlikler
ve ön yargılarla dolu tarihsel olguların, bilimsel değeri olan bir çalışmayla
ortaya çıkarılması, bu çalışmanın içte ve dışta onay gören bir tarih tezi
haline getirilmesi, güç bir işti. Bilgiyle donanmış nitelikli araştırmacılara,
iyi bir örgütlenmeye, düzenli bir çalışmaya ve herşeyden önce zamana gereksinim
vardı. 1928’den sonra kendini yoğun olarak bu işe verdi. Okuyor, okutuyor,
tartışıyor ve yurt dışına araştırmacılar göndererek bilgi ve belge
toplatıyordu. “Bakanlara, milletvekillerine, profesör ve öğretmenlere
görevler veriyor”, raporlar hazırlatıyordu.5
Türkiye
topraklarında yeni bir devlet kuran ve tarihi unutturulan bir ulusun, kökenini
ortaya çıkaracaktı. Önem verdiği bu işe girişirken; “Güçlü devletler kuran
atalarımız, büyük ve kapsamlı uygarlıklara da sahip olmuştur. Bunu aramak,
incelemek, Türklüğe ve dünyaya bildirmek, bizler için bir borçtur”6;
“Türk çocuğu geçmişini tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde güç
bulacaktır”7; “eğer bir millet büyükse, kendini tanıdığında
daha büyük olur” diyordu.8
Anadolu ve Orta Asya
Ona
göre Anadolu, kimi tarihçilerin söylediği gibi kavimlerin gelip geçtiği bir
uygarlıklar köprüsü değil, kendi çevresini de etkileyen başlı başına özgün “birçok
uygarlığın beşiği ve geliştiği yerdi”.9
Tarihin
saptadığı yalın gerçek, Anadolu’nun
aldığı Türk göçünün, 1071’de başlayan yalnızca bin yıllık son dönemi kapsamıyor
olmasıydı. İkinci bin yılın başındaki göç dalgası, Orta Asya’dan Anadolu’ya
yönelen büyük göçlerin sonuncusuydu.
Örneğin,
Osmanlı İmparatoluğu’nu kuran Kayı Oymayı, büyük Oğuz boyunun,
ancak küçük bir ucuydu. Oğuzlar daha önce İran, Irak, Suriye ve
Anadolu’ya yayılan Büyük Selçuklu Devleti’ni kurmuştu.10
Onlardan
önce, Orta Asya, Afganistan, Hindistan ve İran’da; Karahanlılar, Samanoğulları,
Gazneliler devletlerini kurmuş, parlak uygarlıklar yaratmışlardı. Karahanlılar,
İslamiyeti kabul eden ilk Türk devletiydi. İslamiyetten önceki büyük Göktürk
devleti ve daha eski devletler, Türklerin tarihini İsa’dan çok öncelere,
Hititlere, Sümerlere dek götürüyordu.11
‘Binlerce yıl deniz dalgaları gibi birbiri ardınca
gelen’12 Orta Asya göçlerini anlamak, ‘göç
zincirinin halkalarını tamamlamak’ ve ‘Türk kavmi ile ilgisini bulmak’
için, ‘Anadolu’daki tarihsel temellerimizi derinlerde aramak’
gerekiyordu.13
Türkiye’nin
geçmişini öğrenmek için, araştırmaların Orta Asya’yla ilişkilendirilmesi
gerektiğini gördü ve ilgisini bu alanda yoğunlaştırdı. Bitmeyen göçler, ‘fetihlerin
ve yok oluşların’; nedenlerini çözme
çabaları, bu çabaya girenleri ister istemez Orta Asya’ya götürüyordu.
Türk tarihinin üzerindeki perdeyi kaldırmak ve gerçeği öğrenmek için; göçlerin kaynağına gitmek, giderken de
Anadolu’daki tarihsel temele ağırlık vermek gerekiyordu. Nitekim kendisi,
çevresindeki tarihçiler ve Türk Tarih Kurumu, bu anlayışla yoğun bir çalışma
içine girdi ve kısa bir sürede, Türk tarihi araştırmalarında önemli bir
ilerleme sağlandı.
Uygarlığın Sahipleri
15
Nisan 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ni kurdurdu. Cemiyet’ten
beklediği ana görev; ‘ülkenin eski
uygarlıklarını ortaya çıkarmak’,
‘bugünkü Türkiye halkıyla Türk kavimlerinin birbirleriyle ilişkisini çözmek’
ve ‘genel Türk tarihinin, bilimsel tutarlılık içinde yazılmasını’
sağlamaktı.
Anadolu’da uzun bir tarih içinde oluşan büyük bir
uygarlık, hangi adla tanımlanırsa tanımlansın, bu topraklarda yaşayanlarca
kurulmuş ve yaşatılmıştı. Somut bir gerçek olan bu uygarlığın mayasında,
aralıksız süren göçlerle
Asya’dan gelen ve bugünkü Türkiye halkını oluşturan insanlar vardı.
En Eski
uygarlıkların yaratıcısı olanlar, örneğin ‘Hititler ya da Urartular, buradan
başka bir yere göç etmemişti’; ‘Anadolu
dışarıya göç vermemiş ama çok göç almıştı’. Bu nedenle, ‘Anadolu
uygarlığının gerçek sahipleri, tarihin ilk evrelerinden beri gelip bu uygarlığı
yaratanlar ve onların bugün bu topraklarda yaşayan torunları, yani Türk milletiydi’.
‘Anadolu uygarlığı, Türk milletinin atalarından kalan değerli bir mirastı’.14
Sümerler ve Hititler
Türk tarihçiler; Alman, Amerikalı, İngiliz ve Rus Kazıbilimcilerin (arkeolog) Mezopotomya deltasında özellikle Ur, Tello, Karkamış ve Lagaş'ta yaptıkları kazılara dayanarak; 'tarihin ilk dönemlerinde yüksek uygarlıklara ulaşmış büyük halklardan en az ikisinin dilleri ve kültürleriyle Türk kökenli olduklarını' ortaya çıkarmışlardı. 'Hititler (M.Ö. 3000-1000) ve bundan iki bin yıl önce Sümerler Türktüler’.15
İsviçreli
tarihçi Jakop Burckhardt (1818-1897), Fransız Alfred Fabre-Luce
Hitit, İngiliz kazıbilimci Sir Leonard Woolley (1880-1960), Sümer
uygarlıklarını buldular. Bu alanda yoğunlaşan araştırmalar, ‘tarihi yeniden
yazdıracak kadar önemli’ sonuçlar getiriyordu. Gelişmeler, Türk
düşmanlığına dayanan geleneksel tarih anlayışına karşı, Türk uygarlığına ‘tutkulu
bir hayranlık’ duyan tarihçilerin ortaya çıkmasına neden olmuştu.
Avrupa
merkezci, tutucu tarihçiler şaşırmışlardı. Bunlardan biri olan ünlü Fransız
tarihçi ve din bilgini Ernest Renan (1823-1892); “tarihin en güçlü ve
en değerli uygarlığını, Türkler gibi şimdiye dek yakıp yıkmaktan başka marifet
göstermemiş bir ırk nasıl yapmış olabilir. Gerçi gerçek, bazen gerçeğe
benzemez. Eğer bize Samilerden ve Arilerden önceki uygarlıkların en yükseğini
kuranların Türkler ya da Finuvalar olduğu kanıtlarla ispat edilirse, inanırız.
Ancak bu kanıtların, onu kabul etmenin doğuracağı fecaat (yürekler acısı durum)
kadar güçlü olması gerekir” diyordu.16
Fransız
tarihçi Benoit Mechin’in görüşleri ise farklıydı. Ona göre, ‘dünyanın
bilinen ilk büyük uygarlığını Mezopotamya’da kurmuş olan Sümerler, Türklerin
bir koluydu’ ve ‘Sümer uygarlığını kuran Türk ırkı, dünya
kültürünün doğuşuna önderlik etmişti’.17
Nubert
de Bischof’un
görüşü Mechin’in görüşlerine benziyordu ve şöyleydi: “Yeni buluşlar
ışığında bütün Asya ve Doğu Avrupa tarihi yeni bir görünüm alıyor. Turan
halklarının yaratıcı dinamizmini ortaya koyan bulgular, tarihi, eğer
değiştiriyor demeyeceksek, etkiliyor. Dün, tarihi olmayan ve Müslüman halklar
karmaşasında boğulmuş bulunan Türk ırkı, yalnızca bölgesinin gelişmesinde en
kuvvetli güç kaynaklarından biri değil, onunla birlikte tarih öncesi
karanlıklarda aklın ışığını fışkırtan ilk insanlığın da soyu oluyordu”.18
Doğu’dan gelerek
Aşağı Mezapotamya’ya yerleşenler; akarsuları düzenlemişler, bataklıkları
kurutmuşlar, kanallar açarak tarım alanlarını genişletmişlerdi. Başka göç
kolları, Anadolu’ya yerleşerek Hitit, Batıya giderek Truva, Girit,
Lidya ve İyonya kültür merkezlerini oluşturan Ege uygarlığını oluşturmuşlardı.19
İlk
Ürünler
Çalışmalar,
kısa bir süre içinde derleme, çeviri ve telif yoluyla, 606 sayfalık Türk Tarihinin Ana Hatları adlı yapıtın
ortaya çıkmasını sağladı ve bu yapıt 100 adet bastırılarak tartışmak-eleştirmek
üzere uzman kişilere dağıtıldı. Eleştiriler değerlendirilerek 1931 yılında, 87
sayfalık bir başka çalışma, Türk Tarihinin Ana Çizgileri-Giriş Bölümü
hazırlandı ve 30 bin adet basılarak piyasaya sürüldü.
Yeni bir Türk
Tarih Tezi’nin oluşmakta olduğu açıktı. Varılan sonuçlar, en yeni kazıbilim
(arkeoloji) ve insanbilim (antropoloji) araştırmalarının verilerine
dayanıyordu. 1837’de toplanan İkinci Tarih Kongresi’nde, Türk Tarih
Tezi, yabancı bilim adamlarının incelemesine sunuldu. Yabancı bilim
adamları, komisyon ve genel kurullarda yaptıkları açıklamalarda, Türk Tarih
Tezi’ni ‘evrensel bir tarih gerçeği’ olarak kabul ettiler.20
Orta Asya’nın Gizemi
Zaman
ve yoğun emek vererek katıldığı tarih araştırmalarında, Türk tarihinin
derinliğini kavrayarak, çok az bilinen bu tarihin, Orta Asya’nın gizemli
geçmişinde saklı olduğunu ortaya çıkardı. Çok çalışıyordu. Kimi zaman 2-3 gün
hiç uyumadan okuyor, Orta Asya uygarlığının oluşumu kadar, bu uygarlığın
dünyaya yayılışı ve etkisini de araştırıyordu.
Araştırmasını
o denli genişletti ki, Tahsin Mayatepek’i, o zamanlar yalnızca
Türkiye’de değil, dünyada da fazla bilinmeyen Maya Uygarlığı’nı
incelemek üzere Meksika’ya Büyükelçi olarak gönderdi.21 Orta Asya
ve Maya dillerinin, başlangıçta bir anlam verilemeyen benzerliği, Mayatepek’in
gönderdiği belgelerle, ilginç bir boyut kazanıyordu.
Tahsin
Mayatepek,
kendi buldukları dışında, Amerikalı Arkeolog William Niven’in, ortaya
çıkardığı binlerce yıl öncesine ait belgeleri, on dört klasör halinde Ankara’ya
yolladı. Atatürk, bir yandan bu belgeleri incelerken, diğer yandan James
Churchward’ın beş kitabını Türkiye’ye getirerek çok kısa bir sürede
Türkçe’ye çevirtti. Meksika’dan gelen belgelerin büyük bölümü, Ön-Türk
kültürüyle Maya kültürü arasındaki benzerliklerini kapsıyor ve Türklerin
kültür kökenleriyle ilgili, şimdiye dek gün yüzüne çıkmamış, bu nedenle hiç bilinmeyen bilgiler
içeriyordu.
Araştırmalar, kısa bir süre içinde,
onun, Türk tarihi ile ilgili sezgilerinde haklı olduğunu ortaya çıkardı.
Sahipsizlik nedeniyle, yok sayılan Türk tarihi, Avrupa kültürünün erişemeyeceği
kadar geniş ve onu çok aşan bir kıdeme sahipti. Anadolu’nun değişik
yörelerinde, özellikle Ankara, Sivas, Kayseri ve Adana’da yapılan kazılar
herkesi şaşırtan dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkarmıştı. Eski dönemlerin
karanlıkları, somut bulgularla aydınlatılmış, Türk tarihinin birçok uygarlığa
kaynaklık ettiğini kanıtlamıştı.
La Turguie devoilee adlı makalesiyle,
o dönemdeki tarih araştırmalarını ele alan Fransız araştırmacı Marcel
Sauvage, Hititlerin “Türkistan
yaylalarından indiğini” söylemiş, “Turani
kökenli Asyalılar” olduğunu ileri sürmüş ve şunları yazmıştı: Osmanlı
İmparatorluğunun yıkılışından sonra, ilk kez Lozan’da Batı devletlerine karşı
büyük bir yengi kazanmış olan yeni Türk, şimdi düşün alanında,
birincisinden daha parlak, belki de ondan da yararlı ve ulusal gururu daha çok
okşayan ikinci bir zafer kazanmıştı. Ve bu zafer, ne öç alıştı! Lloyd George’un
göçebe-barbar diye nitelendirdiği Türk, Hitit’i ortaya koyarak, İngilizler’e,
Fransızlar’a, İtalyanlar’a ve bunların küçücük Yunanlı dostlarına, gerçekte
tümünün efendisi ve babası olduğunu kanıtlıyordu.’ Bu gerçeği, bütün
vicdanımızla kabul etmeliyiz. Gerçekler, artık geri dönülmez bir biçimde
ortaya konmuştur ve klasik olan bu ‘Coup de Theatre’, klasiklerin en
olgunudur”.22
“Türk Tarihinin Ana Hatları”
Somut
ürünler vermiş olsa da, kısa bir zaman diliminde yapılan tarih araştırmalarını
yeterli bulmuyordu. Sürekli olarak yeni araştırma programları başlatıyordu. ‘Türklerin
uygarlığa katkısını’ ortaya koymayı amaçlayan, Türk Tarihinin Ana
Hatları, bu programın ilk ürünüydü.
Bu
yapıtta, Türklerin siyasi ve toplumsal yapıları, ekonomik yaşamları, feslefe,
güzel sanatlar ve bilim alanındaki ilerlemeleri, genel dünya tarihi içinde ele
alınıyor ve kültürler arası etkileşim konuları işleniyordu.
Daha sonra, halka
ulaştırılan ve kolay okunan 66 broşür hazırlandı. Türkler’de Sanayi,
Türklerde Tiyatro, Boyacılıkta Türkler, Türklerde Beden Eğitimi, Türklerde
Maliye, Türklerin Pedagojiye (eğitim bilimi) Hizmetleri, Deri Sanayiinde
Türkler gibi birçok konuyu ele alan bu broşürler, yaygın ve tutarlı bir
tartışma başlattı, özellikle genç aydınlar içinde, tarih bilincinin yayılmasını
sağladı.23
Tarihin Derinleştirilmesi
Bu
çalışmaları da yeterli görmedi ve bir başka araştırma programı daha hazırlattı.
Bu programda; ‘Genel ve canlı bir tarih seferberliğinin başlatılması’, ‘Ülkede
bilinçli, canlı ve sürekli bir tarih kurma döneminin açılması’, ‘Türk
ulusunun kendi kültür ve tarihini kendisinin araştırması’ gibi hedefler yer
aldı. Uzmanlar, öğretmenler, aydınlar, geniş halk kitleleri ve tüm devlet
kuruluşlarını ‘tarihin inşasıyla’ yükümlü tuttu. Arkeolojik kazılara,
arşiv ve müze çalışmalarına büyük önem verdi.
Tarihle
ilgili savların, kesin olarak belge ve bulguya dayandırılmasını istiyor, “tarihini
belgeye dayandıran milletler, kendi gerçeğini bulur ve tanır. Türk tarihi, bilimin
belgelerine dayandırılmalı, bugünün aydın gençliği, bu belgeleri aracısız
tanımalı ve tanıtmalıdır”24 diyor, “tarih yazmak, tarih
yapmak kadar önemlidir. Yazan, yapana sadık kalmazsa, gerçekler değişmeyeceği için,
insanlık yanıltılmış olur” diye ekliyordu.25
Anadolu’daki
“tarihi değerlerin, onların gerçek sahibi Türk halkı eliyle bulunup
korunmasını” istek düzeyinde bırakmadı ve 1935’de, bu amaca hizmet edecek
öğretmen ve bilim adamlarını yetiştirmek üzere, Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’ni kurdurdu.
1937 yılında, İkinci
Türk Tarih Kongresini topladı. Ölümüne yakın; “Türk tezi olgunlaştı,
onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir.
Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” diyerek vasiyet
niteliğinde önermelerde bulundu.26
Yarım Kalan Atılım
Erken
gelen hastalık ona fazla zaman tanımadı, araştırma ve incelemelerinden ne sonuç
çıkardığı, belgeleri nasıl değerlendirdiği konusunda bir açıklama yapamadı. Bu
konu hakkında, yakın çevresinden de bir bilgi bugüne ulaşamadı.
Önermeleri yerine
getirilmediği gibi, ölümüyle birlikte yaptırmakta olduğu araştırmalar önce
yavaşlatıldı, sonra durduruldu. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu
1939’da, yani ölümünden bir yıl sonra, liselerde okutulan ve onun
hazırlanmasıyla bizzat ilgilendiği Tarih Kitabı, eğitim programlarından
çıkarıldı. Yerine, bir yıl içinde hazırlanan bir başka tarih kitabı geçirildi
ve 1941-1942 ders yılında liselerde okutulmaya başlandı.
Çıkarcılar
Tarih
sorununu, göze girmenin aracı olarak gören çıkarcılar, onun dil ve
tarihe verdiği önemi sömürmeğe çalıştılar. Uydurma “köken bilimi (etimoloji)
makaleleri”, “akıncılık piyesleri” gazete sütunlarına dek taşan “abartılı
savlar” ve aslıyla ilgisi olmayan kavramlar ileri sürerek, tarih
araştırmalarına zarar verdiler.
Ölümünden sonra, karşıcı
kümeler ortaya çıktı. Kemalist tarih anlayışının, ırkçılığa dayalı uydurma bir
tarih çarpıtması olduğunu söylediler. Atatürk’ün sağlığında
denetlenebilen bu tür eğilimler, 1938’den sonra, o günü bekliyormuş gibi olağanüstü
arttı. Bir yandan Batıcılar, öte yandan Arapçılar ve ırkçılar,
tümü birden Türk tarihini bir öykü edebiyatı haline getirdiler ve daha sonra
tam anlamıyla bir “tarih rezaleti” yarattılar. Okullarda öğretilen
tarih, tarih olmaktan çıktı.
Evrensel Tarih
Atatürk’ün, tarih
anlayışı, yalnızca Türk tarihine ve Türk milliyetçiliğine yeni ve bilimsel bir
anlam kazandırma değil; aynı zamanda, tüm insanlık ve uygarlık tarihine ışık
tutmayı amaçlayan, evrensel bakışa sahip, bilimsel bir anlayış ve araştırma
üzerine kurulmuştu.27
Tarih
araştırmalarına, “biz her zaman gerçeği arayan, bulan, bulduklarımızın
gerçekliğinden emin oldukça açıklayan adamlarız. Her şeyden önce dikkat ve
özenle seçeceğiniz belgelere dayanmalısınız” diyordu.28 “Tarih
hayal ürünü olamaz. Tarihi yazarken gerçek olayları bulmaya çalışmalıyız.
Gerçeği bulup kanıtlamazsak, bilinmezliği ve bilgisizliğimizi kabul etmekten
çekinmeyelim”29, biçimindeki sözleri, bakışının ve tarih
anlayışının somut ifadeleriydi.
Tarihten Güç Almak
Türk
tarihini öğrenmenin, günümüz kuşaklarına özgüven kazandıracağına ve geleceğe
dönük atılımlarda onlara güç kazandıracağına inanıyordu. Bilimsel verilere
dayanan yoğun araştırmalarla edindiği bu inancı, her zaman dile getirdi ve
gençlerin tarihi öğrenmelerini istedi.
1935 yılında
şunları söylüyordu: “Türk yetenek ve gücünün tarihteki başarıları ortaya
çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için gereken atılım kaynağını bu
tarihte bulacaktır. Bağımsızlık düşüncesini bu tarihten kazanacaklar, o büyük
başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenerek, kendilerinin
aynı soydan olduklarını düşünecekler ve kimseye boyun eğmeyeceklerdir”.30
DİPNOTLAR
1 “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, III.C.,
Remzi Kit. 8.Bas. İst.-1983, sf.426
2 “Kemalizm”
Tekin Alp, Top.Dön.Yay., 2.Bas., İstanbul-1998,
sf.141
3 “Türklerin
Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., İst.-1995,
sf.20
4 “Atatürk
ve Devrim” Prof.E.Z.Karal, Zir.Bank.Yay.,
Ank.-1980, sf.98
5 “Mustafa
Kemal’den Yazdıklarım” Prof.A.A.İnan, Kül.Bak.,
1981, sf.110
6 “Atatürk
Hakkında Hatıralar Belgeler” Prof.A.A.İnan, TTK,
Ank-1959, sf.297
7 “Belleten”
Türk Dili, No:33, 1938, Ok Yay., sf.16
8 “Türkiye
Cumhuriyeti ve Türk Devrimi” A.A.İnan, TTK, 1977, sf.193
9 a.g.e. sf.193
10 a.g.e. sf.193
11 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir, III.C., Remzi Kit. 8.Bas.
İst.-1983, sf.427
12 “Belleten”
42, sf.179; ak. D.Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1.Cilt, 1995,
sf.30
13 “Türklerin
Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., İst.-1995,
sf.20
14 “Belleten”
42, sf. 526 ve “Belleten” 128, sf.565; ak. a.g.e. sf.30-31
15 “Mustafa
Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.306
16 “Histoire
de People d’Israel” Ernest Renan; ak. “Türk
Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım, 1996, sf.69
17 “Mustafa
Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.306
18 a.g.e. sf.307
19 “Kemalizm”
Tekin Alp, Top.Dön.Yay., 2.Bas. İstanbul-1998,
sf.151
20 “Atatürk
ve Devrim” Prof.E.Z.Karal, Zir.Bank.Yay.,
Ank.-1980, sf.101-102
21 “Türklerin
Kültür Kökenleri” Ergun Candan, Sınır Ötesi
Yay., Temmuz 2002, sf.488-489
22 “Kemalizm”
Tekin Alp, Top.Dön.Yay., 2.Bas., İstanbul-1998,
sf.163
23 “Türklerin
Tarihi” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Tekin Yay., İst.-1995,
sf.25
24 “Atatürk
Hakkında Hatıralar ve Belgeler” Prof. A.A.İnan,
İş B.Yay., 1968, sf.242; ak. Arı İnan, “Düşünceleriyle Atatürk” TTK,
Ank.-1991, sf.143
25 “Türk
tarih Kurumu Atatürk’ün Mektupları”; ak. a.g.e. sf.143
26 “Belleten”
140, sf.540; ak. Doğan Avcıoğlu
“Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1995, I.Cilt, sf.26
27 “Türk
Düşününde Batı Sorunu” Prof.N.Berkes, Bilgi Yay., 1975, sf. 277
28 “Atatürk
ve Devrim” Ord.Prof.E.Z.Karal, Zir.Bank.Kül.Yay., 1980, sf.100
29 a.g.e. sf.101
30 a.g.e. sf.100
Çok gozel bir mahale. Saygın Metin Beg, men sizi çok sevirem. Saygılarım size gele..
YanıtlaSilAtatürk olmasaydı galiba hepimiz kendimizi bir baskasi zannediyor olurduk. Atası Türk ; Bize benliğimizi, değerlerimizi, yerlere atılmış itibarımızı yeniden verdi. Allah rahmetini esirgemesin. Bugün Türk dili; Türk kültürü; Türk geleneği;Türk tarihi Onun sayesinde itibarını yeniden kazanmıştır . Nasıl hayran kalmayız .Yaptıkları çok büyük şeyler. 1920'li yıllara kadar Türklerin kim olduğunu doğru düzgün araştıran; sorgulayan, bilen yoktu. Barbar Batının söylediği her şeyi kabul ediyor ,Türklere kötü sıfatlar verilmesine müsaade olanağı sunuyorduk. Oysaki ne büyük bir Türk milleti varmış; yazıyı bulan Sümerlerin Türk olduğunu gören Batı gerçeği gördükçe daha da yabanileşmiştir; çünkü artık atacak iftira ve yalan ellerinde patlamıştı.
YanıtlaSilHun Hakanı Atila'nın kırbacı yetmemiş, Sümer Kralı Urigakina'nın kalkanı ile yerin altına sokulmuşlardır. Atatürk ile bunları öğrendik. Gerçeği öğrendik. Yıllardır ve hala gerçek Türk tarihi saklanıyor. Ama açığa çıkıyor artık; Kuşkusuz ki herkes Türk'ün gücünü görecek. Türk gençlerinin çok değil bir kısmı bile gerçek tarih ve kültürlerini öğrense, Arap ve Anglosakson dayatmasına karşı durup benliğini, geldiği yeri kavrasa kim önünde durabilir. Biz öğreneceğiz.
Bana göre, Atatürk'ün, yokuş yukarı binbir zahmetle çıkardığı tekerlek, orada bekliyor; onu oradan ilerletecek, tümseği aşıracak gücü... Bu da şüphesiz bu toprağın evladından başkası olmaz! Türk toplumu olarak, ne zaman kendimize geliriz, ne zaman kendimize bi çeki-düzen veririz, yakın beride kestirmek zor ama, başkasının el atması ve kendine maletmesi mümkün olmayan çok büyük bir geçmiş, çok şanlı bir tarih bu toprağın çocuğunun harekete geçmesini bekliyor, bekleyecektir!
YanıtlaSil